Salı Mayıs 7, 2024

Parlayan herşey altın değildir-1

Sınıflardan müteşekkil bir toplum gerçekliği içinde yaşıyoruz. Özel mülkiyetin ortaya çıktığı günden bugüne bu böyle. Hiçbir şey bunun dışında değil. İktidarı elinde tutan sınıf, bunu korumak ve güçlendirmek adına tüm topluma kendi ideolojisini ve bunun değişik alanlardaki iz düşümlerini dayatır. Bunun en etkin ve öncelikli aracı ise devlettir. Toplum geliştikçe bu mekanizmalar da çoğalır, çeşitlenir ve devleti de içine alan daha büyük bir daire çizer. Bir yanıyla uzlaşmaz karşıtlıkların birbiriyle sürekli bir mücadelesi söz konusu. Çelişkinin ana yönü, uygun koşullar oluştuğunda “o an” geldiğinde yerini başkasına bırakır. Böylece yeni bir kavganın da ilk tohumları atılmış olur. Tarihin lokomotifi, toplumun genlerinde taşıdığı bu çelişkilerin mücadelesi ve birbirine dönüşümü desek yanlış olmaz.

Her tarihsel dönemde, üst yapı olarak tarif edilen siyasal, politik, kültürel alanda karşımıza çıkan farklılıkların nedeni de bir yanıyla bu. Üretim araçlarına sahip olan sınıf, üst yapıyı da doğrudan belirleme gücüne erişiyor. Başka bir deyişle, iktidar kimin elindeyse onun kültürü, sanatı ve ahlakı topluma enjekte ediliyor, etkin, yaygın hakim oluyor. Bunun sonucunda da ideolojik kalıptan çıkmış, bu fabrikada yoğrulmuş bireyler ortaya çıkıyor. Bu bir sonuç. Her çağ veya sistem kendi insanını yaratır!

Bu gerçek siyasal alanı ıskalamaz. Müesses nizama egemen olan sınıfların partileri, onların meşruiyet ispatlama ve yığınları buna ikna etmekle görevlidir. Toplumsal rıza, üretirken herkesi egemen olana benzetmeye çalışırlar. Bunu başarabildikleri oranda sömürü, aç gözlülük ve daha fazla kar üzerine inşa ettikleri dünyaları sıradanlaşır ve garanti altına alınır.

Ne var ki, doğanın değişmez parçası olan çelişki hükmünü yürütmeden edemez. Zira, her şey zıddıyla vardır! Köleci toplumu tasfiye eden feodalizm beraberinde kapitalizmi; feodalizmden kurtulan kapitalizm de yanında sosyalizmin ön koşullarını getirir. Toplumsal üretim araçlarına sahip olanların ürettiği her şey zıddını da doğurur.

İki çizgi mücadelesi

Bu gerçek siyasal alanda da karşılık bulur. Proletarya ile burjuvazi arasındaki mücadelenin en keskin yaşandığı adreslerden biri de burasıdır. Proletaryanın tarih sahnesine çıkan partileri, burjuvazinin doğum lekelerini üzerinde taşır. Dahası mücadelesini sürdürdüğü sürece, burjuva ideolojisi tarafından çepeçevre kuşatılmıştır. Saflarına katılan her birey beraberinde bu ideolojinin çeşitli özelliklerini getirir. Diğer yandan proletaryanın partileri için de sürekli bir ideolojik değişim ve dönüşüm yaşanmalıdır ki, kimse geldiğiyle kalmasın!

Başkan Mao, bu gerçeği, komünist partiler içinde burjuvazi ile proletarya arasındaki amansız hesaplaşmayı iki çizgi mücadelesi olarak tanımlar. Toplumsal gerçekliğin komünist partiler içindeki karşılığıdır yaşanan. Niyetten bağımsız, toplumsal, bilimsel bir olgu bu. Proletarya partilerinin gelişiminde önemli bir rol oynar karşıtların mücadelesi. Elbet tercih edileni, karşıtların, çelişkilerin birer çizgi haline gelmeden birbiriyle mücadele halinde kalması ve proletarya partisinin birliğini güçlendiren bir işlev oynamalarıdır. Çelişkiyi bu çerçevede tutma sorumluluğu, proletarya partilerinin yönetici ve kadrolarına aittir. Bu görev, başarılamadığında önderler, çelişkiler mücadelesinin değişen, dönüşen ve ilerleyen döngüsünün dışında kaldığında çatışma alevlenir.

Zira, arada s-burjuva ideolojisinin zehirlediği havaya alışan giderek ciğerleri bununla dolan ve gücünü buradan alan bir beden ortaya çıkmış demektir. Bu saatten sonra çelişki, iki çizgi, iki dünya arasındaki mücadeleye dönüşmüştür.

