Cuma Nisan 26, 2024

Partizan: “Diz çöktürme ve teslim almaya karşı güçlü bir çıkış için HAYIR!”

Yaklaşan referanduma ilişkin bir açıklama yapan Partizan, “HAYIR” diyeceğini duyurdu. “HAYIR’ı kitlelerin kendine güvenini ve umudunu faşizme karşı yeniden yeşertme ve egemenlerin kaosunu böyle derinleştirme aracı olarak kullanacak, Cizre bodrumlarında 150’ye yakın insanla yakılarak katledilen Mehmet Tunç’un ‘Teslim olmayacağız, diz çökmeyeceğiz’ çığlığını ‘Diz çökmeyeceğiz, HAYIR’ diyerek taşıyacağız” diyen Partizan’ın açıklaması şu şekilde:

Diz çöktürme ve teslim almaya karşı güçlü bir çıkış için HAYIR!

3. dönemine evrilen OHAL’in, faşist Kemalist diktatörlüğün keyfiyeti ve zalimliğini artıran uygulamaları eşliğinde, Nisan ayında gerçekleşecek bir referandum sürecine doğru hızla ilerlemekteyiz. Aslında özellikle 2015 yılının 2. çeyreğinden itibaren yaşanan gelişmelere baktığımızda bugünkü durumu “hızla ilerlemek” olarak tarif etmenin hafif kaldığı, durumu tam karşılamadığı ortadadır. Adeta işçi-emekçiler, kadınlar, LGBTİ’ler, Kürtler, Ermeniler, Aleviler, Nusayriler ve bütün ulus, azınlık, inanç ve cinsel kimlikten halkımız; emperyalist-kapitalist sistemin çıkmazlarının şekillendirdiği faşist egemen güçler tarafından uçuruma sürüklenmekte; buna karşı “köpeklerin salındığı, taşların bağlandığı”* yöntemlerle devrimci, demokratik, yurtsever güçlerin mücadele kanalları tıkanmaya ve bir bütün halkımız “nefessiz” bırakılmaya çalışılmaktadır.

Ancak gelinen süreci değerlendirebilmek için ülkemizde ve dünyamızda yaşanan gelişmeleri iyi değerlendirmek şarttır. Keza usta şair Nazım Hikmet’in de dediği gibi “Ne ah edin dostlar, ne ağlayın! / Dünü bugüne / Bugünü yarına bağlayın!” Bu görev, ezilenlerin mücadelesine dair kaygı taşıyan, kendisine misyon biçen komünist, devrimci, demokrat ve yurtsever tüm güçlere aittir!

Bu yapmadığımız ya da eksik yaptığımız vakit demokratik halk devrimi mücadelemizin hayat bulması, yeşermesi ve kökleşmesi bir rüyadan ibaret olup “güzel hayaller”e ve bizler de “hayalperestler”e dönüşürüz! Sınıf mücadelelerinin şekillendirdiği insanlık tarihini/kendi tarihimizi bilmediğimizde, bugüne oradan can ve kan bedeliyle geldiğimizi kavramadığımızda köklerini bilmez, tanımaz ve buraya tutunarak güçlü bir ağaç/orman haline gelme görevinden ve amacından uzaklaşırız. Ancak geçmişe takılıp kalarak, bugünü geleceğe bağlama misyonunu unutursak eğer, kendisini ezilenlerin mücadelesine karşı her daim yenilemek için burjuva ideologlarıyla hazır kıta bekleyen egemenlerin saldırılarına karşı tarih sahnesinden yavaş yavaş ya da bir anda yok olmayı göze almış; yani kaderimizi, yani devrimden çıkarı olan tüm halkımızın kaderini egemenlerin ellerine teslim etmişiz anlamına gelir.

Ancak bilinmelidir ki buna niyetimiz yok!

Ezilenler isyanda, egemenler “hayalet” karşısında telaşta!

Yakın tarihe kısaca göz attığımızda 2008 yılının son aylarında emperyalist-kapitalist sistemin patlak veren ekonomik krizi; kısa bir süre sonra ABD, Portekiz, Meksika, İspanya ve Yunanistan’da yoksulluk, işsizlik ve yolsuzluklara karşı sokaklara dökülen milyonların karşısında siyasi krize dönüşmüştü. Bu siyasi kriz, özellikle 20. yüzyılın tamamı ve 21. yüzyılın başlarından itibaren emperyalistlerin savaş alanına dönüşmüş olan, kaynayan Ortadoğu ve Kuzey Afrika coğrafyasında 2010 yılının son günlerinde işsiz üniversite mezunu bir gencin kendini ateşe vermesinin ardından patlak veren isyanlar sonucu derinleşmişti.

