Ermeni Soykırımı’nın Yıldönümünde Covid 19-15

Ermeni Soykırımı’nın 105. yılı Coronavirüs kuşatması altında anılırken bu sefer dünya yeni bir felaket ile karşı karşıya kaldı. Bu felaketin sonuçlarının ekonomik ve sosyal açıdan çok ağır olacağı şimdiden ortadadır.
Coronavirüs salgını üzerine yürütülen tartışmalarda “biyolojik bir savaş mı yaşanıyor?” sorusu değişik ülkelerde bilim insanları arasında tartışılırken, gerçek olan noktalardan birisi de şu ki; bundan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.
Fırtınalar, su baskınları, depremler, iklim değişikliği, salgın hastalıklar… Tüm bunlar artık günlük yaşantımızın olağan bir parçası haline geldi. En başta söylersek bütün bu yaşananların kaynağı ekolojik dengenin bozulmasına neden olan özne emperyalist kapitalist sistemdir.
Aşırı kâr hırsı beraberinde hava kirliliği, nükleer silahlar üretimi ve kullanımının artışı, vahşi yaşamın talan edilmesi, endüstriyel hayvancılık vb.’den yorulan ve dengesi bozulan doğa “uyarılarımı dikkate almazsan, sonuçlarına katlanırsın” demek istiyor insanlığa.
Hastalığın esir aldığı Avrupa’da ölüm sessizliği hüküm sürüyor. Ölüm çevremizde dolaşıyor, bize geldi gelecek derken kara haber komşumuzdan geliyor. Hiç de alışık olmadığımız bir durumla karşı karşıya kalıyoruz. Cenaze arabaları, ambulanslar geliyor. Görevlilerin elbiseleri bizi şaşırtıyor. Gaz maskeli, kar elbiseli, uzaylılara benziyor gibiler. Devlet cenazeyi alıyor.
Aile fertlerine “yapacak bir şey yok, biz size haber vereceğiz” deyip götürüyorlar ölüyü. Tokalaşma yok, “başın sağ olsun” dilemek, tören yapmak vb. mümkün değil, yani hocanın da papazın da hükmü yok!
Hastalık zengin veya fakir dinlemiyor. Başbakanından krala, sanatçısından oyuncusuna, futbolcusundan antrenörüne, ırgattan işçisine herkese bulaşabiliyor. Ancak yoksullara bulaşması durumunda zaten neredeyse “ölmüş” olanlar; maddi imkansızlıktan, sağlık hizmetlerine ulaşamamaktan, gerekli bakımın sağlanamamasından kaynaklı yaşamlarını kaybediyorlar. Zengin ise bütün imkanları kullanarak kendini kurtarabiliyor.
Avrupa’da birçok ülke farklı farklı tutumlar sergilerken kapitalist sistem ödemelerin fazlalığından, yükten kurtulmak için savunduğu değerlerden olan “yaşam hakkı”nı ihlal ediyor. Huzurevlerinde yaşlıların ölümleri hızla artıyor. Kapitalizmin kurallarının en ağır hüküm sürdüğü Amerika’da ise her şeyin ölçüsü “para” oluyor. Güvencesiz, sigortasız, evsiz milyonlarca insan ölümle karşı karşıya. Birçok eyalette yapılan istatistiklerde ölümlerin % 75’ini siyahiler oluşturuyor. İşte vahşi kapitalizm!
Ermeni Davası Savunucusunu Kaybettik!
Fransa’da Ermeni davasının savunucularından, 80’li yıllarda adından en çok bahsedilen Patrick Deveciyan; 105. yıl anma etkinlikleri arifesinde Coronavirüs hastalığına yakalanarak 75 yaşında vefat etti. P. Deveciyan, yakalandığı bu amasız hastalıktan dolayı 3 gün içinde, 29 Mart’ta aramızdan ayrıldı. Belki bu ortam olmasaydı, binlerin katılacağı cenaze töreni ile son yolculuğuna uğurlanacaktı. Ama olmadı…
