Cumartesi Mart 1, 2025

Yaşar Kemal'in ardından: Ali Murad’a “Emmim” der :Nazar Büyüm

Galiba 1964. Belki ’65. Beyazıt’taki Marmara Sineması’nda TİP gecesi var. Sahne balonlarla süslenmiş. Sıra onda, konuşma sırası, Yaşar Kemal’de. Sahneye çıktı, bir iki söz söyledikten sonra, eline yeşil bir balon geçirdi. “Bu işte kapitalizmin, burjuvazinin balonu! O balonu söndüreceğiz!” diyerek balonu çimdiklemeye başladı. Ne yapsa patlamıyor lanet balon. Uğraş, didin, sonunda gümledi. “İşte görüyorsunuz, kolay değil kapitalizmin balonunu patlatmak,” gibi sözlerle bu zorlu uğraşı açıklamaya girişti. “Bu da işte bizim balonumuz, sosyalizmin kızıl balonu,” diyerek kırmızı balonu eline alır almaz, güüümmm, balon patladı. Salon, tüm yoldaşlar kahkahada...

Yaşar Kemal’i 1963’te tanıdım. Büyük, tanınmış bir yazardı çoktan. Şurda burda karşılaşırdık, en çok da Cağaloğlu’nda ve Parti’de rastlaşırdık. Yıllar sonra Adam Yayınları’nda yazarımız oldu, tüm kitaplarını, bu arada uzun yıllar arkasından yazdığı Bir Ada Hikayesi dörtlüsünün ilk üç kitabını yayımladık: Fırat Suyu Kan Akıyor Baksana, Karıncanın Su İçtiği, Tanyeri Horozları. Birkaç yıl aradan sonra Yaşar dördüncü ve son cildi de yazdı, yayımladı: Çıplak Deniz Çıplak Ada (Yapı Kredi Yay.)

50 yıllık karısı Tilda aynı zamanda Yaşar’ın kitaplarının çok yetenekli çevirmeniydi. Denebilir ki Yaşar Kemal adının dış ülkelerde gördüğü büyük saygının bir bölümü, oldukça önemli bir bölümü, Tilda’nın yetkin edebi çevirilerinden ileri gelir. Çünkü Yaşar’ın dilini hangi dile çevirmeye kalksanız zorlanırsınız, onun kendine özgü inanılmaz renklerle örülü bir Türkçesi vardır, hiç bir yazar bu konuda Yaşar’ın diliyle, onun betimlemeleri, benzetmeleriyle aşık atamaz. Yarattığı taptaze, görülmemiş sıfatlar, tamlamalarla bezeli  olduğu halde hiç yadırganmayan bir söz ve sözcük dağarcığıdır onunki. Boşuna değil, Yaşar Kemal’in dili, dil özellikleri, anlatımda eriştiği zenginlik Alpay Kabacalı’dan Altan Gökalp’e, Emin Özdemir’e pek çok dil ve anlatım delisinin yazılarına, kitaplarına konu oldu.

Yıl 1986. Mevsim -galiba- kış. Dost-arkadaş 6-8 kişi Şile’ye gittik, hafta sonu için. Kendini “Yatılı Meyhane” olarak tanıtan Değirmen Otel’e indik. Daha çantaları yeni taşıyorduk ki, lobiye inen merdivenlerde Yaşar Kemal’i gördüm... Çığlık, kıyamet, sarıştık. “Yahu, demircinin oğlu, bu ne iştir, daha şimdi, şu anda İnce Memed 4’ün son noktasını koydum, roman tamamlandı, aşağı iniyorum, karşıma çıktın!”

Şimdi aklımda yok, biz de bir şeyi kutlayacağız herhal ki, birkaç şişe Moet Chandon getirmişiz. Onları Yaşar’dan gizli mutfağa verdim. Şampanya soğutuldu, kadehler de, sonra toplaştık, şişeler açıldı, İnce Memed 4’ün tamamlanmasını kutladık. Sonra, yıllarca, ne zaman karşılaşsak orda bulunanlara dönerek, “Benim için şampanya patlatmış adamdır,” diye anlattı Yaşar.

