Cuma Nisan 18, 2025

„Dersim katliamının gerçek sorumlusu„ sorunu üzerine

Taner Akçam, „Dersim ve Tarihle Yüzleşmek“ başlığı taşıyan sunumunda ; „Dersim idamlarından hareketle, Türkiye‘de tarihle yüzleşme sorunları üzerine yedi tez ileri sürmek istedim.“ der, ve bu tezlerin birinde de şunları ileri sürer:

„Tez dört: Dersim katliamını Cumhuriyet Halk Partisi örgütlemiş ve hayata geçirmiştir; bu cümle bu açıklıkta söylenmedikçe bu ülkeye demokrasi ve barış gelmez.Cumhuriyet Halk Partisi‘nin Dersim insanına özür borcu vardır.(...)“ (Özgür Gelecek .16.11.2020).

Taner Akçam bu tezini hangi niyet ve bağlamda ileri sürmüş olursa olsun; bu ifade ediliş biçimiyle bu tez, Dersim ve tüm diğer etnik , mezhepsel ve siyasi katliamların DOĞRUDAN SORUMLUSU, ÖRGÜTLEYİP HAYATA GEÇİRENİ olan DEVLETİ aklama tezi olabilir.

1915 Ermeni soykırımından İttihat-Terakki ve daha özel olarakta Enver Paşayı , Pontus kıyımından Topal Osman‘ı. Divriği kıyımından Sakallı Nurettin Paşayı, 1955 6-7 Eylül katliamları  DP‘yi ve 19 Aralık siyasi kıyımından Ecevit‘i sorumlu tutmak ne kadar doğru ve isabetliyse;

Akçam‘ın bu tezinde ileri sürdükleri de, ancak  bir o kadar doğru olabilir!

Taner Akçam kuramsal olarak DEVLET olgusunun anlamını ve mahiyetini bilmez biri değildir. Helede yaşamının bir kesitinde Marksizmle ilişkilenmişse!...Dolayısıyla da devlet ve onun adına icracı hükümetler arasındaki ayrımları bilebileceği gibi; devlet-hükümet denkleminde, hükümetlerin ve dolayısıylada icracı hükümeti temsil eden siyasi partilerin devlet karşısında ne dereceye kadar özerk olabileceklerini de, rahatlıkla bilebilecek akademik birikime sahip birisidir.

Ve keza belli koşullarda icracı hükümetlerin ve onların siyasal temsilcisi partilerin nasıl devletle yekvücut hale gelerek /özdeşleştiklerini de bilebilecek biridir. „Devlet partisi“ kavramının bu özdeşleşmenin bir ifadesi olarak ortaya çıktığını ve bu tür durumlarda o parti ve hükümetin tüm icraatlarının doğrudan devlet politikaları ve icraatları olacağını da bilebilecek biridir.

Devrim-karşı devrim , savaş ve daha başka olağanüstü koşullar ortamında , o sürece önderlik yapan siyasi parti ve önderi şahsiyetler devletin tüm kurumları üzerinde tek otorite olarak sahneye çıkabilirler. Veya darbeler yoluyla (sivil veya asker farketmez) devlet yönetimini ele geçirerek faşist veya başka türden otoriter yönetimleri hakim kılabilirler. İşte tüm bu durumlarda artık orda kişi veya hükümet ve parti devletin doğrudan temsilcisi haline geçmiş olur ve her icraatları devlet adınadır, artık. Bugünün „tek adam diktatörlüğü“nde olduğu gibi.

1915 lerin İttiat Terakkisi nasıl ki doğrudan bir devlet partisi-hükümeti idiyse ve Ermeni soykırımı dahil, yaptığı herşeyi doğrudan devlet politikası olarak hayata geçiriyorduysa; 1920 lerin „Kurtuluş Savaşı“ sürecinin önderi M.Kemal nasıl ki Türklerin atası ve yeni Türk Devletinin kurucusu olduysa, partisi CHP de devletin kurucu partisi olarak kabul gördü.

