Pazartesi Nisan 29, 2024

Fırat havzasında Ermeni kıyımları

Beş yıldan bu yana Suriye'de devam eden savaşta insanoğlu II.Dünya savaşından sonra ekonomik ve sosyal yıkımların en ağırlarına tanıklık etmektedir.Henüz gelinen aşamada görüşmeler ülkeninasli unsurlarının olmadığı,istenmediği ortamda yapılması çözümün ne kadar gerçekçi olacağı ayrıbir sorun olarak kendini gösteriyor.Arap,kürt ve mazlum halkların kaderi ve geleceği emperyalisthaydutların alacağı kararlara bağlanmış savaşın sona ermesini beklemektedir.Bugüne kadar savaşın bilançosu çok ağır olmuş daha da artmaktadır.Nerdeyse nufusun yarısı yerlerini değiştirmiş,beş-yüzbin insan hayatını kaybetmiş,iki milyon insan yaralanmıştır.Dört milyon Suriye vatandaşı,dünyanın değişik ülkelerine iltica talebinde bulunmuşlardır.Esad'ın devrilip yerine şeriat rejimi getirilmek istenen savaşta emperyalist efendileri Türkiye,Suudi Arabistan ve Katar'a önemli görevler vermişlerdir.Askeri lojistik ve her türlü yardım Türkiye üzerinden yapılırken ''yol geçen hanına'' dönen Türkiye sınırları,binlerce cihatçı,dünyanın değişik ülkelerinden Suriye'ye giriş yapmışlardır.Kan gölüne dönen Suriye'de yurt dışından gelerek savaşan muhalifler için,PYD (Demokratik Birlik Partisi) Eşbaşkanı Salih Müslüm Türkiye destekli kafa kol kesen cihatçılar için '' onlar ne özgür, ne suriye'li,ne de ordu '' dur,diyerek çetelerin çapulcuların durumuna açıklık getirmiştir.

XX.yüzyılın başında Osmanlı Suriye toprakları katliam,sürgün ve soykırıma tanık olmuştu.Bugünbu acı daha değişik biçimlerde devam etmektedir.Yaşadığı topraklar üzerinde tarihin ilk soykırımına uğramış Ermeni ulusu,yok edilirken Soykırımın II.Safhası olan Mezopotamya çöllerinde,Fırat boyunca Anadolu'dan kafileler halinde Tehcir edilen,sürgüne gönderilen Ermeni'lerin Halep,Der -Zor,El -Bab,Munbuç,Rakka...da bugün günlük hayatta sürekli duyduğumuz şehirlerde,kurulan kamplarda soykırım tamamlanmıştır.Hayatta kalan Ermeni'lerin imhası için açlık,tecavüz,hastalık ve ağır doğa koşullarında yok etmek planlanmıştır.Ermeni'lerin yaşadıkları yerlerden alınarak kafileler halinde uzaklaştırılıp sonlarını getirmek istenmiştir.Mezopotamya çölleri,Fırat nehri boyunca Der-Zor,Mergadeh Ermeni'lerin mezarları olmuştur.Bunu için İttihat ve Terakki Merkez Komitesi gizli kararı ile Bütün Ermeni'lerin Mezopotamya'ya doğru gönderilmeleri görevini üstlenecek Halep'te Göçmen Genel Müdürlüğü kuruldu. '' Türkiye'nin bütün noktalarından,Ermeni'ler Der-Zor Sancağına ve Mezopotamya'ya doğru yönlendirilmek zorundadır.Bu İttihat ve Terakki komitesi'nin geri alınamaz,bozulamaz kararıdır.Bitirdikten sonra ,kitle halinde Rum'ların dışarı atılmasına başlayacağız.Fakat şu an için bu noktaya dokunmayacağız '' şeklinde alınan kararları bugün daha açık ve net olarak anlıyabiliyoruz.Her türlü yalan,inkar ve gerekçe üretilerek tasarlanan planın özü Ermeni,Rum,Kürt'lerin olmadığı bir cumhuriyet'in inşasıdır.Bu planın son halkası olan bugün kürtler yok edilmeye çalışılmaktadır.

