Salı Mayıs 14, 2024

Kılıçdaroğlu’nun “adalet” yürüyüşü, gerçekler ve tarihsel olarak sivil itaatsizlik-1

Enis Berberoğlu’nun MİT tırlarının bilgilerini basına sızdırmasından dolayı yargılandığı mahkemece 25 yıl hapis cezasına çarpılması ve tutuklanmasının ardından CHP, yargılamanın “adaletsiz olduğu ve Enis Berberoğlu’nun serbest bırakılması” için Kemal Kılıçdaroğlu’nun “Adalet” için yürümesine karar verdi.

CHP’nin ülkede “adalet yok, yargı tek taraflı kararlar veriyor” söylemine diyecek bir şeyimiz yok. Bunun da ötesinde ülke, açık bir hapishaneye çevrilmiş durumda. AKP’nin faşizmin rengini her geçen gün koyulaştırdığı ve hiçbir hak hukuk tanımayarak yaptıkları sadece Enis Beberoğlu’na verilen “haksız ceza” ile de sınırlı değildir.  AKP, iş başına geldiği 2002 yılından bu yana, sürekli ve sistematik olarak baskıcı bir politika uygulayarak toplumu teslim almak çalıştı. Son örnek olması bakımından AKP, 15 Temmuz 2016 tarihinde yapılan Darbe Girişimini “bu bize Allah’ın bir lütfü” diyerek ülkede terör estirdi. “FETÖ ile mücadele ediyorum” adı altında herkese saldırdı. Binlerce insan tutuklandı, yüz binlercesi işinden oldu.

Tüm bu olup bitenlerin karşısında CHP, ya sustu ya da AKP’nin koltuk değneği oldu. Tüm kritik meselelerde AKP’ye açık destek verdi. 15 Temmuz Darbe Girişimi sonrasında Yenikapı’da kol kola girdiği AKP’ye açık çek veren CHP-Kılıçdaroğlu, AKP, istediği her şeyi yapıp tamamladıktan sonra yarım ağızla, “Darbe biliniyordu, bu kontrollü bir darbedir” demeye başladı.

CHP, Kürt meselesinde “teröre karşıyız” söyleminin arkasına sığınarak AKP’nin Kürtlere uyguladığı zulme, katliamlara hep sessiz kaldı, askeri operasyonlarda AKP’ye destek vermekten geri durmadı. Sur, Cizre gibi yerleşim yerlerinde insanların evlerin bodrum katlarında topluca katledilmesini seyretmekten başka bir şey yapmadı.

CHP, Gezi İsyanı’nı geri çekmek için elinden geleni yaparak gerçekte AKP’nin yanında oldu; AKP’nin sahte oylarla kazandığı 16 Nisan 2017 anayasa referandumu sonrasında kitlelerin sokağa çıkmasını “provokasyon olur” gerekçesiyle geri çekti; HDP milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması için AKP’nin istediği şekilde evet diyerek destek oldu; 15 Temmuz 2016 tarihinde Darbe Girişimi sonrasında herkesin “FETÖ torbasına” konarak yargılandığı, işinden olduğu ve hala sürmekte olan dönemde haksızlığa uğrayanlar için adalet aramadı. Tüm bunları yapmaktan imtina eden, ülkede “adalet” olmadığı “dün”e kadar aklına gelmeyen CHP ve Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun Enis Berberoğlu şahsında “Adalet Yürüyüşüne” başlamasını, toplumda biriken öfkeyi kendi potasına çekme eylemi olarak görmek haksızlık mı olur!

CHP-’nin depreşen “adalet” aşkı ve neden sadece Berberoğlu?

