Pazartesi Mart 3, 2025

Bir Değersizlik Sistemi Olarak Kapitalizm Ve Kriz-1

Giriş:

Bu günlerde uluslar arası emperyalist sermaye çevrelerinde, borsaların düşüşünde, faiz indirimlerinden, ekonomik durgunluk (resesyon) ve krizlerden sıkça söz ediliyor. Türkiye bir yılı aşkındır ekonomik kriz içinde. Kapitalizmin krizi şimdi uluslar arası boyut almak üzere. Bu nedenle de burjuvazi önlemler almaya başlıyor.

Kriz sermaye çevrelerini ürkütmesine karşın, krizin esas ağır faturasını elbette işçi sınıfı ve emekçiler ödeyecektir. Ama bilinmelidir ki, bu krizi işçiler çıkarmıyor, burjuva ekonomisinin üretim biçimi çıkarıyor.

Kapitalist ekonominin savunucuları, kriz olduğu zaman “aynı gemideyiz” diyerek krizin ağır faturalarının işçi sınıfına yüklenmesinin gerkeçlerini ortaya koymaya çalışırlar. Evet, toplumsal olarak kapitalist toplumda yaşadığımız için “aynı gemide yaşıyoruz” denebilir. Ama geminin dümeni (yönetim) burjuvazinin elinde, geminin yürütülmesi için tüm işleri ise işçiler yapıyor olmasına karşın, geminin dümeninden işçiler uzak tutulur. Hatta dümene doğru yürüyenler katledilir. Bir de “demokrasi-seçim” oyunu ortaya çıkarmışlardır. Ama işçiler bu seçim oyunları ile asla gemi dümenine gelmeyi başaramaz. Çünkü seçim sistemi yine burjuvaziyi dümende kalması şeklinde düzenlenmiştir.

Bu bağlamda, ekonomik krizin sorumlusu çalışanlar değil, yönetenlerdedir. Yani, burjuvazidir ve krizin faturası da bütünüyle bunlara kesilmelidir. İşçi sınıfının burjuvaziye radikal şekilde  keseceği tek bir fatura vardır; o da burjuvaziyi geminin dümeninden indirecek sosyalist devrimdir. Sosyalist devrimin dışındaki “ara yol”lar, yine burjuvazinin dümende kalmasını sağlamaya yönelik olacaktır.

Bilimsel sosyalizmin savunucuları Marksistler, kapitalizmin krizinin kaçınılmaz olduğunu, içinde taşıdığı çelişme onu ağır ekonomik krizlere sürükleyeceğini bilimsel olarak açıklamışlardır. Ancak, kapitalizmin ekonomik kriz içine girmesi, salt burjuvaziyi ilgilendirmiyor, bütün toplumu ve özellikle de krizin en ağır yükünü çeken işçi ve emekçileri daha çok ilgilendiriyor. Bu nedenle de, başta işçi sınıfı olmak üzere insanlığın kurtuluşu kapitalizmin yıkılması ve yerine sosyalizmin kurulmasında yatmaktadır. Bugün sıkça iklim-çevre konusunun acil bir şekilde gündeme oturması ve doğayı (tüm canlıları) kurtarmanın  yegane yolu bujuvazinin kapitalist sistemini yıkmaktan geçiyor. Bu net ve bir o kadarda acildir. Bunun dışındaki “çözüm” çabaları hem boş hem de oyalama ve burjuva sistemini yaşatmanın gerici tatktikleridir.

Bu bağlamda kapitalizmin krizini bu yazı dizisi içinde ele almaya çalışacağım.

 

 Burjuva Ekonomik Krizin Kaçınılmazlığı

Semayedarlar çevrelerinde “Boom” ve “kriz” kavramları sık kullanılır. Burjuvazinin ekonomideki “Boom”u yükselmeyi, kriz ise ekonominin dibe vurmasını anlatır. İkiside ekonomik kavramlar olmasına karşın, bunun siyasi ve askeri sonuçlarının olması da kaçınılmazdır. Genelde sermaye kesimi, “Boom”un peşinden krizin geleceğini bilir. “Boom” kapitalist ekonomi için sürdürülebilir bir olgu değildir. Ekonomik gelişmenin en yükseğe çıktığı anda hızlı bir düşüşü de peşinden gelir. “Yükseliş” ve “düşüş” kapitalist ekonominin diyalektiğidir.

