„Dersim katliamının gerçek sorumlusu„ sorunu üzerine

Taner Akçam, „Dersim ve Tarihle Yüzleşmek“ başlığı taşıyan sunumunda ; „Dersim idamlarından hareketle, Türkiye‘de tarihle yüzleşme sorunları üzerine yedi tez ileri sürmek istedim.“ der, ve bu tezlerin birinde de şunları ileri sürer:
„Tez dört: Dersim katliamını Cumhuriyet Halk Partisi örgütlemiş ve hayata geçirmiştir; bu cümle bu açıklıkta söylenmedikçe bu ülkeye demokrasi ve barış gelmez.Cumhuriyet Halk Partisi‘nin Dersim insanına özür borcu vardır.(...)“ (Özgür Gelecek .16.11.2020).
Taner Akçam bu tezini hangi niyet ve bağlamda ileri sürmüş olursa olsun; bu ifade ediliş biçimiyle bu tez, Dersim ve tüm diğer etnik , mezhepsel ve siyasi katliamların DOĞRUDAN SORUMLUSU, ÖRGÜTLEYİP HAYATA GEÇİRENİ olan DEVLETİ aklama tezi olabilir.
1915 Ermeni soykırımından İttihat-Terakki ve daha özel olarakta Enver Paşayı , Pontus kıyımından Topal Osman‘ı. Divriği kıyımından Sakallı Nurettin Paşayı, 1955 6-7 Eylül katliamları DP‘yi ve 19 Aralık siyasi kıyımından Ecevit‘i sorumlu tutmak ne kadar doğru ve isabetliyse;
Akçam‘ın bu tezinde ileri sürdükleri de, ancak bir o kadar doğru olabilir!
Taner Akçam kuramsal olarak DEVLET olgusunun anlamını ve mahiyetini bilmez biri değildir. Helede yaşamının bir kesitinde Marksizmle ilişkilenmişse!...Dolayısıyla da devlet ve onun adına icracı hükümetler arasındaki ayrımları bilebileceği gibi; devlet-hükümet denkleminde, hükümetlerin ve dolayısıylada icracı hükümeti temsil eden siyasi partilerin devlet karşısında ne dereceye kadar özerk olabileceklerini de, rahatlıkla bilebilecek akademik birikime sahip birisidir.
Ve keza belli koşullarda icracı hükümetlerin ve onların siyasal temsilcisi partilerin nasıl devletle yekvücut hale gelerek /özdeşleştiklerini de bilebilecek biridir. „Devlet partisi“ kavramının bu özdeşleşmenin bir ifadesi olarak ortaya çıktığını ve bu tür durumlarda o parti ve hükümetin tüm icraatlarının doğrudan devlet politikaları ve icraatları olacağını da bilebilecek biridir.
Devrim-karşı devrim , savaş ve daha başka olağanüstü koşullar ortamında , o sürece önderlik yapan siyasi parti ve önderi şahsiyetler devletin tüm kurumları üzerinde tek otorite olarak sahneye çıkabilirler. Veya darbeler yoluyla (sivil veya asker farketmez) devlet yönetimini ele geçirerek faşist veya başka türden otoriter yönetimleri hakim kılabilirler. İşte tüm bu durumlarda artık orda kişi veya hükümet ve parti devletin doğrudan temsilcisi haline geçmiş olur ve her icraatları devlet adınadır, artık. Bugünün „tek adam diktatörlüğü“nde olduğu gibi.
1915 lerin İttiat Terakkisi nasıl ki doğrudan bir devlet partisi-hükümeti idiyse ve Ermeni soykırımı dahil, yaptığı herşeyi doğrudan devlet politikası olarak hayata geçiriyorduysa; 1920 lerin „Kurtuluş Savaşı“ sürecinin önderi M.Kemal nasıl ki Türklerin atası ve yeni Türk Devletinin kurucusu olduysa, partisi CHP de devletin kurucu partisi olarak kabul gördü.
İşte bu özdeş olma durumundan ötürü, o tarihi kesitte gerçekleşen hükümet icratları ve parti politikalarını devletin icratları ve politikalarından ayırmak hem mümkün olamayacaktır ve ama hem de, böylesi yapay zorlama bir ayrıştırma, eşyanın tabiatı gereği, doğru olmayacaktır.
Akçam da bilir ki M.Kemal, „Milli Şef“tir ve CHP de „DEVLET PARTİSİ“dir burjuva kliklerinin.
Hemen hemen tamamı, dönemin tarihi önder şahsiyetleriyle (Fevzi Çakmak‘ın dan tutun da Celal Bayar‘ına kadar) bu devlet partisinin içinde olup icracı görev ve sorumlulukları paylaşmaktadırlar. Nitekim Dersim katliamında Fevzi Çakmak ordunun başındayken, Celal Bayar da, bir süreden sonra, İnönü‘nün yerine Başbakan olarak katliamın icraatını üstlenmiştir.Ve bunlar afaki bilgiler de değil, tarihi gerçeklerdir.
Tarihsel olgu buyken, kalkıpda doğrudan bir devlet politikası olarak İttiat Terakki ile birlikte hayata geçirilen „tek vatan“, „tek millet“, „tek dil“ ve tek devlet kurma kutsal davasının bir gereği olarak hayata geçirilen etnik temizliklerden biri olan Dersim katliamını, „Cumhuriyet Halk Partisi örgütlemiş ve hayata geçirmiştir“ denilirse; burada hem asli sorumlu olan devlet aklanmaya çalışılıyordur ve hem de siyasi hasmını pataklamak isteyen R.T.Erdoğan ile aynı dil konuşuluyordur.
Hatırlanacağını üzere bir vakitler, R.T.Erdoğan da Dersim katliamının sorumluluğunu CHP ye yıkarak, devleti aklama gayreti sergilemişti: „Dersimde yaşanan trajik hadiselerin sorumlusu CHP‘dir.“ demişti.
R.T.Erdoğan‘ın demogojik bir söylem ile, bilinçli bir şekilde hedef şaşırtmaya ve gerçekleri manüpile etmeye çalışmasını anlamak mümkünken; T.Akçam‘ın bu gayretini anlamak çokta kolay olmuyor…
„… bu cümle bu açıklıkta söylenmedikçe bu ülkeye demokrasi ve barış gelmez.“ diyor Akçam! Bu cümleyi tamda bu açıklıkta, bu ülkenin, muvcut kojöktürde en etkili ve yetkili şahsiyeti kamuoyuna hitaben dile getirdi sayın Akçam! Ama bu ülkeye demokrasi de barış da gelmedi. Tam aksine demokrasi ve barışın, belki ençok da bizzat R.T.Erdoğan eliyle karanlık delhizlere itildiği bir dönem yaşanmakta bugün.
Bir de şunu söylüyor Akçam: „CHP‘nin Dersim insanına özür borcu vardır.(...)“ Evet elbette, bir devlet politikası olarak Dersim soykırımının birinci dereceden planlayıp uygulama icraatçısı olması nedeniyle CHP‘nin de enbaşta Dersim insanı olmak üzere bu halka tarihsel bir özür borcu olduğu doğrudur. Ama asıl özür dilemesi gerekenin bizzat devletin kendisi olduğu, hertürlü tartışmanın dışındadır. Fakat görüldüğü gibi T.Akçam, maşayı tutan eli ve o eli yönlendiren kafayı değil, doğrudan maşayı hedef seçmeyi tercih ediyor.
Denilebilir ki nihayetinde bir duruş ve görüştür. Evet elbette öyledir. Ama benim bu yaptığımda bir duruşun ve bir görüşün ifadesidir. Demek olur ki; sarf ettiğimiz sözler, bir bakıma da, duruşumuzun ve dünya görüşümüzün ifadesidirler. Bir halk deyimi vardır: Denir ki; „herkes kendi meşrebince laf eder.“ Aynen de böyle işte. 16.11.2020