Ülkemizde ise Gezi İsyanı, Mayıs-Haziran 2013’te İstanbul-Taksim’de yaşam alanlarını koruma mücadelesinin fitili yakmasıyla patlak vermiştir. 10’dan fazla insanın katledildiği, yüzlerce kişinin yaralandığı; gözaltı ve tutuklama furyasıyla bastırılmaya çalışılan bu isyan, halkın kendi gücüne olan inancını artıran, demokrasi bilincini geliştiren, egemenlerin üzerinden yükseldiği şovenizm-cinsiyetçilik-homo/transfobi duvarlarında kırılmalar yaşatmıştı.

Egemenlerin telaşı yalnızca bununla sınırlı değildir. Suriye topraklarına bir akbaba misali göz diken AKP’nin kumanda ettiği Kemalist faşist diktatörlük, Kürt ulusal hareketinin önderlik ve inşa ettiği Rojava Devrimi’yle karşılaşmış, hevesi kursağında kalmıştır. Rojava Devrimi ve Suriye’deki iç savaş, egemenlerin de kabul ettiği bir gerçeklikle “dış mesele” değil, “iç mesele” halini aldığından buradaki her politikası ülkede yansımasını bulmuştur. Özellikle DAİŞ’in Kobanê’ye saldırmasına sevinen egemenlere karşı Kürt ulusal güçlerinin önderlik ettiği ve devrimci güçlerin de içerisinde yer aldığı Kobanê serhildanları ile günler süren çatışmalar yaşanmış, 50’den fazla insan devlet ve devletin kontra güçleri tarafından katledilmişti.

Faşizme ruhunu veren; “diz çöktürme” politikasıdır!

Şengal ve ardından Kobanê’de çatışmaların sürdüğü ve ülkede art arda 4 seçime gidildiği günlerde Eylül 2014’te Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı tarafından Genelkurmay Başkanlığı’na sunulan ve Genelkurmay Strateji Plan Dairesi, Strateji Şube Müdürlüğü’nün “Çöktürme” planı adını verdiği “gizli” ibareli eylem planı hazırlanmıştır. Bu plan; Sri-Lanka’da Tamil ülkesinin bağımsızlığı için mücadele eden Tamil Kaplanları örgütüne karşı uyguladığı “Gömme-Silme” eylem planı ve Saddam Hüseyin ile Kimyasal Ali (Ali Hasan El-Mecid)’nin Irak Kürdistanı’na 1987-1988 yıllarında uyguladığı Xalepçe katliamı ile zirve yapan “Enfal” operasyon planının birebir kopyası ve başta Kürdistan coğrafyası olmak üzere ülkeye uyarlanan halidir. Bu eylem planının bir benzerini de Kolombiya devleti FARC’a uygulamış, bu operasyonlarda FARC’ın lider kadrolarının dörtte üçü nokta operasyonlarıyla katledilmişti. Keza hatırlanacağı üzere daha yakın zamanda Amed Büyükşehir Belediye Eşbaşkanı Gültan Kışanak’ın gözaltına alınmadan bir gün önce mecliste tanık olarak dinlendiği (daha doğrusu sanık gibi sorgulandığı) görüşmede “Barış olmalı” diyen Kışanak’a AKP’liler tarafından “Sri Lanka’da nasıl olduysa burada da barışı sağlayacağız” cevabı verilmişti.

Sri Lanka’nın “Gömme-Silme” eylem planı kapsamında 2006-2009 yılları arasında Sri Lanka faşist hükümeti Tamil Kaplanları ve onlara yakın oldukları varsayılan en az 42 bin kişiyi katletmiş, on binlerce kişiyi yaralamış, binlerce kadına tecavüz etmişti. Irak Kürdistanı’ndaki Enfal sürecinde ise insan cenazeleri yerlerde bırakılarak, şehitlikler bombalanarak, kimyasal silah kullanılarak direnenlerin moral ve direnci düşürülmeye çalışılmış; Kürtler topluca katledilerek toplu mezarlara gömülmüş, bölgedeki demografik yapı değiştirilmeye çalışılmış, Xalepçe katliamı ile binlerce kişi katledilmişti. TC’nin “Çökertme” planından yansıyan ise yapılacak operasyonlarda “10 bin ila 15 bin imha, 8 bin civarı yaralı, 5-7 bin arası tutuklama, bombalanmış küçük ve büyük yerleşim alanlarında 150-300 bin civarı insanın yer değiştirmesi” planlanmasıydı. Bu benzerliklerin yanı sıra Kimyasal Ali’nin o döneme damgasını vuran “Kürdistan’da yıkılmadık tek bir Kürt evi kalmayacak” sözü ile bugün AKP ile faşist blok kuran MHP lideri Devlet Bahçeli’nin “Taş üstünde taş, baş üstünde baş kalmayacak” söyleminin yakınlığı aynı zamana faşizmdeki akrabalıklarını, Kürt düşmanlığındaki kardeşliklerini göstermektedir.