Yaşar Kemal’le ilgili benim söyleyeceklerim birkaç AGOS doldurur.

1998’de Şile’ye taşınırken arkadaşlarıma, dostlarıma bir alan ayırdım, adını ‘Arkadaş Korusu’ koyarak. Beni ta Halkalı yakınlarındaki evine götürdü, çeke çeke. Birlikte Arkadaş Korusu için seçip ayırttığı üç fidanı görmeye gittik. Cebinde akrep var denir ya, öyle cimridir; paraya kıymış, en gösterişli, kalıcı ibre yapraklıları seçmiş, seçtirmiş. Şile’ye getirip yerine yerleştirdik. Bugün boyları 5-6 metreyi aşmış ağaçlardır Yaşar’ın ağaçları.

Ali Murad daha küçücüktü. Yaşar her gittiği yerden, İsviçre’den, Fransa’dan, Almanya’dan ona küçük armağanlar getirirdi mutlaka: Bir çakı, bir fener, bir bileklik...

“Bunlar Ali Murad Emmi’min,” der, o malum sesi, söyleyişiyle gözü de yüzü de güler.

Telif kazancını yayınevinden aldıkça, “Allah tuttuğunu dolar etsin,” der, gene kıs kıs güler.

Bir Ada Hikayesi dörtlüsünün üçüncü cildini, Tanyeri Horozları’nı okuyorum. Daktilodan taze çıkmış. Bazı yerleri daha sonra konuşmak için işaretliyor, tekrarlar, unutmalar varsa onlara bakıyorum. Romanda ilerledikçe ne göreyim, Ada’ya yeni biri geliyor, bir demirci, elinden her iş gelir, adı Arsen, üç kaburgası ve kürek kemiğinin yarısı yok, çalışkan bir usta. Yani babam, babam Demirci Arsen Usta.

Yaşar benim demirci oğlu olduğumu bilir, bilir ama, babamın hastalıklardan, ameliyatlardan gelen bu halini bilmez, bilemez. Ben söylemedim. Kimse de bilmez ki söylemiş olsun.

Apar topar onu aradım, geldi. “Yahu Yaşar, aptal olduğunu bilirdim lakin medyum, müneccim olduğunu bilmezdim! Bu nasıl iş?” diyerek bu insan çakışmasını, rastlantıyı söyledim. Derinden gelen bir kapkaha patlattı: “Yahu söyledin ya işte, bana malum oldu. Artık şimdi erdiğime inanırsın!”

Küçük Parmakkapı Sokak’taki yayınevi binasında bir basın toplantısı düzenledik, yıl 1997. Yaşar Kemal’e sayısız uluslararası ödülünden ikisi daha verilmiş, Frankfurt Kitap Fuarı’nın Alman Yayıncılar Birliği Ödülü, ayrıca Berlin’deki Frei Üniversitesi’nden Fahri Doktorluk. Pek çok kamera, muhabir, masada Yaşar’la yan yana oturuyoruz. Toplantıyı açtım: “Hoşgeldiniz. Bugün gene hepimizi mutlu eden, çok önemli bir kutlama için buradayız. Yaşar Kemal’e Almanya’dan iki önemli ödül daha geldi. Bunu kutluyoruz.

“Yazarlar, şairler, müzisyenler, ressamlar karanlıkta bize yol gösteren yıldızlardır. Umutlarımızın kırıldığı anlarda, kendimizi yitik duyduğumuz zamanlarda bize o yıldızlar yol gösterir, yolumuzu o yıldızlar aydınlatır.

