Salı Ocak 7, 2025

Bu oyunu zor bozar

 

 

Tarihte, zorun rolü üzerine çok şeyler söylenmiştir. Özellikle sınıfsal zorun ortaya çıkışı, varlığı ve uygulanması konusunda, burjuvazinin ideologlarıyla Marksistler arasında ciddi bir ayrım konusu yaşanmış ve yaşanmaktadır. Burjuvazi, kendi sınıfsal zorunu meşru görürken, ezilenlerin, özellikle de işçi sınıfının burjuvaziye karşı uyguladığı devrimci zorun adını bile duymak istemediği gibi, bunu “toplumsal etik dışı” olarak, son yılların burjuva moda deyimiyle,  “terörist” eylemler olarak kriminalize etmeye çalışır.

 

Tarihte zorun ortaya çıkması, sınıfların ortaya çıkmasına koşuttur, ondan önce değil. Zor, toplumların sınıflara bölünmesini yaratmadı, sınıflara bölünmüş toplum, zoru, bir sınıfın bir başka sınıfı/sınıfları baskı altında tutmanın vazgeçilmez aracı haline getirdi. 

 

Ezen ve ezilen sınıflar arasındaki mücadele de zorun belirleyici rolü tartışılmayacak kadar açıktır. Tarihte ki, tüm ezen sınıflar, sistemlerini, yani iktidarlarını, ezilen sınıflar üzerinde baskı uyulayarak ayakta tutmuşlar ve sürdürmüşlerdir. 

 

Burjuvazi de, feodal aristokrasinin iktidarını yıkıp kendi iktidarını kurarken, zora baş vurmuştur. Zora baş vurmadan burjuvazi iktidar sahibi olamazdı. Aynı şekide, bugün de her yerde ve her zaman kapitalist sistemi sürdürmek için zora, yani şidete baş vurmaktadır. Söz konusu bu şiddetin boyutunu ise, ezen-ezilen sınıflar arasındaki çelişmenin keskinlik düzeyi düzeyi belirlemektedir.

 

Kapitalist sistemde, işçi ve emekçilerin örgütlü mücadelesi geliştikçe, burjuvazinin onlar üzerindeki zoru, yani baskı ve şiddeti de artmaktadır.

 

En “demokrat” burjuva cumhuriyetlerinden en zorba faşist devletlere kadar, bütün burjuva devletleri ezilen sınıflar üzerinde zor uygular ve ezilen sınıflara rağmen zorla ayakta durur. Zor olmadan, söylem yerindeyse, bir saniye bile ayakta duramazlar.

 

Gezi (Haziran Ayaklanması) ve Mısır’daki gelişmeler ve peşinden katliamların yaşanması, sınıflar arasındaki mücadelenin kaçınılmaz momentlerinin ortaya çıkışlarıdır. Sınıfların varlığı kaçınılmaz olarak şiddet doğurur. Çünkü, bir başka sınıfı ezen sınıf, o sınıfı kendi sınıf şiddetiyle ezer, baskı altında tutar.

 

Haziran Ayaklanması’nda, Türk egemen sınıfları, kendi iktidarlarını korumak için, ayaklanan kitleler üzerinde en ağır şiddetini uygulamıştır. Yani, “demokrat” görünümünü “zor”unu artırarak sürdürmüştür. Ama, “demokrasi”, “özgürlük”, “insan hakları” vb. gibi artık bayatlamış, ezilenler açısından, bu sözcüklerin hiç bir hükmünün olmadığı biline biline burjuvazinin ağızından tekrar tekrar yinelenmiştir.

 

Burjuvazi, kendi sömürü sistemini korumak adına, sokaklara çıkarak özgürlüğünü isteyen, baskılara isyan eden kitleler üzerinde açıktan bir şiddet uygulamıştır. Bunun karşısında ise, haklı taleplerle sokaklara dökülen kitlelerden ise “aman oyuna gelip polise el kaldırmayın” şeklinde istemlerden bulunulmuştur.

 

Oysa, sınıflı bir toplumda, sınıflar arasındaki mücadelede, zorun belirleyici bir rolü vardır. Burjuvazi zor uygulayarak iktidarda kaldığı gibi, zor uyguladığı sınıf tarafından karşı bir zor görmedikçe karşı-devrimci zor ortadan kalkmayacaktır. Bir başka söylemle, işçi sınıfı ve emekçilerin burjuvazinin karşı devrimci şiddetine karşı devrimci şiddetle karşılık vermediği sürece, insanlığı karanlığa mahkum eden ne kapitalist sistem yıkılabilecektir, ne de bunun yerine insanlığı aydınlığa götürecek olan sosyalist sistem, yani komünizm kurulabilecektir.

