Salı Mart 4, 2025

Proletarya Partisini ortaya çıkaran şartlar

24 Nisan 1972, coğrafyamızda komünist mücadele ateşinin yakıldığı tarihtir. 1920 Eylül’ünde Bakü’de Mustafa Suphi önderliğinde kurulan TKP’nin mirasçısı olarak ortaya çıkan proletarya partisinin kuruluş tarihidir. Proletarya partisinin kuruluşunun ilanı, Mustafa Suphi ve yoldaşlarının Kemalistler tarafından katledilmesinin ardından 50 yıllık reformizme ve parlamentarizme karşı cepheden bir ideolojik, siyasal saldırıdır/savaşımdır.

Proletarya partisi, bundan 49 yıl önce bir anda ortaya çıkmadı. Onu ortaya çıkaran, kuruluşuna neden olan o dönemdeki uluslararası ve Türkiye topraklarındaki koşullar ve bu süre içerisinde gençlik ve işçi sınıfı içerisinde verilen devrimci mücadelenin ürünleriydi. Bu mücadele içerisinden onu ortaya çıkaran, örgütlenmesinin mimarı da yoldaş Kaypakkaya’dır. Kaypakkaya, 1970’li yıllarda partisiz devrim tezini kullananların karşısında yer alarak proletaryanın öncüsü olarak komünist partisi olmadan devrimin gerçekleştirilemeyeceğini savunuyordu. Ve Marksizm’in yeni bir boyutta sistematikleştirdiği Leninizm ve Maoizm’in parti adında yer almasının gerekliliğini vurguluyordu. ”Biz kendimizi kesinlikle bunlardan ayırmalı, komünist kelimesine ilave olarak Marksist-Leninist sıfatını da kullanmalıyız. Önce diğer isimler üzerinde duralım, İhtilalci İşçi Köylü Partisi adlandırması niçin yanlıştır? Çünkü, bizim gerçek niteliğimizi, nihayi hedefimizi belirtmiyor. Biz işçi sınıfı hareketiyiz, onun öncü müfrezesiyiz. Köylü hareketi asla değiliz. Ülkemizin somut şartları bize köylülükle ilgili görevler yüklüyor, ama bu geçicidir, bizi asıl görevimize yakınlaştıran geçici bir adımdır. Köylülük kitle olarak, bir bütün olarak ‘üretim araçlarının özel mülkiyeti alanında’ bulunmaktadır. Ve kapitalist toplumun muhafazasından yanadır.”

Ve devamla,

”Köylülük, modern sanayi karşısında dağılan ve yok olmaya doğru giden bir sınıftır. Oysa proletarya, mülkiyetle bütün bağlarını koparmıştır. Modern sanayinin özel ürünü ve asıl ürünüdür. Modern sanayinin gelişmesiyle birlikte gelişir ve güçlenir. Geçmiş değil geleceği temsil eder. Yok olanı değil, büyüyüp gelişeni temsil eder. Özel mülkiyetin muhafazasını değil, kesinlikle ortadan kaldırılmasını ister.” (İK Seçme Yazılar, s. 292)

Proletarya partisinin Türkiye topraklarında doğduğu 1970’li yıllarda dünyada ve ülkemizdeki devrimci durumu değerlendirdiğimizde, 1970’li yıllarda gençlik ve işçi sınıfı mücadelesinin devrim ve sosyalizme evrildiğine, dünyanın kırlarında Asya, Afrika ve Latin Amerika’da gerilla mücadelelerinin geliştiğine tanık oluruz.

Bu dönem emperyalistler arasında, ABD emperyalizmi ile Rus Sosyal Emperyalistleri arasında dünya pazarlarının paylaşım kavgasının sürüp gittiği bir dönemdir. Dünya pazarlarını ele geçirme kavgasında esas olan ise sömürge ve yarı-sömürge ülkelerin pazarlarının ele geçirilme kavgasıydı. Buna karşın da sömürge ve yarı-sömürgelerde yaşayan ezilen halk ve milletlerin emperyalistlere karşı mücadeleyi örgütledikleri, silaha sarıldıkları, silahlı direnişler, gerilla mücadeleleri verdikleri bir dönemdi.