Peki Patrick Deveciyan’ı bu kadar önemli kılan nedir? Ermeni davasını savunmasıdır!
1980’li yıllarda Türk medyasının “ASALA’nın avukatı” olarak hedef gösterdiği P. Deveciyan’ın büyükleri Anadolu-Elazığ topraklarındandır. Göç ve imhalar neticesinde yurtdışına göç eden bir aileden gelmektedir. Fransa’ya ilk göç edenler önce Marsilya sonradan da Lyon ve Paris’e yerleşmişlerdir. Ancak ikinci ve üçüncü kuşaktan sonra kimlik arayışında olan Ermeniler soykırım gerçekliği ile tanışmışlardır.
- Deveciyan 1946 yılında, Paris’te savaş yıllarında doğdu. Aile büyükleri İstanbul’un sayılı bürokrat ailelerinden olup kral Abdülmecit tarafından takdirname ile onurlandırılmışlardır. Dedesi soykırımdan kurtulmuştur. Deveciyan bu süreci “eğer bugün yaşıyorsam bir Türk dostu sayesinde” diye anlatmaktadır. “24 Nisan 1915’te dedemin komşusu olan bir Türk albayı Karekin Deveciyan’a ‘Karakola çağırdılar mi sizi?’ diye sorar. O da ‘Çay içmeye çağırdılar, bir tuhaflık görmedim, gideceğim’ der. Albay, ‘sakın gitmeyin saklanın’ deyince, ailece ölümden kurtulduk.”
1980’li yıllarda Türk konsolosluk görevlilerine karşı başlatılan cezalandırma eylemlerinde tutuklanan ve yargılanan ASALA üye ve taraftarlarını “savunan olmadığı için ben savundum” diye anlatmaktadır. Mahkemelerde “terörist” suçlamalarına karşı çıkarak, davalarını savunan “devrimciler” olarak tanınmasını ister. En önemlisi 2001 yılında Fransız Parlamentosu’nda Soykırım Yasa Tasarısı’nın kabulü için ikna çalışmalarında bulunur. Başarılı da olur. Yasa kabul edilir. 2011 yılında yine “Ermeni Soykırımı’nın reddini suç gören yasa” da parlamentoda kabul edilmiştir.
Türk Devleti’nin Ermeni Soykırımı’nın reddedilmesi, gerçeklerin saptırılması, lobi faaliyetleri için her sene milyonlarca lira ödediği herkes tarafından bilinmektedir. İşte bunlardan birisi de ABD’li Profesör Bernard Lewis’dir. Ermeni Soykırımı’nı reddettiği için Fransa’da hakkında açılan davada cezaya (1 Euro) mahkum olmuştur. Bu başarı P. Deveciyan sayesinde kazanılmıştır.
- Deveciyan, Paris’te hukuk öğrenimini tamamladıktan sonra bütün basamaklardan teker teker yükselerek Fransız politikasında belli bir seviyeye kadar gelmiştir. Jack Chirac döneminde bakanlık yapmış, N. Sarkozy’nin sağ kolu olmuş, danışmanı olarak kabinesinde görev almıştır. Kendisi bir devrimci olmadığı hatta sağcı bir politikacı olduğu halde Ermeni halkına hizmette bulunmuş bir politikacı olarak hiç beklenmedik bir anda sessiz sedasız aramızdan ayrılmıştır.
Soykırımdan kurtularak 1919-23 yıllarında Fransa’ya sığınan Ermeniler ileriki yıllarda Fransa’nın dünyaca tanınmış şahsiyetlerini kazandırmışlardır. Bunlardan en çok tanınanları Charles Aznavour (Sanatçı), Edouard Balladour (Başbakan), Misak Manuşyan (Enternasyonal Devrimci)’dır.
Zorla Bağış Kampanyası’na (Tekalif-i Milliye) Tepki: “Zehir Zıkkım Olsun!”