Burjuvazi “Boom”da güler, krizde ağlar. Kapitalist ekonomik sistemde “boom” ve kriz özdeştir. Biri olmadan diğeri olmaz. Ne sürekli “boom” ne de sürekli kriz vardır..

Örneğin burjuvazi 2008 krizinden önce 2005’lerde “Boom”u yaşıyordu. Ama kapitalist ekonomi doğası gereği, yavaş yavaş aşağıya doğru indi ve 2008’de “Boom” patlayarak ağır bir ekonomik krize dönüştü ve bugünkü kriz dünün devamıdır denebilir.

Bugün de bütün emperyalist  ülkelerin ekonomilerinde durgunluk kendini göstermeye başladı. ABD ve Alman sermaye çevreleri durgunluktan ve durgunluğun krize dönüşmesinden korkuyla söz eder oldular. Alman başbakanı; “Zor bir aşamaya giriyoruz” demek zorunda kalıyor. Elbette sözü edilen bu durgunluk yeni başlamadı. Tahvil ve bono eğrileri 2015’ten itibaren aşağılara doğru inmeye başladı. Yine uluslar arası doğrudan dış yatırım (UDY) 2015’ten beri trend eğrisi yukarılardan aşağıya yön çevirmişti. Kapitalist ekonomi 2008 krizini atlatamadan bir sonrasının zeminini hazırladı.

2008 krizinden sonra 2013-15’lerde  “Boom”u yaşayan burjuva ekonomisi, yükselmesinin son sınırına gelmişti ve o tarihten sonra krize doğru bir eğilim çizerek bugünkü durgunluk (resesyon) düzeyine indi ve bunun sonrası ise büyük olasılıkla kriz. Bugünkü ekonomik durgunluğun krize dönüşmesini önleme olasılıkları oldukça zayıf. Bütün göstergeler 2008 krizini aşan yeni bir krizin habercisi gibi ve bunu tersine çevirmeye uluslararası emperyalist sermayenin gücü yetmez. Çünkü bu kriz yapısaldır. Kapitalist ekonomik sistem sömürü üzerine kurludur, yani, “toplumsal üretim ile kapitalist temellük arasındaki çelişmenin varlığından kaynaklanır.” (Engels)

 

Sermaye Birikimi Proletaryanın Artışıdır

Burada sözünü ettiğimiz sermaye, elbette sıradan bir para değil, daha yalın anlatımla, işçinin artı-değerinin zorla gasp edilmesiyle oluşan bir değerden başkası değildir. Sermaye işçinin burjuvaziye çalışması sonucu oluşur, ama ona işçi değil burjuvazi sahip olur. Ve sermaye burjuvazinin elinde sermayeye dönüştükten sonra toplumsal bir sisteme (yani kapitalizme) karşılık düşer.

Sermaye ve üretimdeki aşırı bolluk, kitlelerin gereksinmlerinin tersine, sermayenin büyümesinin ve birikimini esas alan üretim anlayışı ve bu üretimdeki anarşi, toplumun önemli bir kesiminde (çalışanlarda) muazzam yoksunluğun ve yoksulluğun birkiminin de kaynağı olur. Aynı şekilde sermaye birikimine koşut olarak yedek sanayi ordusunun (işsizler) da genel bir eğilim olarak büyüme yaratır ve yedek sanayi ordusu kapitalist birikimin olmazsa olmaz yasasıdır. Ama aynı şekilde -“elveda proleteryacı” liberallerin iddialarının tersine-, sermaye birikimi proletaryanın da artışıdır. (Marx) Bugün bu basit istatistik yoluylada görülebilir. Evet, sermaye birikimindeki yoğunluk kadar olmsada işçi sınıfının kütlesinde bir artış olmuştur ve bu artış, kapitalist ekonominin gelişmesiyle mutlak bir artış sağlar.

Bir tarafta muazzam bir servet birikimi yaratan kapitalizm, öbür yanda aynı şekilde muazzam bir yoksullaşma yaratır. Bolluğu yaratan emek, bolluk karşısında yoksulluğun altında ezilir. İşçinin yarattığı bolluğa el koyan bir avuç sermaye sahibi burjuvazi ise, bolluğu devamlı kılmak için işçi sınıfı ve diğer ezielenler üzerinde diktatörlüklerini devam ettirirler.