Peki, kimdir bu Enis Berberoğlu? Binlerce insan suçsuz yere cezaevlerini doldurmuşken, gazeteciler sırf haber  (görevlerini) yaptıkları ya da Erdoğan’ı eleştirdikleri için hapishanelered konmuşken, yüzlerce hasta devrimci tutsak ölüm sınırındayken, her gün insanlar dağlarda katledilirken, Kürtler hakları için sokaklarda polis tarafından coplanırken, işçiler aldıkları grev kararları “milli güvenlik” gerekçesiyle yasaklanırken adalet diyemeyen CHP’nin bu “adalet” aşkı neden depreşti? Bu anlaşılırsa, bir koşu atı gibi bu yürüyüşe koşulan Kemal Kılıçdaroğlu’nun ne yapmak istediği de gayet iyi anlaşılmış olacaktır.

Enis Berberoğlu burjuva medyada tanınan, kariyeri olan bir gazeteci olarak her zaman “devletinin” yanında olmuştur. Onun en akıllarda kalan haberlerinden biri örneğin 2 Eylül 2012 tarihli Hürriyet Gazetesi’nde yer alan “Şemdinli’de tek başına” başlıklı yazısıdır. Şöyle diyordu yazısında Berberoğlu, “Bagajdaki masayla sandalyeleri yerleştirdik. Sakız gibi beyaz örtüyü serdik. Yapma çiçekleri serpiştirdik. Yeni fincan takımını açtık. Ve sabah kahvemizi keyifle içtik. Her yudumun tadını çıkardık. Eğer sizler de bu yazıyı... Kahve ve çayınızla birlikte okuyorsanız... Anlatılanların hepsini unutun dilerseniz. Yazı zaten uçar gider. Aklınızda kalan sadece bu manzara olsun. Eğer Hürriyet Gazetesi’nin genel yayın müdürü... Bir sabah Şemdinli manzarasına karşı... Rahat rahat kahve içebiliyorsa... Bakmayın siz elalemin feryatlarına... Bu iş daha bitmedi demektir” diyerek her yerin Türk devletinin olduğunu, istedikleri yere istedikleri zaman gidebilecekleri mesajı vererek gündem olmuştu. İşte CHP’nin sahip çıkarak kendisi için başlattığı “Adalet Yürüyüşünün” asıl teması bu olmakla birlikte, CHP, her seçimde biraz daha geriye giden durumunu kurtarmak, toparlanıp yeniden ve daha “güçlü” bir şekilde, gelecek 2019 seçimlerine şimdiden hazırlanmak istiyor.

Sivil toplumculuk ve sınıf mücadelesi

Sivil itaatsizlik eyleminin tarihteki ilk eylemcisi Sokrates olarak bilinmektedir. Sokrates “tanrıları inkar” ettiği için yargılanmış ve ölümle cezalandırılmıştır. Sokrates, yargılanmadan önce kaçma şansı varken kaçmamış ve yargılanırken de kendisini suçlamalara karşı savunmamıştır. Bu şekil bir karşı koyuşla tarihte önemli bir tartışmanın odağına oturan Sokrates’in otoriteye karşı gelen bu tavrı sonraki düşünürler için bir esin kaynağı olmuştur.

Sivil itaatsizlik, Amerikalı yazar ve düşünür Henry Davit Thoreau’nun 1846’de literatüre kazandırdığı bu direniş, günümüzde de bir mücadele biçimi olarak yerini fazlasıyla büyütmektedir.

Gramsci’yi bir yana koyduğumuzda, günümüz açısından sivil itaatsizlik eylemlerine felsefi ve politik bir bakış açısıyla bakan Neuman, Dworskin, Rawls, Habersman gibi düşünürlerin eserleri temel alan teorik bir çerçeve çizilmeye çalışılmıştır. Sivil toplumcu hareketin çıkış noktasında Gramsci’nin yeri önemli olmakla birlikte adı geçen düşünürlerin de Sivil Toplumculuk hareketlerine ilham kaynakları oldukları da ayrı bir gerçektir. Bu düşünürlerden “Raws’a göre sivil itaatsizlik, genel olarak adil olmayan toplumlar için geçerlidir ve şu ya da adil demokratik bir devletin, anayasayı meşru olarak kabul eden yurttaşları için ortaya çıktığından demokrasinin ahlaki temeline ilişkin her teorinin denektaşıdır. Rawls sözleşme kuramından yola çıkarak sivil itaatsizliğin demokratik bir toplumdaki yerini tartışmıştır. Bu bakış açısından, sivil itaatsizliği bir protesto şekli olarak değerlendirir. Rawls’a göre sivil itaatsizlik şiddete dayanmayan, hükümetin politikalarında değişimi hedefleyen, aleni olarak yapılan, vicdani ama yasal olmayan bir siyasi eylemdi ve niteliğiyle bireylerin devlet otoritesi tarafından uğramış oldukları haksızlıklara karşı bir direnme şeklidir.”

