Cuma Eylül 20, 2024

Bu kadınların sesine kulak verin

kaypakkaya-partizan
8 Mart Dünya Kadınlar Günü yaklaşırken kanayan bu yaraya parmak basmak ve bir ‘yeter’ demek istedim. Aile içi şiddete uğramış farklı yaşlardan, konumlardan kadınların yanına gittim. Görüştüğüm şiddet mağduru bu kadınlar, hayat görüşleri, yetiştirilme şekilleri farklı olsa da, muhafazakâr yapının baskılarına ve şiddetin her türüne kocaman bir ‘yeter’ diyor, duyulmak istiyor.

 

Bu topraklarda kadın olmak her zaman zordu, ancak son yıllarda erkek şiddeti vahim boyutlara ulaştı. Gün geçmiyor ki güya ‘cinnet getirip’ boşandığı eşini, ayrıldığı sevgilisini sokak ortasında bıçaklayan, vuran erkeklerin haberine rastlanmasın. 8 Mart Dünya Kadınlar Günü yaklaşırken kanayan bu yaraya parmak basmak ve bir ‘yeter’ demek istedim. Aile içi şiddete uğramış farklı yaşlardan, konumlardan kadınların yanına gittim. Görüştüğüm şiddet mağduru bu kadınlar, hayat görüşleri, yetiştirilme şekilleri farklı olsa da, muhafazakâr yapının baskılarına ve şiddetin her türüne kocaman bir ‘yeter’ diyor, duyulmak istiyor. İçlerinden üçü anne, ikisinin torunları var. Biri teyzesini, biri ölen kız kardeşini anlatıyor, biri evladını… Gün içinde konuşamadıklarını yüzlerini kapatarak paylaştılar. Duyalım diye…

‘Seni hiç sevmedim’

Evlendiğimde ilk öğrendiğim, kadın ve erkeğin güç yönünden eşit olmadığı oldu. Yani, bir çaktı mı yere yapışırsın. Erkeğin çoğu zaman söylediği söz “Karım susmayı bilseydi bugün bu durumda olmazdık” Hangi durumda olmazdık? Yani boşanmaz mıydık? Dayak yemez miydik?

Herkes bilmez kadının ne yaşadığını. Bazı kadın kavga çıkmasın diye susmayı seçer, “Millete rezil oluruz” der, gülen bir maskeyle dolaşır. Ben her şeyi dolu dolu yaşayanlardanım. Bağırdım mı yer gök inler, kulak tırmalar sesim. Öleceğimi bilsem, yine de susmam. Çoğu ahmak olduğumu düşünür, bazıları yaygaracı. Ben dayak yiye yiye yüzsüzleştim diyorum.

Eşimin yarı kilosunda, yarı boyundayım. Bana vurduğu zaman, boyuma bakmadan, ben de ona vurmaya çalışıyorum. Komik olduğumu biliyorum, aklımı kaybediyorum herhalde. Öleceğimi bilsem yine de vuruyorum, acıya tahammülüm yok. Aramızdaki tek fark, ben vurunca o gülüyor, o vurunca ben ağlıyorum.

Bazen “Biraz gururun olsa, dayak yedikten sonra küser, benimle konuşmazsın” diyor. Doğru ama ne yapayım?

İnsan her şeye alışıyor, trajikomik şeyler yaşıyor. Bazen gülüyor, bazen ağlıyorum. Ama yüreğimi en çok “Seni hiç sevmedim” sözü acıtıyor.

‘Üzgünüm, kırgınım, kızgınım’

Ben gözümü açtım, kocamı gördüm. O ne dediyse onu yaptım ama ezildim. Boşanmak istediğim zaman ailem baskın çıktı. “Namus meselesi”, “El âlem ne der?” dediler, dayandım. Ama o yaşadıklarımı şu an yaşasam, ne el âlemi dinlerim, ne ailemi.

Eski eşim öyle vicdansız biri değildi. Ama evliliğimizin son zamanlarda beni çok küçük görmeye başlamıştı. Belki içten içe bana karşı kıskançlığı vardı, bilemiyorum. Saçımı yaptırdığımda herkes beğenir, eşim beğenmezdi. Bir kadın olarak yaşadıklarımı anlatmak kolay değil. Yine diyorum, cahilliğimden, bana birinin akıl vermemesinden... Bir de, ayaklarımın üzerinde duramadığımdan, çünkü çalışma hayatım olmadı. 19’umda evlendim. Öncesinde hiç erkek arkadaşım olmadı, hiçbir ortamım olmadı.

Çok aşağılandım, çok küçük görüldüm, çok ezildim. Şiddet gördüğüm de oldu. Tartışmalardan sonra ben yanına gidip konuşursam, konuşurdu. Ve her zaman çok inattı, dediğim dedikti. Hep ben yapıcı oldum. Çok çaba gösterdim, ailem dağılmasın diye. Ben hiç hatırlamıyorum ki masama dört tabak koyayım, iki çocuğumu karşıma alayım, kocamla oturup yemek yiyeyim... Evlendiğimde ne içkisi vardı, ne çevresi. Evlendikten bir süre sonra içkiye başladı, eve geç gelmeler başladı. İçtiği zaman iki karakteri oluyordu. İçmediği zaman ise, daha bir mülayimdi.