Kapitalist üretim biçimi, bolluğu ve yoksulluğu yaratırken, aynı zamanda burjuvazinin çıkarlarını koruyan kapitalist sistemi toplumsal olarak sürdürmenin üst yapı kurumlarını ve araçlarını da yaratır ve bunları devamlı üretir.  Sermayenin büyüklüğüne bağlı olarak çalışanlar üzerindeki baskı araçları ve bunların gücü artar. İşçi sınıfı üzerindeki zor aygıtı, sömürünün katlanmasındaki gibi katlanarak büyür.

Bütün sınıflı-sınıfsız toplumlarda toplumsal ürünün üretimi temeldir. Ancak, ürün fazlasının ve de artı-değerin üretimi yalnızca sınıflı toplumlara özgüdür. Kapitalist toplumda da artı-değer üretimi ve gaspı üzerine kurulu bir toplum olduğundan, ücretli işçilerin üzerindeki baskı, sermaye birikiminin birikimine bağlı olarak artan ölçüde artar.

Bunu Marx şöyle açıklar:

“... bir kutupta servet birikimi, diğer kutupta, yani kendi emeğinin ürünü sermaye şeklinde üreten sınıfın tarafında, sefaletin, yorgunluk ve bezginliğin, köleliğin, cahilliğin, zalimliğin, akli yozlaşmanın birkimi ile aynı olur.”[1]

Marx’ın bu söylediklerinin günlük olarak yaşıyoruz. Bilimsel gelişmelerin ve teknolojinin ilerlemesine karşın, toplumda muazzam bir gericileşmenin yaratılabildiğine tanık olabiliyoruz.  Çünkü kapitalizm, sermaye birikimine koşut olarak siyasal ve kültürel gericiliği de birlikte üretir. Bunu bir başka şekilde de söyleyebiliriz: E=MC²‘nin de sınıfı vardır. Burjuvazi bilimi, insanlığın lehine değil, sermaye birikiminin lehine kullanır. Ve genel bir eğilim olarak bilimsel gelişmelerin önünü tıkar.

Genel olarak söylenirse, evet, kapitalizm bir tarafta üretim bolluğu yaratırken, bir tarafta da yoksullaşmanın bolluğunu yaratır. Yoksullaşmanın esiri altında olan kesim ile bolluğun içinde yüzen kesim iki zıt kutubu, iki zıt uzlaşmaz sınıf oluşturur. Yoksullar, yani işçiler, kendi üretikleri bolluğun baskısı altında açlığı ve aşağılanmayı yaşarlar.

Sermayenin büyümesi ile pazar büyümesi aynı oranda olmaz. Yine aynı şekilde pazarların genişlemesiyle üretimin genişlemesi aynı oranda olmaz.

Ve Engels devamında şunları söyler:

“... Çarpışma kaçınılmaz olur, ve bu çarpışma kapitalist üretim biçiminin kendisinin parçalamadığı sürece bir çözüm yaratamayacağı için, devirli duruma gelir. Kapitalist üretim, yeni bir “kısır döngü” doğrur.”[2]

Burada kriz teorilerini tartışmamakla birlikte, kapitalist ekonominin krizine neden kar oranındaki düşme eğilimi yasasına kısaca da olsa değinmek gerekiyor.

Marx Ricardo’nun kar oranı teroilerini eleştirirken şöyle diyor:

Artı-değer oranı aynı kaldığı ya da arttığı halde, değişen sermayenin değişmeyen sermayeye oranı, emek üretkenliğindeki gelişmeyle birlikte azaldığı için, kar oranı düşer. Kar oranının böyle düşüşü, emek daha az üretken hale geldiği için değil, daha çok üretken hale geldiği içindir. İşçi daha az sömürüldüğü için değil, ama daha çok sömürüldüğü içindir; ister mutlak artı-değer zamanı artsın, ister devlet bunu engellediği için göreli artı-değer zamanı büyüsün, kapitalist üretim, emeğin düşen göreli değerinden ayrılmaz.[3] (Aç YK)

 