Halil Gündoğan
Halil Gündoğan sitemizin köşe yazarıdır. Teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır.
Son Haberler
Sayfalar

Kadınların Irkçı Hareketlere Katılımı: Karmaşık ve Çok Boyutlu Bir Gerçeklik -2-
Son yıllarda, emperyalist savaş tehlikesinin zemininin güçlenmesine paralel, dünya genelinde ırkçı hareketlerin ve partilerin dikkat çekici boyutta güçlendiğine vurgu yapmış, bu yükselişin, sadece belirli demografik gruplarla sınırlı kalmadığını, kadınları da içine aldığını gördüğümüzü ifade etmiştik.
Peki, kadınlar neden bu tür hareketlere katılıyor? Bu sorunun yanıtı, birçok faktörün karmaşık bir birleşiminde yatıyor.

Faşizmin Yüzünü Örten Çirkin Bir Maske (Nubar Ozanyan)
İttihatçı Türk kompradorları, ekonomik-mali-siyasal krizden bir türlü kurtulamıyor. Faşizmi maskeleyen kaba uydurma parlamentoyla bile ülkeyi yönetemiyor. Zorbalık her taraftan fışkırıyor. Kötülük ve çirkinlik her yerde bütün utancıyla görülüyor. Dağda, köyde, sokakta Kürt ve emekçi kanı dökmekten çekinmeyenler dünyanın gözü ve kulağının üzerinde olduğu parlamentoda bile Kürt kadın parlamenterin kanını dökmekten çekinmiyor. Zorbalık, pervasızlık, yasa, hukuk tanımamazlık ayyuka çıkmış, had safhaya ulaşmıştır.