Yerevan'da Ermeni soykırımında ölenlerin anısına inşa edilen Soykırım Anıtı ile müzesinin bulunduğu,Kırlangıçlar Tepesi olarak anılan Anıt-mezarın bir benzeri Suriye'de Der-Zor'da inşa edilmiştir.Küllerinden yeniden doğuşun simgesi olan Kilise ile anıt mezar Ermeni halkının kutsal değerleri arasındadır.Buraya inşa edilmesinin sebebi Ermeni'lerin Auschwitzi olarak bilinen Mergadeh'de-bulunan toplu ölüm kampıdır.Burada halen soykırımın izlerine rastlamak mümkündür.Suriye'de süren savaşta İŞİD'in eline geçen yerlerde tüm tarihi,turistik değerler yok edilirken tarihi Nahadagas (Kutsal Ermeni şehitleri ) kilisesi de bombalarla parçalanmıştır.Bu yıkım yurt dışına kaçan Ermeni'ler ve diaspora arasında derin üzüntüye sebep olmuştur.

İttihat ve Terakki Merkez komitesi'nin aldığı Tehcir Karar'ı ile yurtlarından edilen 800 000 Ermeni 1915 yaz sonuna kadar imha edilirken,Soykırımın II.Safhası ise 1915 sonbaharında başlamıştır.Osmanlı Suriye'sinde 870 000 Ermeni'nin yok edilmesiyle sonuçlanan kıyımlar Der-Zor'a kadar varmış en ağır sonuçlar burada yaşanmıştır.Türkiye'de soykırım tartışmalarında bu ikinci ve en önemli evre II.Safhası kamuoyu tarafından bilinmemektedir.İşte bu açığı Ermenş tarihci Reymond H.Kevorkian sayesinde öğrenebilmekteyiz.Halep,Fırat ve Der-Zor'da yaşanılan acı olaylar yaşayanların anlatımlarından,özellikle kamplarda yaşanılanlar,çocukların yokedilişi araştırmaları ile tarihe ışık tutmaktadır.Bu rakamlar belki abartılı olur diye düşünürken Osmanlı müfettişlik bürosu arşivlerin den sorumlu namık Bey '' 700 000 Ermeni yürekler acısı dayanılmaz bir durumda Zor sancağına sürgüne gitmekteyken...onları tamamen soyuyor,üstlerindeki herşeyi alıyorlar.Sivas'ta hiç bir Türk ailesi yoktur ki ebeveynlerinden alınmış küçük Ermeni kız çocuğu bulundurmasın ve Ermeni'lere ait olan malları almamış olsun '' diye açıklamış resmi ağızlarca sürgünlerin gerçek sayısı hakkında bilgi sahibi olmaktayız.

İlk önce Talat Paşa,kafileler halinde sürgüne gönderilen Ermeni'lerin sevk ve idare edilebilmesi için Halep Sürgünler Müdürlüğü'nü inşa etmiştir.Tamamen kendine bağımlı özel bir yapıya sahip,sürgünler müdürlüğü başkanlığına Şükrü Kaya tayin edilmiştir.Bu kişi Talat'ın sözünden çıkmayan zalim olması ile tanınmaktadır.Bu hallerinden dolayı,Mondoros mütarekesinden sonra yargılanan ve kurtulan İttihatçılardandır.Cumhuriyet Türkiye'sinde yeni kadro olarak Atatürk tarafından İçişleri bakanlığında görevlendirilmiştir.Teşkilat-ı Mahsus-a şefi Bahattin Şakir ile 4.Ordu komutanı Cemal Paşa hepsi sevkiyatlarda,Ermeni'lerin yokedilmeleri için koordineli olarak çalışmışlardır.'' Ermeni'lere iyi davranıyor '' diye ihbar edilen Ali Suat Bey başka yere tayin edilerek yerine Şükrü Kayagetirilmiştir.Talat Paşa'nın kayınbiraderi olan Abdülhalad Nuri de aynı zamanda son darbeyi vurmak için vali olarak Halep'e gönderilen kişidir.Bu kişiler özelliklerinden dolayı seçilmiş buralara atanmışlardır.Hiç kimsenin sahip olmadığı ''gaddarlığı ve ölüm makinası '' olarak arkadaşları arasında tanınıyordu.1922 yılında İzmir'in yağmalanıp ve yıkılmasında İzmir valisi olarak atanmıştı.TBMM başkanlığına kadar yükselmiş,Atatürk'ün ölümünden sonra kısa bir dönem cum hurbaşkanlığı bile yapmıştır.