Sürece “Çöktürme” adı verilmesi derinlemesine değerlendirilmelidir. Keza bahsi geçen kavram, aslında ülkede var olan sınıflar mücadelesini hedef almakta, bir bütün bu coğrafyanın işçi ve emekçilerinin, ezilen ulus, azınlık ve inanç topluluklarının yan yana gelme ve birlikte mücadele etme umudunu yok etmeyi arzulamakta, kamplaştırma ve taraflaştırmanın yanı sıra tüm devrimci, ilerici ve yurtsever güçlere diz çöktürmeyi, faşizmin resmi geçidiyle direnenleri teslim almayı istemektedir. Her fırsatta ifade ettikleri “milli seferberlik” tam da bu konudadır. Bu seferberlik; on binlere varan sayıda insanın KHK keyfiyetiyle işten atılmasıyla, işsizliğin milyonlara ulaşmasıyla, krizin faturasının işçi ve emekçiye kesilmesiyle, Aliboğazı’ndan Lice kırsalına gerillalara dönük sürdürülen operasyonlarla, HDP’ye dönük gözaltı ve tutuklama teröründen Kürt kentlerinin yakılıp bombalanmasına kadar geniş yelpazedeki saldırılarla, demokratik alanda devrimci, demokrat ve yurtseverlerin kazanımlarının yok edilmesiyle, “gözaltında kaybetme”, sokakta infaz gibi yöntemlerin yeniden devreye sokulmasıyla hayata geçirilmektedir.

Egemenlerin ekonomik ve siyasi krizine karşı ayağa dikilen başta Kürt ulusu olmak üzere tüm direnenlere; işçilere, emekçilere, kadınlara, LGBTİ’lere “diz çöktürmek”, Kemalist faşist diktatörlüğün sürece ruhunu veren yönelimidir. Keza bu konuda yaşadığı tıkanıklığı açma ve rejimi, kendi çıkarlarına uygun şekillendirme amacı taşıyan başkanlık sistemini hayata geçirmeleri ancak böyle mümkün olacaktır!

Mehmet Tunç’un “Teslim olmayacağız” çığlığını “Diz çökmeyeceğiz, HAYIR” diyerek taşıyacağız!

İşte böylesi deneyimlerden geçerek, halkın önüne koyu bir barikatın koyulduğu bir ortamda “Cumhurbaşkanı güçlenerek nerede ise mutlak siyasal güç halini aldığı; KHK çıkartma yetkisi ile yasamanın, atamalar yolu ile yargının alanını kapladığı; Anayasa Mahkemesi’nin denetim vasfı sonlandığı; Meclis sembolikleştiği” içerikte bir anayasa değişikliği gündeme getirilmekte ve referanduma gitmekteyiz.

Öncelikle altını çizmek gerekir ki, anayasalar ya da diğer yasalar egemen sınıfların çıkarlarını tahkim etmek ve ezilenlere sınır belirlemek amacıyla oluşturulmuş burjuvazinin “demokrasi” aldatmacasına ait ideolojik metinlerdir. Hele de 12 Eylül Askeri Faşist Cuntası ile getirilen bir metin olan 1982 anayasasının kendisi ve bu ortamda buna yapılacak dizaynda halkın hiçbir çıkarı söz konusu bile değildir! Faşist Kemalist Diktatörlük ayakta olduğu müddetçe de bu metinlerin asıl nitelikleri hep ortada olacaktır! Kötünün kötüsüne hayır demek kötüsünün iyisini seçmek anlamına gelmez. Referandumu ele alırken bu metin değişimleri üzerinden değil, bu metin değişimlerine neden olan toplumsal gelişmeler üzerinden ele almak zorunluluktur.

