Cuma Eylül 20, 2024

‘Katledilmemek için mücadele ediyoruz!’

kaypakkaya-partizan
Nor Zartonk (Yeniden Uyanış/Doğuş) İnisiyatifi üyelerinden Sayat Tekir ve Marsel Balcı, Hrant Dink'in katledilmesinin, Ermeni gençleri üzerinde mücadele, isyan ve aidiyet duygusunu geliştirdiğini belirterek; "Hrant'ın öldürülmesi, bizi 'katledilmemek' için mücadele etmeye itti" diye konuştular

 

Nor Zartonk (Yeniden Uyanış/Doğuş) İnisiyatifi, Türkiye Ermeni Toplumu'ndan yola çıkarak Türkiye halklarının demokratik, eşit, özgürlükçü ve barıştan yana tutumunda aktif rol oynuyor. İnisiyatif üyelerinden Sayat Tekir ve Marsel Balcı ile katledilmesinin 7. yılında Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink'in Ermeni gençleri üzerindeki etkisini konuştuk. Nor Zartonk üyeleri Dink'in, gençleri kendilerini geliştirmeleri yönünde teşvik ettiğini, öldürülmesinin ardından kendilerinde 'isyan', 'aidiyet' ve daha vurgulanan bir kimlik duygusunun oluştuğunu vurguladılar.

»Çok zaman oldu. Bize Hrantsız bir dünyanın tarifini yapar mısın?

Sayat Tekir: Hrant Dink katledileli 7 yıl oldu. Yedi yıl öncesine kadar Hrant Dink, tüm katliam, baskı ve asimilasyonlar sebebiyle içine kapanan ve sindirilen Türkiyeli Ermenilerin ve Ermeni halkının tüm bu sinmişliğini yırtan sesti. Bununla birlikte sadece Ermenilerin değil, tüm halklardan işçilerin, gençlerin, kadınların yani; tüm ezilenlerin sesine ses katmayı, kendisine görev bilmiş bir sosyalistti. Bu sebeple de devlet tarafından katledildi. Bugün o ses, şimdi de Nor Zartonk ile yükseliyor. Hrant'ın eksikliğini hissetmemek elde değil, Hrantsız bir dünyanın tarifini yapmak zor. Ancak bu, onun yasını tutup, bir köşede sessizce beklemeyi gerektirmez. Bizler, Hrant kadar cesur olmalıyız ve onun mücadelesini kendi mücadelemizcesine sahiplenip, yükseltmeliyiz.

»Ermeni gençleriyle ilişkisi nasıldı?

Marsel Balcı: Neticede gerek Agos gazetesi gerekse de Beyaz Adam'ı ilk kurduğu günden itibaren, karşısına çıkan her genci kendilerini geliştirmeleri yönünde teşvik eden biriydi. Bu sürecin, 8 yaşında girdiği, yaşamında önemli bir yer tutan, Tuzla Ermeni Çocuk Kampı'nı çekip çevirdiği dönemde başladığını söyleyebiliriz. Daha sonra Beyaz Adam'da ödevlere ve projelere yardım ederek gelişen bu süreç, Agos'un basılmaya başlandığı dönemde gençleri siyasete, basına, Ermeni dilini, kültürünü ve tarihini araştırmaya teşvik etmekle sürdü. Özellikle Agos gazetesi döneminde, gençlere elinden gelen her olanağı sağlayarak, onları araştırmaya, sorgulamaya ve yeri geldiğinde mücadele etmeye yönelten Hrant Dink, Ermeni varlığının sürdürülmesinde gençlere önemli bir rol biçtiği sonucunu çıkartabiliriz.

Sayat Tekir: Hrant Dink, Agos gazetesini Ermeni gençlerin haberciliği, siyaseti öğrenebileceği bir mutfak olarak görürdü. 1999'da Lise 1. sınıfa giderken, bir Ermenice ödevi için ilk defa Agos'a gittim. Gençlere sürekli yardımcı olunan bir dayanışma ağı gibiydi Agos.

»Rol model teşkil ediyor muydu Dink?

Marsel Balcı: 1980 darbesi ve sonrasının apolitize edici etkisini en yakından hissetmiş nesilden olan Hrant Dink, nesildaşlarının aksine bu süreçten politize olarak çıkmış ve yoğun bir mücadele vermiş bir figür. Güncel siyaset ve olaylar Ermeni halkını politize olmaya iterken, özellikle Ermeni gençliği mücadele etme azmini sürekli artırırken, böylesi bir figürün rol model olarak gözükmesi kaçınılmaz. Fakat Hrant'ın bu ilişkiyi rol model olmak gibi bir hiyerarşi üzerinden değil, arkadaş, yoldaş ve "ınger" olmak üzerinden kurduğunu belirtmek gerekir.