 

Kapitalist sisteme karşı ayaklanan ilerici ve devrimci kitle hareketlerinin (din eksenli kitle hareketleri, kapitalizmi dıştalar gibi gözükse de, kapitalizmin bir başka yüzü, bir başka idame biçimi olduğu açıktır) burjuvaziye kaşı şiddet uygulanmasını savunmak ve kitleleri bu doğrultuda eğitmek, yönlendirmek ve bilgilendirmek devrimci olmanın bir gereğidir. Çünkü, kitleler devrimci şiddeti kuşanmadan, kendine zor uygulayan, sömüren burjuvaziyi ve onun sistemini yıkamaz. 

 

Bu bağlamda, Gezi ayaklanması sırasında, reformist ve sol liberallerle beraber, CHP, İP gibi parti ve AKP’ye karşı egemen sınıf kesimleri, ayaklanan kitlelerin şiddet kullanmaması için sürekli propaganda yaptılar ve “marjinal” dedikleri devrimci örgüt ve grupların “provaksiyonuna gelmemeleri”ni telkin ettiler. Bu tür anti-devrimci propagandaların kitleler üzerinde olumsuz etkisinin yanı sıra, AKP hükümetini bir derece rahatlattı ve kitlelerin daha aktifleşmesinin önüne geçen etkenlerden biri oldu.

 

Mısır’da Askeri Cunta, dinci İhvan’ı savunan kitlelere karşı katliam yapmıştır. Aynı egemen sınıflar, Mubarek’e karşı ayaklanan kitlelere karşı da katliam yapmıştı. İktidara hakim olan burjuvazi, kendine karşı ayaklanan kitlelere uyguladığı bir yöntemdir bu. Mısır devletine sahip olan geleneksel egemen sınıflar, milyonlarca kitlenin Mursi’ye karşı öfkesini de kullanarak katliam yapmaktan çekinmedi. Bu, sınıflar arası mücadele de burjuvazinin vazgeçilmez bir sınıf refleksidir. Bu tür şiddet karşısında kitlelerin devrimci şiddeti daha güçlü bir şekilde ortaya çıkmadıkça, kitlelere karşı en modern silahlarla silahlanmış silahlı burjuvaziyi yıkmak olası değildir.

 

Burjuvazinin zor oyununu bozacak olan, bilinçli işçi sınıfı örgütünün etrafında örgütlenmiş olan geniş yığınların devrimci zoru kuşanmış olması olacaktır. Günümüz koşullarında, ezilen yığınların başka bir seçeneği de yoktur. Her yeni toplumun ebesi olan zoru ezilenler icat etmedi. Ezenler, ezilenlere karşı icat etti ve devam ettiriyorlar. Bugün işçi ve emekçiler kurtuluşları için, egemenlerin iktidar için icat ettikleri bu zoru kullanmak durumundadırlar. Sadece Hindistan gibi bir ülkede 350 milyon, dünyada ise 2 milyara yaklaşan kişinin günde bir doların altında yaşamaya mahkum edilmesi, devrimci zorun ne kadar acil olduğunu göstermektedir.

 

Örgütlü ezilen yığınların devrimci zorunun karşısında burjuvazinin zoru “kağıttan kaplan” kalır.

19.08.2013

 

105150

Yusuf Köse

Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.

yusufkose@hotmail.com

http://yusuf-kose.blogspot.com/

 

 

Son Haberler

Sayfalar

Yusuf Köse

Kadınların Irkçı Hareketlere Katılımı: Karmaşık ve Çok Boyutlu Bir Gerçeklik -2-

Son yıllarda, emperyalist savaş tehlikesinin zemininin güçlenmesine paralel, dünya genelinde ırkçı hareketlerin ve partilerin dikkat çekici boyutta güçlendiğine vurgu yapmış, bu yükselişin, sadece belirli demografik gruplarla sınırlı kalmadığını, kadınları da içine aldığını gördüğümüzü ifade etmiştik.

Peki, kadınlar neden bu tür hareketlere katılıyor? Bu sorunun yanıtı, birçok faktörün karmaşık bir birleşiminde yatıyor.

Faşizmin Yüzünü Örten Çirkin Bir Maske (Nubar Ozanyan)

İttihatçı Türk kompradorları, ekonomik-mali-siyasal krizden bir türlü kurtulamıyor. Faşizmi maskeleyen kaba uydurma parlamentoyla bile ülkeyi yönetemiyor. Zorbalık her taraftan fışkırıyor. Kötülük ve çirkinlik her yerde bütün utancıyla görülüyor. Dağda, köyde, sokakta Kürt ve emekçi kanı dökmekten çekinmeyenler dünyanın gözü ve kulağının üzerinde olduğu parlamentoda bile Kürt kadın parlamenterin kanını dökmekten çekinmiyor. Zorbalık, pervasızlık, yasa, hukuk tanımamazlık ayyuka çıkmış, had safhaya ulaşmıştır.