Toplumsal gerçekliğimiz komprador burjuvazi ve toprak ağalarının iktidarıyla şekillenmiştir. Her alanda bu sınıfların etkisini görmek mümkün. Kuşkusuz, proletaryanın partileri de bundan azade değildir. Peki, bu gerçek nasıl yansıyor? Hangi biçimlerde karşımıza çıkıyor.

Her şeyden önce söylemek gerekir ki, proletaryaya ve emekçi sınıflara mensup bölüklerden gelen bireylerin mücadeleye atılması sadece ve sadece bir başlangıç. Belki örgütsel bir katılım. Aslolan ideolojik-politik değişim ve de dönüşümdür. Burjuva ideolojisinin her an hem de çok güçlü bir şekilde yeniden üretildiği ondan da önemlisi proletaryanın partisinin onu oluşturan üyelerin bundan azade olmayacağı bir gerçek. Öyleyse, proletaryanın partilerine katılanların, çelişkilerinden arındığından değil bunlarla daha ileri düzeyde bir hesaplaşmasından söz ediyoruz, etmeliyiz.

Bu olmadığında sağlıklı, canlı bir eleştiri-öz eleştiri mekanizması, tartışma kültürü, yaratılamadığında bunu zorlayacak bir siyasal çizgi, örgütsel bir yapı kurulamadığında iki çizgi mücadelesinin ilk taşları da döşenmeye başlanır.

Bunun yansıma biçimlerine dair tartışmayı somut örneklerle yürütmek faydalı olacaktır.

Hep haklı, sürekli mağdur, daima “rütbeli”

İşçi sınıfının partilerinde, burjuvazi ile proletarya ideolojisinin görüngüleri, yoldaşlara yaklaşım, sorunları çözme yöntemi, yönetim anlayışı, Kürt sorunu ve kadın hareketine yaklaşımda açıkça karşımıza çıkar.

Burjuva ideolojisinin temsilcileri, bu çizgiyi, yoldaşlarına birer şirket elemanı gibi yaklaşır. Onlar şirket patronlarının söylediklerini, talimatlarını yerine getirmek zorunda olanlardır. Görevleri, yönetim kurulunun yönergelerini harfiyen yerine getirmektir. Zira, şirketi temsil eden onun sahibi de olan yönetim kuruludur. Doğal olarak şirkete dair her şeye en duyarlı olan da bu organdır.

Yoldaşları üreten, düşünen, yaratan birer insan değil adeta birer nesnedir. Fikirleri hep karar alındıktan sonra sorulur ki bunun bir kıymeti harbiyesi de yoktur.

Onlar, güvenilmez kişilerdir çünkü ideolojik olarak geridir. Politikaya ilgisizdir, bu yüzden de şirketin geleceğini ilgilendiren kararlar onlara bırakılamaz. Burjuvazinin çizgisi, tüm kolektife tepeden bakar. Kendilerini onun üstünde ve dışında görür. Bundan kaynaklı eleştirileri cepheden ve suçlayıcıdır. Onlar, her şeyi görmüş ve söylemiştir ama kolektifin üyeleri anlamamıştır, geridir.

Kimseye güvenmezler. Kolektifin en değerli hazinesi ve birikimi onlardır. Böyle düşündükleri için koltuklarına sıkı sıkıya yapışırlar, yerlerini kimseye hazırlamazlar. Bunun için kafa yormazlar. Onları ileri taşıyacak çelişkilerin üzerine kara toprak attıklarından mevcudu ve “rütbelerini” korumak temel amaç halini alır. Buraya demir atıldığından artık yol gösteren ama hiçbir yere kımıldamayan bir otoban levhasına terfi edilmiştir. Bir bütün kolektif bu limana çekilmeye çalışılır.

Açık ki, bu proletaryanın partisi için ideolojik yozlaşma, çürüme ve daha da önemlisi intihar demektir. Temel düsturları varlığını korumak olduğundan hiçbir farklı fikre tahammülleri yoktur. Her söylediklerine kafa sallayanlar, makbul ve yükselmesi gereken yoldaşlardır. Sorgulayan, kafa yoran, tartışan ve üretenlerden ise haz etmezler.

Konumlarını, değişik alan ve organları düşürerek, kavga çıkararak, gerilimden beslenerek sürdürürler. Sorunları büyümeden çözmek yerine bilakis bunlardan dört dörtlük krizler çıkarma yolunu tutarlar. Zira, Kürt dumanlı havayı sever. Alanların, oranların karşılıklı kılıç çektikleri bir anda, öncesinde her iki tarafa da hak veren ve kaşı tarafa yüklenen kendileri değilmiş gibi kurtarıcı pozlarına girerler. İki yüzlülük temel siyasal erdemleridir. Bunu da yönetme kabiliyeti etiketiyle pazarlamaya çalışırlar. Hukuk, tüzük vb. “sınırlayıcı” uygulamalar kendileri dışındakiler içindir. Kendisi tüm bunlardan muaftır, zira kolektifin vazgeçilmezi, en kıymetli değerleridirler!