Kapitalizm,  iş gücünün dolaysıyla işçiyi ve onun emeğini değersizleştirdiği gibi ürünleri de değersizleştirir. Kapitalizm değersizler sistemi dense yeridir. Bolluk içindeki bu değersizlik; siyasal, sosyal ve daha genel anlamda kültürel değersizler yığını ve kıtlık olarak toplumun üzerine bir kabus gibi çöküyor. Muazzam ürün bolluğu ürünü ne kadar değersizleştiriyorsa, işçi sınıfının iş gücünü de aynı oranda değersizleştiriyor ve toplumda, sermayeden başka değerli bir şey yok gibi gözüküyor, ama aynı şekilde sermayede değersizleşiyor. Kriz dönemlerinde önemli bir sermaye miktarı “telef” oluyor. Trilyon dolarlık sermaye “sıfır” değere iniyor. Kriz dönemlerinde bir sermayelerin değeri %30’lardan yüzde yüzlere inen bir değer kaybediyor. Marx’ın; “kapitalist üretim, emeğin düşen göreli değerinden ayrılmaz” belirlemesi, sıradan bir belirleme değil, kapitalist sistemin bütünlüklü bir soyutlamasıdır. Krizden bir gün önce halkın elinde “değerli” olan, bir gün sonra değersizleşir. Bir değersizler bolluğu yaratılır. Ve özellikle çalışan emekçiler buna bir anlam veremez. Elindeki yüz liranın nasıl aniden elli liraya düştüğüne...

Sermayenin değersizleşmesi, aynı zamanda kapitalizmin kendini yenilemesi olarak devreye girer. Krizler, kapitalizmin sürdürülmesinin yeni koşullarını da üretir. Bazı sermaye kesimleri yok olurken bazıları yeniden palazlanır ve büyürler. Ve pazarda yeni bir canlanma başlar. Sermaye yeniden “değer” kazanmış olarak piyasaya çıkar. Sermayenin akacağı piysa genişler ve yeniden bir sermaye bolluğu (boom) başlar ve ardından pazarlar uluslararası sermayeye dar gelir yeni bir –boom içi hava dolu balon gibi patlayarak- kriz gelir. Kapitalizmin krizden kaçış yolu yoktur.

Değersizleşen ne? Kapitalizm kendini yeniden ve yeniden üretebilmesi için aşırı üretime baş vurur. Bu onun karakteristik üretim biçimi, sermayenin büyüme biçimi ve birbirine karşı rekabet etme biçimidir. Toplumda karşılığı olmayan aşırı üretim, değersizleşir. Bütün emekler boşa gider. Doğa ve ürünleri üretenler yıpranır. Doğa günden güne tükenir ve çalışan işçi de tükenir.

Üründeki değersizleşme, emeğin ve çalışan işçinin değersizleşmesinin toplamıdır. Bu kültürel yozlaşmayı, alçalmayı, aşağılanmayı ve siyasal olarak muazzam bir geircileşmeyi ve toplumda bunun karşılık bulmasını da beraberinde getirir.

Bundan hareketle, burjuva sınıfının siyasal temsilcileri olarak sahneye sürülen Trump’ların, Erdoğanların ya da daha önceki Hitler vb. gibi tüm kalburüstü değersizler topluluğunun nasıl “değerli” hale geldiği ve toplum içinde karşılık bulduğu daha iyi anlaşılabilir. Şu rahatlıkla söylenebilir: Burjuvazinin bütün siyasal temsilcileri, burjuva sınıfının tüm siyasal ve kültürel değersizliklerinin temsilcileridir.

Marx, meta fetişizmini anlattığı bölümde şunları söyler:

Maddi üretim sürecine dayanan toplumun yaşam süreci, kendisinin saran mistik tülü, üretimin serbestçe bir araya gelen insanlar tarafından ve saptanmış bir plana ugun olarak bilinçli bir biçimde düzenlenmesi sağlanmadıkça, soyulup atılamaz.[4]

Ancak, ne denli değersizleşirse değersizleşsin kapitalizm kendiliğinden yıkılmaz. Toplumu  ve doğayı çürütene kadar devam eder. Onu yıkacak bir toplumsal sınıf gerekiyor. Çünkü kapitalizm burjuva sınıfının toplumsal biçimidir. Yani bir sınıfın yönetimi altındadır. İşçi sınıfı devrimci atılımıyla devreye girip kapitalizmi yıkana kadar kapitalizm doğal yollardan tasfiye olamaz.