Emperyalist haydutlar, 3.Dünya savaşı hazırlıklarını yoğunlaştırmakla meşgul…

Bazı sol-sosyalist ve kendilerini komünist addeden kesimler hâlâ (evet, hâlâ) bir 3. Dünya Savaşı çıkacak mı çıkmayacak mı ve keza “süreci belirleyen esas etmen savaş mı devrim mi?” ikilemi girdabında, adeta miskince bir fikirsel jimnastik rehavetiyle, sorunu ele almaya devam ede dursunlar; fakat süreç, maalesef ki hem de çok hızlı bir şekilde, o istenmeyen malûm sona doğru ilerliyor. 

Fakir (Nubar Ozanyan)

Yaşamı boyunca hep yokluk ve fakirlik içinde yaşadı. Bundandır ki arkadaşları ona “Fakir’’ dedi. Ne zaman biraz dünya nimetlerine yakın olan olanaklara sahip olsa o yine fakir yaşamından ayrılmadı. Yaşamı fakir, bilinç ve yüreği zengin olan Nubar Ozanyan en alttakilerin, yoksulların, mazlumların yoldaşı olmaktan bir an olsun geri durmadı.

Servet Vergisi ve Sermayenin Olmayan Vijdanı

Bugünlerde de toplumsal eşitsizlik sermayenin birikimine ve merkezileşmesine koşut olarak artınca, zenginlerden servet vergisi alınmasını dilendirenlerde çoğalmaya başladı.[1] Servet vergisi, toplumsal servetin  belli ellerde birikmesinden bu yana ara sıra gündeme getiriliyor. Zaman zaman kısmen de uygulanmıştır. Örneğin savaş dönemlerinde vb. Yine ABD'de, 1960'larda 400 zenginden %53 oranında vergi alınmıştır.

Inger Nubar Can, Hewal Nubar, Nubar Yoldaş’a!

Halen pek çoğumuzun inanmak istemediği Nubar Ozanyan’ın ölümsüzleşmesinin 7. yılında, onu bir kez daha saygı ve sevgi ile anarken, şehadetinin yıldönümünde onu anlatmak da bizim için en zor yazılardan olacaktır.

Rusya / Ukrayna Savaşında Yeni Bir Aşama

Savaşın Rus topraklarına doğru genişlemesi Ukrayna'daki savaşın yeni bir aşamaya geçmesi anlamına geliyor.

6 Ağustos Salı gününden bu yana Ukrayna birlikleri Rusya sınırını geçerek Rusya'daki savaşta yeni bir cephe açtı. En az üç Ukrayna tugayı ve çeşitli taburlar savaşa dahil oldu ve ilerleme Rus topraklarının yaklaşık 30 kilometre içine kadar ulaştı. Bu, savaşın yeni bir aşamasının başlangıcına ve dünya savaşı tehdidinin önemli ölçüde yoğunlaşmasına işaret ediyor.

İKTİDARIN BÜYÜK YALANI: “HİÇ KİMSENİN YAŞAM TARZINA KARIŞMIYORUZ.”

Genel olarak tüm siyasal İslamcıların, ama özel olarak da İslamo-faşist Erdoğan ve iktidarının, başvurduğu en kullanışlı “idare etme” araçlarının ilk sırasında hiç kuşkusuz ki dinlerince de serbest sayılan takiyedir. Yani amaçlananı gerçekleştirebilmek için, gözünü dahi kırpmadan YALAN SÖYLEMEKTİR. 

Türkiye „Yarı-Sömürge“ Bir Ülke Mi? Emperyalizm Üzerine Notlar-4

Sömürge-Yarı-SömürgecilikÜzerine

Belliki sol-sosyalist eski nostaljik söylemlerin tekrarı bugün artık kitlelerde herhangi bir karşılık bulmuyor!

Geçenlerde, “dini bütün” olarak tabir edilen kesimlerden bir ahbabımla, “ne olacak bu memleketin hali” kıvamında sohbetteyken, şöylesi bir cümle kurmuştu: “Abi benim anlamadığım, bunca açlık, yoksulluk, işsizlik ve zulüm varken, yani koşullar aslında tam da siz devrimci solcuların kolayca taban bulmanıza ve kitleleri harekete geçirmenize ve hatta devrim bile yapmanıza bunca uygunken; bu derece atıl ve etkisiz olmanız, sence normal mi?”

KADINLARIN BİRLİĞİ | Kadınların Irkçı Hareketlere Katılımı: Karmaşık ve Çok Boyutlu Bir Gerçeklik -1-

Emperyalistler arası çelişkiler derinleştikçe, ekonomik kriz ağırlaştıkça vb. bu sistemin sarıldığı en temel dayanaklardan birinin ırkçılık-faşizm olduğunu biliyoruz. Zira bunun, sistemin alametifarikalarından biri olduğunu birçok -acı- deneyimiyle elbette biliyoruz. Şu anda yine tam da böyle zamanlardan geçtiğimizi söylüyoruz. Bu tehlikeye dair önlemler almaktan bahsediyoruz, özellikle Avrupa’da ırkçı partilerin yükselişini izlerken, Avrupa Parlamentosu’ndan çeşitli Avrupa ülkelerinin kendi seçimlerine odaklarımızı çeviriyoruz vs.

Sayfalar