Seçim tiyatrosu ve esir figüranlar
Bir ağanın eli sopalı kâhyasını marabalarına seçtirmesi ile bu düzenin cumhurbaşkanını halka seçtirmesi arasında esasta bir fark yoktur. Marabaların seçtiği kâhya nasıl ki marabaların değil de ağanın temsilcisi ise, bu düzende halka seçtirilen cumhurbaşkanı da halkı değil devleti ve düzeni temsil eder. Kâhya görevi gereği ağaya, cumhurbaşkanı da doğal olarak kurulu düzene hizmet eder. Çünkü bu düzen öyle kurgulanmış ve anayasası, kanunları, yargısı, parlamentosu, silahlı kuvvetleri, emniyet ve istihbarat teşkilatı ve her derece bürokrasisiyle temelden çatıya kadar öyle inşa edilmiştir. Cumhurbaşkanı en tepedeki makamdır, devleti temsil eder. Sahip olduğu misyon ve temsil gücü nedeniyle her düzen siyasetçisi cumhurbaşkanı olma hayali kurar. Selahattin Demirtaş televizyonlara, "Cumhur'un başı olmak benim için büyük bir onurdur," derken, bu hayalini dile getiriyordu. Adayların sarf ettikleri sözler, boyları ve kiloları farklı olsa da aslında amaçları birdir: Cumhur'un başı olma onuruna sahip olmak istiyorlar.
Başı olmak için can attıkları bu Cumhur ki, "Edirne'den Kars'a…" diye tarif edilen koca coğrafyayı, Misaki Milli'yi -kendisini özgür sanan Türk halkı da dahil- tüm halklar için bir zindana çevirmiştir. Koçgiri'yi, Zilan'i, Dersim'i ceset tarlasına dönüştürmüştür. Gezi'yi, Roboski'yi, Taksim'i kana boyamıştır. Erdal Erenleri, Deniz Gezmişleri idam etmiş, Mahir Çayanları bombalarla paramparça etmiştir. Uğur Kaymazların, Berkin Elvanların, Ethem Sarısülüklerin, Ceylan Önkolların ve daha onbinlerce cinayetin failidir. Siyasi tutsakları kapattığı cezaevlerini birer mezarlığa dönüştürmüştür. Ve bu Cumhur, bu korkunç düzenin, emekçi halkı yoksulluk ateşinde cayır cayır yakan bu kapitalistler cennetinin silahlı bekçisidir.
İşte siyasetçilerin yere göğe sığdıramadıkları bu Cumhur, yani bu düzen ve bu devlet, asırlardır zindanda tuttuğu esir Kürtlere, Türklere, Araplara, Süryanilere, Lazlara, Çerkeslere, Ermenilere, Rumlara, Romanlara, Yahudilere, Ezidilere, Türk ve Kürt Alevilere ve diğer halklara şimdi, "Gelin Cumhurbaşkanınızı seçin! "diyor. Yani, "Beni onaylayın, meşrulaştırın,"diyor.
İster Tayyip Erdoğan, ister Ekmeleddin İhsanoğlu, ister Selahattin Demirtaş… Ya da başkası… Hangisi seçilirse seçilsin (ağa ve kâhya örneğinde olduğu gibi) asla halkın cumhurbaşkanı olmayacaklar. Tüm kurumları ile halka karşı örgütlenip mevzilenen bu düzenin cumhurbaşkanı olacaklar. Aralarındaki fark en çok Süleyman Demirel'le Abdullah Gül arasındaki fark kadar olacaktır. Daha çarpıcı bir ifade ile söylemek gerekirse, düzen aynı kaldıkça, o makama gökten inen bir melek bile gelip otursa bu çarkın bir vidası olmaya mecbur ve mahkûmdur. Tersi bir iddia yalancılık ve halkı aptal yerine koymadır. Geçmiş cumhurbaşkanlarının pratiklerini göz önüne getirirsek bunu kolaylıkla görebiliriz. Bu çarkın halklar için ne anlama geldiğini ise ayrıca belirtmeye gerek yoktur.
Kapitalist düzenlerde seçimler halkı oyalamak ve kontrol altında tutmak için yapılır. Bir meşruiyet aracı ve sinsi bir tuzaktır. Morfindir. Halkın gazını alır, demokrasi varmış gibi bir yanılgı yaratır ve takım tutarcasına kutuplaşan halkı güç ve zaman kaybına uğratır. Bu oyunun baş rol oyuncuları siyasetçilerdir, temel görevleri sahte ümitlerle halkı aldatmak ve düzenin karanlık zindanında hapis tutmaktır. Halk için reva görülen rol ise figüranlıktır.