Burjuva sınıfı değersiz bir sınıftır. Toplumsal üretimde yeri yoktur. Kurduğu iktidar(zor) sayesinde toplumsal üretime zorla el koyar. O bir asalaktır!  Toplumsal üretimi yaratan, üreten, yaşatan ve devam ettiren işçi sınıfıdır. Bu nedenle bütün değerler işçi sınıfında bütünleşmiştir. Bundan dolayı ilerici ve devrimcidir. İşçi sınıfı, burjuvazinin kendini değersizleştirmesini üzerinden attığında, toplamsal üretim ve toplumsal yaşam daha değerli bir hal alacaktır. Ve insanlığın toplumsal yaşamı doğa ile birlikte, karşılıklı bir birini üreten bir biçime bürünecektir. 25.08.2019

Devam edecek...


[1] Marx, Kapital, C1, sf. 683, Sol Yayınları. Birinci Baskı

[2] Engels, Anti_Dühring, sf. 436, Sol Yayınları, İkinci Baskı.

[3] Marx, Artı-Değer Teorileri, İkinci Kitap, sf. 419, Sol yayınları.

[4] Marx, Kapital C.1, sf. 101

 

5686

Yusuf Köse

Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.

yusufkose@hotmail.com

http://yusuf-kose.blogspot.com/

 

 

Yusuf Köse

Doğa ve Çevre Sorununa Proletaryanın Yaklaşımı

İnsan doğanın ayrılmaz bir parçası olduğu için doğadaki her olumsuz gelişme insanı da doğrudan etkiler. Bu anlamıyla çevre sorunu, bir insanlık sorunudur. İnsana değer vermeyen bir sistemin doğaya değer vermesi de beklenemez.

Fransa'da Komünist Önder İbrahim Kaypakkaya Anması Gerçekleştirildi!

Komünist önder İbrahim Kaypakkaya’nın katledilişinin 41. Yılında “Mutlaktır Ülkemizde Devrim, Bir İşaret Fişeğidir Kaypakkaya” şiarıyla gerçekleştirilen gece etkinliklerinin sonuncusu, Fransa’nın Metz şehrinde gerçekleştirildi. Yaklaşık 30 yıldır devrimci etkinliklerin nadiren yapıldığı bölgede, böylesi bir etkinliğin yapılıyor olması kitleler açısından oldukça önemliydi. 500’ün üzerinde kitlenin katıldığı etkinlik, saat 14’te, 13 Mayıs’ta gerçekleşen Soma maden işçileri katliamı için hazırlanan sinevizyon gösterimiyle başladı.

Volkan Yaraşır: İbrahim Kaypakkaya, ihtilalin yolu, ihtilalin ruhu ve ihtilalin manifestosudur.

İbrahim Kaypakkaya’nın idelojik- teorik mimarisi tarihsel olarak; Anadolu ve Mezopotamya halklarının isyan ve komünalite geleneğine, yerel olarak; 1960 sonrası, Türkiye’deki zengin sınıf mücadelesine, Uluslararası boyutta; 1968 küresel isyan hareketine, kültür devrimine ve ulusal kurtuluş savaşlarına dayanmaktadır.

Devrimci hareket açısından 1970′lerin başı bir momentumu ifade eder. 1971 devrimcileri, uçurumun kenarında yürümenin cüret ve cesaretini simgeler. Aynı zamanda ’71 pratiği, sistem dışı ve açık bir devlet karşıtı olmanın pratiğidir.

Bu kan denizinde boğulacaksınız!

 

Soma ölüm ocağı ; ՍՈՄԱ`Ն ՄԱՀՎԱՆ ՕՋԱԽ Է ,

Soma maden ocağı katliamı,Türkiye'nin aynı zamanada dünyanın en büyük maden ocağı faciası olarak şimdiden tarihe geçti.Soma İşçi Katliamı olarak da anılacak,hafızalardan kolay kolay silinmeyecek bu vahşet,işçi ölümlerinin en büyük olma özelliği ile de işçi sınıfı mücadele tarihinde yerini koruyacaktır.