Kocamla hiç küs kalmadım, kalamadım. Kavga ederdik, kızıp yatardı, ben gidip diz çöker, “Kalk, çocuklara belli olmasın, anama belli olmasın” diye yalvarırdım. Ben hep başkaları için yaşadım, kendim için yaşamadım.

Bir çalışma hayatım olsaydı, paramı kazanıyor olsaydım ayrılırdım ama beş kuruş param yoktu, bebeğim bir yaşındaydı. Ne yapabilirdim? Ailemden destek görseydim, “Kızım, olmuyorsa kalk gel” denseydi bırakır çıkardım ama aileden destek yok, ayaklarımın üstüne de basamıyorum, mecburen katlandım.

Gene bir gün geldi, konuştu. “Kızın çalışıyor, oğlun çalışıyor, otur köşende, soğan ekmek yiyelim, huzurumuz yerinde olsun” dedim. Masaya vurup “Ben çiftçi miyim ki soğan ekmek yiyeyim!” dedi. O zaman yollarımız ayrıldı. Bugün, bu saat gene diyorum, ben evliliğimi kurtarmak için elimden geleni yaptım. Mecbur çektim, çok çektim. İçkisini ayrı çektim, kendini ayrı. Korkumdan, sabahlara kadar yatağın içinde uyumadığımı bilirim. Çocukların haberi yok. Benim odamın, yatağımın dili olsa da konuşsa...

Kızım büyüdü, bana destek oldu. Gün oldu, devran döndü, boşandım. Aşağı yukarı 10 yıl oldu. Onu boşayacağımı tahmin etmiyordu, “Sen beni boşayamazsın” derdi. Davayı açan ben oldum. Artık, işleri mi bozuldu, ne oldu, evi ipotek etmek istedi. Ben “yok” dedim. Verirsin, vermezsin, aramız gittikçe soğumaya başladı; eve iki gelirken üç gelmemeye başladı. En sonunda iş patlak verdi, bitti. Evi verseydim bugün kim bilir neredeydim...

Boşandıktan sonra bana “Kocanı orada görmüştük, burada görmüştük” dediler. Meğer biz evliyken, biriyle birlikteymiş. “Çoluğumun çocuğumun rızkını onlara yedirmiş” diye düşünüp üzüldüm. Başkasının yanından geldiğini hissettiğim zamanlar olmuştu. Kızıyordum, konuşuyordum, o da gönlümü alıyordu. Bugün yolda görse benden kaçıyor. Selam vermiyor.

‘Kadının başı erkektir’

İncil’i okuduktan sonra erkeğin baskınlığının garip olmadığını, ama erkeğin bunu farklı yorumlayıp kendine göre uyguladığını fark ettim. İncil’e göre kadının başı erkektir. Ama bu, erkeğe ayrıcalık tanımıyor, erkeğin hâkimiyet kurabileceği anlamına gelmiyor; aksine, ona fazla sorumluluk yüklüyor. Kadını rahat ettirmesi, bir karar verirken karısının mutluluğunu düşünmesi gerekiyor. Erkeklerin bunu fark etmediklerini ve sorumluluklarını bilmeden, sadece yetkilerini kullandıklarını anladım. Evin son sözünü onlar söyleyecekse, daha hikmetli olmalılar. Kendi çıkarlarını düşünerek aile fertlerine şiddet göstererek bu mümkün değil. İncil’de “Erkeğin başı Mesih’tir” yazıyor. Mesih’in sözlerine uyan bir erkeğin karısının üzerinde şiddet uygulamaya ve bundan gururlanmaya hakkı yoktur.

Hayatımda sadece babamdan dayak yedim. Canımın acımasından daha çok ona kızgın, kırgındım. Çok dayak yemiş değilim, sayılıdır. Hatalı olduğum için dayak yediğimi hiç düşünmedim. İkisi çok net aklımda: Biri, pastadan aşırdığı sırada takılıp “Bir dilim pasta vereyim mi?” dediğim için ağzımın ortasına gelen tokattı. Birinde de, annem ve ablam scrabble oynarken tartışmıştı; babam ablama “Annenle böyle konuşma” dedi. Ben de onu sakinleştirmek için “Gel baba, biz de oturup film izleyelim” dedim ve dayak yiyen ben oldum. Bugüne kadar yediğim en büyük dayaktı, saçlarım ellerinde kaldı. Bedenimde, yediğim dayakların hiçbirinin izi kalmadı ama ruhumdaki acısı hiç silinmedi.

