1 Mayıs 2014; Son Sözü Direnenler Söyler!
2014 1 Mayıs’ı; baskı, şiddete ve tüm engellemelere karşın yine büyük bir coşku ve kararlılıkla işçi ve emekçiler tarafından kutlandı.
2014 1 Mayıs’ını diğer 1 Mayıs’lardan ayıran en önemli yan, Gezi İsyanı sonrasında yaşanan ilk 1 Mayıs olmasıydı. Haziran İsyanın da, göğü fethe çıkan yığınların, kendi yaşamına dair her yerde sesini yüksek sözle söylemesi, giderek özneleşmesi, gücünün ve kudretinin farkına varması, toplumsal mücadeleye yeni bir soluğun katılması anlamına geliyordu.
Gezi İsyanından bugüne yaşananlar, kitlelerin her gündem vesilesiyle sokakları terk etmeyen gerçekliği, sınıf mücadelesinin ivmesini ve tansiyonu yükseltti. Tam da yığınların kendi ürettiği bir slogan olan “bu daha başlangıç mücadeleye devam” şiarında kimlik kazandığı gibi kitleler, mücadele etmekte kararlıydı.
Geçen tüm yaz ayları boyunca; inişli çıkışlı, kimi zaman lokal düzeyde kimi zamanda çok hızlı bir şekilde, birbirini tetikleyen ve ülkenin dört bir tarafına yayılan ama hiç dinmeyen direnişin; toplumsal muhalefetin tüm koordinatlarına dair yeni özgünlükler kattığını söylemek mümkün.
Kısaca, ODTÜ’de üniversite öğrencilerinden Tuzluçayır’da Alevilere, Antakya’da Arap Alevilerinden Kadıköy’ün orta sınıf denilebilecek sakinlerine; 17–25 Aralık yolsuzluk ve rüşvet gündemlerinden sansüre ve elbette tüm bu süre içinde bu direnişlerden beslenen ve aynı zamanda direnişe güç veren taraftar gruplarının hiç dinmeyen sesinden söz edilebilir.
Everday I’m Çapuling
Gezi İsyanının açığa çıkardığı yeni söylem, yeni eylem formatları ve biçimleri, elbette gelişmelere yönelik sunduğu orantısız zekâ ürünü espri dilinin toplumsal muhalefet algımızda belli başlı değişiklikler getirdiğini de eklemek gerekir.
Bizim açımızdan, kimi toplumsal, sosyal gerçekliliklere dayansa da politik dil, muhalefet eylem ve biçimlerimizde artık gelenekselleşen kimi yanlarımız üzerinde sarsıcı etkileri olması gerektiğini kabul etmeliyiz.
Gezi İsyanının yarattığı toplumsal dalgalanmadan etkilenen geniş kesimlerin varlığı bizi bu değişime zorunlu kılmaktadır. Gezi İsyanının birinci yıldönümünün yaklaştığı bugünlerde bu konu üzerinde etraflıca durmak, toplumsal muhalefete, farklı sınıf ve katmanlardan oluşan toplumun zenginliklerine dair algımız üzerinde daha fazla durmak ve daha derinlikli tartışmalar yürütmek gerekecektir.
Gezi İsyanından bugüne gelenek olarak bu yönde yürüttüğümüz tartışmaların, belli değişiklikler yarattığına şüphe yoktur. Kuşku yok ki bu, bizi bugün “Gezi kitlesi” olarak tarif edilen toplumsal kesimlere yaklaştıracak, aramızda ki görünmez duvarları da yerle bir edecektir. Bu anlamda hareket tarzı, yönelim ve gündemlerin ele alınışı bağlamında attığımız adımların ve ortaya koyduğumuz pek çok pratiğin umudumuzu büyüttüğünü dile getirmeliyiz.
2014 1 Mayısı’na işte kısaca açmaya çalıştığım bu tablo içinde girdik. 1 Mayıs hazırlıklarında, İstanbul’da sözünü ettiğim bu algının izlerini gördüğümü söylemem mümkün. Partizan’ın 1 Mayıs afişinden, çalışmalarda dillendirdiği gündemlere ve Gezi’den çıkan “örgütlenmeye daha fazla ağırlık verilmesi” mesajından hareketle hazırlıkların çok fazla dağıtılmadan yürütülmesine kadar bu düzlemde pek çok örnek sıralanabilir.