15 Eylül 1915 yılında göreve atanan bu kişiler Talat Paşa telgraf çekerek yapılması gereken emirler yağdırmıştır. ''Daha önce bildirildiği gibi Cemiyet'in talimatı üzerine hükümet Türkiye'de yaşayan bütün Ermeni'leri yok etme kararı almıştır.Bu karara ve bu emre karşı çıkan memurlar görevden alınacaktır İmha yöntemleri ne kadar trajik olursa olsun,vicdani duygulara kulak açılmamalı,kadın çocuk hasta ayırımı gözetmeksizin varlıklarına son verilmelidir '' diyerek planın uygulanmasına geçilmiştir.

Ölüm Kampları...

İlkin Halep'te toplanmak üzere sürgüne gönderilen Ermeni'ler için 1915 Haziranve Temmuz başlarında sevkiyat başladı.I.Güzergah'ta 130 bin Ermeni Erzurum (Karin),Erzincan,Sivas,Samsun,Merzifon,Amasya'dan gönderilen sürgünler Malatya üzerinden acı ve sefalet içerisinde Halep'e gitmek için Res ul-Ayn'e ulaşırlar.Burada trenlere bindirildiler.Bu güzergahta sağ kalanların oranı genelde daha yüksektir.II.Güzergah'ta Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da Diyarbakı,Van ve Bitlis vilayetle rinden toplanan Ermeni'ler,Diyarbakır-Mardin yoluyla Suriye'ye Res ul-Ayn'e getirilmiştir.Bu güzergahta 150 bin Ermeni Suriye kapılarına dayanmıştır.III.Güzergah'ta bulunan Ermeni'ler İstan bul'dan-Pozantı demiryolu üzerinden Suriye'ye ulaştılar.İstanbul,Çanakkale,Trakya'dan,İzmit san cağından,Bursa,konya,Niğde,Antalya'dan,Kastamonu-Adana-Ankara vilayetlerinden toplam 590 bin Ermeni Suriye'ye sevk edildiler.

Resmi düşünceye göre '' güvenli bir şekilde,can ve mal güvenliğ sağlanmış '' vaziyette Suriye'ye sürgün edilen kafileler için sanki '' doğal '' bir yolculuk havası gibi gösterilmektedir.Osmanlı suriye topraklarında Ermeni'ler hiç bir hazırlığı olmayan,alt yapısı ve barınma koşullarından mahrum kalmış ölüm ile karşı karşıya bırakıldılar.Kafileler suriye'ye gelmeye başlayınca barınma güvenlik iaşe önlemi yoktur.Yol kenarlarına biriken cesetler kolera,tifüs gibi hastalıklara sebep olmuş,yaygınlaşınca görevliler endişelenmeye başladılar.Oysa kafilelerden önce Dicle (Tigris),Fırat (Yeprad) nehrinin sürüklediği cesetler görülmeye başlamıştır.

