Cuma Eylül 20, 2024

‘Gerçek ismimi 74 yıl sonra öğrendim’

kaypakkaya-partizan
Dersim’de yıllar sonra köklerini bulmaya çalışanların hikâyesini anlatan “Hay Way Zaman” filminin yönetmeni Nezahat Gündoğan “Sürgün politikası ve köklerinden koparılan kız çocuklarının hikayeleri bilinmiyor. Kızı annesinin geçmişini sahiplenmeseydi, gerçek isminin Elif olduğunu öğrenen Emoş Gül’ün belgeselini çekemeyecektik” diyor

 

50. Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde Ulusal Belgesel Film dalında jüri özel ödülü alan “Hay Way Zaman” belgesel filminin İstanbul galası, 5 Aralık 2013 tarihinde Cemal Reşit Rey Konser Salonu’nda yapılacak. Gala öncesi filmin yönetmeni Nezahat Gündoğan ve filmin yapımcısı Kazım Gündoğan ile “Hay Way Zaman”nın hikâyesini konuştuk.

»Dersim’de farklı kimliklere mensup yurttaşların soykırım ve sürgün edilme öykülerini belgesele dönüştürme fikri nasıl doğdu?
N.G.: Sürgün politikası ve köklerinden koparılan kız çocuklarının hikayeleri bilinmiyor. Konuşulmayan bir tabuydu. Gerçekliğin kendisini ortaya çıkarmak için başka türlü bir yöntem işlemek gerekiyordu. Konuyu anlayabilmemiz için bakış açımız, kayıp kızları açığa çıkardı. O dönemde halk büyük bir vahşet yaşamıştı. Fakat kadın ve çocukların yaşadıkları olaylar önemli olduğu için, onların öykülerini anlatmaya başlarsak toplumun algısının değişmesine neden oluruz diye düşündüm. Dersim denildiğinde; terörist, öteki, Kızılbaş, Alevi, Kürt ve Ermeni akla geliyor. Ne kadar olumsuz öteki varsa, ötekilerin de en olumsuzunu kapsıyor. Filmde, bölgedeki azınlıkların öykülerinden yola çıktık. Öteki insanların hikâyelerinden yola çıkarsak, toplumun çok şey öğreneceğini, algısının değişeceğini göreceğiz diye düşündük.

»Tanıklara ulaşmanız ve onların konuşturmanız kolay oldu mu?
N.G.: Tanıklara ulaşmak zor oldu. Tanıkların birçoğu yaşadıklarını çocuklarına anlatmıyor. ‘Biz yaşadık onlar yaşamasın’ diye düşünüyorlar. Sürgünde şehre göç etmiş, insanların bazıları ise bugün bile Alevi ve Kürt kimliklerini saklıyorlar. Dersim’i bırakın, Tunceliliyim bile demezler. Erzincanlıyım ve Elazığlıyım derler. Böyle bir korku psikolojisi içindeler.
K.G.: Mağdurların yaşadıklarını dinlerken biz de travma yaşadık. Kimi zaman çalışmalarımıza ara vermek zorunda kaldık. Öykülerin ağırlığıyla çalışmayı sürdürmek zorlaşabiliyordu. Mağdurlara ulaşınca, onların duygu ve düşünce dünyasını açmak sorun oluyor. Çünkü 74 yıl boyunca kendi çocuğuna bile hikâyesini anlatmamış, ikna etmeniz gerekiyor. Ancak, kökleri ve kültürlerinden biri olduğunuzda, kapalı olan 72 yıllık kapalı dünyalarını açabiliyorsunuz.

‘TAŞ OLSAYDIM ÇATLARDIM’
»Köklerinden zorla koparılan ve göç ettirilen insanlar ciddi sosyal, ekonomik, kültürel sorunlarla karşı karşıya kaldılar ayrıca şiddet ve baskıdan kurtulamadılar. Filmin hikâyesinden hareket ederek bu trajediden bahseder misiniz?
N.G.: Yaşama damgasını vuran bir katliam politikası var. Bununla başa çıkmak ve var olabilmek basit bir konu değil. Mağdur teyzelerden birine ‘Tüm yaşananlardan sonra nasıl dayanıyorsunuz?’ diye sorduğumda ‘Kızım, kızım ben topraktım dayandım, taş olsaydım çatlardım’ yanıtını verdi. Zaten kendisini un ufak etmişler daha ötesi yok. Her birini dinledikçe her biri oluyorsun. Ayrıca kadın ve kız olmalarından dolayı cinsel istismara maruz kalmışlar. Tüm yaşananlar kadınlara şunu öğretmiş; çocuklarına sıkı sıkı sarılmayı, koşulları elverdiğince en iyi şekilde onlara bakmaya çalışmışlar. Belgeselimizin kahramanı Emoş Gül’ün kızı Serpil olmasaydı tüm bu belgeseli çekemeyecektik. Kızı cesurca, annesinin geçmişini sahiplenip, hareket etmeseydi Dersim yolculuğunu yapamazdık. Kızı Serpil bize, “Kapalı bir kapı ardında ne olduğunu bilmiyorsunuz. Kapının ardında ya hırdavatla dolu bir depo ya da hazine olabilir. Her ne olursa olsun kapının arkasındakini görmek istiyorum” dedi. Bu duygu, derinlerde birikerek mayalanmıştı. Dersim’e gittiğimizde bu duygu farklı ifade buldu. Annesinin tarihsel öyküsünden yola çıkarak toplumsal bir gerçekle karşılaştık. Serpil, “Adım attığım her yerde diğer annelerin de acılarını hissediyorum” diyordu.
Ayrıca belgeselde yaşlı kadının belleğinin yenilendiğini, kızının ise bu yolculukta yaşadığı değişim sürecini görüyoruz. Bu film sadece mağdurların değil, faillerin de yaşadıkları travmaları gündeme getiriyor.