Türkiye'de geçmiş seçimlerde olduğu gibi şimdi bu cumhurbaşkanlığı seçiminde de aynı tiyatro oynu oynanıyor. Sahnede yerlerini alan adaylar ve destekçileri yüzlerinde aldatıcı gülücüklerle halkı sandığa çağırarak bu zindancı düzene tetikçilik yapıyorlar. Süsledikleri uyutucu sözlerle halkı düşünsel felce uğratıyor ve neyin doğru, neyin yanlış olduğunu göremez hale getiriyorlar.
Tarihteki pek çok örnekten de bilindiği gibi, siyasetçiler muhalefette iken -halkı elde tutmak için- hükümetlere çatıp dururlar. Ancak yetki (kırbaç) ellerine geçince öncekilerden hiçbir farkları kalmaz, göz boyayan bazı rötüşlarla eski düzeni olduğu gibi devam ettirirler. Sadece halka atılan kazık el değiştirmiş olur. Bunun en iyi örneklerinden biri de Tayyip Erdoğan'dır.
Bugün hepimiz artık bir yol ayrımındayız. Ya bu seçim oyununda figüran olup siyasetçilerin ayaklarının dibinde karınca sürüleri gibi debelenmeye devam edeceğiz. Ya da restimizi çekerek bu oyuna katılmayı ve paspas olmayı reddedip özgürlüğe ve şerefli hayata kanat çırpacağız.
Bana sorarsanız, ben halkı sırtından hançerleyen bu seçim oyunlarında artık figüran olmayacağım. Sandığa gitmeyeceğim ve bu düzenin pisliklerine örtü olmayacağım. Bu tavır geçici bir seçim boykotu değil, halkı esir alan bu vahşi düzeni reddediştir. Bu sömürgeci kapitalist düzen halk yönünden meşru değildir, kirlidir ve suçludur. Eli silahlı bu zorba düzen reddedilmedikçe kurtuluş yoktur.
Bir an için seçim sandıklarının ekseriyetle bomboş geri döndüğünü ve seçime iştirakın yüzde onlara düştüğünü gözümüzün önüne getirelim! Böyle bir halk uyanışı karşısında hangi iktidar ayakta durabilir?
Ey bu esir toprakların esir insanları!
Daha ne kadar omuz vereceksiniz bu kan emici düzene?
Daha ne kadar taşıyacaksınız boynunuzda bu esaret zincirini?
Daha ne kadar alkışlayacaksınız bu vahşi düzeni ve yalan torbası bu siyasetçileri?
Vakti gelmedi mi artık uyanmanın?
Şafak sökmeli artık, kül ufak olmalı bu zifiri karanlık.
Mazlumların kurtuluş ümidi sizde. Tarih sizden insanlığın şanlı özgürlük bayrağını göklerde dalgalandırmanızı bekliyor.
Ayağa kalkmalı ve başınızın çaresine bakmalısınız. Yoksa yoksulluk ve esaret demek olan bu düzen kimbilir daha kaç yüz yıl kaderiniz olmaya devam edecek!
Ya esirlik ya özgürlük! Seçim sizin. 2 Temmuz 2014
alinakmahmut@hotmail.com
Mahmut Alınak
Eski kürt milletvekillerindendir.Çeşitli kitapları bulunmaktadır.Aralık 2011 yılına kadar sitemizde sürekli yazılar yazan Mahmut Alınak,Aralık 2011'de KCK tutuklamalarına maruz kalarak tutsak edilmiştir.Temmuz 2012'de tahliye edilmiş olup,zaman zaman yazıları ile okur kitlesine ulaşmaktadır.
alinakmahmut@hotmail.com
Son Haberler
Sayfalar
Somut Duruma Dair Bazı Gerçekler
Gerek uluslararası planda ve gerekse yaşadığımız coğrafyada devrimci ve komünist hareket emperyalizm ve dünya gericiliğine karşı mücadelede geniş emekçi yığınların desteğine sahip değildir. Yine kendiliğinden gelişen kitle hareketlerini örgütlemede ve uluslararası dayanışmayı geliştirip büyütmede de yetersizdir.
NATO, SAVAŞ KIŞKIRTICISI BİR ODAKTIR; DERHAL DAĞITILMALIDIR!
Başını ABD’nin çektiği, emperyalist bir saldırganlık paktı olarak kurulan ve icraatlarıyla bunun gereğince davranan NATO’nun 75. Kuruluş yıl dönümü vesilesiyle gerçekleştirilen zirvede, ABD Başkanı Biden, NATO’nun: “Saldırganlığa ve saldırganlık korkusuna karşı bir kalkan yaratma umuduyla kurulduğunu” söylüyorsa da ama tarihsel gerçekler bunun külliyen kaba bir yalandan ve de arsızca bir manipüle edişten ibaret olduğunu kolayca gözler önüne serer.