Devrim dalgası bu yıllarda ”dünyanın kırlarında” ayağa kalkmıştı. 1917 Sosyalist Ekim Devrimi’nin ve Çin’de gerçekleşen Demokratik Halk Devrimi’nin yol göstericiliğinde ilerliyordu.1917 Sosyalist Ekim Devrimi’yle açılan proleter devrimler çağı, gerilla savaşlarıyla emperyalistlere ve yerel faşist yönetimlere karşı devrimci örgütlerle, partilerle yanıt oluyordu.

Gerilla savaşı (öncesi barikat savaşlarından sonra) bu çağın -proleter devrimler çağının- temel mücadele biçimi olarak ortaya çıkıyor ve çağa damgasını vuruyordu. 1970’li yıllarda 1968-69 yılının özellikle emperyalist ülkeleri sarmalayan isyan dalgasının yatışmasından sonra sömürge ve yarı-sömürgelerde BPKD, Vietnam Devrimi ve ”dünyanın kırlarında” gerilla savaşlarıyla sarsılmaya devam ediyordu.

Küba’da gerilla savaşıyla yönetimin ele geçirilerek ABD emperyalizminin uşakları yenilerek ülkeden kovulması ve kurulan devrimci yönetim, Latin Amerika’daki devrimci mücadelelere yol göstererek devrimleri tetiklemiştir. Latin Amerika kıtasının birçok ülkesinde gerilla birlikleri oluşmuş, devrimci örgütlenmeler devrimlere yol açan bir güzergaha girmişlerdir.

Diğer yandan dünyanın ”şehirlerinde” de yönetenler (emperyalist-kapitalistler) rahat değillerdi. Öğrenci gençliğin, işçi sınıfının mücadelesi keskinleşmişti. BPKD’nin Çin’de yankılanan top sesleri dünyayı etkiliyordu. 1966 yılında Mao’nun ”Ateşini benim yaktığım” dediği BPKD tüm dünyada yankılanıyordu, hem de Marksizm ile revizyonizm, sosyalist yol ile kapitalist yol arasındaki mücadeleyi merkezine koyarak.

BPKD’nin Çin’de gürleyen top sesleri çok geçmeden tüm dünyanın öğrenci gençlik, işçi sınıfı ve aydınlarını etkisi altına aldı. 1968-69 yıllarında ”her şeyi ve hemen şimdi istiyoruz” şiarıyla özellikle Avrupa ve tüm dünyayı saran isyan hareketleri gelişti. Ağırlık merkezi Fransa olan gençlik hareketlerinin ardından Fransa işçi sınıfı ayağa kalktı. Grevler, fabrika işgalleri tüm ülkeye yayıldı.

Fransa’da başlayan bu isyan dalgası diğer Avrupa ülkelerine de yayıldı. Gelişmiş kapitalist ülkelerdeki bu isyan dalgası sömürge ve yarı-sömürgelerde de yankısın buldu. Özellikle gençlik içerisinde mücadele ateşini körükledi. Bizim ülkemizde de gençlik üniversitelerde boykotlar, işgaller gerçekleştirdiler.

Dünyayı sarmalayan bu rüzgar faşist diktatörlükle yönetilen yoksullar içerisinde yaşam savaşı veren işçi sınıfını ve müttefiklerini de içerisine aldı.

Dünyadaki devrimci mücadele, devrim lehine olan bu tarihsel gelişmeler ülkemizde de ortaya çıkacak olan devrimci ve komünist hareketin ayağa doğrulmasında etkili oldu.

1970’in bu devrimci mücadelelerinin içerisinde üç büyük devrimcinin önderlik ettiği üç büyük akım ortaya çıktı. Bu üç büyük devrimci Deniz Gezmiş, Mahir Çayan ve İbrahim Kaypakkaya, bu üç büyük akım da THKO, THKP-C ve TKP-ML’ydi. Üç liderle anılan bu üç büyük akımın ortaya çıktığı dönemde gerek iç gerekse dış koşullar devrimin lehinde güçlü olanaklar sunuyordu.

Ülkemizde BPKD’nin top seslerinin devindirici etki yaptığı, sınıf ve sokağın canlanma içerisinde olduğu, dünyadaki nesnel koşulların da elverişliliği Kaypakkaya gibi bir önderi yarattı. Türkiye’de öğrenci gençliğin, işçi sınıfının eylemlilikleri, köylülüğün toprak işgalleri, bunların içerisinde birlikte mücadelede yer alması, kitle hareketinden beslenmesi Kaypakkaya ve proletarya partisi işte böylesi koşullarda ortaya çıktı.