İşte bu özdeş olma durumundan ötürü, o tarihi kesitte gerçekleşen hükümet icratları ve parti politikalarını devletin icratları ve politikalarından ayırmak hem mümkün olamayacaktır ve ama hem de, böylesi yapay zorlama bir ayrıştırma, eşyanın tabiatı gereği, doğru olmayacaktır.

Akçam da bilir ki M.Kemal, „Milli Şef“tir ve CHP de „DEVLET PARTİSİ“dir burjuva kliklerinin.

Hemen hemen tamamı, dönemin tarihi önder şahsiyetleriyle (Fevzi Çakmak‘ın dan tutun da Celal Bayar‘ına kadar) bu devlet partisinin içinde olup icracı görev ve sorumlulukları paylaşmaktadırlar. Nitekim Dersim katliamında Fevzi Çakmak ordunun başındayken, Celal Bayar da, bir süreden sonra, İnönü‘nün yerine Başbakan olarak katliamın icraatını üstlenmiştir.Ve bunlar afaki bilgiler de değil, tarihi gerçeklerdir.

Tarihsel olgu buyken, kalkıpda doğrudan bir devlet politikası olarak İttiat Terakki ile birlikte hayata geçirilen „tek vatan“, „tek millet“, „tek dil“ ve tek devlet kurma kutsal davasının bir gereği olarak hayata geçirilen etnik temizliklerden biri olan Dersim katliamını, „Cumhuriyet Halk Partisi örgütlemiş ve hayata geçirmiştir“ denilirse;  burada hem asli sorumlu olan devlet aklanmaya çalışılıyordur ve hem de siyasi hasmını pataklamak isteyen R.T.Erdoğan ile aynı dil konuşuluyordur.

Hatırlanacağını üzere bir vakitler, R.T.Erdoğan da Dersim katliamının sorumluluğunu CHP ye yıkarak, devleti aklama gayreti sergilemişti: „Dersimde yaşanan trajik hadiselerin sorumlusu CHP‘dir.“ demişti.

R.T.Erdoğan‘ın demogojik bir söylem ile, bilinçli bir şekilde hedef şaşırtmaya ve gerçekleri manüpile etmeye çalışmasını anlamak mümkünken; T.Akçam‘ın bu gayretini anlamak çokta kolay olmuyor…

„… bu cümle bu açıklıkta söylenmedikçe bu ülkeye demokrasi ve barış gelmez.“ diyor Akçam! Bu cümleyi tamda bu açıklıkta, bu ülkenin, muvcut kojöktürde en etkili ve yetkili şahsiyeti kamuoyuna hitaben dile getirdi sayın Akçam! Ama bu ülkeye demokrasi de barış da gelmedi. Tam aksine demokrasi ve barışın, belki ençok da bizzat R.T.Erdoğan eliyle karanlık delhizlere itildiği bir dönem yaşanmakta bugün.

Bir de şunu söylüyor Akçam: „CHP‘nin Dersim insanına özür borcu vardır.(...)“ Evet elbette, bir devlet politikası olarak Dersim soykırımının birinci dereceden planlayıp uygulama icraatçısı olması nedeniyle CHP‘nin de enbaşta Dersim insanı olmak üzere bu halka tarihsel bir özür borcu olduğu doğrudur. Ama asıl özür dilemesi gerekenin bizzat devletin kendisi olduğu, hertürlü tartışmanın dışındadır. Fakat görüldüğü gibi T.Akçam, maşayı tutan eli ve o eli yönlendiren kafayı değil, doğrudan maşayı hedef seçmeyi tercih ediyor.

