Salı Ocak 21, 2025

Bu oyunu zor bozar

 

 

Tarihte, zorun rolü üzerine çok şeyler söylenmiştir. Özellikle sınıfsal zorun ortaya çıkışı, varlığı ve uygulanması konusunda, burjuvazinin ideologlarıyla Marksistler arasında ciddi bir ayrım konusu yaşanmış ve yaşanmaktadır. Burjuvazi, kendi sınıfsal zorunu meşru görürken, ezilenlerin, özellikle de işçi sınıfının burjuvaziye karşı uyguladığı devrimci zorun adını bile duymak istemediği gibi, bunu “toplumsal etik dışı” olarak, son yılların burjuva moda deyimiyle,  “terörist” eylemler olarak kriminalize etmeye çalışır.

 

Tarihte zorun ortaya çıkması, sınıfların ortaya çıkmasına koşuttur, ondan önce değil. Zor, toplumların sınıflara bölünmesini yaratmadı, sınıflara bölünmüş toplum, zoru, bir sınıfın bir başka sınıfı/sınıfları baskı altında tutmanın vazgeçilmez aracı haline getirdi. 

 

Ezen ve ezilen sınıflar arasındaki mücadele de zorun belirleyici rolü tartışılmayacak kadar açıktır. Tarihte ki, tüm ezen sınıflar, sistemlerini, yani iktidarlarını, ezilen sınıflar üzerinde baskı uyulayarak ayakta tutmuşlar ve sürdürmüşlerdir. 

 

Burjuvazi de, feodal aristokrasinin iktidarını yıkıp kendi iktidarını kurarken, zora baş vurmuştur. Zora baş vurmadan burjuvazi iktidar sahibi olamazdı. Aynı şekide, bugün de her yerde ve her zaman kapitalist sistemi sürdürmek için zora, yani şidete baş vurmaktadır. Söz konusu bu şiddetin boyutunu ise, ezen-ezilen sınıflar arasındaki çelişmenin keskinlik düzeyi düzeyi belirlemektedir.

 

Kapitalist sistemde, işçi ve emekçilerin örgütlü mücadelesi geliştikçe, burjuvazinin onlar üzerindeki zoru, yani baskı ve şiddeti de artmaktadır.

 

En “demokrat” burjuva cumhuriyetlerinden en zorba faşist devletlere kadar, bütün burjuva devletleri ezilen sınıflar üzerinde zor uygular ve ezilen sınıflara rağmen zorla ayakta durur. Zor olmadan, söylem yerindeyse, bir saniye bile ayakta duramazlar.

 

Gezi (Haziran Ayaklanması) ve Mısır’daki gelişmeler ve peşinden katliamların yaşanması, sınıflar arasındaki mücadelenin kaçınılmaz momentlerinin ortaya çıkışlarıdır. Sınıfların varlığı kaçınılmaz olarak şiddet doğurur. Çünkü, bir başka sınıfı ezen sınıf, o sınıfı kendi sınıf şiddetiyle ezer, baskı altında tutar.

 

Haziran Ayaklanması’nda, Türk egemen sınıfları, kendi iktidarlarını korumak için, ayaklanan kitleler üzerinde en ağır şiddetini uygulamıştır. Yani, “demokrat” görünümünü “zor”unu artırarak sürdürmüştür. Ama, “demokrasi”, “özgürlük”, “insan hakları” vb. gibi artık bayatlamış, ezilenler açısından, bu sözcüklerin hiç bir hükmünün olmadığı biline biline burjuvazinin ağızından tekrar tekrar yinelenmiştir.

 

Burjuvazi, kendi sömürü sistemini korumak adına, sokaklara çıkarak özgürlüğünü isteyen, baskılara isyan eden kitleler üzerinde açıktan bir şiddet uygulamıştır. Bunun karşısında ise, haklı taleplerle sokaklara dökülen kitlelerden ise “aman oyuna gelip polise el kaldırmayın” şeklinde istemlerden bulunulmuştur.

 

Oysa, sınıflı bir toplumda, sınıflar arasındaki mücadelede, zorun belirleyici bir rolü vardır. Burjuvazi zor uygulayarak iktidarda kaldığı gibi, zor uyguladığı sınıf tarafından karşı bir zor görmedikçe karşı-devrimci zor ortadan kalkmayacaktır. Bir başka söylemle, işçi sınıfı ve emekçilerin burjuvazinin karşı devrimci şiddetine karşı devrimci şiddetle karşılık vermediği sürece, insanlığı karanlığa mahkum eden ne kapitalist sistem yıkılabilecektir, ne de bunun yerine insanlığı aydınlığa götürecek olan sosyalist sistem, yani komünizm kurulabilecektir.

