Cumartesi Nisan 19, 2025

ALEVİLERİ İSTİSMAR ETMEKTEN VAZ GEÇİN, SAMİMİYETLE LAİKLİĞİ TALEP EDİP SAVUNUN!

CHP Genel Başkanı Özgür Özel, katıldığı bir etkinlik vesilesiyle, şöyle demekte: “(…) Cemevleri ile ilgili taleplerimiz yıllardır ortadayken, bir yanda bu ülkede anayasaya göre her yurttaş eşitken, Sünni bir yurttaşın ibadethanesi camilerin her ihtiyacı karşılanırken, aynı vergiyi ödeyen; vergi verirken eşit ama hizmet alırken eşit olmayan Alevi yurttaşlarımızın ibadethaneleri Cemevleri, devlet nezdinde ibadethane kabul edilip, camiye ne yapılıyorsa Cemevine de  aynısı yapılacağı güne kadar bu talebinizin sonuna kadar arkasındayım.” (T24, 21.07.2024)

Türkiye ve K. Kürdistan’da Osmanlı’dan, biraz reforme edilerek, devralınan bir Alevi sorunu hep var olagelmiştir. Sorunun özü, Osmanlı’da da devlet dini olan hâkim Sünni siyasal İslam’ın Aleviliği “sapkın inanç” olarak lanetleyip, yaşam hakkı tanımamasıdır. Bu anlayışla muhtelif kereler on binlerle ifade edilen toplu soykırımlar yaşatılmıştır bu halka. Sonra TC. Devleti güya hilafeti kaldırmış ve keza güya laikliği benimsemişse de fakat bizzat bir devlet kurumu olan ve din işlerini devlet adına yürütmekle görevlendirilen Diyanet İşleri Başkanlığı aracılığıyla Sünni İslam, devletin resmi dini olarak varlığını sürdürmeye devam ettiğinden; anayasaya geçirilen laiklik ilkesi de böylece boşa düşürülerek, göstermelik bir hale sokuldu. Haliyle Alevi sorunun çözümünü bulma zemini de bu şekilde, esasen ortadan kaldırılmış oldu.

TC. Devleti’nin kurucu partisi sıfatıyla kurumsal olarak CHP, Cumhuriyet dönemi uygulamalarının doğrudan sorumlularındandır. Hal böyleyken, Özgür Özel’in bu Parti’nin Başkanı sıfatını devre dışı bırakan yukarıdaki beyanatı, esasen sorunludur. Partisinin Alevi sorununun bugüne değin çözümsüz kalmasındaki payını es geçerek; “Cem evleri ile ilgili taleplerimiz yıllardır ortadayken” demesi, her şeyden öte, en başta, samimiyetten uzaktır. Öte yandan sorunu laik sorunun bir ürünü olarak görmeyip, bir hak ihlali olarak, ibadethane hakkının çiğnenmesi sorununa indirgemesi de bir başka tutarsızlık örneğidir.

Keza bir başka tutarsızlığı da anayasada her yurttaşın eşit olduğu hükmünü sadece Aleviler özgülünde hatırlayıp, sorgularken; iktidara talip bir ana muhalefet partisi olarak oy isteyeceği Kürtler için bu eşitliği istemeyi ise özenle es geçmesidir. Hâlbuki mesela “her konuda her yurttaşımız eşit haklara sahiptir. Sünni’nin ne hakkı varsa, Alevinin de Türkün ne hakkı varsa bir Kürdün de aynı hakları vardır. Örneğin kendi anadilinde eğitim Türk için nasıl doğal insani bir hak ise; Kürt için de bir haktır, ayrım yapılamaz.” şeklinde bir genellemeyi dahi yapmıyor, yapamıyor. Oysa bunlar çoktan aşılmış şeyler, çünkü daha önceleri çeşitli siyasilerce defalarca dillendirilmişti de dolayısıyla rahatlıkla bunu yapabilirdi toplumun beklenti ve hassasiyetlerini gözeterek. Neden bütün hassasiyetler hâkim din ve ulus için gösteriliyor da ezilen ve mağdurlar için gösterilmiyor acaba? Açık ki bu, her şeyden önce, CHP’nin sahip olduğu zihniyet ve siyaset yapış tarzıyla alakalı bir durumdur. Özgür Özel belki kişi olarak daha farklı eğilimler içinde olabilir, fakat partiye hâkim olamadığından, kurumsal yapının resmiyeti dışına çıkmaya pek cesareti yok gibi görünüyor dışardan bakışla.

