Pazar Mayıs 5, 2024

Tanrıların zulmü

Gerçek tanrılar yıkıldığında ruhani tanrılarda ölecektir. 

7 Haziran genel seçimleri nedeniyle saray sotarıları seçim meydanlarında “din” afyonuna daha fazla sarılmaya başladılar. Bir ellerinde din kitabı, bir ellerinde ise kanlı kılıç ile kitlelerin karşısına çıkıyorlar. Tanrının,  kullarının uymasını istediği eza ve cefa kurallarını ezilenlere veriyorlar, sefanın saltanatını ise kendisine alıyorlar. Buna karşı gelenleri ise tanrının zulüm kılıcıyla boyunlarının vurulacağını ilan ediyorlar. Tanrı kendileri, kullar ise işçi ve emekçiler oluyor.

Sınıflı toplumlardan beri, tanrı ve ezilenler arasında hep sorun yaşanmıştır. Kapitalist toplumla bilikte ezilenler ile tanrılar arasındaki çelişme daha da büyümüştür. Tanrı (sermaye sahipleri) daha fazla sömürü, daha fazla kar, kendisine daha fazla boyun eğilmesini ve biat edilmesini istemiştir. Ancak  ne sömürüde bir sınır olmuş ne de biat etmenin sonu gelmiştir. İşçi sınıfı, tanrının zulmünden bir türlü kendini kurtaramamıştır.

Günümüzün tanrıları ise burjuva sınıfıdır. Elinde kuran, incil, tevrat ya da başka din kitaplarını ezilenlere karşı sallayanlar hiç eksik olmamıştır. Sıkıştıklarında, ezilenler baş kaldırdığında, hemen tanrının kurallarını hatırlatmışlar, uymadıkları zamanda onlara cehennemden cehenenem beğendirmişlerdir. Ve ezilenlere uygulanan ezanın ise asla sınırı olmamış. Sermaye büyüdükçe eziyet artmış ve sömürü katlanarak taşınmaz bir yük olmuştur. Ancak günümüzün tanrıları sermaye sahipleri, yine de doymak nedir bilmemişlerdir.

Sermayenin büyüme isteğinin bir sınırı olmadığı için, ezilenler üzerinde uygulanan eziyetinde bittiği bir sınır da olmamıştır. 

Tanrı (sermaye), hiç bir zaman azla yetinmemiş, işçiye, hep azla yetinmesini, ama daha fazla tanrı için çalışmasını öğütlemiştir. Çile çektikçe daha fazla tanrıya yaklaşabileceğini öğütlenen yoksullar ise, her çileden sonra çilelerin katlanarak büyüdüğünü görmekten bitap düşerek, gerçekleri görmez olmuşlardır.

Burjuvazi, bu dünyayı kendisine almış, olmayan öbür dünyanın cennetini ise yoksullara vermiştir. Burjuvazinin işçi sınıfına verdiği tek şey bu olmuştur. Yaşamı üreten işçiler olmasına karşın burjuvazi işçiyi en alt seviyede yaşamaya mahkum etmiş ve bunun tanrının bir buyruğu olduğunu ise eklemekten geri kalmamıştır. 

Bütün diktatörler ve burjuvazinin siyasal temsilcileri, kitleleri uyutmak ve baskılamak için din yalanına sarılmışlardır. Erdoğan elinde kuran, ağzında ise zulüm salyalarını kitleler üzerine saçarken, diktatörlüğünü daha da pekiştirmekten, sermayesini daha da büyütmekten başka bir düşüncesi olmamıştır. Tek istediği, kullarının kendisine boyun eğmesidir. Kulları, yani, işçi ve emekçiler ona boyun eğdikçe, onun zulüm saltanatı daha güçlenecek, sermayesi ise Wall Street’lerden Riyad'ın dinsel motifli ölüm çukurlu saraycıklarına kadar bir ahtabot gibi her yanı saracaktır. Çünkü o tanrıdır, işçi sınıfı ise onun sermayesini büyüten bir üretim aracıdır.

Sınıflı toplumun tanrıları, ezilenlere, çileli bir yaşam ve ölüm buyurmuş ve uygulamıştır. Tanrıların, kendi aralarındaki egemenlik ve nüfuz alanı için savaştıklarını da yine, işçileri ve emekçileri ölüm meydanlarına sürerek birbirlerine kırdırmışlardır. Afganistan, Irak, Süriye, Yemen, Libya ve dünyanın daha bir çok ülkesinde, tanrılar bir birleriyle tepişirken, ölenler emekçiler olmuştur.

Tanrının bütün buyrukları; yasaklarla, çile çekmekle, biat etmekle, efendiye baş kaldırmamakla, her kötü gününe şükretmekle, daha fazla çalışmakla, azla yetinmesini bilmekle, nefsini tutmakla, bir yanağına tokat yiyince öbür yanağını uzatmakla, zenginin malında gözünün olmamasıyla yüklüdür. Bütün tanrılar, istisnasız bu buyruklarla ezilenlerin üstüne bir kabus gibi çökmüştür. 