Dünyada neredeyse bütün ülkelerde Coronavirüs can almaya devam ederken hükümetler ardı ardına alınacak ekonomik önlem paketlerini açıklamaya başladılar. Neredeyse bütün ülkeler vatandaşlarına maddi destek sağlarken, R.T.Erdoğan ise vatandaşından para talep etti. Zaten zor durumda olan halka bu zulmü reva görenler bir yandan da her şeyi “din, Allah, Müslümanlık” için yaptıklarını iddia ediyorlar. Sonra da halka seslenerek “Biz Bize Yeteriz Türkiye” diyorlar.
Avrupa’da sosyal medyada dolaşan videolarda R.T.Erdoğan’ın açıkladığı önlem paketi açıkça dalga konusu oldu. İçinde uçak biletlerinden alınan verginin % 1’e indirilmesi, konut kredilerinin faizlerinin düşürülmesi vb. önlemler(!) olan paket, açlık sınırında olan halkın aklıyla alay etmek değildir de nedir? Herkes R.T.Erdoğan rejiminden emekçi halka dönük destek beklerken o “dualarınızı eksik etmeyin” diyor, üstüne de IBAN numarası vererek insanlardan para yatırmalarını istiyor ve halka “kolonya” vaadinde bulunuyor!
Elbette ki bu olaylar Türk ekonomisinin ne kadar zor durumda olduğunun bir göstergesidir. Merkez Bankası’nda döviz rezervleri eksiye düşmüştür, eskisi gibi sermaye bulmakta zorlanmaktadır.
ABD ile Avrupa ülkelerinin para musluklarını kesmiş olması R.T.Erdoğan’ın bankalarda vatandaşın döviz rezervlerine göz dikmesini doğurdu. R.T.Erdoğan, M. Kemal’i örnek vererek başlattıkları bağış kampanyasına destek olmalarını istedi. Bu durum, R.T.Erdoğan rejiminin 18 yıllık icraat döneminde en sıkıntılı günleri anlamına gelmektedir.
Yunanistan ile var olan savaşı yürütmekte zorlanan Kemalistler, halktan yardım almak için zoraki bağış kampanyasına başvurmuşlardır. (Ki bu durum bile başlı başına “Kurtuluş Savaşı”nı halkın desteklediği propagandasının yalan olduğunu göstermektedir.) 1921 yılında tüm yetkileri üzerine alan M. Kemal’in imzasıyla yürürlüğe giren Tekalif-i Milliye, vatandaşa “ayakkabısından çorabına, yiyeceğinden binek hayvanına, arabasına, mazotuna” kadar devlete yardımda bulunma zorunluluğu getirmiştir. Bu hükümlere uymayanların tutuklanıp vatan hainliğinden yargılanıp, idam cezasına çarptırılmasını karara bağlamıştır.
Cumhuriyet Türkiyesi’nin 100. kuruluş yıldönümüne yaklaşırken, iktidara gelen “sol” ve “sağ” yönetimler, her daim Kemalizm’i savunmuş, resmi ideolojisi Kemalizm ile kendinden olmayanları tasfiye ederek mal, mülk ile sermayelerine el konularak Cumhuriyet’in inşası tamamlanmıştır. Gerçekler halktan gizlenerek, yalan ile düzenlerini sürdürmektedirler. Oysa gerçek şudur:
– 1921 yılında yürürlüğe giren bu kanun, vatandaşın malına ve mülküne el koyma girişimidir.
– Mallarına el konulan vatandaşların % 75’i Ermeni ve Rum, Hristiyan azınlıklardır.
– Söylendiği gibi savaştan sonra söz verilen malların iadesi, yeni kanun çıkarılarak önlenmiştir. Diğer bir ifadeyle azınlıkların servetlerine karşılıksız el konulmuştur.
– Firari ve kayıp (!?) olanların malları devlete kalmıştır.
– “Bize ait olmayanlara (!?) müşkülat göstereceğiz” denilerek, dönemin Maliye Bakanı Mustafa Abdülhalik (Renda) tarafından geri verilmemesi çağrısı yapılmıştır. Bir ülkenin vatandaşları “firari ve kayıp”, “bize ait olmayanlar” olarak ilan edilmiş, servetlerine ve varlıklarına el konulmuştur. Türk hakim sınıfları böyle palazlanmıştır. Geçmişlerinde gasp, yağma ve talan vardır.