Bozkurt’un anlamı (Nubar Ozanyan)
Yoksullar ve ötekiler için her yer ölüm kokan mayın tarlasına döndü. Türk olmayanların, -ötekilerin- Türkiye’de soluk alması ve yaşaması zulme dönüştü. Öteki olarak yaşamak, çalışmak, kendi ana dilinde Kürtçe, Arapça konuşmak, şarkı söylemek, yasak ve suç olan bir ülkede demokrasiden, özgürlükten, insan haklarından bahsedilebilir mi?
Seçimler ve siyasi parti konusunda proletaryalarla sohbet
İstanbul'u kazanan türkiye'yi kazanır.
Nedir bu tayyip'in sözleriyle vücut bulan yaklaşım.
Bir hayel mi yoksa bir gerçeklik mi?
Veyahut da burjuvaların içerisinde bir insanın söyledikleri hala dört nala giden atlarıyla şehirlerin surlarını yıkabileceğini düşünen bizim insanların söylediklerinden daha gerçekçi sözler mi?
Gerçekten noelibarel politikaların en yoğun olarak hissedildiği şehirleri kazanmak türkiye'yi kazanmak mı demek?
Peki bunu böyle kabul etmek kolay mı?
DEVRİMCİ SİYASAL MÜCADELEYİ ANIN SOMUT GÜNCEL TOPLUMSAL SORUNLARI ÜZERİNDEN ÖRGÜTLEMEK.
Temel hedefleri, mevcut kurulu düzeni devrimci bir kitlesel kalkışmayla tasfiye edip, yerine sosyalist bir sistem kurmak olan devrimci sol-sosyalist ve komünist güç ve yapıların, devrimi gerçekleştirebilmeleri esasen, devrim öncesi süreci, devrimi örgütleyebilme hedefiyle ele almalarına ve bundaki performans ve başarılarına bağlıdır.
ADİL OLAMASINI BECEREMEYECEKSEK; BU SİSTEMİ YIKMAYA NE GEREK VAR Kİ?
Bugün, Devletin “üst aklı” denilen birimlerince organize edilip, şeriat özlemcisi dinci yobaz karanlık güçlerce gerçekleştirilen Sivas-Madımak vahşetinin 31. Yıl dönümü. Tam iki gün sonra da yine devletin aynı karanlık derin güçlerinin bir şekilde yönlendirdiği besbelli olan bir başka vahşetin, Erzincan-Başbağlar katliamının 31. Yıl dönümü.
BUGÜN ARTIK ÇOK DAHA AÇIK BİR HÂL ALAN ŞERİAT TEHDİDİNE KARŞI LAİKLİĞİ SAVUNMAK, SÜRECİN ÖNE ÇIKAN ACİL VE ÖNEMLİ GÖREVLERİNDENDİR.
Kendisini “Anayasal Hukuk Devleti” olarak tanımlayan bir devlet düşünün ki Anayasasında hâlâ; “Türkiye Cumhuriyeti, (…), demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devletidir.” İlkesi yürürlükteyken; bu ülkede şeriat propagandası yapmak serbest olsun ve ama dayanağını mevcut Anayasa ve yasalardan alan, şeriata karşı çıkmak ve de laikliği savunmak suç olsun!
Oy Zemano (Nubar Ozanyan)
Her yönüyle çürümüş sistemin katilleri, Kürdistan topraklarını yakmaya devam ediyor. Amed ve Merdin’de hem insanları hem de buğday ve mısırları yaktı. Evlat kokan Kürdistan toprakları şimdi duman kokuyor. Ateş ve dumanla yazılı TC’nin yüz yıllık tarihi “yakma ve yıkma”nın tarihidir. Bilmeyenler bilsin, duymayanlar duysun. Dün Ermeni kadın ve çocukları kiliselerde, Alevileri inanç ve ibadet mekanlarında, Kürtleri mağaralarda, köylerde yakanlar bugün yine Kürdü kadim topraklarında yakıyor.
CHP’NİN “Türkiye yüzyılı maarif modeli ”Ve kürtlerin iradesinin gaspı karşısında laisizm ve hukuk sınavı.
İslamo-faşist Erdoğan diktatörlüğünün, “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli” ile yapmaya çalıştığının, tam olarak,eğitim ve öğretim sistemininSunni İslamcı dini esasları üzerine oturtulması olduğu, daha önceki iki yazıda ve keza Kürtlerin iradesine karşı bir sömürge siyaseti olan kayyum uygulaması da bir başka yazıda özetlenmişti.
Kadro Olmak Aynı Zamanda Kendimize Karşı da Kadro Olmak Demektir
Bir kadronun ihtiyaç duyduğu nitelikler bugün sürekli ideolojik saldırı altındadır. Burjuvazi sadece protestoları, teoriyi, örgütleri değil aynı zamanda doğrudan tek tek kadroları da hedef almakta ve onları ideolojik etki yoluyla etkisizleştirmeye ya da kendi tarafına çekmeye çalışmaktadır.