Sürekli haklıdırlar, ne yapmışlarsa proletaryanın çıkarları içindir. Ancak hep haksızlığa uğramışlardır. Okun sivri ucunu başkalarının yapamadıklarına yöneltirler, bunu tartışır, gündem yaparlar. Bunun arkasına sığınırlar. Çok büyük atılımlar yapacak, çok büyük eylemler yapacaklardır da ama işte “bunlara engel olanlar” vardır hep!

Şefçidirler, eleştirilere, değişmeyen pratiklerine tavır alındığında, yaptırım olmadığı sürece bir nebze tahammülleri vardır. Bunu hissettiklerinde en sevgili yoldaşlarını çarmıha germekten çekinmezler. Dedikodu, karalama inşa ettikleri iç düşman onların en temel siyaset üretme taktiğidir. Onlarca yıldır proletaryanın partilerinde yöneticidirler. Ama kolektifin hata, zaaf ve eksiklerini genç ve deneyimsiz yoldaşları üzerinden tartışır-tartıştırırlar. Avazları çıktığı kadar hukuk diye bağırırlar ala omun gerektirdiği en küçük bir adımı atmazlar. Hukuku açıkça ihlal ederler nedeni sorulduğunda kolektifin çıkarlarından dem vururlar, ne yapmışlarsa kolektif için yapmışlardır.

Özetle; yönetim anlayışında şefçi, daima başkalarını eleştiren, hatalarını ve hiçbir eleştiriyi kabul etmeyen, birleştirici ve sorun çözücü değil, krizden beslenen, yıkıcıdırlar. Tüzük ve hukuk bahsinde “sınır” tanımaz, darbecidirler!

 

Devam edecek

46833

Sedat'a….. Ihsan Feridun Berkin

Sen’inle 1977 yılında, kavurucu bir Ağustos gecesinde, İzmir Karabağlar’da bir gecekondu’da tanışmıştık. Sen, Ben ve bir arkadaş daha, el yapımı iptidai bir matbaa ile, sabaha kadar binlerce bildiri basmıştık. Bildirilerin mürekkepleri kuruyup, üst üste istifledikçe keyfimize diyecek yoktu doğrusu ; rotatif misali çalışıyordu körpe kollarımız ; rotatif ne kelime….ertesi günkü mitingde dağıtılacak binlerce bildiriyi, o gece sabaha kadar sadece biz üçümüz basacaktık.

Newroz;Köhnemişe isyan,mazluma kardeştir!

Newroz, sınıf mücadelesi tarihinde zulme karşı yeni bir sayfa açma hamlesidir. Demirci Kawa’nın bu devrimci hamlesi tarihseldir, gelecek kuşakların ve toplumların isyan-direniş geleneğidir.

Newroz Ortadoğu ve ortaasya toplumlarının bilincinde yenilenme, başlangıcın ifadesidir. 21 Mart’ı dönüm noktası olarak kavrayan toplumsal bilinç hamle yapmaya, geçmişin ağır yükünden kurtulmaya da hazırdır. Demirci Kawa’nın Dehak’ın zulmüne karşı haysiyet, onur ve geleceği kazanma mücadelesi Newroz’un başlangıç, yenilenme özünün devrimci karaktere bürünmesini sağlamıştır.

Bu Senin Hikâyendir

Sen bir halksın. "MÜMİN VE EFENDİ" bir halksın.

Halkların devrimci birliği

Emperyalizm bir yandan ranta dayalı sermayesini büyütürken diğer yandan ezilen dünya halklarının yaşamında büyük bir ağırlık olarak duran sefaletin yaratıcısı ve sorumlusudur. Dünyada var olan ve yaşanan köleliğin ve yoksulluğun yaratıcısı ve sürdürücüsü durumunda olan emperyalizm bütün faşist-gerici ulus devletlerle birlikte yaşatılan soykırım ve katliamlarında baş sorumludur. Emperyalistler ve yerli gerici faşist iktidarlar Ortadoğu’da ve ülkemizde ulusal-dinsel-mezhepsel çatışmaların düşmanlıkların yegane sorumlularıdır.

Kürdistan boşalıyor!

Özyönetim ve Hendek

Katliam, yıkım ve göçün diyarı oldu !
Oysa birkaç ay öncesine kadar umutlanmış ve özyönetimle kendi kendimizi yöneteceğimize dair hesaplar yapmıştık.
Devletin Moğol psikozuyla Kürdün kendi kendini yönetme isteğini bastıracağını kimse düşünememişti, düşünemezdi, zira Erdoğan, İran mola rejiminin sünni versiyonlu dinci rejiminin ayak yerini yapmak için yapay bir barış ortamı yaratmıştı. Bu barış ortamına hepimiz kandık, "yetmez ama evet" lerle destekledik, rehavete kapıldık ve işlenen tüm suçlara da ortak olduk.