Sayat Tekir: Elbette Hrant Dink önemli ve farkli bir figürdü. 1915 sonrasında Ermeni toplumunun çok az sayıda yetiştirebildiği cesur aydınlardan biriydi ve bu bağlamda alışılagelmiş kalıpların dışında bir karakterdi. Onun gazeteci kimliğiyle verdiği mücadele pek çok gence kuşkusuz ilham verdi. Zaten Agos'un ve Hrant'ın kapısı gençlere her zaman açık olduğundan pek çok genç Agos'ta gazetecilik mesleğine ilk adımlarını attı. Diğer taraftan Hrant, çalışmalarıyla Ermeni kimliğini yüz yıl sonra yeniden ve tersten politikleştirmeyi başardı. Devletin Ermeni kimliğine yüklediği politik kimliği kırdı ve yeniden tanımladı. Bu repolitizasyon sürecinin etkileri hâlâ sürüyor. Bu süreçte biz de dahil pek çok genç erken yaşlarda politikayla tanıştı veya siyasete ilgi duyar hale geldi ki bu Ermeni halkı açısından hiç de küçümsenmeyecek bir değişimdir.   

 

»Hrant'ın son yazısında kullandığı "güvercin tedirginliği" kavramı gençlere nasıl sirayet etti? Hrant'ın ölümünden sonra bu tedirginlik arttı mı?

Marsel Balcı: 1980 ve 90'lı yılları yaşayanlar için tedirginliğin arttığı söylenebilir. Özellikle davanın bir türlü sonuçlandırılmaması, sonuçlandırılsa dahi açık ve bariz bir şekilde sorumluluğu olan kamu görevlileri hakkında soruşturma açılmasını geçtim, kendilerinin ödüllendirilmesi, yüz yılı aşkın süredir katliamlara ve ayrımcılıklara maruz kalmış bir halkta elbette tedirginlik yaratıyor. Fakat genç nesil, Gezi Direnişi’nde de gördüğümüz gibi, tedirginlik yerine isyan duygusunu ön plana çıkartmayı tercih ediyor. Bizde de öyle oldu, Hrant'ın öldürülmesi, bizi "katledilmemek" için mücadele etmeye itti.

»Hrant'ın ölümü gençlerdeki aidiyet duygusunu nasıl etkiledi?

Sayat Tekir: Hrant Dink'in katledilmesi, etnik kimliklerimizi değiştirme şansımız olmadığından Ermeni halkına 'kimliklerini' hatırlattı. Hatta cinayet öncesinde etnik kimliğiyle ilgilenmeyen pek çok insan aile tarihlerini araştırmaya başladı. Dolayısıyla Hrant'ın ölümü gençlerdeki aidiyet duygusunu da pekiştirdi.

»Hrant Dink'in öldürülmesi gençlerin kimlik bilincini nasıl etkiledi? Daha saklı mı yoksa daha vurgulayan bir kimlik mi oluşturdu?

Marsel Balcı: Hrant'ın öldürülmesinin ardından cenaze öncesinde ve cenaze sırasında toplanan muazzam kalabalık, kimliğin daha saklı bir hal almasını imkânsız kılmıştı. Birçok insan için, sadece tarih kitaplarında "zararlı cemiyet" olarak bilinen Ermeni halkı, tüm varlığı, gücü ve öfkesiyle sahnedeydi. Böyle bir eylemlilik halinden sonra, Ermeni kimliği daha 'vurgulanan' bir kimlik haline geldi.

***

 ‘Ermeni kimliğinde yeni cümleler’

Bu konferans benim için çok önemli. Türkiye’de yaşıyorum, Türkiyeli bir Ermeniyim. Bu konferansı böylece iki türlü algılıyorum. Bir tanesi şu: Türkiye’nin gerçek anlamda demokratik sürecinin bir parçası sayıyorum. Türkiye bu konferansla önemli bir eşik atlamıştır. İkincisinde ise Ermeni dünyasının ruh haliyle ilgiliyim, onların bu konferans hakkında neler düşündüğünü de önemli buluyorum. Türkleri bıraktıkları noktada algılayan, halen 1915’te algılayan bir diaspora var, “Türkiye değişmez, Türkler değişmez, onlar bunu kabul etmez, onlar laf anlamaz, onlarda vicdan yok” düşüncesindeler. İşte bu konferansın yapılması onları “Türkiye’de neler oluyor?” bağlamında olumlu yönde şaşkına çevirecektir. İşte bu iki açı benim için çok önemli. Bu iki açıdan da kazanımlar elde etmek istiyorum.