“Dworkin ise, sivil itaatsizliği bir hak olarak görür. Bu hak sadece siyasi katılımla ilgili değil tüm bireylerin eşit bir şekilde devlet otoritesine karşı öne sürebileceği tüm negatif statü haklarıyla bağlantılıdır” der.

“Habermas sözleşme kuramından ayrılarak sivil itaatsizliğin pozitif hukuka uygun olarak ortaya çıkmış, evrensel nitelikli herkesin için açık ve seçik olan adalete, iyi yaşamaya dair siyasi ve ahlaki ilkeleri korumak savını içinde barındırdığını” dile getirir ve devamla sivil itaatsizlik, ‘‘yalnızca kişiye özgü inançların ve çıkarların temel alınamayacağı ahlaki bir protestodur. Kural olarak önceden bildirilmiş ve polisçe akışının hesaplanabilir olduğu kamuya açık bir eylemdir; hukuk düzeninin bütününe olan itaati etkilemeksizin, tekil  normların kasıtlı olarak çiğnenmesini içerir” der. (Özgür Küçüktaşdemir, ceza hukukçusu)

Sivil toplumculuğun kitle hareketlerine dönüştüğü ülkeler en fazla ileri kapitalist ülkeler olmuştur. Bu mücadele biçimi ve bu biçimi savunan hareketler, sınıf mücadelesinin geri düzeyde sürdüğü, komünist partilerin olmadığı ya da güçlerinin zayıf olduğu bu tür ülkelerde, devletten daha fazla pay isteyerek “uzlaşmacı” bir rotada kapitalizmi kutsayan bir şekle bürünerek varlığını sürdürmektedir. Sivil toplumculuk, son 20-30 yıllık sürede yarı-sömürge ülkelerde de bir mücadele biçimi olarak taraf bulmuş ve kitleleri sınıf mücadelesinden geriye iten bir kaldıraç görevi görmüştür.

Sivil toplum kavramı Marks ve Engles tarafından da bir eleştiri konusu yapılmıştır. Marks, “doğal hukuk” kavramı üzerinden Rousseau ve Hegel tarafından kullanılan “sivil toplum” kavramını devletin kutsanması olarak eleştirmiştir. Hegel’in sivil toplum ile devlet arasında bir kopukluk olduğunu, bunun sivil toplumun kabul edilmesiyle devlet ile toplum atasındaki çelişkilerin aşılabileceğini ileri sürmesini Marks ve Engesl eleştirmişlerdir.

Marks, eleştiri konusu yaptığı sivil toplum kavramının incelenmesinin ekonomi politiğin incelenmesi olduğunu ileri sürerek, sınıfsal bir bakış sunmuştur. Daha açık bir ifadeyle emek-sermaye çelişmesi olarak ortaya konmadığı müddetçe, sivil toplum kavramının anlaşılamayacağını belirtmiş ve şöyle demiştir: “Mülksüzlük ile mülkiyet antitezi, emek ve sermaye antitezi olarak kavranmadıkça, etkin bağlantısı, içsel ilişkisi ile anlaşılmamış, belirlenmemiş bir antitez olarak kalır.” (Marx, El Yazmaları, s. 182) 