Anayasal düzenlemeyle hayata geçirilmek istenen başkanlık sisteminin ilk uygulamaları günümüzde prova edilse de, başkanlık sisteminin kendisi daha kapsamlı saldırıları içeren ve süreklilik arz eden bir sistem olarak hayatımızda yer alacaktır. Birçoklarının iddiasının aksine “başkanlık sistemi”, Erdoğan’ın kişisel hırsı ve arzuları ile bağdaştırılamayacak oranda egemenlerin geleceğiyle iç içedir. Yukarıda bahsini ettiğimiz sürecin egemenleri getirdiği nokta kriz ve çıkmazdır. Ve önümüzdeki sürecin bu kriz ve çıkmazın derinleşeceği dönemler olacağı bizler kadar egemenlerin de malumudur. İşte başkanlık sistemi, tam da bu sürece hazırlıktır. Hazırlığı yapılan savaş konseptine uygun bir şekilleniş olan başkanlık sistemi; politikaların tek bir cepheden ve tek elden düzenlenmesini, karar alıp uygulamada kesintisiz ve hızlı bir süreci ve ardından işlenen suçlar karşısında yargılanmama güvencesini öngörmektedir. Devlet hızlıca karar alıp ve hiç vakit kaybetmeden uygulamaya geçebileceği bir yasal düzenlemeye geçmektedir. Devletler, savaş-savaş arifesinde ya da çöküş aşamasında görüyorsa kendini hızlı karar alıp uygulayabileceği bir formatta yeniden düzenlenir. Durum Türk devleti açısından böyledir; Partili Cumhurbaşkanlığı, devletin savaş dizaynına uygun şekillenmesinin bugünkü adıdır.

AKP-MHP bloğu ve gizli destekçisi “muhalefet” postunda CHP’nin milliyetçi, şoven saldırılarını sürdürdüğü, devletin tüm imkânlarını kullandığı, kendi hukukunu dahi tanımadan tüm direnenlere terör uyguladığı bu dönemde “HAYIR” demenin egemenler tarafından hedefe konulmak, ezmek ve kontra güçlerine ezdirmek için yeterli olduğu görülmektedir. Ancak buna rağmen devletin iki senedir uyguladığı “diz çöktürme”, sokağa çıkanları evine hapsetme ve karamsarlık uçurumundan atma projesi karşısında “HAYIR” diyerek bir araya gelinmesinin yarattığı umut ve yeniden ayakları üzerine dikilme hali, bizler açısından referandumda tavrımızın esas kaynağını ortaya koymuştur. Ancak ilk elden belirtmeliyiz ki; yeni anayasa değişikliğiyle “cumhuriyetin elden gittiği, laikliğe sahip çıkmak için var olan anayasada ısrar etmek gerektiği” yönlü argümanlar anlamsız ve sisteme su taşıyan, şu an devleti dikte eden kliğe karşı muhalif olan kliği güçlendirecek söylemlerdir. Keza bu anlayışın bayraktarlığını yapan CHP’nin niteliği ortadadır. Onun “muhalefetten” anladığı; HDP’li vekillerin dokunulmazlıklarının kaldırılarak tutuklanmalarına neden olan değişikliklerde, Ermeni ve Kürt düşmanlığında AKP-MHP bloğu ile hareket etmek, mecliste kavga-dövüşle sınırlı bir “muhalif” postuna bürünmektir.

Bu yüzden de ortaya koyacağımız “HAYIR”ın ne egemenlerin anayasaları arasında bir tercih ne de CHP ve ona yedeklenen güçlerin popülist rüzgarına yedeklenme olmadığı bilinmelidir. Ortaya koyduğumuz “HAYIR”, egemenlerin “çökertme” planları karşısında yeniden ayağa dikilmenin umudunu inşa etme araçlarından sadece biri olarak anlam taşımaktadır. Zira bu umudu yeniden yeşertmenin tek yolunun referandum olmadığı da açıktır. Referandumu kapsayan öncesi ve sonrasıyla derinleşecek olan kaos karşısında halk kitleleriyle buluşmalarımızı artıracak “HAYIR”ın egemenlerin ekonomik ve siyasi krizinin faturasını halka kesmesine izin vermeyeceğimizi anlatan bir nitelikte çalışmalarla örülebileceğinin farkında olmalıyız!