Kuzey'den gelen kafilelerin durumunu gören Halep Alman konsolosu Rösler şöyle demektedir : ''...Bu sistematik hazırlık tedbir ve düzenleme cinayetlerin katletmelerin tesadüfi olmadığını fakat özellikle resmi yetkililer tarafından tasarlanan genel bir imha etme,yok etme planının söz konusu olduğunu göstermektedir...Bir çok gün aradan sonra cesetler sayıları gittikçe daha çok artarak yeniden görünmeye başladılar.Bu sefer asıl söz konusu olan kadınlar ve çocuklardır..''

Musul Halep konsolosu Holstein de büyükelçisine telgraf çekerek olayları aktarırken farklı şey dile getirmemiştir. ''...Diyarbakır'dan dışarı atılmış ve Musul'a doğru çıkarılan 614 Ermeni (kadın erkek,çocuk) hepsi sal üzerindeki yolculuklar sırasında Dicle üzerinde öldürüldü..Bu kelekler boş ulaştılar...Diğer kafilelerdeki Ermeni sürgün gurupları şu anda yoldalar ve muhtemelen onları bekleyen de aynı kader,aynı sondur...'' der.

Fransa'nın emekli konsolosu M.Guys raporunda yine durumun vahametini aktarmaktadır : ''...Geçen mayıs ayından beri binlerce insanın hepsi Gregoryan ermeni'lerinin bizzat Halep şehrinden geçişi...Bir iki veya üç gün kendileri için ayrılan bu yerlerde kaldıktan sonra çoğunluğunun erkek çocukların kızların kadınların ve yaşlıların oluşturduğu bu zavallı bahtsızlar genel inanışa göre kendileri için mezarlığa dönüşecek İdlib,Mara,Rakka,Der-Zor,Res ul-Ayn ve Mezopotamya çöllerine gitmek için emir almaktadırlar..'' demiştir.Kafileler Munbuç üstünden Bab'a oradan Halep'e gitmeleri gerekiyordu.Kendilerini bekleyen tehlikenin farkında değillerdi.

Kafileler halinde Suriye'ye gelen Ermeni'leri kamplarda ölüm bekliyordu.Yazın sıcağından bulaşıcı hastalıklardan,kışın ise soğuğundan biçare insanlar ölümü kurtuluş olarak her zaman düşünmüşlerdir.Talat Paşa'nın emri ile yerli nufusun %10'unu geçmeyecek şekilde dağıtılmalarını,sürekli yer değiştirmelerde amaç ,insanların zayıf düşerek,açlık ve hastalıktan ölmeleri hedeflenmiştir.1916 Şubat'ına kadar konsolosluk görevlilerinin raporlarına göre halen hayatta olan Ermeni'lerin,yani ölümü bekleyen halkın sayısı 486 bin kişiyi buluyordu.1915'den itibaren yapılan hazırlıkların başında ise kamp çalışmaları gelmekteydi.Toplam kampların sayısı ise 20'ye yakındır..

I.Hatta,Bağdat Demiryolu boyunca bulunan Suruç,Kobane ve Serekaniye kamplarıdır.Islahiye hattında Mamura,Bab,Lale,Tefrica,Ahterim,Rajo,Azaz ile Munbuç'dur.En ölümcül ve kötü olarak bilinenleri ise Fırat boyunca bulunan kamplar olmuştur.Meskene,Suvar,Dipsi,Seddadiye,Mergadeh,Abuharar,Hamam ile Rakka kamplarıdır.Zaten arkasından gelen Der-Zor,Ermeni'lerin 200 bin kayıp verdikleri ölümlerin en acısını yaşadıkları,insanoğlunun şahit olduğu en kötü barbarlıklar olarak bilinir.Bunun için Der-Zor Ermeni soykırımının Auschwitzi olarak anılmaktadır.Toplu imha yöntemleri arasında yığınlar halinde gelen toplulukların ölümleri de toplu imha edilerek ol muşlardır.Ya kitleler halinde Fırat'a atılarak boğulmuşlar veyahut toplu halde evlerde samanlıkların ateşe verilmek suretiyle ölümleri sonuçlanmıştır.Bu yöntemler karadeniz'de kitleler halinde toplu olarak denize atılmak ile olmuştur.Sevk ve sürgünlerde Halep'e varan kafilelerin çokluğunu gören Talat Paşa rahatsız olmuş bazı sıkı önlemler için talimatlar yağdırmıştır.Ölümlerden kurtulmak için Ermeni'lerin Türk'lerle evlenmelerine engel olunmasını istemiştir.Sürgün yerine ulaşan Ermeni'ler islamiyeti seçmiş olsalar bile kabul edilmeyecektir.Çocukların yok edilme yaşı 15'den,7'ye indirilmiştir.Kafilelerin birbirinden 5 saat uzak tutulmasını,parçalanarak değişik yerlere gönderilmesini emretmiştir.