TKP ML-TİKKO’dan açıklama

TKP ML –TİKKO, Şubat 2011’de kış üstlenme kamplarının çökmesi sonucu yaşamını yitiren 5 gerillanın naaşlarının Dersim’in Hozat ilçesi Pazar Köyü Kurudere Mezrasına bağlı Fıtılo bölgesinde defnedildiğini bildirdi.

TKP ML - TİKKO Dersim Bölge Komutanlığı, 2011 yılında yaşamını yitiren 5 gerillaya ilişkin açıklamada bulundu.

Açıklamada, 2 Şubat 2011 tarihinde kış üstlenme kampının çökmesi sonucu yaşamını yitiren Sefagül Keskin, Nuşen Aslan,Gülizar Özkan, Fatma Acar ve Derya Aras adlı gerillaların naaşlarının Fıtılo Bölgesinde defnedildiği duyuruldu.

Basel ve Londra'da kitlesel ve çoşkulu Kaypakkaya anması!

Komünist önder İbrahim Kaypakkaya’nın katledilişinin 41. Yılında İsviçre’nin Basel şehrinde kitlesel ve çoşkulu bir geceyle anıldı.

„Mutlaktır Ülkemizde Devrim, Bir İşaret Fişegidir Kaypakkaya!“ sloğanıyla Avrupanın 5 ülkesinde organize edilen anma etkinliğinin biride, 18 Mayıs 2014 tarihinde 1000 yakın bir kitle ile İsviçre’de gerçekleştirildi.

Wupertal'da kitlesel Kaypakkaya anması

17 MAYIS 2014 TARİHİNDE ALMANYA’NIN WUPERTAL ŞEHRİNDE KİTLESEL BİR KATILIMLA GEÇEKLEŞTİRİLEN GECEDE KOMÜNİST ÖNDER İBRAHİM KAYPAKKAYA ANILDI.

Leyla Erbil:"Seni anlatabilmek seni"...

“Gerçek değer,gelmesi boşluk dolduran değil,gitmesi boşluk yaratandır.”[1]

 

“Yaralı doğar bütün insanlar, anlaşılmak, sevilmek, sevecenlik dilenir ömrünce...” 

“Ben sadece sesli düşünüyorum, yani yazarak…”

“Ben yazarların neyi nasıl kotardıklarını çok düşünürüm, cümleyi neden kurduklarını, neye özendiklerini, neyi yinelediklerini ve ‘kendi’ kıldıklarını,” diyen O; ‘Tuhaf Bir Kadın’ın yazarıydı; 82 yaşında hayata veda etti.

Edebiyatın saygın yazarlarındandı; öncü romancılığıyla edebiyat dünyasını derinden etkileyen Leylâ Erbil’i 29 Temmuz 2013’de yitirdik.

Yazarlar da Dedikodu Yapar

Neyse falın çıksın halin.

Duymak istediklerinizi söyleyip alkış almasını da bilirdim.

Demek gelmeseler de sormasalar da bu şehirliler sizin şehirliler.

O köprünün altında çok sular aktı.

 

Ben anlatayım da siz dinleyin kitleselleşemediği halde kitleselleşme teorisiyle hareket eden şehirlilerin savruldukları halleri.

Kuş bakışı teori.

Her zaman uçan şehirli olmak isterdim.

Gökyüzünde uçmak.

Dünyanın geotliği nedeniyle yazarların bi türlü düz kağıda aktaramadığı köyleri, kasabaları, şehirleri, ülkeleri... görmek isterdim.

TKP/ML TİKKO Dersim Bölge Komutanlığı

Elimize e-mail yoluyla ulaşan  imzalı açıklamaya göre;

TİKKO gerillaları 14 Mart tarihinde Dersim-Çemişgezek İlçe Emniyet Müdürlüğü’ne roketatarlı saldırı düzenlenmiştir. Haber değeri taşıdığı için paylaştığımız açıklamada “Gerilla güçlerimiz tarafından düzenlenen bu saldırı, Gezi ile başlayan isyan sırasında başından vurularak hastaneye kaldırılan ve dokuz ay boyunca yoğun bakımda kaldıktan sonra 11 Mart tarihinde ölümsüzleşen Berkin Elvan'ın katledilmesine misilleme olarak gerçekleştirilmiştir” deniliyor.

Sayfalar