“Kimi büyük sanatçılar ise yalnız tek bir yıldız değil, takımyıldızlar, yıldız takımadalarıdır. İşte Yaşar Kemal de öyle bir yıldız takımadasıdır. Hangisi derseniz, Büyük Ayı...” der demez, masanın altından ayak bileğime bir tekme yedim, “Ulan eşoğlusu!” iltifatıyla birlikte. Akşam yayınlandı, duyuldu...

Ara Güler’le Yüzlerinde Yeryüzü kitabını hazırlıyoruz. “Yaşar bir önsöz yazsa buna,” dedim. Ara, “Çok iyi olurdu, ama sanmam, yazmaz,” dedi. Yaşar yazdı, hem de ne önsöz... Başlı başına bir Ara Güler destanı...

Sevdiğimiz, hayranlık duyduğumuz bir yazar o. Büyük bir yazar. Ne eskide ne bugün eşi benzeri olmadı Yaşar Kemal’in Türkçe edebiyatta. En sevdiğim romanı Ortadirek, en beğendiğim derlemesi, yazdığı Önsöz’le birlikte, Ağıtlar’dır. Unutulur mu böyle biri?

Unutulmaz. Yüz yıl da geçse peşinize düşer romanları, öyküleri, gelir bulur sizi, gene mesteder, hayran bırakır.

Göçtün gittin Yaşar Kemal

Kim taşıyacak şimdi seni?

İri ağır gövdeni değil

Bıraktığın gölgeni?

 

63686

Misafir yazarlar

Güncele iliskin yazilariyla sitemize katki sunan yazar dostlarimiza ait bölüm

Son Haberler

Sayfalar

Misafir yazarlar

Somut Duruma Dair Bazı Gerçekler

Gerek uluslararası planda ve gerekse yaşadığımız coğrafyada devrimci ve komünist hareket emperyalizm ve dünya gericiliğine karşı mücadelede geniş emekçi yığınların desteğine sahip değildir. Yine kendiliğinden gelişen kitle hareketlerini örgütlemede ve uluslararası dayanışmayı geliştirip büyütmede de yetersizdir.

Diktatör 'Reis' çıkış arıyor ..

Malum olduğu üzere T.C.

NATO, SAVAŞ KIŞKIRTICISI BİR ODAKTIR; DERHAL DAĞITILMALIDIR!

Başını ABD’nin çektiği, emperyalist bir saldırganlık paktı olarak kurulan ve icraatlarıyla bunun gereğince davranan NATO’nun 75. Kuruluş yıl dönümü vesilesiyle gerçekleştirilen zirvede, ABD Başkanı Biden, NATO’nun: “Saldırganlığa ve saldırganlık korkusuna karşı bir kalkan yaratma umuduyla kurulduğunu” söylüyorsa da ama tarihsel gerçekler bunun külliyen kaba bir yalandan ve de arsızca bir manipüle edişten ibaret olduğunu kolayca gözler önüne serer.

Bozkurt’un anlamı (Nubar Ozanyan)

Yoksullar ve ötekiler için her yer ölüm kokan mayın tarlasına döndü. Türk olmayanların, -ötekilerin- Türkiye’de soluk alması ve yaşaması zulme dönüştü. Öteki olarak yaşamak, çalışmak, kendi ana dilinde Kürtçe, Arapça konuşmak, şarkı söylemek, yasak ve suç olan bir ülkede demokrasiden, özgürlükten, insan haklarından bahsedilebilir mi?

Seçimler ve siyasi parti konusunda proletaryalarla sohbet

İstanbul'u kazanan türkiye'yi kazanır.

Nedir bu tayyip'in sözleriyle vücut bulan yaklaşım.

Bir hayel mi yoksa bir gerçeklik mi?

Veyahut da burjuvaların içerisinde bir insanın söyledikleri hala dört nala giden atlarıyla şehirlerin surlarını yıkabileceğini düşünen bizim insanların söylediklerinden daha gerçekçi sözler mi?

Gerçekten noelibarel politikaların en yoğun olarak hissedildiği şehirleri kazanmak türkiye'yi kazanmak mı demek?