Der-Zor cehenneminde sağ kurtulmuş kişilerin sonradan anlatımlarına göre polis şefi Mustafa Sıtkı Ağustos 1916 yılında kafileden en güzel kızları seçmiş,Fırat ırmağının üstünde bir köprüye götürerek tecavüz etmiştir.Sonradan kurbanlarının tümünü ırmağa atmıştır.Aynı poılis şefi 24 ekim 1916 yılında 2000 kadar Ermeni yetimin el ve ayakları bağlı halde Yeprad'a (Fırat) götürülmesini emretmiştir. Boğulmaları seyretmekten zevk alan polis şefi günahsız insanları ikişer ikişer nehire atmıştır.Amerika'nın Türkiye konsolosu Morgenthau bir konsolosluk raporu hazırlamış raporda ''yüzlerceçocuk Türk'ler tarafından sürgülendi ve Yeprad'a (Fırat) atıldı '' diye rapor etmiştir.

Vicdanlı müslümanlar ...

Bunca kötülüklere rağmen bugün dahi saygıyla anacağımız,vicdanının sesine kulak verip,belki ölümle yargılanacak,tutuklanıp ağır cezalara çarptırılacak,ermenilere yardım etmiş olan osmanlı memurlarını unutmayacağız.Halep'te gelecek kuşaklara ders olması bakımından miras olarak kalan değerler arasında olan,iki şahsiyet dikkat çekeni olmuştur.Bunlardan birisi Hat komiseri Hayri Bey ile Halep valisi Celal Bey'dir.Halep Hat Komiserliğinde görevli bir hükümet görevlisi olan HayriBey,ailesi ile birlikte çok sayıda Ermeni kadın ve kızı İstanbul'a kaçırarak hayatlarını kurtarmıştır.Önce ailesiyle iki,daha sonradan kendisiyle üç Ermeni kızını İstanbul'a getirmiştir.Hayri Bey trenlerin güvenliğinden sorumlu kişidir.Hükümetin izni dışında kimsenin seyahat etmemesi gerekirkenErmeni kızlara çarşaf giydirerek İstanbul'a kaçmalarını sağlamıştır.Hatta kızlardan birisi yakalanmış,Hayri Bey'in kefil olmasıyla serbest kalmıştır.Bu durumu duyan Talat Paşa çok öfkelenmiştir.Çünkü Suriye ile ilgili haberlerin İstanbul'da duyulmasından çekinmektedir.

