Çarşamba Kasım 27, 2024

Filipinler İşçi Sınıfı Üzerinde Gün Geçtikçe Yoğunlaşan Neoliberal Saldırılar

Kamu Emekçileri Birlik, Tanınma ve İlerleme Konfederasyonu’nun (COURAGE) 10. Kongresi’nin Açılış Konuşması, 5 Nisan 2016 Halkların Uluslararası Mücadele Birliği Başkanı Profesör Jose Maria Sison

Biz, Halkların Uluslararası Mücadele Birliği (ILPS) olarak Devlet Çalışanları Birlik, Tanınma ve İlerleme Konfederasyonu’na (COURAGE) ve sizin 10. kongrenize gelmiş bulunan yüzlerce katılımcıya en gönülden selamlarımızı iletiyoruz. Aynı zamanda bu kongreyle eş zamana düşen COURAGE’ın kuruluşunun 30. yıl dönümünü de sizle beraber kutlamaktayız. COURAGE’ın kamu çalışanlarının hak mücadelesinde büyük bir özveri ve azimle elde ettiği zaferleri selamlamlıyoruz. COURAGE’ın, ILPS’nin bir parçası olması bizim için gurur vericidir.

Kongrenizin ana sloganlarının dile getirdiği coşkuyu, kararlılığı ve iyimserliği sizinle paylaşmaktayız: “Ipagbunyi ang tatlong dekada ng militante, progresibo at makabayang unyonismo! Ipamandila ang mga aral at tagumpay sa pamumuno sa sektor publiko! Paigtingin ang laban sa neoliberal na atake sa sahod, trabaho at karapatan!” (30 yıllık militan, ilerici ve yurtsever sendikacılığı kutluyoruz! Kamu sektöründe kazanılan zaferleri büyütüyoruz! Ücretleri, hakları ve çalışma hayatını hedef alan neoliberal saldırılara karşı mücadeleyi büyütüyoruz!)

Kongrenizin deneyimlerinizi özetlemekte ve bu deneyimlerden belli dersler ve yol haritaları çıkarmakta ve gelecek 3 yıldaki planlarınızı gerçekleştirecek kadroyu seçmede başarılı olacağınıza güvenimiz tamdır. Kararlılığınızın ve birliğinizin daha da güçleneceğine, kamu emekçilerinin haklarının mücadelesinde daha da büyük zaferler kazanacağınıza ve Filipinler halkının ulusal bağımsızlık ve demokrasi mücadelesine yapacağınız katkılara dair herhangi bir şüphemiz yoktur.

Ben, bu kongreye Filipinler işçi sınıfı üzerinde yoğunlaştırılan neoliberal saldırılara dair bir konuşma yapmak üzere çağrılmıştım. Konuya öncelikle neoliberalizmin tarihsel bağlamda nereye ve neye denk düştüğüyle başlayayım. Neoliberalizm, ücretlerin aşağı çekilmesiyle karın maksimize edilmesini hedef alan temel kapitalist ilkeye ve yabancı tekelci kapitalizmin ekonomik ve finansal kontrol yoluyla sağladığı yeni sömürgeci egemenliğe dayanmaktadır.

Neoliberalizm ilk olarak Avrupa’da 1930’larda tahayyül edilmeye başlanmıştır. 1980’lerin başlarında Reagan ve Thatcher’ın bu ekonomik programı benimsemesinden bu yana neoliberalizm kapitalist sistemin egemen ekonomik politikası haline gelmiştir. Neoliberalizm, işçi sınıfı ve halk karşıtı bir temele sahiptir. Neoliberalizmin savunucusu iktisatçılar ve ideologlar, ‘’ücret enflasyonu’’ olarak tabir ettiği durumun kaynağı olarak işçileri ve sendikaları suçlamakta, 1970’lerde mevcut olan stagflasyona ise devletin sosyal harcamalarının neden olduğunu söylemektedir. Neoliberalizm, serbest piyasanın ya da aslında tekelci kapitalistlerin her şeyi belirlediği, yönettiği ve devletin ekonomiye müdahale etmediği (fakat tekelci kapitalistlerin kar realizasyonunu ve sermaye birikimini hızlandırmak için onlara her türlü ayrıcalığı ve fırsatı sağladığı ve enflasyona engel olmak için piyasadaki para arzını ve faiz oranını düzenlediği) durumda ekonominin iyi bir şekilde seyredeceğini ve büyüyeceğini varsaymaktadır.