- Kemal’in en yakın arkadaşlarından olan M. Abdülhalik (Renda) bu iş için görevlendirilmiş, zalimliği ile tanınan, İttihat ve Terakki yönetim kadrolarında yer almış önemli bir kişidir.
- Savaş bittikten sonra bunun gibi bir sürü soykırım suçlusu, M. Kemal’in kurduğu hükümetlerde yer almış, “bilgi ve tecrübeleri”nden(!) yeni kurulan cumhuriyet için faydalanılmıştır. Sırf bu durum bile TC’nin hangi temeller üzerinden yükseldiğini göstermektedir.
- Abdülhalik (Renda) Soykırımın birinci dereceden sorumlularından Mehmet Talat’ın kayınbiraderidir. Önce Bitlis valiliği görevine getirilir. Ardından Halep valiliğine atanır. Burada Suriye çöllerindeki kamplardan kaçıp kurtularak Halep’e gelenlere engel olur. İttihatçılar iktidardan düştükten sonra M. Abdülhalik (Renda) tutuklanır. Malta Adası’na gönderilir.
- Katliamlarda yöneticilik yapmaktan yargılanır. Suçu “Bitlis, Muş, Sason bölgelerinde Ermenileri katletmek ve Ermeni mallarına el koymak”tır. Bitlis’te 150 bin Ermeni’nin ölümünden sorumlu tutulmaktadır.
Ankara ile İngilizler arasında esir değiştirmeden yararlanarak serbest kalır. M. Kemal derhal kendisini görevlendirir. İzmir’in yakılmasında rol alır. Şehrin ilk valisi olur. M. Kemal evlendiği zaman ilk şahidi olur. 1923 seçimlerinden sonra, Çankırı Milletvekili seçilir. İnönü’ye sunulmak üzere Şark Islahat Planı’nı hazırlar. Kürtçe’nin yasaklanmasını, muhacirlerin bölgeye yerleştirilmesini planlar.1935 yılından 1946’ya kadar TBMM başkanlığı görevinde bulunur.
1915 yılında, 1.5 milyon Ermeni’nin hayatını kaybettiği Büyük Felaket’ten sonra bugün 21. yüzyılda insanlık Covid-19 pandemisi ile karşı karşıyadır. Bilim insanları hastalığa çare bulmak için olağanüstü çalışırken, arka cephede emperyalist devletlerin aşıyı bulup patentini alma savaşı vardır. Aşıyı bulduğunu iddia eden, hatta bulan bilim insanları tehdit ediliyor. Patent savaşını kimin kazanacağı belli olmadığı için bu virüs belası belki de aramızdan çok sevdiklerimizi, yakınlarımızı, dostlarımızı alıp götürecektir.
Dünyayı kasıp kavuran bu belanın etkisi canlarından başka kaybedecek hiçbir şeyi olmayan, dünyada milyonlarca mazlumun açlık ile karşı karşıya geldiği zaman ne olacağını herkesin şimdiden kestirmesi zor değildir.
Kitle gösterileri bir anda domino etkisi yaparak bütün dünyayı etkisi altına alabilir. Ayaklanmalar yaşanabilir. Nitekim Amerika’da bu yüzden silah satışlarının arttığı ifade edilmektedir. Türkiye tüm bu yaşananların tam ortasındadır.
İnsanın en temel ihtiyaçları olan su, elektrik, eğitim en önemlisi sağlık sorunları yeni dünya düzeninde çözülmesi gerek sorunların başında gelmektedir. Özelleştirme ile çözüm arayışı içerisinde olan iktidarlar şimdiden kaybetmiştir. Herkesi kucaklayan sosyal politikalardan başka çözüm yolu yoktur.
Güçlü görünen emperyalist devletlerin Covid-19 karşısında nasıl çöktüklerine bugün tanıklık ediyoruz. Mao’nun “emperyalistler kağıttan kaplandır” sözünü bugün dünya halkları yaşayarak görüyor ve anlıyor…
Başka söze ne hacet!