Halep,Cemiliye'de görevde bulunduğu sırada çocuklarının eğitimi için tuttuğu iki Ermeni kızın isimleri Diruhi ile Zaruhi'dir.Dört yolda öğretmen oldukları zaman kafileler ile Halep'e sürgün edilen guruplar içerisindedir.Halep'te Baron oteli sahibi aracılığıyla Hayri Bey ile tanıştırılır.İstanbul'a gelebilmeleri için seyahat belgelerinde,kızları '' baldız ''ı olarak gösterir.İsimleri ise Leman ve Belkıs olarak değiştirildi.Hayri bey ise kendi ile dönüşte üç Ermeni getirmiş bunlar Halep'ten Bab'a oradan daha aşağı Der-Zor'a sürgüne gidecek olanların arasındadır,Hayri bey sayesinde İstanbul'a gelmiş kurtulmuşlardır.Bunlar Mari,Armina ile Siranuş'tur.Siranuş din değiştirerek Hayri Bey'in hizmetine girmiş,ismini Fatma olarak değiştirmiştir.Bu durumlardan haberdar olan Talat Paşa acele bir telgraf çekerek şöyle demiştir ;''...ibret olmak üzere vazifesini kötüye kullanmış olan Hayri Bey hakkında gereken muamelenin şiddetle uygulanmasını ve sonucun bildirilmesini özellikle rica ederim'' 22 Ekim 1916 Talat Paşa Halep ve Konya valisi olan Celal Bey emirlere karşı gelen görevliler arasındadır.Halep ile Konya'da kafileler halinde gelen ölüm yolculuğunda olan Ermeni'lerin Halep'te ölümlerine karşı çıkmış Konya'da ise görevde bulunduğu dört ay içerisinde ölüm yolculuğundan kurtarmıştır.I.Dünya savaşı başladığı zaman zaman Halep valisidir.İttihat-Terakki'nin ,Tehcir başlamadan önce göndermiş olduğu telgraflardan endişelenen Celal Bey bu durumu Almanya'nın konsolosu Rösler'e bildirmiştir.Tehcir başladıktan sonra ise '' Ermeni'lerin imhasının amaçlandığını '' anlamıştır.Bu kuşkularını Amerikan,İtalya konsolosları ile paylaşmıştır.Hükümete engel olmaları için baskı kurmalarını ister.'' bunları İstanbul büyükelçiliğinize iletin,iki hükümet nezdinde girişimlerde bulunsunlar.Yoksa emin olabilrsiniz,tüm ermeni milleti yok olacak '' demiştir.

İttihat ve Terakki Celal Bey'in bu durumundan rahatsız olmuş ayağını kaydırmak niyetindedir.Sonuçta görevinden alınır.Halep'te görevde kaldığı dönem boyunca Ermeni'lere karşı gelen emirleri uygulamakta ''yumuşak '' davranmıştır.İki Ermen milletvekili Kirkor Zohrab aynı zamanda kalp hastasıdır.Vartkes Sevangülyan'ların sürgüne gönderilmelerine karşı çıkmış Halep'te kalmalarını sağlamıştır.İstanbul'a mektup yazarak sürgünlerinin durdurulmasını önermiş ama kabul ettirememiştir. ''Halep'te kaldığım sürece kendilerine göndermeyeceğimi vaat ettim ve vaadimi yerine getirdim '' demiştir.Halep'ten ayrıldıktan bir gün sonra sürgüne gönderildiler.Urfa'ya sonra Diyarbakır'a gönderilirler.Yolda pusu kuran Çerkes Ahmet çetesi tarafından vahşice öldürülürler.Kısa bir süre Konya'da görevde kaldığı sürece '' konya'daki ermeni'ler de çıkarılacak ise bu işi yapacak başka birisini bulsunlar '' diyerek karşı çıkmıştır.Kafileler halinde başka yerlerden gelen geçişgüzergahı olan Konya'da otuzbin Ermeni'nin kalmasını burada bulunan Ermeni'lerin ise sevk edilmelerine engel olmuştur.

* * * *

Ermeni kasabı olarak anılan Osmanlı Sultanı Abdülhamid Han'ın torunu olan Nilhan Osmanoğlu hanıma basında artık sık sık rastlamaktayız.Ermeni katliamlarından sorumlu olan Abdülhamid Han'ın 5.kuşak torununu koyu bir Erdoğan yanlısı olarak görüyoruz.Osmanlı hayalleri kuran dedelerinden kaldığını iddia ettiği saraylar,köşkler,araziler,suada gibi zenginliklerin peşine düşmüşmiras kavgası vermektedir.Oysa, insanlara miras kalan,kıymetli hazine Celal Bey'lerin,Hayri Bey'lerin ,zalimlere karşı örnek alınacak duruşlarıdır. 