Anayasa değişiklik paketi, AKP’nin faşist Kemalist diktatörlüğün boşluklarını doldurma ve çıkmazlarını yeniden tahkim amacı taşıdığından uzun erimli bir projedir ve referandumda “HAYIR” çıktığında dahi sonlanacak bir mesele değildir. Bu yüzden örülecek “HAYIR” çalışması, sistemin doğrudan kendisine odaklanarak inşa edilmelidir. “HAYIR”ın kitleler üzerindeki etkisini, kazandıracağı moral ve imkânı; egemenler açısından yaratacağı sarsıntıyı küçümsemeden, önümüze koyacağımız çalışmalarla bu süreci en iyi şekilde; yani kitlelerle sıkı ilişkiler kurma, bunu örgütlülüğe çevirme fırsatı olarak değerlendirme; devrimci, demokrat ve yurtsever kesimlerle birleşik mücadeleye yoğunlaşma yönelimiyle değerlendirmeliyiz.

Milyonlar açısından teşhir olan bir gerçeklik var ki, o da, referandum sonucu ne olursa olsun, kaosun; yönetme ve ekonomik krizi ile sistemin meşruluk sorununu daha da derinleşeceğidir. Ancak “EVET” ile ilerleyen bir süreç, egemenlerin kitleler üzerindeki diktasını güçlendirdiği bir atmosferde kaosu derinleştirecekken, “HAYIR”ın yaratacağı kaos halk kitlelerinin elini güçlendirecektir! Bizler açısından önemli olan fark tam olarak budur! Bu sebeple “HAYIR”ı kitlelerin kendine güvenini ve umudunu faşizme karşı yeniden yeşertme ve egemenlerin kaosunu böyle derinleştirme aracı olarak kullanacak, Cizre bodrumlarında 150’ye yakın insanla yakılarak katledilen Mehmet Tunç’un “Teslim olmayacağız, diz çökmeyeceğiz” çığlığını “Diz çökmeyeceğiz, HAYIR” diyerek taşıyacağız!

 

* Hayvanları örnek vererek oluşturulmuş ve olumsuz insani özelliklerle bütünleştirilmiş deyimleri mümkün mertebe kullanmamaya çalıştık. Ancak kimi deyimleri de kullanmak zorunda kaldığımız için belirtme ihtiyacı duyuyoruz, kullandığımız bu deyimler yalnızca durum tariflemeye dönüktür.  

45512

Partizan'dan

Partizan'dan; Gündem ve güncel gelişmelere ilişkin politik açıklama ve yazılar. 

Son Haberler

Sayfalar

Partizan'dan

Bu Kaçıncı:Türk Askerleri Tarafından infaz edilen İki Kadın Gerilla –Dursun Ali Küçük

Bu kaçıncı?

Kürtlerden uzak durun (!)

Kürtlerden uzak durun, “devlet baba kızıyor.” Faşist TC devleti, Kürtleri yanlızlaştırmak ve elimine etmek için, bütün silahlarını kullanıyor. Kürtlerle dayanışma gösteren sosyalist gençleri Suruç’ta parçalarına ayırıryor. Kürtlerle ortak hareket eden demokratik ve ilerici güçleri Ankara’nın göbeğinde bombalıyarak, yüzü aşkın devrimci-demokrat insanı katlediyor. Kürtlerin katledilmesine karşı çıkan aydınlar birer birer tutuklanıyor, yıkımları haber yapan gazeteciler zindanlara atılıyor, akedemisyenler, öğretmenler ve diğer kamu çalışanları tasifye ediliyor.

Emperyalizm ve Ortadoğu / Müslüm Elma

ATİK dava tutsaklarından Müslüm Elma’nın savunmasının“Emperyalizm ve Ortadoğu” başlıklı bölümünden alınmıştır.

Devrime kendini adamak üzerine…

Adanmışlık, sınırsız katılım demektir. Koşulsuz bir bağlılığı, devrime dair en üst boyutta bir istenci ve engel tanımayan bir azmi koşullar. Ancak, adanmışlığı bir kavram olarak tarif edeceğimiz komünist devrimcilik olunca buna bir dizi kriteri daha dahil etmeliyiz.