Proletarya partisini doğuran Türkiye’deki öğrenci gençlik hareketleri, köylülüğün toprak işgalleri en önemlisi de işçi sınıfının grevleri, fabrika işgalleri, dahası 15-16 Haziran Büyük İşçi Direnişi’dir.

Yoldaş Kaypakkaya, öğrenci gençliğin boykot ve direnişlerine, köylülerin toprak işgallerine, işçilerin grev çadırlarına özellikle de 15-16 Haziran Büyük İşçi Direnişi’ne bizzat katılmış ve buralardan dersler çıkarmıştır. Başkan Mao’nun bir öğrencisi olarak onun ”kitleleri örgütlemek bir siyasettir” politikasının Türkiye’deki pratiğe uygulayıcısı olmuştur.

Kaypakkaya’nın komünist fikirlerle olgunlaşmasında kitle eylemleri içerisinde yer almasıdır. Kitlelerden öğrenmesini bilmesidir. Özellikle 15-16 Haziran Büyük İşçi Direnişi’nin Kaypakkaya’nın düşüncelerinde gelişim yaratması önemlidir. Kaypakkaya’nın bu mücadele deneyimlerinden, özellikle de 15-16 Haziran Büyük İşçi Direnişi’nden öğrenerek çıkardığı derslerle ve Başkan Mao’nun öğretilerinin sadık bir izleyicisi olarak kuramcısı olduğu Proletarya partisinin kuruluşunda birinci derecede rol almıştır.

Burada belirtmeden geçemeyeceğimiz bir olgu da dönemin elverişli koşullarının Kaypakkaya gibi bir önderi ve Proletarya partisinin ortaya çıkması için şartları olgunlaştırmış olmasıdır.

Proletarya partisini ortaya çıkaran koşulları anlatan bir yazısında Kaypakkaya şunlara yer vermişti:

”Kahraman işçi sınıfımızın, fedakar köylülerimizin ve yiğit gençliğimizin çığ gibi yükselen mücadelesi, hızla yayılan Marksist-Leninist eserler, Çin’de başkan Mao’nun önderliğinde yer alan BPKD’nin dünyayı sarsan etkileri, bütün bunlar, ülkemiz toprağında yığınların mücadelesine önderlik edecek genç bir komünist hareketin fışkırmasına elverişli ortamı hazırlıyordu.”

Proletarya partisinin kurucusu Kaypakkaya’nın devamcıları da bugün işçi sınıfını, emekçileri örgütleyerek devrim mücadelesini ileriye taşımakla yükümlüdürler.

9636

BAŞKALDIRININ -ÖN- DEĞERLENDİRİLMESİ[*]

“Ve bizim bir haziranımız

Bir yıl kadar yetecektir dünyaya

Çünkü yoğun ve ateşle yaşanmış

Çünkü ellerimiz, başımız ve kanımız

Hayasız pençelerini kokuyla gizleyen

Bir olgu olmayacaktır sana

Ölülerimiz toplanacaktır

Doldurulan bir kıyı gibi.”[1]

 

Erdem Aksakal’ın, “2011 yapımı ‘Ya Sonra’ filmine, Özcan Deniz aşkını şu sözlerle anlatarak başlar. ‘Masallar neden en güzel yerinde biterler? Sonra ne olur bilinmez. Biz de masallara göre sona geldik. Peki ya sonra?’

KENTİ (YOKSULLARINDAN) “TEMİZLEMEK”…[1]

“Ahlâk ve para aynı çuvala girmez.”[2]

Çocukluğum ve ilk gençlik yıllarım, bugün İstanbul’un en “in” mekânlarından sayılan Erenköy-Göztepe arasında geçti. O yıllarda İstanbul’un tartışmasız bir numarası Teşvikiye- Nişantaşı-Osmanbey karşısında biraz “ikinci sınıf” sayılan, ancak “sayfiye” olarak muteber, bizim gibi yaz-kış kalanların hafiften “taşralı” muamelesi gördüğü, ama geceleri Bağdat caddesinde “anahtar teslim”ine yarıştırılan lüks, spor arabalara bakıldığında, geleceğinin “parlak” olduğunu sezdiren, üç katlı apartmanlar diyarı…

KÜRDİSTAN ULUSAL KONGRESİ VE BDP’NİN TÜRKİYELİLEŞME SİYASETİ

Herşeyin içinin boşaltılarak hızla tüketildiği bir çağda yaşıyoruz. Post-modern bir cehalet her yanımızda. Düşüncelerimizin, yaşamlarımızın, ilişkilerimizin, eğitimlerimizin hatta gıdalarımızın içi boşaltılmış ve global ekonomik sistemin ihtiyacına göre yeniden düzenlenmiş durumda. Wachowski Kardeşlerin unutulmaz filmi Matrix’te anlatılan insanı metalaştıran sanal düzenin bir benzeri hepimize dayatılmış.