Umudun Yazarı Sizler Gibi Olmaksa ...

İnsanı faşistlikten kurtaran sevdikleri için üretikleri değil ki .

İnsanı faşistlikten kurtaran sevdikleri dışındaki insanlar içinde üretmesidir .

Vallah zenginlere döndük. Billahta zenginlere döndük. 

Hani şu nasıl kazanıldığını bilmeyen,  har vurup harcayan,  çocukları olan zenginler var ya,  ha…  onlara döndük.

Bu kadar da olmaz ki .  

Dünyanın neresinde halkın sosyal yaşantısının içerisinde çıkıp gelen tınılar  çalındığında devrimcide burçak tarlasına iştirak etmez ki .

Bir şeyde diyemiyorsak .

Berlin’e Savaşı Öldürmek İçin Gitmek

„Çocuklarınıza mutlaka şunu anlatın;Bizler, kadınlar olmasaydık,1945’inİlkbaharı da olmazdıYaşanmazdı”(Nonna Aleksandrovna)[1]

Berlin’e Savaşı Öldürmek,Sur’a Kürt katliamını Durdurmak İçin Gitmek...

 II. Emperyalist Paylaşım Savaşı’nın en vahşi günleriydi. Bütün emperyalistlerin dört gözle, Sovyetlerin Nazilerin eline düşmesini beklediği anlardı. Ama, Nazilerin hesaplayamadığı bir şey vardı. Sovyet kadınları...

TKP/ML-MK:8 Mart emekçi kadınların örgütlenmiş isyanıdır!

8 Mart 1857’de Amerika’da Kadın işçilerin temel hakları için mücadele ederken 129’nun yanarak katledilmesiyle temel buldu Dünya emekçi Kadınlar günü. Proleter kadınların kapitalizme karşı açtığı isyan bayrağının kızıl rengi bugün kadın hakları mücadelesinin hala temel itim gücü olmaya devam ediyor. 1857 ile rengini alan 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar günü, bugün kadınların sınıfsal sorunları yanında ezilen cinsiyet olmasından kaynaklı sorunlarla birlikte daha geniş anlama bürünen bir toplumsal mücadele karakteri kazanmıştır.

Son kavga sınıf kavgasıdır! İsmail Cem Özkan

“Tüfek icat oldu mertlik bozuldu” Köroğlu

Sınıf kavgasında taraflar meydana çıkıp er kavgası yapmamaktadır… Köroğlu değimi ile tüfek icat oldu. Bir tüfeğin sınıf lehine kullanılması ve sınıfı için sermaye birikimi aracı olduktan sonra savaşlar meydanlara çıkıp, daha karmaşık ilişkilerin olduğu bir alana kaydı. Kapalı kapılar arkasında verilen kararlar sonucu birçok insan haberi dahi olmadan, ne için öldüklerini bilmeden toplu katliamların, soykırımların kurbanı oldu.

Koçgiri'nin Onurlu Direnişi‏

Bilinmelidir ki, 1921’de Koçgiri, 1930’da Zilan ve 1937-38’de Dersim’de yaşananlar, resmi belgelerde tahrif edilerek gösterilmeye çalışıldığı gibi asla isyan değil, birer katliamdır. Hatta Dersim 1937-38 bir soykırım girişimidir.

Gelo ew ki ye / Jı wé da te ye /

Çı bejnik le ye / We ki reyhan e /

Navé wî Alîşer e / Him mér e him reyber e /

Li çiya ye Koçgîriyê zulfîkare

Kürt Ulusu Duygusal Bağlarının Olmadığı; Zoraki ‘Yaşama Birliğine’ Son Veriyor.

İsteyerek, gönüllü birlikteliği taşımayan, zoraki, tek taraflı ve baskıya dayalı bir evlilik mutlak ki, bir gün isyana başkaldırıya dönüşerek, kendi bağımsızlığını, özgürlüğünü isteyecektir. İstenen şu; bireyin, kadının, toplumun ve bir ulusun kendi iradesiyle her konuda kendisinin özgürce karar vermesidir. Kürt ulusu hiçbir zaman eşit şartlarda bir birliktelik yaşamadı. Türk ulusu her yönlü (sosyal, siyasal, kültürel, ekonomik ve yaşamsal ) bir imtiyaza, hâkimiyete sahipti, halen de öyle. Evlenip boşanmada olduğu gibi tüm toplumsal sorunlarda da Türk ulusu ezici üstünlüğe sahiptir.

Sayfalar