‘BU BENİM TERTELEM’
»Küçük bir kız çocuğunun 74 yıl sonraki köklerini bulma arayışına tanık oluyoruz. Tanıkların yaşadıklarından sizi etkileyen bir olayı anlatır mısınız?
K.G: Emoş’un dramatik bir hayat hikayesi var. 5-6 yaşlarındayken ailesi yok ediliyor ve ölülerin arasından kurtuluyor. Daha sonra bölgeyle tüm bağlantıları koparılarak bir asker tarafından İstanbul’a götürülüyor. Geçmişe dair birkaç şey hatırlıyor ama esasa dair bir şey hatırlamıyor. Babası ve annesinin isimlerini de hatırlamıyor. Geçmişte ismi değiştirilen Emoş, 74 yıl sonra gerçek isminin Elif olduğunu öğreniyor. O dönemlerde “Kimsem yok, beni öldürecekler” diye düşünüyor. Biz de köksüzlüğünü köke dönüştürmek için çaba sarf ettik. Emoş’un verdiği bilgilerle Dersim’e giderek aşiretini ve ailesinin nerede olduğunu bulduk. Daha sonra öğrendik ki katliamda amcasının oğlu kurtulmuş. Dersim bölgesini bilmedikleri için korkuyorlardı. Bizi tanıdıkça güven duydular ve ikna olarak Dersim’e gitmeyi kabul ettiler. Serpil, “Dersim’e giderken annesine bir vasiyet bırakalım. Başımıza bir şey gelirse cenazemizi oraya gömsünler” diyor. Emoş, soykırım yerine gittiğinde yaşadıklarını gülerek anlatıyordu, ancak daha sonra otel odasına gittiğinde ağlamış. Emoş, Dersim’de kaldığı süre içinde annesi ve babasının ne bir mezarını ne de kemiklerini bulabildi. Tüm bu değişim sürecine tanıklık eden kızı Sepil ise “Bu da benim tertelem” diye konuştu.
»Dersim’deki soykırımda görev almış ve soykırıma tanık olmuş askerler de filmde yer alıyor. Onlar neler anlattı?
N.G.: Farklı yaklaşımlar oldu. Vicdani bir yerden bakan ve ağlayan faillerle konuştuk. “Beni konuşturmayın, o süreci hatırlayıp ağlamak istemiyorum” diyen failler oldu. Aynı zamanda evlerden insanları toplayarak, su kenarına kurdukları makinelerle insanları nasıl taradıklarını anlatan faillerde vardı. Bir fail ise “Dersim’in temizlenmesi gerekiyordu fakat kurunun yanında yaş da yandı.. Tabi birçok çocuk ve kadın öldürüldüğü için gizlenemiyor” diye konuştu.

DERSİM’DE TEMİZLİK HAREKATI
»Failleri konuşturmak zor olmadı mı?
K.G.:Birçok insan konuşmadı. 108 yaşında o dönemde istihbarat elemanı Abdullah Doğan konuşmayı kabul etmişti. Kendisiyle konuşmaya gittiğimizde Konya MİT Bölge devreye girdi ve adamı konuşturmadı. Daha sonradan Abdullah Doğan ile konuştuğumuzda “Devlet Dersim de temizlik harekâtı yapacaktı. 3. Ordu bölgeye girdi ve temizledi” dedi.

»Bu belgeselin önyargıları yıkacağını ve herkesin tarihin gerçekleriyle yüzleşeceğini düşünüyor musunuz?
K.G.: Dersim Kayıp Kızları Belgeseli’nin ardından 72 yıllık suskunluk bozuldu ve herkes konuşmaya başladı. Dersim’i dünya öğrendi. Bu filmle birlikte Alevi ve Kürt meselesine dair bütün tezler yıkıldı. Tarihin yıkılmasında ve yeni tarihin yazılmasında tanık ve faillerin konuşmasının çok önemli.

***

‘Türkçe konuş, o dili anlamıyorum’

» Filmde 74 yıl sonra biri Kürt ve Alevi, diğeri Türk ve Sünni amca çocuğunun ilk buluşmaları yer alıyor. O karşılaşmada neler yaşandı?
K.G.: Şaşkınlık, endişe ve mesafe vardı. Emoş, “Sen gerçekten amcamın oğlu musun? Beni hatırlıyor musun? Anneme benziyor muyum?” sorularına aldığı yanıtlarla giderek aralarında sıcak bir yakınlaşma oluştu. Amcasının oğlu olduğuna kanaat getirdikten sonra çocukluğuna dair sorular sordu. Ve isminin Elif olduğunu, ilk kez amcasının oğlundan öğrendi. Amcaoğlu bugüne kadar neden arayıp sormadığını sorguladı. Hüseyin Amca yer yer Zazaca/Kırmaçki  konuşurken Emoş “Türkçe konuş, o dili anlamıyorum” diye tepki gösterdi.

ÇAĞLA AĞIRGÖL
 

2645