Bu kısa değerlendirmenin ardından artık doğrudan ana soruna geçebiliriz: Cem evlerinin “resmi ibadethane” olarak tanınması talebi, başta bazı Alevi kurumları olmak üzere birçok ilerici-demokrat ve sol-sosyalist kesim ve hatta yukarıda ki örneğinde görüldüğü üzere, birçok burjuva partisi tarafından da öteden beridir ileri sürülüp, desteklenmektir. Görünüşte, Anayasal bir yükümlülük de olan “eşit yurttaşlık” gereği, bu hak, Alevilerin de en meşru demokratik hakkı olarak ileri sürülüp savunuluyorsa da aslında bu, yine de söz konusu eşitsizliği sadece kısmi olarak giderebilir bir “ara çözüm” olabilir ancak ki. Buna rağmen, evet elbette, asıl talep edilmesi gerekenin önüne geçmemesi koşuluyla, bu da talep edilebilir ve desteklenebilir de.

Genel olarak dinler ve özel olarak da farklı inançlar arasında toplumsal barışın teminatı, ancak ki bunların devlet nezdinde, gerçek anlamda, anayasal olarak eşit kılınması ve bunun güvenceye alınması ile mümkün olabilir. Bu ise, din ve tüm diğer inançların kamu alanı dışına çıkarılmasını ve her birinin, o inanç ve dine mensup bireylerin “özel yaşamının bir unsuru” haline getirilmesini gerektirir.

Yani özcesi şu ki bu toplumun ihtiyacını karşılayabilecek, geçerli tek gerçek çözüm, her türlü düşünce ve inanç özgürlüğünün bir diğer teminatı olan laikliktir. Dolayısıyla da başta Aleviler olmak üzere, kendilerini ilerici-demokrat ve sol-sosyalist addeden tüm kesimlerin bir diğer acil demokratik talebi, elbette ki kesinlikle laiklik olmalıdır.

Laiklik olmadan, özellikle de demokrasi kültürü, adeta yok denecek kadar son derece geri toplumlarda, toplum asla dinsel ve inançsal gerilimlerden kurtulmuş olamayacaktır. Öte taraftan devletin resmi dini de olan hâkim dinin sahip olacağı bütün o ayrıcalıklı konum ve avantajlar karşısında cemevlerinin resmi ibadethane olarak kabul edilmesiyle de Aleviler asla gerçek anlamda bir eşitliğe kavuşmuş olmayacaktır. Dolayısıyla da cemevlerinin resmi ibadethane olarak tanınması talebi laikliğe doğru atılacak bir adım değil; hem dinin kamu alanı dışına çıkarılması talep ve mücadelesini geri iten ve hem de hâkim din veya mezhebin konumunu daha da pekiştirmesine hizmet eden bir adım özelliği de taşıyor olacaktır kaçınılmaz olarak.

Bu sebeple, ısraren laiklik talep edilmelidir. Bu talebin asıl özneleri olan başta Alevi kurumları olmak üzere, ilerici-demokrat, sol-sosyalistler ve komünistler asıl olarak bu talebi dillendirmeli ve bunu toplumsal bir harekete dönüştürmeyi hedeflemelidirler.

Bu aynı zamanda kendilerini laiklik yanlısı addeden burjuva partilerinin (bilindiği üzere laiklik, burjuva demokrasisinin en temel ilkelerinden olup, burjuvazinin gereksinimini duyduğu bilimsel eğitim açısından son derece önemlidir de. Zaten böyle olduğu için değil midir TÜSİAD’ın her fırsatta buna vurgu yapması?) hem gerçek anlamda ne kadar laiklik istemcisi olduklarını ve hem de “Alevi yurttaşlarımız da diğerleri kadar aynı haklara sahiptir, sonuna kadar arkasındayız” söylemlerinde ki samimiyetlerini ayan beyan ortaya serecek bir turnusol kağıdı işlevi görecektir.

Bununla, bu özgülde başta CHP olmak üzere Alevilerin haklarının da savunucusu olduklarını ileri süren tüm burjuva partileri, kaçınılmaz olarak laiklik kantarında boy ölçülerini vermek zorunda kalacaklardır.