Marks, emek sermeye çelişkisinin sivil toplumun da ötesinde geçilerek çözülebileceğini açıklar.  Marks ve Engels, sivil toplum kavramına yükledikleri anlamı daha sonra yazdıkları “Alman İdeolojisi” adlı eserlerinde daha da açık hale getirerek şöyle derler; “Sivil toplum, üretici güçlerin belli bir gelişmişlik aşamasında, bireyler arasındaki maddi ilişkilerin tümünü içerir. Verilmiş bir aşamadaki tüm ticari ve sinai yaşamını içerir’’ ve devamla “Sivil toplum sözcüğü 18. yüzyılda, mülkiyet ilişkileri eski çağın ve ortaçağ komünal toplumundan ayrıldıktan sonra ortaya çıkmıştır. Bizatihi sivil toplum, ancak, burjuvaziyle birlikte oluşur; ancak doğrudan doğruya üretim ve ticaretin sonucu olan toplumsal örgütlenme... her zaman bu adla anılmıştır.” (age, s. 128)

Devam edecek 

39262

Partizan'dan

Partizan'dan; Gündem ve güncel gelişmelere ilişkin politik açıklama ve yazılar. 

Son Haberler

Sayfalar

Partizan'dan

“Fırtınalar içinde, bıçak sırtında”

Komünist önder Mehmet Demirdağ anısına...

Devrime (ve Cizre'ye) dair

“In puncto punctii”[1]

Murat Uyurkulak’ın, “Vaktiyle bir ihtimaldi ve çok güzeldi,”[2] notunu düştüğü; Cornelius Castoriadis’ün, “Önce bir tahayyüldür,” dediği devrim, radikal sosyalistlerin indinde güncelliğini yitirmeyen -“olmazsa olmaz”- “Tek yol”dur; dünyayı değiştiren devrimci praksistir; engellenemezdir; gereklidir.

Sadece bu kadar da değil: Egemenlerin kâbusu, ezilenlerin şölenidir; Prometheus’un takipçilerini var eden tarihsel eylemidir; bilimden sanata, beşeri münasebetlerden sosyal hayata, ekonomiden politikaya “ilerleme”nin yegâne sebebidir.

38 YIL ÖNCE TOPTAŞI CEZAEVİNDEN KAÇIIRILDIK.ANISINA...

Bugün 9 Aralık TOPTAŞI CEZAEVİNDEN kaçırılışımızın-firarımızın 38. yılı .Firar veya Kaçırılma çalışmalarımız durmaksızın, aksatılmadan iki yıla yakın sürdü.  Değişik aşamalardan geçen , çeşitli kere ertelenen, eylemin şekillerinde değişiklikler yapan, uzun soluklu bir  planın sonuna gelmiştik.
 

Emek seferberliğiyle mücadeleye güç kat dayanışmayı büyüt

Savaş, direniş ve çatışmaların odağında yer alan coğrafyamızda büyük bedeller ödenerek yaratılan mücadele tarihine, kesintisizce süren direnişlere tanıklık etmekteyiz. Halkımızın devrimci öfkesi ve mücadelesi eşine az rastlanır faşist bir saldırganlıkla ezilmeye, katliam, gözaltı ve tutuklamalarla bastırılmaya çalışılsa da sınıf mücadelesi direniş, çatışma ve kopuş zemininde yol almayı sürdürmekte, çelişkiler keskinleşmektedir

"Bize nasıl yaşanacağını ve ölüneceğini gösteren üç yiğit çocuk!"

Ankara: 21 Ekim günü Dersim’in Pulur ilçesi Şahverdi köyünde TC askerleriyle girdikleri çatışmada ölümsüzleşen TKP/ML TİKKO savaşçıları Cengiz İçli, Hakan Çakır ve Özgüç Yalçın için dün Ankara’da anma toplantısı gerçekleştirildi.

Toplantıda Şahverdi’de TC askerleri tarafından işkenceyle katledilen Özgüç Yalçın (Sefkan)’ın babası Sermet Yalçın tarafından yapılan konuşmayı paylaşıyoruz:

“Dostlar,

Dağları mesken tutan ;"Bir çift yürek"Veysel Uyar , Erdogan Tekin ölümsüzdür .