Bu yıl İstanbul’da önceki yıla oranla daha etkili, görünür ve canlı bir 1 Mayıs hazırlık süreci geçirdiğimizi söyleyebiliriz. Bulunduğumuz alanlarla, bize en yakın mahallerde faaliyet yürütme anlayışıyla ve çoğu alanda yapılan geniş toplantılarla yürütülen 1 Mayıs çalışmalarının oldukça verimli geçtiğini söylemeliyiz.
Bu çalışmalar sırasında dikkatimi çeken en önemli olgu, Partizan olarak Gezi isyanı ve sonrasında takip eden süreçte sergilediğimiz militan duruşun ve politik söylemimizin, Gezi’yle politikleşen gençlik üzerinde belli bir etki yarattığıdır. Faaliyete birçok mahallede, çok sayıda yeni gencin dâhil olması da bunu gösteriyor.
Bizi arayıp soran, bize ulaşan ve çevremizde biriken belli bir kesimden söz etmek yanlış olmayacaktır. 1 Mayıs hazırlıkları, doğrudan faaliyetimizin olmadığı, ilişkilerimizin olduğu alanlarda da oldukça hareketli geçmiştir. Bu durumun Gezi’nin kitlemiz üzerinde ki etkisi olduğu tespiti yanlış olmayacaktır.
Taksim Asıl Size Yasak
Hazırlıkların kitle faaliyetinin yanı sıra teknik anlamda da geçen yıla oranla verimli geçtiği 1 Mayıs günü sergilediğimiz performansla da açığa çıkmıştır.
Devletin, 1 Mayıs’ı yasaklamaya dair atacağı adımlar önceden tartışılmış buna karşılık belli önlemler alınmış, toplanma noktası belirlenmiş, belli bir hareket planı çıkarılmıştır.
Her ne kadar toplanma noktamız, devletin Mecidiyeköy’den Şişli, Beşiktaş ve Unkapanı’na, neredeyse bir bütün bölgeyi işgal altına alan tavrına kurban gitse de esas olarak kitlemizi toplamada, bir arada tutmada ve örgütlü davranma da başarılı bir sınav verildiğini düşünüyorum.
1 Mayıs gününe ilişkin yaptığımız iş bölümlerinin bizi daha görsel kıldığı, çatışmalarda daha etkili olmamızı sağladığını da bir kez daha gördük. A-p’den, eldivencilere, saldırı grubundan gözcülere kadar yapılan iş bölümleri, küçük gibi görünse de devlet güçleriyle karşı karşıya gelindiğinde hayati bir önem kazanmıştır.
SSK Okmeydanı Hastanesi önünde barikatın en önünde militanca sergilediğimiz direniş sonrasında, devrimci kurumlarla görüşerek DİSK binasına çıkma kararı ve burada ki duruşun bizim açımızdan başarılı olduğunu düşünüyorum. Bu süre içinde polisin azgın saldırılarına rağmen kitlemizi büyük oranda korumayı, örgütlü hareket etmeyi ve düşmana yeniden yönelmeyi başardık.
DİSK binası önüne geldiğimizde kendimize yaptığımız “büyük kalkanın” ne kadar işe yaradığını, TOMA ile karşı karşıya geldiğimizde bir kez daha anladım. “Kalkan” bir taraftan bizi gaz bombalarına karşı korudu bir yandan TOMA’nın tazyikli suyuna öte yandan kendimizi kitleye anlatmamızı ve görünür olmamızı sağladı. SSK önünden Bomonti ve DİSK önüne kadar yaptığımız hazırlıklarla, caddeleri sloganlarımızla doldurmuştuk ama tüm gözlerin çevrili olduğu DİSK önünde ki bu çıkışımız bizim açımızdan 1 Mayıs’ın havasını değiştirdi.
Burada pasif bir direnişten öte düşman güçlerinin üzerine giden pratiğimizin diğer devrimci dostlarımızı da etkilediğini söylemem abartı olmayacaktır. Buraya gelirken kitlenin arasından yol aldığımızda bize eşlik eden alkışların anlattığı da buydu.
DİSK önünde önceden tartışıp, hazırlık yaparak belli bir plan dâhilinde yaptığımız “taarruzların” ortamın havasını değiştirdiğini düşünüyorum.