Denilebilir ki nihayetinde bir duruş ve görüştür. Evet elbette öyledir. Ama benim bu yaptığımda bir duruşun ve bir görüşün ifadesidir. Demek olur ki; sarf ettiğimiz sözler, bir bakıma da, duruşumuzun ve dünya görüşümüzün ifadesidirler. Bir halk deyimi vardır: Denir ki; „herkes kendi meşrebince laf eder.“ Aynen de böyle işte. 16.11.2020

10308

Hamas[1] -siyonist İsrail devleti denkleminde gazze'deki soykırım:

Açıklanan rakamlar muhtelif olsa da 7.Ekim.2023 ile 30.Mayıs.2024 tarihleri arasında, ezici çoğunluğu çocuk ve kadın olmak üzere, toplamda 36 bin Filistinli hunharca katledilmiş durumda. Yaralı sayısının 80 bini aştığı ve keza binlerce kişinin akıbetlerinin bilinmediği söylenmekte.

Yirmi saplı ilmik (Nubar Ozanyan)

Zulmün sınırının ve çapının olmadığı, çığlığın ve yüksek sesle ağlamanın yasak olduğu topraklarda yaşıyoruz. Ermeniler, Kürtler, Aleviler geçmişte yaşadıklarının yaslarını tutmaya vakit bulamadan daha kapsamlı acıların içine itiliyorlar. Diktatörler bir yandan halkların bembeyaz barış sayfalarına zulümlerini kara kalemle yazarken diğer yandan yaptıkları kötülüklerin ve işledikleri cinayetlerin unutulması ve bir daha hatırlanmaması için ellerinden gelen her şeyi yapmaya çalışıyorlar. Halkların hafıza ve belleklerini silerek sahte bir tarih yazımıyla kirletiyorlar.

Emperyalizm Üzerine Notlar-3

Emperyalizm, Bağımlılık ve Eşitsiz Gelişme

 

Soru 3:

Türkiye Mali olarak ABD ve AB Emperyalistlerine Bağlıdır

Cevap:

Türkiye'nin mali olarak, mali olarak daha güçlü emperyalist ülkelere ihitiyaç duyduğu hatta bağımlı olduğu bir gerçektir. Ancak bu bağımlılık, bir yarı-sömürge ya da bağımlı ülke bağımlılığı gibi olmayıp, finansal olarak daha büyük olmamasıyla ilgilidir.

Bir Kez Daha: Tehlikenin Farkında mıyız?

Bundan kısa bir süre önce, Erdoğan iktidarının; “Türkiye Yüzyıl Maarif Modeli” ile teşebbüsüne soyunduğu stratejik hamlenin Türkiye ve K. Kürdistan toplumu açısından nasıl ve ne türden güncel bir tehlike ve tehdit oluşturduğuna dair kısa bir yazı paylaşmıştım.

Ermenistan’da Tavuş Hareketi Üzerine

Ermenistan Apostolik Kilisesi Tavuş İdari Başpiskopos’u Bagrad Galstanian önderliğinde başlatılan sivil itaatsizlik gösterileri, halkın yoğun katılımı ile devam ediyor. Ermenistan’a ait dört köyün, Azerbaycan’a iade edilmesi bardağı taşıran son damla oldu. Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan’ın derhal istifa etmesi isteniyor. 4 Mayıs’ta başlayan gösteriler, yol güzergahı üstünde bulunan Lori, Sevan, Geğarhunik… şehirlerinden halkın yoğun katılımı ile Yerevan’da sonlandırıldı. 26 Mayıs’ta Cumhuriyet Meydan’ında düzenlenen miting ile yüz binlere ulaştı.

“CHP’yi demokrasi cephesıne katılmaya zorlama” yaklaşımları üzerine - 2

Sol-sosyalizm adına adeta akıllara durgunluk veren yaklaşım örnekleri bu saptama ve belirlemeler. Yani sanki de CHP işbirlikçi tekelci burjuvazinin temsilcilerinden ve T.C Devleti’nin koruyucu-kollayıcı ana güçlerinden olan bir sosyal demokrat parti değil de sol, sosyalist veya halkçı bir partiymiş gibi tenkit ve değerlendirme konusu yapılıyor. Hal böyle olunca da burada kusur, varlık nedeni gereğince davranan bir sosyal demokrat partinin değil; sosyal demokrat partiye, sahip olmadığı/olamayacağı payeleri yükleyen yaklaşımların olur doğallığıyla.