ANNEME İnci Taneme

“Bu akşam, annem kamerada seninle konuşmak istiyor” diye mesaj geldi erkek kardeşim Nuri’den. Bir arkadaşa misafirliğe gidecektik. Erteledik. Bilgisayarın başındaki yerimizi aldık.  Ben, Nuran ve Ezgi… Ekranın gerisinde annem ve kardeşlerim… Selamlaşıyoruz. Annemin gözlerindeki mutluluk tarif edilir gibi değil. Yüzünde bir çocuk sevinci.  

“Nasılsın anne, nasılsın babaanne?”

Haksiz emperyalist savaslara karsi, halklarimizin hakli ozgurluk ve bagimsizlik savasinin yaninda olalim!!! Hasan Aksu

Haksiz emperyalist savaslara karsi, halklarimizin hakli ozgurluk ve bagimsizlik savasinin yaninda olalim!!!

OLASI BİR YAĞMA SAVAŞI ve “ÜÇ VAKTE KADAR”

 

6/7 Eylül 1955 kan-gözyaşı ve ölüm

               Ermeni soykırımı tarihinin ilk evresi, Osmanlı imparatorluğu hakimiyeti altında yaşayan Ermenilere karşı Abdülhamit döneminde uygulanan katliam ve baskılar ile başlamaktadır.1896 yılına kadar birçok vilayette yapılan katliamlarda yüzbinlerce insan öldürülmüştür.Bir ulusun yok edilmesinin ikinci evresi 1915 yılında İttihat-Terakki hükümetinin 1,5 milyon insanın ölümüne sebep olan yeni bir yüzyılın başlangıcında ilk SOYKIRIM olayıdır.Üçüncü ve son devresi ise Ulus devleti inşasında kurulan TC,yani Kemalist Türkiye'sinde azınlıklara karşı uygulanan politikalar sonunda  b

İzzettin Doğan asimilasyoncu bir düşkündür

 

Fethullah Gülen’le hangi menfaatler ve çıkarlar karşılığında olduğu belli olmayan bir ortaklığa soyunup, aynı arazi üzerinde Cami, Cemevi ve Aşevi yapılması işbirliğini gururla anlatan, asimilasyonun gönüllü bir neferi olan İzzettin Doğan bir düşkündür. 

Kapitalizmin Sosyalizmi İçerden Ele Geçirme Çizgisi Olarak Modern-Revizyonizm Ve Dust Bowl Sendromu

 
 

 

 

 

PİR SULTAN ABDAL'IN SUÇU?

 

1. Pir Sultan, dinsizdir, namaz kılmaz, ramazan orucu tutmaz.

 2- Şeriata aykırı söz söylüyor ve davranış sergiliyor.

 3- Müslümanlara Yezit diyor ve şarap içiyor.

 4-Ayin-i Cem adında gizli toplantılar yapıyor.

 5- Safevi taraftarı ve Kızılbaş taifesinden, Devlet-i Ali düşmanıdır.

 6- Rafızi kitaplar bulunduruyor, okuyor ve okutuyor.

BARIŞ NE YANA DÜŞER USTA ...

 

Emperyalist ABD haydudu ve beraberindeki kan emiciler, Suriye’ye saldırı hazırlığı içindeyken, "barış”tan söz etmek abesle iştigaldir. Etrafin emperyalist ve kapitalist haydut devletlerle sarılmış ve kan emici kapitalist sistem yaşatılmaya devam edilirken, "kardeşlikten", "barıştan" söz etmek büyük bir aldatmacadır. Emperyalist ve gericiliğin vahşi saldırılarıyla içiçe yaşayan, kitlesel katliamlara uğrayan ezilen halklar ile dalga geçmek demektir.

Sayfalar