Peki bunu böyle kabul etmek kolay mı?

DEVRİMCİ SİYASAL MÜCADELEYİ ANIN SOMUT GÜNCEL TOPLUMSAL SORUNLARI ÜZERİNDEN ÖRGÜTLEMEK.

Temel hedefleri, mevcut kurulu düzeni devrimci bir kitlesel kalkışmayla tasfiye edip, yerine sosyalist bir sistem kurmak olan devrimci sol-sosyalist ve komünist güç ve yapıların, devrimi gerçekleştirebilmeleri esasen, devrim öncesi süreci, devrimi örgütleyebilme hedefiyle ele almalarına ve bundaki performans ve başarılarına bağlıdır.

ADİL OLAMASINI BECEREMEYECEKSEK; BU SİSTEMİ YIKMAYA NE GEREK VAR Kİ?

Bugün, Devletin “üst aklı” denilen birimlerince organize edilip, şeriat özlemcisi dinci yobaz karanlık güçlerce gerçekleştirilen Sivas-Madımak vahşetinin 31. Yıl dönümü. Tam iki gün sonra da yine devletin aynı karanlık derin güçlerinin bir şekilde yönlendirdiği besbelli olan bir başka vahşetin, Erzincan-Başbağlar katliamının 31. Yıl dönümü.

BUGÜN ARTIK ÇOK DAHA AÇIK BİR HÂL ALAN ŞERİAT TEHDİDİNE KARŞI LAİKLİĞİ SAVUNMAK, SÜRECİN ÖNE ÇIKAN ACİL VE ÖNEMLİ GÖREVLERİNDENDİR.

Kendisini “Anayasal Hukuk Devleti” olarak tanımlayan bir devlet düşünün ki Anayasasında hâlâ; “Türkiye Cumhuriyeti, (…), demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devletidir.” İlkesi yürürlükteyken; bu ülkede şeriat propagandası yapmak serbest olsun ve ama dayanağını mevcut Anayasa ve yasalardan alan, şeriata karşı çıkmak ve de laikliği savunmak suç olsun! 

Oy Zemano (Nubar Ozanyan)

Her yönüyle çürümüş sistemin katilleri, Kürdistan topraklarını yakmaya devam ediyor. Amed ve Merdin’de hem insanları hem de buğday ve mısırları yaktı. Evlat kokan Kürdistan toprakları şimdi duman kokuyor. Ateş ve dumanla yazılı TC’nin yüz yıllık tarihi “yakma ve yıkma”nın tarihidir. Bilmeyenler bilsin, duymayanlar duysun. Dün Ermeni kadın ve çocukları kiliselerde, Alevileri inanç ve ibadet mekanlarında, Kürtleri mağaralarda, köylerde yakanlar bugün yine Kürdü kadim topraklarında yakıyor.

CHP’NİN “Türkiye yüzyılı maarif modeli ”Ve kürtlerin iradesinin gaspı karşısında laisizm ve hukuk sınavı.

İslamo-faşist Erdoğan diktatörlüğünün, “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli” ile yapmaya çalıştığının, tam olarak,eğitim ve öğretim sistemininSunni İslamcı dini esasları üzerine oturtulması olduğu, daha önceki iki yazıda ve keza Kürtlerin iradesine karşı bir sömürge siyaseti olan kayyum uygulaması da bir başka yazıda özetlenmişti.

Kadro Olmak Aynı Zamanda Kendimize Karşı da Kadro Olmak Demektir

Bir kadronun ihtiyaç duyduğu nitelikler bugün sürekli ideolojik saldırı altındadır. Burjuvazi sadece protestoları, teoriyi, örgütleri değil aynı zamanda doğrudan tek tek kadroları da hedef almakta ve onları ideolojik etki yoluyla etkisizleştirmeye ya da kendi tarafına çekmeye çalışmaktadır.

Sayfalar