Tüm bu süre içinde neredeyse hiçbir yoldaştan bir sızlanma, yakınma sözünün çıkmaması, her yoldaşın görevine dört elle sarılması da ortaya çıkan enerjiyi yansıtıyordu. SSK önünden son olarak DİSK önüne kadar devam eden direniş boyunca, bir Partizan olarak, Kaypakkaya’nın yolundan yürümenin haklı gururu ve onurunu yaşadım. Barikat başında düşman kaşırsında Partizan’ın duruşu bu gurunun nedeniydi. Elbette tek neden bu değildi. Emek harcayarak, bedel ödeyerek yarattığımız değerlerin kitle de bulduğu karşılık moralimi ve motivasyonumu, geleneğimize, hareketimize olan bağlılığımı da artırdı.
Gün içinde bizi görünce “bende sizi arıyordum” diyen, biz yer değiştirince bizimle gelen, gittiğimiz sokağa çıkan çok sayıda insanın varlığı da bunu gösteriyordu.
Sonuç itibariyle bize Taksim’i yasaklayanlara, “1 Mayıs işçi bayramınızı kutlayamazsınız” diyenlere “Taksim asıl size yasak” demiş olduk. Haklılığımızdan aldığımız güçle direnişi ilmek ilmek Partizanca ördük.
Direnişimize Daha Geniş Yığınları Katalım
1 Mayıs ve Partizan olarak sergilediğimiz duruş üzerine bir şeyler söylemek doğallığın da kimi eksiklere dikkat çekme ihtiyacını da açığa çıkarıyor.
Bu, daha örgütlü olmak, direnişi daha fazla büyütmek ve daha geniş kitlerle ulaşmak açısından bir ihtiyaç.
Sözgelimi, teknik anlamda yapmayı düşündüğümüz ve düşman güçlerinin korkusu olan kimi teknik hazırlıklar konusunda önümüzdeki yıllarda daha yaratıcı olmak gerektiği anlaşılıyor.
Devletin kapsamlı hazırlıkları, önceden yaptığı operasyonlar bizi daha dikkatli davranmaya doğallığında sevk ediyor. Bu durum, teknik hazırlıklarımızı yapmamızı da zorlaştırıyor. Kimi zaman da engelliyor. Buna alternatif olarak hazırlıkların, alana parça parça getirilerek son halinin alanda oldukça kitlesel olan, kalabalığın içinde yapılmasının olanakları vardır.
Öte yandan, kimi devrimci kurumların yaptığı portatif, küçük kalkan vb. hazırlıkların düşman güçlerinin saldırıları karşısında ne kadar etkin olduğunu gördük. Bunlar basitçe yapılabilecek hazırlıklardır. Kitlenin organizasyonu geçen yıla göre daha iyi olmakla birlikte daha da iyi olabilirdi.
Mesela, kitle içinde herkesin bir görevinin olması mantığından hareketle, propaganda, keşifçiler, saldırı grubu, savunma grubu, kültür-sanat gruplarına daha fazla ağırlık vermek gerekiyor.
Örneğin DİSK arkasında çatışma saatlerce sürdü. Bu süre içinde biz kitlenin içinden geçerek buraya gittik. Yol boyunca çevremizde toplanan kalabalığı daha etkili ajitasyonlarla bizimle birlikte hareket etmeye ikna edebilirdik. Bunlar hiç yapılmayan şeyler değil. Hatta geçen yıla göre birkaç adım ilerdeyiz. Ama daha iyisini ve güzelini neden yapmayalım ki?
Ya da mesela, önde çatışan grup dışında, gazdan etkilenen ve barikat başına gelemeyen ama çevrede duran yoğun bir kitleyle halay çekilebilir, beraber direniş türküleri söylenebilirdi.
Deneyimlerimizi Paylaşalım!
Bu süreç boyunca en önemli yanın görünür olmak olduğunu söyleyebilirim. Bizim öteden beri eksik olduğumuz bu yan üzerine daha fazla durmamız gerekiyor. Bu anlamda önlükler, flamalar, fularla, vb. araçlara daha fazla ağırlık vermek gerekiyor. Bu yıl bu hedefle hazırlanan flamalar, bu açıdan ileri bir adım olmuştur.