Ne zamanki, yaz mevsimi yeni bir iklime evrilir güz ayları başlar , masallarda , romanlarda derler ya  "Uçsuz bucaksız dağların doruklarında  beyaz-bembeyaz karlar belirirmiş". Munzur dağlarıda her Sonbaharın ortalarında bir genç kadının gelinlik  giymesi gibi, beyaz karlarla süslenir,bizse Munzur dağlarının o heybetli  duruşuna mest olur,gözlerimizi ayıramazdık, gördüğümüz harika doğal manzara karşısında.Munzur dağları  gerillanın gönlünü çaldığını bilircesine gülüçükler gönderirdi bizlere... Ovacığın düz yemyeşil  ovasına kar düşünce bambaşka bir doğa güzelliği ortaya çıkardı.

TC = İŞİD = ERDOĞAN

   Dünya IŞID saldırılarının şokunu yaşıyor...

Suriye'de Neler Oluyor Tahir Elçi Neden Öldürüldü

Suriye’de olan biteni,Rusya’nın Suriye’de ne yaptığını anlamak için başvurmamız gereken kavram  petrol,doğalgaz ve boru hatları.Avrupa kıtasının Rus doğalgazına bağımlılığı biliniyor.Avrupalıların bu bağımlılıktan çıkmak için Katar doğalgazını Suudi Arabistan-Ürdün-Suriye-Türkiye üzerinden taşıma projeleri de biliniyor.Pek bilinmeyense Esad’ın 2009 yılında bu yeni boru hattının Suriye’den geçişini reddetmesi ve bu boru hattından büyük karlar sağlayacak Türkiye ve Katar’ın tekerine çomak sokması.Bu da Suriye’nin istikrarsızlaştırılmasında Türkiye’nin,Suudi Arabistan’ın ve Katar’ın rolünü ve

Yok edilmek istenen umutlarımızdır

Faşist diktatör ve arkasındaki sermaye güçleri, bizleri sindirerek ve umutlarımızı tüketerek iktidarlarını sürdürmeye çalışıyor.

Başta Kürtler olmak üzere halka her yerde saldırıyor. Onun en iyi evlatlarını katlediyor. Katledemediklerini tutukluyor, gözdağı veriyor, susturuyor ve sindiriyor.

Kürt aydınların birer birer katledilmesi, Kürt illerinin abluka altına alınıp tankla topla ateş altında tutulması, demokrat gazetecilerin tutuklanması ve ülke çapında kitleler üzerinde sindirme operasyonlarının her geçen gün ağırlaştırılarak sürdürülmesini yaşıyoruz.

İstanbul Enternasyonalizmsiz Hiç

Önemli olan ne kadar doğruyu söylediğimiz değil ne kadar doğruya yaklaştığımızdır.

Gelin bu sefer dadaistce yazmanın gözüne vuralım.

Sonunda, içimde olupta bir türlü başka şehirde yaşayamadığım şu avrupayi tarzı yaşantıyı, fakirliğin tüm tadını  çıkara çıkara yaşamayı istanbulda bulmuş yaşıyorken  İstanbul proletaryasını da Aziz yoldaşı son yolculuğuna uğurlarken görmek nasip oldu.

Her iştirak çıkarılması gereken bir dersi de içinde barındırır diyerekte...

Tartışırkende söyleyeni düşman olarak değil hırsız olarak görelim.

Yazar bazen hırsızdır da.

Demirtaş’a Suikast Girişimi Tahir Elçi'ye Saldırının İşaretiydi- Çetin Çeko

Bir hafta önce Diyarbakır’da HDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş’ın kurşun geçirmez makam aracının arka camına sıkılan bir kuruşundan dolayı inceleme başlatılmıştı. Valilik araçta yapılan inceleme sonucu herhangi bir ateşli silah artığına rastlanmadığını belirtti. HDP ise, Eşgenel Başkanları Demirtaş’a suikast girişiminde bulunulduğu gerekçesiyle savcılığa suç duyurusunda bulunmuş, aracın bağımsız bir laboratuvarda inceletileceğini açıklamıştı.

Sayfalar