Agop Ekmekciyan
Özellikle azınlıklar üzerine yazdığı yazılarıyla tanıdığımız yazarımız,diğer birçok konuda da makaleleriyle tanınmaktadır.
agop@kaypakkaya-partizan.net(Hazırlanıyor)
Son Haberler
Sayfalar

Fransa’da El Freni Çekildi! İşe Yarar Mı?
Avrupa Birliği üyesi 27 ülkede 720 sandalyeli Avrupa Parlamentosu (AP) seçimleri, 6-9 Haziran tarihleri arasında yapıldı. Almanya, İtalya ve Fransa’da aşırı sağ olarak tanımlanan faşist hareket ciddi anlamda sandalye sayısına ulaştı. Böylelikle merkez sağla birlikte faşist hareket AP’deki en büyük grup olarak yerini korudu.
Seçimlerin yankısı ve sonuçları ciddi anlamda tartışmaları doğurdu. AP’ye Almanya’dan sonra sağcılar adına en fazla vekil gönderen Fransa, tartışmaların girdabından çıkıp erken seçim hamlesi ile sarsıntıyı giderme yoluna gitti.

Mevcut koşullarda devrimci siyasal mücadelenin öne çıkan toplumsal dinamikleri (3)
Devrimci siyasal mücadelenin genel olarak nesnel zemini, sosyal devrimleri de olanaklı kılan nesnel zemin ile, aslında ortak paydalara sahiptir. Emperyalist- kapitalist barbarlığın hüküm sürdüğü ve kendisinin doğrudan var ettiği her bir antagonist çelişme ve sorunların giderek daha bir keskinleşerek; ulusların, halkların ve doğanın yaşamını kâbusa çevirip, geleceklerini ciddi şekilde riske soktuğu şu süreçte, gerek özel olarak Türkiye ve K.

Mevcut koşullarda devrimci siyasal mücadelenin öne çıkan toplumsal dinamikleri (2)
Somut özgülün realitesi içerisinde devrimci siyasal mücadelenin etkili ve sonuç alıcı kazanımlara dönüşerek yürütülebilmesi için gerekli olan bir diğer öncelikli koşul ise; elbette ki bu mücadelenin, küresel ve yerel zeminde, toplum gündemini doğrudan ilgilendiren ve de ilgilendirecek olan sorunlar üzerinden ele alınarak yürütülmesidir.

Halkların İhanetçilerden Çektiği (Nubar Ozanyan)
Zulmün gölgesinde yaşam bulmaya çalışırken karanlığın sadece gece gelmediği, güneşin altında da gelip halkları bulduğu katliamlar birçok halkı nefessiz bırakmaya çalışmıştır. 1915 Ermeni Soykırımı boyunca başta Asuri, Süryani, Pontus halkı olmak üzere Êzîdî ve Kürt halkı da büyük trajediler yaşamıştır. Bugün Türk faşizmi eliyle Başûr Kurdistan’ında gerçekleşen işgal ve ilhak saldırılarında Kürt halkıyla birlikte Asuri-Süryani halkı da tanımsız acılar yaşamaktadır.

Türkiye’de Ermeni bir devrimci militan: Haldun Karyol (MEHMET GÜNEŞ)
Haldun Karyol, asıl adıyla Harutyan Karyolacıyan, kadim dostum, 8 Temmuz günü aramızdan ayrıldı. Haldun bir Ermeni’ydi ama her şeyden önemlisi Türkiye’de yetişmiş, ender görülebilecek, kendine has eylemci bir devrimci militandı. Onu ender ve ebedi kılan hikayesini bilmek ve öğrenmek, bugün Türkiye’de devrim mücadelesine baş koymuş her militanın hakkı. O yüzden, Haldun’u yakından tanıyan biri olarak, onu anlatmayı devrimci bir görev olarak üstleniyorum.