 

Kapitalist sisteme karşı ayaklanan ilerici ve devrimci kitle hareketlerinin (din eksenli kitle hareketleri, kapitalizmi dıştalar gibi gözükse de, kapitalizmin bir başka yüzü, bir başka idame biçimi olduğu açıktır) burjuvaziye kaşı şiddet uygulanmasını savunmak ve kitleleri bu doğrultuda eğitmek, yönlendirmek ve bilgilendirmek devrimci olmanın bir gereğidir. Çünkü, kitleler devrimci şiddeti kuşanmadan, kendine zor uygulayan, sömüren burjuvaziyi ve onun sistemini yıkamaz. 

 

Bu bağlamda, Gezi ayaklanması sırasında, reformist ve sol liberallerle beraber, CHP, İP gibi parti ve AKP’ye karşı egemen sınıf kesimleri, ayaklanan kitlelerin şiddet kullanmaması için sürekli propaganda yaptılar ve “marjinal” dedikleri devrimci örgüt ve grupların “provaksiyonuna gelmemeleri”ni telkin ettiler. Bu tür anti-devrimci propagandaların kitleler üzerinde olumsuz etkisinin yanı sıra, AKP hükümetini bir derece rahatlattı ve kitlelerin daha aktifleşmesinin önüne geçen etkenlerden biri oldu.

 

Mısır’da Askeri Cunta, dinci İhvan’ı savunan kitlelere karşı katliam yapmıştır. Aynı egemen sınıflar, Mubarek’e karşı ayaklanan kitlelere karşı da katliam yapmıştı. İktidara hakim olan burjuvazi, kendine karşı ayaklanan kitlelere uyguladığı bir yöntemdir bu. Mısır devletine sahip olan geleneksel egemen sınıflar, milyonlarca kitlenin Mursi’ye karşı öfkesini de kullanarak katliam yapmaktan çekinmedi. Bu, sınıflar arası mücadele de burjuvazinin vazgeçilmez bir sınıf refleksidir. Bu tür şiddet karşısında kitlelerin devrimci şiddeti daha güçlü bir şekilde ortaya çıkmadıkça, kitlelere karşı en modern silahlarla silahlanmış silahlı burjuvaziyi yıkmak olası değildir.

 

Burjuvazinin zor oyununu bozacak olan, bilinçli işçi sınıfı örgütünün etrafında örgütlenmiş olan geniş yığınların devrimci zoru kuşanmış olması olacaktır. Günümüz koşullarında, ezilen yığınların başka bir seçeneği de yoktur. Her yeni toplumun ebesi olan zoru ezilenler icat etmedi. Ezenler, ezilenlere karşı icat etti ve devam ettiriyorlar. Bugün işçi ve emekçiler kurtuluşları için, egemenlerin iktidar için icat ettikleri bu zoru kullanmak durumundadırlar. Sadece Hindistan gibi bir ülkede 350 milyon, dünyada ise 2 milyara yaklaşan kişinin günde bir doların altında yaşamaya mahkum edilmesi, devrimci zorun ne kadar acil olduğunu göstermektedir.

 

Örgütlü ezilen yığınların devrimci zorunun karşısında burjuvazinin zoru “kağıttan kaplan” kalır.

19.08.2013

 

105168

Yusuf Köse

Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.

yusufkose@hotmail.com

http://yusuf-kose.blogspot.com/

 

 

Son Haberler

Sayfalar

Yusuf Köse

Somut Duruma Dair Bazı Gerçekler

Gerek uluslararası planda ve gerekse yaşadığımız coğrafyada devrimci ve komünist hareket emperyalizm ve dünya gericiliğine karşı mücadelede geniş emekçi yığınların desteğine sahip değildir. Yine kendiliğinden gelişen kitle hareketlerini örgütlemede ve uluslararası dayanışmayı geliştirip büyütmede de yetersizdir.

Diktatör 'Reis' çıkış arıyor ..

Malum olduğu üzere T.C.

NATO, SAVAŞ KIŞKIRTICISI BİR ODAKTIR; DERHAL DAĞITILMALIDIR!

Başını ABD’nin çektiği, emperyalist bir saldırganlık paktı olarak kurulan ve icraatlarıyla bunun gereğince davranan NATO’nun 75. Kuruluş yıl dönümü vesilesiyle gerçekleştirilen zirvede, ABD Başkanı Biden, NATO’nun: “Saldırganlığa ve saldırganlık korkusuna karşı bir kalkan yaratma umuduyla kurulduğunu” söylüyorsa da ama tarihsel gerçekler bunun külliyen kaba bir yalandan ve de arsızca bir manipüle edişten ibaret olduğunu kolayca gözler önüne serer.