‘O gün keşke olmasaydı’

Kadının söz hakkı yoktu, eşlerimizle aynı masaya oturmazdık. Erkekler ayrı yer, daha sonra kadınlar ve çocuklar yerdi. Eve bir şey alınacaksa erkek alıp getirirdi. Sabunu bile erkek getirirse kullanıp çamaşır yıkayabilirdik. Sokağa çıktığımızda, eğer bir erkek geçecekse, geri çekilip ona yol verirdik. Bizim için kanun buydu. Konuşkan kadına “edepsiz” denirdi.

Hayat boyu insanların eşit olması gerektiğini savundum. Gençken dertleşebileceğim, konuşabileceğim, beraber kitap okuyabileceğim bir erkek arkadaşım olsun istedim, olmadı. Beni istemeye geldiklerinde ailem bana hiç sormadı, ister miyim, istemez miyim diye bana sorarlar diye düşünüp ne cevap vereceğimi bulmaya çalışırken, beni verdiklerini öğrendim, çok ağladım.

Bir komşumuz vardı, arkadaşının karısı ölmüştü, kızını ona gelin verdi. Kızcağız çok ağladı, onu görünce, kaderime razı gelip evlendim.

Kalabalık bir aileye gelin gittim. Evde kimse eşine adıyla seslenemezdi, ayıp sayılırdı. Kocam su isteyecekse “Bir su ver” derdi, hemen kalkar getirirdim. Evde herkesin kendine ait odası yoktu. Biz kaynımla bir odada yatıyorduk. Seneler geçti, iki kızım oldu. Bir gece ufak kızım ağlamaya başladı. Büyük de uyanıp mızmızlanmaya başladı, bir türlü susmuyorlardı. Eşim yorganı başına çekmiş, “Çocukların nesi var?” diye bile sormuyordu. Çileden çıkıp, küçük kızın bacağını dürttüm. Eşim yerinden kalkıp, pata küte, Allah ne verdiyse vurmaya başladı. Kaynım koşup elinden aldı beni. Bir anda çocuklar sustu, ortalık duruldu ama yüzüm gözüm şişti tabii.

İstanbul’a geldikten sonra eşimin içki problemi oldu. Çalışmamaya başladı, geçim sıkıntısı çektiğimiz dönemler oldu. İçti mi ona buna atıp tutması meşhurdu. Kimler aklına gelirse onlar hakkında atar tutardı. Ben “Sen onların aklına bile gelmiyorsundur” derdim. Herhalde biraz aşağılık duygusuna kapılmıştı. Hayat boyu şahsıma hiç hakaret etmedi, beni aşağılamadı, hor görmedi. Bu benim en büyük tesellim. Kitap okumama izin verdi, “Köyde tek kız vardı, onu da ben aldım” derdi.

Ama hiç unutmam, bir gün, elinde bir içki şişesi, eve geldi, “Yiyecek ekmek yok, sen içki almışsın” dedim. Elinde bıçakla beni sokaklarda kovaladı. Herkes gördü, aylarca eve gitmedim. “Keşke olmasaydı, hayatımda öyle bir gün yaşanmasaydı” dediğim tek gündür o.

‘Kız kardeşim katledildi’

Kardeşim, 10 yıl önce ayrıldığı, ilk kocası tarafından, ikinci kocasıyla birlikte katledildi.

Yıl 2007, aylardan Temmuz’du.

Erkek (baba) öldürdü.

Bizim hikâyemizde geride kaldı iki çocuk,

on bir ve yedi yaşında idiler.

...

Söyleyemedik önce.

“Kaza” dedik.

Biz de şoke olmuştuk.

Erkeğin, kadını öldürdüğü türlü hallerini biliyorduk ama ‘silahla’, ‘aile meclisi kararıyla öldürdüğü halleri’... Bu şekilde bir ölüm, bize de yabancıymış nedense.

Sanki biz bunları yaşamazmışız gibiydik.

İlk şok buydu.

Sonra...

Çocuklara anne ve babasız kalmalarının nedenlerini açıklamakta çok zorlandık.

Bildiklerimizi anlatmaya kelimeler yetmedi.

Meğer ne büyük yoksunlukmuş annesiz ve babasız olmak.

Meğer ne onulmaz bir yaraymış yoksun bırakılmak.

...

Anne ve baba yoksunluğunda olan iki kız çocuğuyla yaşamı devam ettirmek, yaşamlarını normalleştirmek istiyorsun.

Yoksunluklarını, eksikliklerini tamamlamaya çalışıyorsun.

Yetmiyormuş...

Bilmezdim bu kadar yetmez oluşu.

Hukuk, verili sistem kuralları itibariyle bu ‘yaralanma’yı, yoksun bırakılmayı dert edinmiyor,

müdahilliği kabul etmiyor.

Görüyorsun ki, hukuk da erk sistemini devam ettiriyor.

Erk, sadece öldürmüyor,

geride kalan birçok insanı da onulmaz yaraları, travmalarıyla yaşamak zorunda bırakıyor.

lusyenkopar81@hotmail.com

1835