Buna bağlı olarak video, kamera çekimini de organize etmek doğru olacaktır. Bu yıl bu anlamda da belli hazırlıklar ve tartışmalar yürüttük, belli başlı adımlarda attık. Bunları daha profesyonel hale getirmek ve bir davranış biçimi haline getirmek önemli.
Bitirirken tüm bu sürecin, tam bir döngünün tamamlanabilmesi için, gerek hazırlıklar sırasında gerekse de eylem sırası ve sonrasında tanıştığımız ilişkilerin peşine düşmek vazgeçilmez. Kitlenin özelliklede gençliğin içinde azımsanmayacak bir Partizan sempatisi varken bunu ıskalamamak gerekiyor. Bunun ilk adımı olarak tüm yoldaşların 1 Mayıs’ta yaşadıkları deneyimleri paylaşmaları gerektiğini düşünüyor ve açık çağrı yapıyorum!
2014 1 Mayıs’ Partizan olarak daha nitelikli bir hazırlığın, daha organizeli bir duruşun, militanca sergilendiği bir yıl oldu. Bize bayramımızı dar etmek isteyenlere Partizanca direnişimizle yanıt olduk, bundan sonrada olacağız!
(İstanbul'dan Bir Partizan)
Son Haberler
Sayfalar
Fransa’da El Freni Çekildi! İşe Yarar Mı?
Avrupa Birliği üyesi 27 ülkede 720 sandalyeli Avrupa Parlamentosu (AP) seçimleri, 6-9 Haziran tarihleri arasında yapıldı. Almanya, İtalya ve Fransa’da aşırı sağ olarak tanımlanan faşist hareket ciddi anlamda sandalye sayısına ulaştı. Böylelikle merkez sağla birlikte faşist hareket AP’deki en büyük grup olarak yerini korudu.
Seçimlerin yankısı ve sonuçları ciddi anlamda tartışmaları doğurdu. AP’ye Almanya’dan sonra sağcılar adına en fazla vekil gönderen Fransa, tartışmaların girdabından çıkıp erken seçim hamlesi ile sarsıntıyı giderme yoluna gitti.
Mevcut koşullarda devrimci siyasal mücadelenin öne çıkan toplumsal dinamikleri (3)
Devrimci siyasal mücadelenin genel olarak nesnel zemini, sosyal devrimleri de olanaklı kılan nesnel zemin ile, aslında ortak paydalara sahiptir. Emperyalist- kapitalist barbarlığın hüküm sürdüğü ve kendisinin doğrudan var ettiği her bir antagonist çelişme ve sorunların giderek daha bir keskinleşerek; ulusların, halkların ve doğanın yaşamını kâbusa çevirip, geleceklerini ciddi şekilde riske soktuğu şu süreçte, gerek özel olarak Türkiye ve K.
Mevcut koşullarda devrimci siyasal mücadelenin öne çıkan toplumsal dinamikleri (2)
Somut özgülün realitesi içerisinde devrimci siyasal mücadelenin etkili ve sonuç alıcı kazanımlara dönüşerek yürütülebilmesi için gerekli olan bir diğer öncelikli koşul ise; elbette ki bu mücadelenin, küresel ve yerel zeminde, toplum gündemini doğrudan ilgilendiren ve de ilgilendirecek olan sorunlar üzerinden ele alınarak yürütülmesidir.
Halkların İhanetçilerden Çektiği (Nubar Ozanyan)
Zulmün gölgesinde yaşam bulmaya çalışırken karanlığın sadece gece gelmediği, güneşin altında da gelip halkları bulduğu katliamlar birçok halkı nefessiz bırakmaya çalışmıştır. 1915 Ermeni Soykırımı boyunca başta Asuri, Süryani, Pontus halkı olmak üzere Êzîdî ve Kürt halkı da büyük trajediler yaşamıştır. Bugün Türk faşizmi eliyle Başûr Kurdistan’ında gerçekleşen işgal ve ilhak saldırılarında Kürt halkıyla birlikte Asuri-Süryani halkı da tanımsız acılar yaşamaktadır.