Dünya, Türkiye ve Ortadoğu'ya kısa bir bakış (Bir Partizan)

Emperyalizmin egemen olduğu bugünün dünyasında çelişkiler derinleşiyor. Hem emperyalist güçler ve bloklaşmaları arasında hem de emperyalizm ve uşaklarıyla dünya proletaryası ve emekçi halkları arasındaki çelişkiler keskinleşiyor. Bir avuç emperyalist gücün aralarında paylaşmış olduğu dünyanın, bugün Ortadoğu’dan Afrika'ya; Güney Asya bölgesi, Baltık bölgesinden Ukrayna ve Karadeniz'e doğru alanda çelişkiler daha da keskinleşmektedir.

Garbis Ağparik ile Reportaj

*-Siz nerelisiniz ? Kaç kardeşsiniz ? Büyük anne ve büyük babanız Ermeni katliamları ile ilgili size hiç anlatımları oldu mu? Anadolu'dan toplanıp İstanbul'a okumaya getirilen Ermeni çocuklardan, sizin memleketten de gelenler oldu mu? İlkokulu nerede okudunuz? Ermeni okulları ile tanışmanız nasıl oldu ?

Cengiz, Hakan ve Özgüç anısına… Onları yaşatmak…

İnsanlar ölür, sözleri kalır. Devrimcilikte söz, devrimci duruştur. Devrimci duruş; devrim için kendini örgütlemek, kendini örgütlerken halkı örgütlemek ve bunları yaparken tüm yaşamını devrime örgütlemektir. Ve yaşamını devrime örgütleyenler bugün ölseler bile devrime sevdalı her yürek atışında yeniden canlanırlar.

Yasal Çalışma ve Yeraltı Çalışmasının Önemi Üzerine

Faşizm en koyu, en kanlı, en vahşi biçimiyle hükmünü sürdürüyor. Faşist devletin başında bulunan Erdoğan ve müttefikleri faşist diktatörlüğünü daha açık, daha şoven, daha ırkçı şekliyle sürdürüyor. Öyle ki, kendi koyduğu yasaları tanımıyor, parlamento ahırının ona tanıdığı yetki ve kuralları hiçe sayıyor, darbe üstüne darbe yapıyor. Kendi eliyle organize ettiği ‘darbe’ oyununu bahane ederek her alanda devrimci, demokrat, aydın ve yurtsever güçleri topluca tasfiye etti. Suriye’ye topraklarına girdi.  İŞİD’i gerekçe göstererek Suriye ve Kürdistan toprakları işgal edildi.

Korkak Kedi (Kitleyle Kedinin Hikayesi )

Ah kedi kız ah!

Marks'ta mı senin gibi proletaryayla birleşme sorunun dururken sanat proletaryayla öncüyü birleştiren mi olmalıdır sorusunun cevabını aradı durdu ?

Şimdi kalkıp desen ki sırada proletaryadan gelen her eleştiriyi hoş karşılamalıyız ne fayda.

Artık hiç bir şey umurumda değil.

Ben ölüyorum.

Seni ilk gördüğüm zaman her sokakta kitle yürüyüşlerinin yükseldiği gezili günlerden bir gün idi.

Kitle içerisinde örgütlenmeyi ret etmezken:

Kitlenin halk olduğu aklına gelmiş.

Yetersizliklerimiz dediğinde Maoistliğini...

T.C.'nin OHAL HALİ; Çetin Çetin

15 Temmuz askeri darbe girişiminden sonra ''bu darbe bize Allahın bir lütfudur'' anlayışıyla harekete geçen AKP hükümeti askerde, poliste, kamuda, üniversitelerde ne kadar muhalif varsa açığa alma/görevden uzaklaştırma gibi cezalarla cezalandırıldılar. Bu sürede işten uzaklaştırılanların/açığa alınanların sayısı 100 bini geçti.

OHAL(olağanüstü hal) ve KHK(Kanun hükmünde kararname) ile halka yönelik baskı ve saldırılarda sınır tanımayan AKP halka yönelik yeni bir saldırı dalgası daha başlattı.

Komünistler Alman Burjuvazisini Yargılıyor (Münih Duruşmaları)

Yıl 4 Ekim-12 Kasım 1852, Köln’de, 11 Komünistler Birliği üyesi yargılanıyor.

Yıl 2015-2016 Münih. TKP/ML (Türkiye Komünist Partisi/Marksist-Leninist) olduğu gerekçesiyle 10 komünistin “yargılanma” amaçlı duruşmaları ve esaretleri devam ediyor.

Birinciler, “vatana ihanet” suçlamasıyla ceza alıyor.

TKP/ML’liler; “Türkiye’de terör örgütü yöneticileri oldukları” gerekçesiyle “yargılanıyor”.

Sayfalar