Tanrı ve kutsal kitaplar adına hareket edilen her yerde baskılar artarak sürmüş, sömürü, işçinin, yoksulun sırtında biriktikçe özgürlük ve yaşam alanını daralmıştır. Tanrı adı ve onun kutsal kitapları, kitleler üzerinde keskin bir kılıç misali sallandıkça, yasaklamalar artmış, insanın insanca yaşamasının önü tıkanmıştır. Burjuvaziye ve onun devletine daha fazla boyuğ eğilmesi sağlanmıştır. Tanrı kitleler üzerinde bir zulüm sopası olarak gezdirildikçe, kadınlar üzerindeki baskı artarak devam etmiştir.

Ruhani din afyonuyla uyutulan işçi sınıfı ve emekçiler, gerçek tanrıların sömürü ve baskılarını yaşamlarının her anında karşılarında bulmuştur. Bu, polis kurşunu, mahkeme kapıları, hapishane hücreleri, asker katliamı, bürokrasi oyalaması, işyeri patronu ve devlet olarak onun karşısına dikilmiştir. 
İşçiler ve tüm yoksullar, tanrıların buyruğuna uyduğu sürece bunlardan kurtulamadığını da görür. Ellerini açıp göğe baktığında, tanrı yerine gökyüzü gerçeğini, yere bakınca ise tanrıların karanlık gerçek dünyasıyla gözgöze gelir.

 Burjuvazinin tanrısıyla, işçilerin ve tüm ezilenlerin tanrısı asla birbiriyle barışık yaşamamıştır. Varoldukları günden beri keskin sınıf çatışmalarından geçmişlerdir. Burjuvazinin tanrısı zulüm ve sömürü olurken, işçi ve emekçilerin tanrısı sınırsız, sınıfsız ve insanın insanı sömürmediği bir gerçeklik özlemi ve umudu olmuştur.

İşçi sınıfı ve emekçiler, gerçek tanrının burjuvazi olduğunu, burjuvazinin yeryüzü cennetinde, kendisinin ise yeryüzü cehenneminde yaşadığını anladığında, tanrıların zülmünden kendisini de insanlığıda kurtaracaktır. 28 / 05 / 2015


49834

Yusuf Köse

Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.

yusufkose@hotmail.com

http://yusuf-kose.blogspot.com/

 

 

Yusuf Köse

Sen susuyorsun çünkü...

Seni Cizre, Silopi, Nusaybin, Diyarbakır Sur, Şırnak ve Dargeçit halkıyla empati kurmaya çağırmayacağım. Çünkü sen ölmüşsün. Bu düzen sana makam ve rahat bir hayat vererek ruhunu esir almış, öldürmüş seni. Ölmüş bir ruh gömüldüğü mezarda dışarıdaki seslere sağırdır.

Sevgili okur, bu sözlerim sana değil, siyasetçileredir.

15. yılında başka bir 19 Aralıkta

“Amaçları, insanı, insandan başka birşey    haline getirmekti”. Primo Levi

Aralık sallanıyor.

Bütün ayları özel kılan katliamlarla dolu Türkiye tarihinde, çığlıklar-haykırışlar, direnişlerle dolu Aralık her gelişinde, daha dünmüş gibi sallanıyor….

Bir bireyin tarihini bile objektif olarak yazması zorken, Aralık’ı yazmak hep zorluyor bizi.

Partisizlik Özgürlüktür

Vışş... o süperman kostümü ne la..... sıfır sıfır yedi gözlükler....

Sen benım kım olduğumu bılıyor musun ?

Haa..bılıyom.  Bızım koylu husosun.

Avradın da dayak yiyip şehire kaçan huso .

Bireycilik, grupçuluk....

Kapitalizmin ortaya çıkardığı bir hastalık bu.

Kapitalizmin itişi, kalkışının acımazsızca ceyran edişi  içerisinde statümüzü, grubumuzu....  buluruz, buldururuz.

Sanki kendimizin, ailemizin, yaşadığımız grubun....   sorunlarını, hislerini .....  başka bireyler, gruplar  yaşamıyorcasına, bilemeyeceklercesine  davranır, yaşarız.

İsrailleşen Türk devleti ve Kürtler

Ulusal sorununu çözmeyen bir devletin burjuva “demokratlığı” söz konusu olamaz. Türk devletinin tarihinde, burjuva anlamda “demokrat”lığı oldukça sınırlı olmuştur. Sınırlı yıllar içinde   burjuva “demokrasisi”ni uygulaması, dış koşulların ve iç koşulların (işçi sınıfı ve emekçilerin) dayatması sonucu olmuş, ama, işçi ve emekçiler ve başta Kürtler olmak üzere diğer azınlık uluslar üzerindeki faşizm sopasını da hiç bir zaman elinden bırakmamıştır.