Türkiye’de Ermeni bir devrimci militan: Haldun Karyol (MEHMET GÜNEŞ)
Haldun Karyol, asıl adıyla Harutyan Karyolacıyan, kadim dostum, 8 Temmuz günü aramızdan ayrıldı. Haldun bir Ermeni’ydi ama her şeyden önemlisi Türkiye’de yetişmiş, ender görülebilecek, kendine has eylemci bir devrimci militandı. Onu ender ve ebedi kılan hikayesini bilmek ve öğrenmek, bugün Türkiye’de devrim mücadelesine baş koymuş her militanın hakkı. O yüzden, Haldun’u yakından tanıyan biri olarak, onu anlatmayı devrimci bir görev olarak üstleniyorum.
Mevcut koşullarda devrimci siyasal mücadelenin öne çıkan toplumsal dinamikleri (1)
Nasıl ki genel siyasal mücadele ve siyaset ediş tarzı, küresel ve yerel bazdaki ekonomik, politik, eğitsel, askeri, kültür-sanatsal, çevresel-iklimsel, ezen-ezilen cins, inanç ve etnik sorunlar yekûnu olan toplumsal dinamikler zemini üzerinden kendisini var edip sürdürüyorsa; birebir aynı şekilde, devrimci siyasal mücadele ve siyaset ediş tarzı da aynı küresel ve yerel toplumsal dinamikler üzerinden kendisini var edip sürdürmesi gerekiyor. Normal ve de olması gerekendir bu.
Küçük bir damla ile fırtınayı başlatanlar (Nubar Ozanyan)
Aradan 12 yıl geçti. Etki gücü Ortadoğu’ya yayılan 12 yaşında genç bir devrim yaşıyor adına Rojava denilen topraklarda. Derin yoksulluk, bitmeyen zulümle terbiye edilip cehenneme çevrilen Ortadoğu’da Rojava, bir özgürlük adası gibi duruyor.
Türk Faşizmi EURO 2024’te Sahaya İndi
İki yılda bir Avrupa Futbol Federasyonları Birliği (UEFA) tarafından organize edilen Avrupa Futbol Şampiyonası, bu yıl EURO 2024 olarak Almanya’da düzenlendi.
Kapitalist Toplumsal Bir Kırılma ve Yeniden Tarihi Yeni Bir Toplumsal Süreç
Kapitalist emperyalist sistem, önceki bunalım ve çelişmelerinden farklı olarak,, kendisinin taşıyamayacağı ve çözemeyeceği sistem içi yapısal ekonomik ve siyasal çelişmeler ile karşı karşıya kaldığı bir sürecin içine girmiştir. Bir taraftan yeni emperyalist ülkelerin ortaya çıkışıyla (ki, bu; kapitalizmin ala bildiğine gelişmesi, genişlemesi, üretimin ve sermayenin alabildiğine temerküzü ve de mülksüzleştirenlerin mülksüzleştirilmesi sürecinin de ilerlediği anlamına gelir) kendini yeniden üretemez olan bir sürecin içine girmiştir.
Bunların neler olduğunu kısa olarak açalım:
Prof. Dr. Korkut Boratav CHP’den Sermaye Sınıfıyla Hesaplaşmasını İstiyor...
Marksist iktisat Profesörü Korkut Boratav, gazeteci İrfan Aktan’a verdiği mülakatta, sürece ilişkin gerçekten de çok değerli ve devrimci sol-sosyalist ve komünist politik öznelerce dikkate alınması gereken çok önemli siyasi ve iktisadi analizler yapıyor, saptamalarda bulunuyor.
Örneğin kendisine sorulan şu soruya verdiği yanıtta olduğu gibi:
“Yoksulların, alt sınıfların bu kadar derin bir kriz yaşadığı dönemde nasıl oluyor da ideolojik hegemonyayı yine de iktidar sağlayabiliyor ve buna karşı güçlü bir sol alternatif çıkmıyor?” (abç)
Yağma ve Talan Cumhuriyeti (Analiz)
Geçtiğimiz haftalarda Kayseri’deki pogrom girişimiyle başlayan ırkçı ve mülteci düşmanı saldırılar Antalya, Antep, Urfa, Hatay, Bursa, İstanbul gibi şehirlerde de kendisini göstererek göçmenlere ait işyerlerinin ve malların yağmalanmasına, yakılmasına ve çok sayıda göçmenin yaralanmasına, hatta Antalya’da göçmen bir gencin öldürülmesine neden olmuştur.
Bir çeşit günah keçisine dönüştürülen göçmenlere karşı yükselen bu dalga görünen o ki daha çok olaya ve şiddete gebe bir yerdedir.