CHP gibi, onların bazıları, niyetleri olsa da fakat güçlü toplumsal talepler ortaya çıkmadıkça; hem kurulu nizama karşı çıkmaya ve hem de dini gericiliğin hışmını göğüsleme cesaretine sahip olmadıklarından; onların bu talebi gündemlerine alabilmeleri ancak ki bu şekilde organize olmuş bir toplumsal talep ile mümkün hale gelebilir.

Çok güçlü bir propaganda ile TC. Devleti’nin, Anayasasında yazmasına rağmen, asla gerçek anlamıyla laik bir devlet olmadığını, bir devlet kurumu olan Diyanet İşleri Başkanlığı ile, aslında bir din devleti olduğunu, bunun ise laiklik ile asla bağdaşır olmadığını geniş kamuoyu nezdinde teşhir ederek; Diyanet İşleri Başkanlığı başta olmak üzere dinin, tüm kurumlarıyla, kamu alanı dışına çıkarılarak, gerçek anlamda laikliğe geçilmesini talep etmek gerekiyor. Bu talep aynı zamanda hem özel olarak “Türkiye Yüz Yılı Maarif Modeli”ne ve hem de genel olarak şeriatçı gidişe dur demenin bir vesilesi olarak toplumda kesinlikle yankı bulacaktır. 

 

1945

Devrimci Demokratik Kamuoyuna ve Halkımıza!

KOMÜNİST ÖNDER İBRAHİM KAYPAKKAYA’YI ORTAK BÖLGESEL GECELERLE ANACAĞIZ!

Çakma komünistler! (Deniz Aras)

Her genç Kaypakkayacının biraz da alaycı bir alaycı mutlaka karşılaştığı bir cümledir “Köylü devrimcisi”! Kastedilen elbette İbrahim Kaypakkaya ve onun görüşlerini savunanlardır. Bu tanımı yapanlar için zaman mefhumu sanki bir avantaj olarak kullanılır. Zaman geçtikçe Kaypakkaya’nın görüşlerinin eskidiği sanılır ya da umulur. Kaypakkaya artık eskide kalmıştır ve şimdi “yeni şeyler” söyleme zamanıdır!

Siyasi Tutsakların Tecridi Kırma Mücadelesinin Neresindeyiz? (Yorum)

Emperyalist kapitalist sisteme karşı mücadele eden devrimcilere, komünistlere karşı hemen her ülkede gözaltı ve tutuklama sistematik bir şekilde devam ediyor.

Bu sistematik durum, bu faşist devletler nezdinde tutuklananların her gün daha da derinleşen br şekilde tecrit altında bırakılması anlamına da geliyor.

Egemenler dünyanın dört bir yanındaki devrimci ve komünistlere dönük saldırılarını, katletmekle bitiremediğinde esir alma, tutsaklar üzerinden muhalif güçleri, toplumu sindirme, hapishaneleri bu sindirmenin en önemli aracı haline getirmek hedefiyle yürülüğe sokmaktadır.

Artsakh (Dağlık Karabağ) Tehciri: Stalin Düşmanlığı ve Sosyalizme Saldırı

Uluslararası alanda sömürü, baskı, saldırı ve ilhaklar son dönemlerde katbekat artmış ve katmerli boyutlara tırmanmıştır. Emperyalist devletler ve onların güdümündeki gerici devletlerin, tüm ezilen sınıflar ve toplumlar üzerindeki saldırı furyası, had safhaya ulaşmış durumda. Öyle ki, uluslararası hakim sistem bir taraftan mevcut sorunların bedelini giderek ezilen yığınlara ve mazlum uluslara daha fazla yüklerken diğer taraftan saldırılarını da daha acımasız ve daha şiddetli boyutlara tırmandırmış durumdadır.

Garod – “Hasret” (Nubar Ozanyan)

Halkların coğrafyaları suç ve cinayet örgütü gibi çalışan devletler tarafından zorla boşaltılıyor. Soykırım, işgal, tehcir zulmüyle toprakları cehenneme dönüşen halklar; belirsizliğe, bilinmezliğe, karanlığa doğru zorla sürülüyor. Boyunlarında geleceksizlik zinciriyle birlikte adına yaşamak denilen zulme mahkum ediliyor.