Mevcut koşullarda devrimci siyasal mücadelenin öne çıkan toplumsal dinamikleri (1)
Nasıl ki genel siyasal mücadele ve siyaset ediş tarzı, küresel ve yerel bazdaki ekonomik, politik, eğitsel, askeri, kültür-sanatsal, çevresel-iklimsel, ezen-ezilen cins, inanç ve etnik sorunlar yekûnu olan toplumsal dinamikler zemini üzerinden kendisini var edip sürdürüyorsa; birebir aynı şekilde, devrimci siyasal mücadele ve siyaset ediş tarzı da aynı küresel ve yerel toplumsal dinamikler üzerinden kendisini var edip sürdürmesi gerekiyor. Normal ve de olması gerekendir bu.

Küçük bir damla ile fırtınayı başlatanlar (Nubar Ozanyan)
Aradan 12 yıl geçti. Etki gücü Ortadoğu’ya yayılan 12 yaşında genç bir devrim yaşıyor adına Rojava denilen topraklarda. Derin yoksulluk, bitmeyen zulümle terbiye edilip cehenneme çevrilen Ortadoğu’da Rojava, bir özgürlük adası gibi duruyor.

Türk Faşizmi EURO 2024’te Sahaya İndi
İki yılda bir Avrupa Futbol Federasyonları Birliği (UEFA) tarafından organize edilen Avrupa Futbol Şampiyonası, bu yıl EURO 2024 olarak Almanya’da düzenlendi.

Kapitalist Toplumsal Bir Kırılma ve Yeniden Tarihi Yeni Bir Toplumsal Süreç
Kapitalist emperyalist sistem, önceki bunalım ve çelişmelerinden farklı olarak,, kendisinin taşıyamayacağı ve çözemeyeceği sistem içi yapısal ekonomik ve siyasal çelişmeler ile karşı karşıya kaldığı bir sürecin içine girmiştir. Bir taraftan yeni emperyalist ülkelerin ortaya çıkışıyla (ki, bu; kapitalizmin ala bildiğine gelişmesi, genişlemesi, üretimin ve sermayenin alabildiğine temerküzü ve de mülksüzleştirenlerin mülksüzleştirilmesi sürecinin de ilerlediği anlamına gelir) kendini yeniden üretemez olan bir sürecin içine girmiştir.
Bunların neler olduğunu kısa olarak açalım:

Prof. Dr. Korkut Boratav CHP’den Sermaye Sınıfıyla Hesaplaşmasını İstiyor...
Marksist iktisat Profesörü Korkut Boratav, gazeteci İrfan Aktan’a verdiği mülakatta, sürece ilişkin gerçekten de çok değerli ve devrimci sol-sosyalist ve komünist politik öznelerce dikkate alınması gereken çok önemli siyasi ve iktisadi analizler yapıyor, saptamalarda bulunuyor.
Örneğin kendisine sorulan şu soruya verdiği yanıtta olduğu gibi:
“Yoksulların, alt sınıfların bu kadar derin bir kriz yaşadığı dönemde nasıl oluyor da ideolojik hegemonyayı yine de iktidar sağlayabiliyor ve buna karşı güçlü bir sol alternatif çıkmıyor?” (abç)

Yağma ve Talan Cumhuriyeti (Analiz)
Geçtiğimiz haftalarda Kayseri’deki pogrom girişimiyle başlayan ırkçı ve mülteci düşmanı saldırılar Antalya, Antep, Urfa, Hatay, Bursa, İstanbul gibi şehirlerde de kendisini göstererek göçmenlere ait işyerlerinin ve malların yağmalanmasına, yakılmasına ve çok sayıda göçmenin yaralanmasına, hatta Antalya’da göçmen bir gencin öldürülmesine neden olmuştur.
Bir çeşit günah keçisine dönüştürülen göçmenlere karşı yükselen bu dalga görünen o ki daha çok olaya ve şiddete gebe bir yerdedir.