İdeolojik Netlik ve Örgütlülük

Günümüzde özgür bir geleceğe doğru yapılacak her hamle, sınıf bilinçli bir duruşu ve buna uygun bir örgütlülüğü zorunlu kılar. Tüm bunlar da yoğun bir emeği ve fedakarlığı gerektirir. Sınıf bilincinden yoksun, kendiliğinden hareketlerle köklü değişimlerin-tarihsel kopuşların yaratıcısı olunamaz. Proleter ideolojiyle donanmış partilerin tarihsel misyonu tam da burada ortaya çıkıyor. Yine partisiz-örgütsüz bir duruşla özgür bir geleceğe dair hesaplar yapılmaz.

AKP-MHP FAŞİST DİKTATÖRLÜĞÜNÜN K. KÜRDİSTAN’DA FİİLİ OLARAK UYGULADIĞI, SÖMÜRGE SİYASETİDİR.

Sömürge siyasetinin en belirgin özelliği, yerel halkın iradesinin gasp edilerek, yok sayılmasıdır. Bunun yerine, sömürgeci merkezi yönetimin doğrudan kendi memurlarını oraya yönetici olarak atamasıdır. Bunun adı bir dönem OHAL Valisi, sıkıyönetim komutanı, bölge müsteşarı oluyorken; bugün de Kayyum belediye başkanı, muhtar vs. vs. oluyor.

Günümüz koşullarında sömürge veya ezilen bağımlı uluslara, azınlıklara, baskı altındaki inançlara ve ezilen cinse karşısömürge siyasetinin aldığı biçim; aleni bir şekilde, koyu faşizmden başka bir şey değildir.

Piroğlu Ecevit (Nubar Ozanyan)

Özgürlük uğruna bedeni ölüme yatırarak bir mevsim aç kalmak… Onurlu ve özgür bir yaşam için kendisine ait olan her şeyi feda etmek. Budur, özgürlük mahkumlarının hikayesi! Dünya ve ülkemizin zindan direniş tarihi buna fazlasıyla tanıktır. Amed zindanından Metris zindanına uzanan direniş tarihi fazlasıyla buna tanıktır. Kolay mı saatlere günlere aldırmadan her gün herkesin gözü önünde santim santim erimek; yaşamın nimetlerine dokunmadan açlığa yatmak… 120 günden daha fazla süren bir direnişi sürdürmek; düşünmek ve hayal etmek bile insanı ürkütüyor.

ABRÜST - leylekler getirdi kız... leylekler...

"Sol Kal Sol Yaşa"

Sol tatile  gitmişken...

Toplumsal yapı da; bir an bile parlamentarizmi savunmakta vazgeçmediğini ilan eden her insan ve siyasi yapı da ağır  saldırılara maruz kalıyorken...

seçimlerle  siyaset yapmak istiyen  devrimcilerde proletaryaların her geçen  gün ağırlaşarak hissettiği  solcusuzluğa  karşı da proletaryanın karşısına umut olma uğruna olsa da "Sol Kal Sol Yaşa" diyerekte çıkamıyorken...

fırsatta buyken... fırsatta buyken... 

yazın gitsin kız... yazın gitsin...

abrüst... falan filan...

sanat da diyin gitsin.

Zap’a bomba Colemerg’e kayyum (Nubar Ozanyan)

Türk patronlarının ve generallerinin Kürt ve emek düşmanlığı kapsamlı ve planlıdır. Sınırlı bir zaman ve belli bir dönemle sınırlı değildir. Süreğendir. Demokrasiyi gerçekte değil sözde bilir. Uygulamada değil yasalarında yazılı haliyle tanır. Ki bunu bile kaale almaz. Tarihten günümüze dek en iyi yaptığı şey işgal ve Türk olmayan halkların canını almaktır. Emek ve topraklara konmaktır. En iyi bildiği ise “Yakma-Yıkma-Çökme”dir. İkiyüzlü ve sahtekâr olduğu kadar kinci ve intikamcıdır.

Sayfalar