Gerilla, haktır ve halktır (Nubar Ozanyan)

Sınırları ateşten ordularla kuşatılmış her dört parça toprakta, yaşam ve var olma hakkı ellerinden zorla gasp edilmiş Kürt halkının, direnme ve isyan etmekten başka çıkış yolu var mıdır? Kürtlere, ezilenlere kıyamet yaşatılırken her bir karış toprağına ölüm yağdırılırken, en dezavantajlı koşullar altında gerilla, çıplak elleri ve cesur yürekleriyle özgürlükleri uğruna savaşmaya devam ediyor.

TURAN TALAY’IN ANISINA…

Onu maalesef ki çok erken denilebilecek bir yaşta, henüz 68’indeyken, 11.10.2023 tarhinde yitirdik. Bu ani ve erken ölümü tüm sevenlerini, yoldaşları ve dostlarını derinden sarstı ve acılara boğdu.

Akciğer kanserine yakalanmıştı. Hastalık, özelliklede ikinci kez nüksettikten sonra çok hızlı ve sinsi bir şekilde gelişti. Öyle ki doktorların her şeyin normal göründüğünü söylediklerinin kısa bir süre sonrasında yapılan muayende, kanserin kafaya sıçradığı ve de yayıldığı tespit edildi. Artık tıbben yapılabilecek bir şey de yokmuş. 

Emperyalist Kamplar Arasına Sıkıştırılmış Bir Halk: Filistin

Filistin-İsrail sorunu olarak bilinen ve esas olarak da Filistin topraklarında İsrail'in kurulmasının teorik ve politik temeli 1890'lı yılların sonunda atılıyor. 1. emperyalist paylaşım savaşıyla koşullar olgunlaştırılıyor. 2. emperyalist dünya savaşı sonrası ise emperyalist burjuvazi, Filistin'i parçalamayı ve orda İsaril devleti inşa etmeye karar veriyor ve bunu Filistin halkının soykırıma uğratma pahasına gerçekleştiriyorlar. Alman emperyalizmi tarafından soykırıma uğratılan yahudi halkı, bir başka ulusu (Filistinlileri) soykırıma uğratarak kendi ulusal varlığını inşa ediyor.

Hazan Ayının Şehitleri

Kasım, proletarya partisinin en değerli kadro, komutan ve savaşçılarının katledildiği aylardandır.  Hüzün ve öfkenin birlikte yaşandığı aydır. III. Konferans delegelerini, komünist önder Mehmet Demirdağ’ı ve Aliboğazı şehitlerini hep bir hazan ayında kaybettik. Zafere açılan kapıyı adım adım aralayan, özgürlüğe giden yolu damla damla döşüyen Kasım ayı şehitlerimiz tarihin yüceliğine kavuşanlardır. Onlar, yarınların mutlak yenenleri olarak yazılacaktır parti ve devrim notlarımıza.

“Durum İyidir, Gerçekler Devrimcidir”

Yaşadığı dönemin özelliklerini anlayarak, savaşın hükmüne, zorun değiştirici rolüne inanan, sınırlı yaşamını sınırsız davaya adayan önder yoldaş Mehmet Demirdağ ölümsüzdür! Özgürlüğü ve kurtuluşu herkesten ve her şeyden daha fazla isteyen bu uğurda emeğin eğittiği bilinçle savaşarak şehit düşen proletarya partisinin dördüncü genel sekreteri Mehmet Demirdağ yoldaşı üstlendiği öncü pratik ve önder duruşuyla tanırız.

Yalım Nubar’dan Ozanyan Nubar’a Süren Hikaye Bizim!

Botan’dan Yozgat’a dek uzanan toprakların bağrından çıkıp İstanbul Ermeni yetimhanelerinde okumaya gelip, orada bilge önder İbrahim Kaypakkaya yoldaşın devrimci görüşleriyle tanışan ve tutkuyla bağlanan yoksul Ermeni çocukların hikayeleridir, Ermeni devrim şehitlerimizin hikayeleri.

Onları doğdukları topraklardan koparıp buruk ve sancılı bir şekilde İstanbul yollarına düşüren tarihsel gerçeklerin yanında yokluk ve yoksulluktur da. Onları İstanbul yolculuğuna çıkaran çaresizlik, yalnızlık, sahipsizliktir.

Sayfalar