Devam edecek

46498

Agop Ekmekciyan

Özellikle azınlıklar üzerine yazdığı yazılarıyla tanıdığımız yazarımız,diğer birçok konuda da makaleleriyle tanınmaktadır.

agop@kaypakkaya-partizan.net(Hazırlanıyor)

Agop Ekmekciyan

Sen susuyorsun çünkü...

Seni Cizre, Silopi, Nusaybin, Diyarbakır Sur, Şırnak ve Dargeçit halkıyla empati kurmaya çağırmayacağım. Çünkü sen ölmüşsün. Bu düzen sana makam ve rahat bir hayat vererek ruhunu esir almış, öldürmüş seni. Ölmüş bir ruh gömüldüğü mezarda dışarıdaki seslere sağırdır.

Sevgili okur, bu sözlerim sana değil, siyasetçileredir.

15. yılında başka bir 19 Aralıkta

“Amaçları, insanı, insandan başka birşey    haline getirmekti”. Primo Levi

Aralık sallanıyor.

Bütün ayları özel kılan katliamlarla dolu Türkiye tarihinde, çığlıklar-haykırışlar, direnişlerle dolu Aralık her gelişinde, daha dünmüş gibi sallanıyor….

Bir bireyin tarihini bile objektif olarak yazması zorken, Aralık’ı yazmak hep zorluyor bizi.

Partisizlik Özgürlüktür

Vışş... o süperman kostümü ne la..... sıfır sıfır yedi gözlükler....

Sen benım kım olduğumu bılıyor musun ?

Haa..bılıyom.  Bızım koylu husosun.

Avradın da dayak yiyip şehire kaçan huso .

Bireycilik, grupçuluk....

Kapitalizmin ortaya çıkardığı bir hastalık bu.

Kapitalizmin itişi, kalkışının acımazsızca ceyran edişi  içerisinde statümüzü, grubumuzu....  buluruz, buldururuz.

Sanki kendimizin, ailemizin, yaşadığımız grubun....   sorunlarını, hislerini .....  başka bireyler, gruplar  yaşamıyorcasına, bilemeyeceklercesine  davranır, yaşarız.

İsrailleşen Türk devleti ve Kürtler

Ulusal sorununu çözmeyen bir devletin burjuva “demokratlığı” söz konusu olamaz. Türk devletinin tarihinde, burjuva anlamda “demokrat”lığı oldukça sınırlı olmuştur. Sınırlı yıllar içinde   burjuva “demokrasisi”ni uygulaması, dış koşulların ve iç koşulların (işçi sınıfı ve emekçilerin) dayatması sonucu olmuş, ama, işçi ve emekçiler ve başta Kürtler olmak üzere diğer azınlık uluslar üzerindeki faşizm sopasını da hiç bir zaman elinden bırakmamıştır.

Mazlum Yoldaşın Ardından

Yetmişli yılların ortalarında Malatya’dan İzmir’e gelmişti Mazlum yoldaş. Simsiyah saçları, kararlı bakan ışıltılı gözlerindeki sevgi yüzüne de yansıyordu. Kısa sürede herkesin sevgisini kazanmış, mahallenin “Marangoz İbo”su olmuştu bile.

Taklit yeteneği çok iyiydi. Gırgır ve şamatayı sever öykündüğü yoldaşlarını bire bir taklit ederken dernektekileri gülmekten kırar geçirirdi.

Çalışkandı; tam bir görev adamıydı. “Teoriden anlamam, ben pratik adamıyım!” derdi. Kızdı mı hemen parlardı, ama çabuk da sönerdi.

Şimdi yürüme zamanıdır!