Bozkurt’un anlamı (Nubar Ozanyan)

Yoksullar ve ötekiler için her yer ölüm kokan mayın tarlasına döndü. Türk olmayanların, -ötekilerin- Türkiye’de soluk alması ve yaşaması zulme dönüştü. Öteki olarak yaşamak, çalışmak, kendi ana dilinde Kürtçe, Arapça konuşmak, şarkı söylemek, yasak ve suç olan bir ülkede demokrasiden, özgürlükten, insan haklarından bahsedilebilir mi?

Seçimler ve siyasi parti konusunda proletaryalarla sohbet

İstanbul'u kazanan türkiye'yi kazanır.

Nedir bu tayyip'in sözleriyle vücut bulan yaklaşım.

Bir hayel mi yoksa bir gerçeklik mi?

Veyahut da burjuvaların içerisinde bir insanın söyledikleri hala dört nala giden atlarıyla şehirlerin surlarını yıkabileceğini düşünen bizim insanların söylediklerinden daha gerçekçi sözler mi?

Gerçekten noelibarel politikaların en yoğun olarak hissedildiği şehirleri kazanmak türkiye'yi kazanmak mı demek?

Peki bunu böyle kabul etmek kolay mı?

DEVRİMCİ SİYASAL MÜCADELEYİ ANIN SOMUT GÜNCEL TOPLUMSAL SORUNLARI ÜZERİNDEN ÖRGÜTLEMEK.

Temel hedefleri, mevcut kurulu düzeni devrimci bir kitlesel kalkışmayla tasfiye edip, yerine sosyalist bir sistem kurmak olan devrimci sol-sosyalist ve komünist güç ve yapıların, devrimi gerçekleştirebilmeleri esasen, devrim öncesi süreci, devrimi örgütleyebilme hedefiyle ele almalarına ve bundaki performans ve başarılarına bağlıdır.

ADİL OLAMASINI BECEREMEYECEKSEK; BU SİSTEMİ YIKMAYA NE GEREK VAR Kİ?

Bugün, Devletin “üst aklı” denilen birimlerince organize edilip, şeriat özlemcisi dinci yobaz karanlık güçlerce gerçekleştirilen Sivas-Madımak vahşetinin 31. Yıl dönümü. Tam iki gün sonra da yine devletin aynı karanlık derin güçlerinin bir şekilde yönlendirdiği besbelli olan bir başka vahşetin, Erzincan-Başbağlar katliamının 31. Yıl dönümü.

BUGÜN ARTIK ÇOK DAHA AÇIK BİR HÂL ALAN ŞERİAT TEHDİDİNE KARŞI LAİKLİĞİ SAVUNMAK, SÜRECİN ÖNE ÇIKAN ACİL VE ÖNEMLİ GÖREVLERİNDENDİR.

Kendisini “Anayasal Hukuk Devleti” olarak tanımlayan bir devlet düşünün ki Anayasasında hâlâ; “Türkiye Cumhuriyeti, (…), demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devletidir.” İlkesi yürürlükteyken; bu ülkede şeriat propagandası yapmak serbest olsun ve ama dayanağını mevcut Anayasa ve yasalardan alan, şeriata karşı çıkmak ve de laikliği savunmak suç olsun! 

Oy Zemano (Nubar Ozanyan)

Her yönüyle çürümüş sistemin katilleri, Kürdistan topraklarını yakmaya devam ediyor. Amed ve Merdin’de hem insanları hem de buğday ve mısırları yaktı. Evlat kokan Kürdistan toprakları şimdi duman kokuyor. Ateş ve dumanla yazılı TC’nin yüz yıllık tarihi “yakma ve yıkma”nın tarihidir. Bilmeyenler bilsin, duymayanlar duysun. Dün Ermeni kadın ve çocukları kiliselerde, Alevileri inanç ve ibadet mekanlarında, Kürtleri mağaralarda, köylerde yakanlar bugün yine Kürdü kadim topraklarında yakıyor.

CHP’NİN “Türkiye yüzyılı maarif modeli ”Ve kürtlerin iradesinin gaspı karşısında laisizm ve hukuk sınavı.

İslamo-faşist Erdoğan diktatörlüğünün, “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli” ile yapmaya çalıştığının, tam olarak,eğitim ve öğretim sistemininSunni İslamcı dini esasları üzerine oturtulması olduğu, daha önceki iki yazıda ve keza Kürtlerin iradesine karşı bir sömürge siyaseti olan kayyum uygulaması da bir başka yazıda özetlenmişti.

Kadro Olmak Aynı Zamanda Kendimize Karşı da Kadro Olmak Demektir

Bir kadronun ihtiyaç duyduğu nitelikler bugün sürekli ideolojik saldırı altındadır. Burjuvazi sadece protestoları, teoriyi, örgütleri değil aynı zamanda doğrudan tek tek kadroları da hedef almakta ve onları ideolojik etki yoluyla etkisizleştirmeye ya da kendi tarafına çekmeye çalışmaktadır.

Sayfalar