Mazlum Yoldaşın Ardından

Yetmişli yılların ortalarında Malatya’dan İzmir’e gelmişti Mazlum yoldaş. Simsiyah saçları, kararlı bakan ışıltılı gözlerindeki sevgi yüzüne de yansıyordu. Kısa sürede herkesin sevgisini kazanmış, mahallenin “Marangoz İbo”su olmuştu bile.

Taklit yeteneği çok iyiydi. Gırgır ve şamatayı sever öykündüğü yoldaşlarını bire bir taklit ederken dernektekileri gülmekten kırar geçirirdi.

Çalışkandı; tam bir görev adamıydı. “Teoriden anlamam, ben pratik adamıyım!” derdi. Kızdı mı hemen parlardı, ama çabuk da sönerdi.

Şimdi yürüme zamanıdır!

Şimdi savaşma zamanı, savaşı büyütüp her tarafa yayma zamanıdır. Özgürlük ateşini yakınlaştırma ve devrimcileşme zamanıdır. Şimdi büyük bir ısrar ve kararlılıkla zorlukların üstüne doğru yürüme, engelleri cesaretle aşma zamanıdır. Partimizin ideolojik-stratejik hattı, işçi sınıfının, halkımızın, bölge halklarının değişim ve devrim ihtiyacına yanıt olma zamanıdır. Dayanılması zor, yokluk ve yoksulluklarla dolu ezilenlerin çığlıklarına kulak verme zamanıdır. Ertelenmesi asla mümkün olmayan zorunlulukların ve kaçınılmazlıkların gerçekleştirilmesi zamanıdır.

“Hendek” e düşmek mi, hendek atlamak mı?-Dursun Ali Küçük

*Kendimi hendeğe düşmüş gibi hissediyorum….
Kürdistan şehirleri ve ilçelerinde yaşanan vahşet gözlermin önünde kayıp gidiyor.
İçim kan ağlıyor..
Sanırım savaş ortasındaki her insanda bunu yaşıyor.
Ya bu hendekten atlarsın ya bu deveyi güdersin.
Ya da deveye hendek atlamak gibi bir işe kalkışırsın.
Ama nasıl direnirsen diren siyaset ve halkını düşmanın eliyle de olsa hendeğe gömemezsin.
Vebali ağırdır.

*Sömürgeciğe ve işgalciye karşı direnmek farzsdır ve kayıtsız şartsız tartışma götürmez.

"İpler kimin elinde "

Bugün bir arkadaşımla sohbet ederken  Ortadoğu, Türkiye ve Kürdistan ve en önemliside Suriye'de neler oluyor üzerine konuşmaya başladık;  Ben siyasal tahlillerde bulunmaya çalışrken,, üçüncü dünya savaşının kapıda olduğunu,çanların  kimin için çalıyoru anlatırken , arkadaşım dediki:"Yoldaş bu söylediklerini Marks, Lenin, Stalin , Mao yoldaşlar o  zamanlar söylemişler... Sen bugüne has özgül tahlil yapsan vede biz bunun neresindeyiz,anlatsan daha gerçekçi olur". Ben önce bir duraksadım şaşırdım , "söyleyen dilim söylemez" oldu.

“Seçme ve Seçilme En Temel İnsan Hakkıdır, Haydi Mülteciler Seçime”; dediler ve!

Yarın 10 Aralık.

1948’den bu yana etkinlikler düzenlenen “Dünya İnsan Hakları Günü”.

“Mültecilerin seçme hakları var artık. Seçme ve seçilme en temel insan hakkıdır” diyerek harıl harıl çalışan kurumlardan bir kısmı; yarın da Suriye’ye yerleştirilen savunma silahlarına karşı protestolar gerçekleştirecekler!(Bu kurumların adını burada belirtmek, yaptıkları iyi şeylere göz kapamakla eş olacağı için; böyle geçelim).

“Fırtınalar içinde, bıçak sırtında”

Komünist önder Mehmet Demirdağ anısına...

Devrime (ve Cizre'ye) dair

“In puncto punctii”[1]

Murat Uyurkulak’ın, “Vaktiyle bir ihtimaldi ve çok güzeldi,”[2] notunu düştüğü; Cornelius Castoriadis’ün, “Önce bir tahayyüldür,” dediği devrim, radikal sosyalistlerin indinde güncelliğini yitirmeyen -“olmazsa olmaz”- “Tek yol”dur; dünyayı değiştiren devrimci praksistir; engellenemezdir; gereklidir.

Sadece bu kadar da değil: Egemenlerin kâbusu, ezilenlerin şölenidir; Prometheus’un takipçilerini var eden tarihsel eylemidir; bilimden sanata, beşeri münasebetlerden sosyal hayata, ekonomiden politikaya “ilerleme”nin yegâne sebebidir.

Sayfalar