Türkiye demokratikleşmedikçe Ermeniler iyileşemeyecekler. Bu çok net. Bunlar ikiz ruhlar gibiler. Biri bir masada operasyon geçirirken öbürü de diğer tarafta onun için acı çekiyor. Bu halde hissediyorlar işte. Ben de bu yüzden “Ermenilerle Türkler birbirleriyle ilişkileri açısından sürekli iki klinik vakadırlar” derim. Biri paranoyasıyla öbürü travmasıyla. Bu doğru bir tespittir.

• • •

Peki ne olmalı, çözümün ipucu ne?

Zor soru bu…

Dün bir hanımefendi konuşmasına benim alkışlayarak protesto ettiğim bir cümleyle başladı. “İnsanların öldüğünden bahsediyorsunuz ama Osmanlı’nın kaybettiği topraklardan bahsetmiyorsunuz” dedi. İnsan ve toprak kaybını özdeşleştiren bir anlayışı ortaya koydu.

Evet burada yapacak bir şey yok ama bir şeyi iyi anlamak lazım.

Biraz önce size anlattığım o soykırımdan, hadi soykırımı kullanmamış olayım, o olan bitenden ne anlıyorsak ne algılıyorsak size anlattım; kökünden koparılmak. Çünkü bu kök öyle bir kök ki o toprakların dibine kadar iner göğün üstüne kadar çıkar.

Burada 3000 yıldan beri yaşadığı topraklardan koparılan insanların Türkiye’ye bakışından bahsediyoruz.

Bir öyküyle bitireyim, hatta öykü değil bizzat yaşanmışlık, bizzat ben yaşadım. Her yerde de tekrarlıyorum.

• • •

Sivas’ın bir kazasından yaşlı bir bey telefonla aradı. Dedi ki “Oğul aradık seni bulduk, burada bir yaşlı kadın var, herhalde sizden. Kadın Allah’ın rahmetine kavuştu. Yakınını falan bulursan gönder, gelip alsınlar ya da biz burada namazımızı kılıp gömelim.” 

“Peki amca ararım” dedim. Verdi adını soyadını; Beatris Hanım diye biriydi, 70 yaşında. Fransa’dan oraya tatile gitmiş.

Aradım, 10 dakika içinde buldum yakınlarını, sonuçta biz birbirimizi biliriz, çok azız çünkü.

Gittim dükkanlarına sordum “Böyle birini tanır mısınız?”

Dükkândaki orta yaşlı kadın döndü, “O benim anam” dedi.

Sordum “Annen nerede?”

Fransa’da yaşadığını senede 3-4 kere Türkiye’ye geldiğini ama İstanbul’a ya uğradığını ya uğramadığını, doğrudan terkettiği köyüne gittiğini anlattı.

Anlattım kızına durumu. O da kalktı gitti.

Ertesi gün telefon açtı. Bulmuş ve tespit etmişti anası olduğunu, ama ağladı birden. Ağlamamasını istedim, naaşı getirip getirmeyeceğini sordum.

“Abi” dedi “Ben getirecem ama burada bir amca var bi şeyler diyor” dedi ve telefonu ağlayarak amcaya verdi.

Kızdım amcaya “Neden ağlatıyosun kızı” dedim.

“Oğlum” dedi “Bir şey demedim... Kızım anandır, malındır ama bana sorarsan bırak kalsın, burada gömülsün... Su çatlağını buldu” dedim.

Ben işte o anda döküldüm. Anadolu insanının ürettiği bu deyişten, bu algılamadan döküldüm. Evet, su çatlağını bulmuştu.

Doğrudur hanımefendi Ermeniler’in hakikaten bu ülkede bu topraklarda gözü var. O zaman yazdığımı şimdi size de tekrarlayayım. O sıralarda Sayın Cumhurbaşkanı Demirel “Ermenilere üç çakıl taşı bile vermeyiz” diyordu. Ben de bu kadının öyküsünü yazmıştım ve demiştim ki:

“Evet biz Ermenilerin bu topraklarda gözü var çünkü kökümüz burada ama merak etmeyin bu toprakları alıp gitmek için değil bu toprakların gelip dibine girmek için…”

Teşekkür ederim…

Hrant Dink’in, İstanbul’daki Ermeni Konferansı’nda sunduğu gayrı-akademik tebliğin son bölümü

ÇAĞLA AĞIRGÖL

 

1498