Şimdi savaşma zamanı, savaşı büyütüp her tarafa yayma zamanıdır. Özgürlük ateşini yakınlaştırma ve devrimcileşme zamanıdır. Şimdi büyük bir ısrar ve kararlılıkla zorlukların üstüne doğru yürüme, engelleri cesaretle aşma zamanıdır. Partimizin ideolojik-stratejik hattı, işçi sınıfının, halkımızın, bölge halklarının değişim ve devrim ihtiyacına yanıt olma zamanıdır. Dayanılması zor, yokluk ve yoksulluklarla dolu ezilenlerin çığlıklarına kulak verme zamanıdır. Ertelenmesi asla mümkün olmayan zorunlulukların ve kaçınılmazlıkların gerçekleştirilmesi zamanıdır.

“Hendek” e düşmek mi, hendek atlamak mı?-Dursun Ali Küçük

*Kendimi hendeğe düşmüş gibi hissediyorum….
Kürdistan şehirleri ve ilçelerinde yaşanan vahşet gözlermin önünde kayıp gidiyor.
İçim kan ağlıyor..
Sanırım savaş ortasındaki her insanda bunu yaşıyor.
Ya bu hendekten atlarsın ya bu deveyi güdersin.
Ya da deveye hendek atlamak gibi bir işe kalkışırsın.
Ama nasıl direnirsen diren siyaset ve halkını düşmanın eliyle de olsa hendeğe gömemezsin.
Vebali ağırdır.

*Sömürgeciğe ve işgalciye karşı direnmek farzsdır ve kayıtsız şartsız tartışma götürmez.

"İpler kimin elinde "

Bugün bir arkadaşımla sohbet ederken  Ortadoğu, Türkiye ve Kürdistan ve en önemliside Suriye'de neler oluyor üzerine konuşmaya başladık;  Ben siyasal tahlillerde bulunmaya çalışrken,, üçüncü dünya savaşının kapıda olduğunu,çanların  kimin için çalıyoru anlatırken , arkadaşım dediki:"Yoldaş bu söylediklerini Marks, Lenin, Stalin , Mao yoldaşlar o  zamanlar söylemişler... Sen bugüne has özgül tahlil yapsan vede biz bunun neresindeyiz,anlatsan daha gerçekçi olur". Ben önce bir duraksadım şaşırdım , "söyleyen dilim söylemez" oldu.

“Seçme ve Seçilme En Temel İnsan Hakkıdır, Haydi Mülteciler Seçime”; dediler ve!

Yarın 10 Aralık.

1948’den bu yana etkinlikler düzenlenen “Dünya İnsan Hakları Günü”.

“Mültecilerin seçme hakları var artık. Seçme ve seçilme en temel insan hakkıdır” diyerek harıl harıl çalışan kurumlardan bir kısmı; yarın da Suriye’ye yerleştirilen savunma silahlarına karşı protestolar gerçekleştirecekler!(Bu kurumların adını burada belirtmek, yaptıkları iyi şeylere göz kapamakla eş olacağı için; böyle geçelim).

“Fırtınalar içinde, bıçak sırtında”

Komünist önder Mehmet Demirdağ anısına...

Devrime (ve Cizre'ye) dair

“In puncto punctii”[1]

Murat Uyurkulak’ın, “Vaktiyle bir ihtimaldi ve çok güzeldi,”[2] notunu düştüğü; Cornelius Castoriadis’ün, “Önce bir tahayyüldür,” dediği devrim, radikal sosyalistlerin indinde güncelliğini yitirmeyen -“olmazsa olmaz”- “Tek yol”dur; dünyayı değiştiren devrimci praksistir; engellenemezdir; gereklidir.

Sadece bu kadar da değil: Egemenlerin kâbusu, ezilenlerin şölenidir; Prometheus’un takipçilerini var eden tarihsel eylemidir; bilimden sanata, beşeri münasebetlerden sosyal hayata, ekonomiden politikaya “ilerleme”nin yegâne sebebidir.

Sayfalar