Emperyalist haydutlar, 3.Dünya savaşı hazırlıklarını yoğunlaştırmakla meşgul…
Bazı sol-sosyalist ve kendilerini komünist addeden kesimler hâlâ (evet, hâlâ) bir 3. Dünya Savaşı çıkacak mı çıkmayacak mı ve keza “süreci belirleyen esas etmen savaş mı devrim mi?” ikilemi girdabında, adeta miskince bir fikirsel jimnastik rehavetiyle, sorunu ele almaya devam ede dursunlar; fakat süreç, maalesef ki hem de çok hızlı bir şekilde, o istenmeyen malûm sona doğru ilerliyor.

Fakir (Nubar Ozanyan)
Yaşamı boyunca hep yokluk ve fakirlik içinde yaşadı. Bundandır ki arkadaşları ona “Fakir’’ dedi. Ne zaman biraz dünya nimetlerine yakın olan olanaklara sahip olsa o yine fakir yaşamından ayrılmadı. Yaşamı fakir, bilinç ve yüreği zengin olan Nubar Ozanyan en alttakilerin, yoksulların, mazlumların yoldaşı olmaktan bir an olsun geri durmadı.

Servet Vergisi ve Sermayenin Olmayan Vijdanı
Bugünlerde de toplumsal eşitsizlik sermayenin birikimine ve merkezileşmesine koşut olarak artınca, zenginlerden servet vergisi alınmasını dilendirenlerde çoğalmaya başladı.[1] Servet vergisi, toplumsal servetin belli ellerde birikmesinden bu yana ara sıra gündeme getiriliyor. Zaman zaman kısmen de uygulanmıştır. Örneğin savaş dönemlerinde vb. Yine ABD'de, 1960'larda 400 zenginden %53 oranında vergi alınmıştır.

Inger Nubar Can, Hewal Nubar, Nubar Yoldaş’a!
Halen pek çoğumuzun inanmak istemediği Nubar Ozanyan’ın ölümsüzleşmesinin 7. yılında, onu bir kez daha saygı ve sevgi ile anarken, şehadetinin yıldönümünde onu anlatmak da bizim için en zor yazılardan olacaktır.

Rusya / Ukrayna Savaşında Yeni Bir Aşama
Savaşın Rus topraklarına doğru genişlemesi Ukrayna'daki savaşın yeni bir aşamaya geçmesi anlamına geliyor.
6 Ağustos Salı gününden bu yana Ukrayna birlikleri Rusya sınırını geçerek Rusya'daki savaşta yeni bir cephe açtı. En az üç Ukrayna tugayı ve çeşitli taburlar savaşa dahil oldu ve ilerleme Rus topraklarının yaklaşık 30 kilometre içine kadar ulaştı. Bu, savaşın yeni bir aşamasının başlangıcına ve dünya savaşı tehdidinin önemli ölçüde yoğunlaşmasına işaret ediyor.

İKTİDARIN BÜYÜK YALANI: “HİÇ KİMSENİN YAŞAM TARZINA KARIŞMIYORUZ.”
Genel olarak tüm siyasal İslamcıların, ama özel olarak da İslamo-faşist Erdoğan ve iktidarının, başvurduğu en kullanışlı “idare etme” araçlarının ilk sırasında hiç kuşkusuz ki dinlerince de serbest sayılan takiyedir. Yani amaçlananı gerçekleştirebilmek için, gözünü dahi kırpmadan YALAN SÖYLEMEKTİR.

Belliki sol-sosyalist eski nostaljik söylemlerin tekrarı bugün artık kitlelerde herhangi bir karşılık bulmuyor!
Geçenlerde, “dini bütün” olarak tabir edilen kesimlerden bir ahbabımla, “ne olacak bu memleketin hali” kıvamında sohbetteyken, şöylesi bir cümle kurmuştu: “Abi benim anlamadığım, bunca açlık, yoksulluk, işsizlik ve zulüm varken, yani koşullar aslında tam da siz devrimci solcuların kolayca taban bulmanıza ve kitleleri harekete geçirmenize ve hatta devrim bile yapmanıza bunca uygunken; bu derece atıl ve etkisiz olmanız, sence normal mi?”

KADINLARIN BİRLİĞİ | Kadınların Irkçı Hareketlere Katılımı: Karmaşık ve Çok Boyutlu Bir Gerçeklik -1-
Emperyalistler arası çelişkiler derinleştikçe, ekonomik kriz ağırlaştıkça vb. bu sistemin sarıldığı en temel dayanaklardan birinin ırkçılık-faşizm olduğunu biliyoruz. Zira bunun, sistemin alametifarikalarından biri olduğunu birçok -acı- deneyimiyle elbette biliyoruz. Şu anda yine tam da böyle zamanlardan geçtiğimizi söylüyoruz. Bu tehlikeye dair önlemler almaktan bahsediyoruz, özellikle Avrupa’da ırkçı partilerin yükselişini izlerken, Avrupa Parlamentosu’ndan çeşitli Avrupa ülkelerinin kendi seçimlerine odaklarımızı çeviriyoruz vs.