Bu varsayım, tüm zenginliğin ve iş olanaklarının yaratıcısının tekelci kapitalistler olduğunu ve onların, sermaye birikiminin önündeki tüm engelleri aşabilecekleri türden bir özgürlüğe sahip olması gerekliliğini belirtir. Buna göre tekelci kapitalizmin sermayesi ne kadar büyük olursa ekonomiyi büyütmeleri ve iş imkanları yaratmaları o kadar olanaklıdır. Bu nedenle neoliberalizm saldırılarını ücretlere, iş güvenliğine ve sendikal haklara yöneltirken sosyal harcamaların kısılmasını, burjuvazi için vergi indirimini, ticaret ve yatırımın liberalizasyonunu, kamu hizmetlerinin ve devlet varlıklarının özelleştirilmesini, az gelişmiş ekonomilerin çevre ve toplum düşmanı bir şekilde deregülasyonunu gerçekleştirmektedir. Neoliberalizmin özelleştirme politikasının yol açtığı devasa işten çıkarmalar ve ücret ve hakların gasbı dolayısıyla kamu işçileri bu saldırılar karşısında bilhassa korumasızdır. Neoliberalizm acımasız, dizginlerini koparmış bir açgözlülük politikasıdır.

Neoliberal ekonomik politikalar kapitalist sistem için bir dizi felakete neden olmuş ve olmaktadır. Marx bize daha çok uzun yıllar önce kapitalistlerin değişmeyen sermayeyi, değişen sermayeyi azaltarak arttırması durumunda nispi aşırı üretimin gerçekleşeceğini öğretmiştir. Ve eğer kapitalistler aşırı üretime ve kar oranının düşme eğilimine karşı para arzını ve kredileri artırma, kamu mevduatlarını kurtarma yöntemleri olarak kullanma, ya da finans piyasalarından yapay ya da spekülatif kar elde etme yoluna başvururlarsa bu finansal sarkıt hiç şüphesiz reel ekonominin üzerine çakılacaktır. İşte bundan dolayı, neoliberal politikalar art arda finansal balonlar yaratırken ardı arkası gelmeyen ve her yenisi bir öncekinden daha büyük ekonomik ve finansal krizlere neden olmaktadır.

Filipinler ekonomisi neoliberal politikaların da öncesinden beridir az gelişmiş, yoksullaşmış, sanayileşmemiş ve yarı feodal bırakılmıştır. Neoliberal politikalarla birlikte bu nitelikleri daha da artmıştır. Yine de ülke ekonomisinin bu karakterine rağmen cilalı ve şaşalı özel yapılar, alışveriş merkezleri, ithalata bağımlı ve borçla finanse edilen tüketim, yaygın ve tahrip edici açık maden işletmeleri ve büyük iş merkezleri göze çarpmaktadır. Filipinler ekonomisi art arda ekonomik ve finansal krizler yaşamış olsa da şu anda kendini toparlamış gözükmektedir. Yine de artan kamu borcunu ve işsizliği de gözardı etmemek gerekmektedir, hele ki 2011-2014 yılları arasında Filipinler’e akıtılan büyük miktardaki portföy yatırımları, ABD-Aquino rejiminin ‘’ekonomik büyüme’’ propagandası için kullanılmışken.
Filipinler üzerindeki politik ve askeri egemenliği, Filipinler ekonomisini bağımlılaştırması, ulusal serveti gasp etmesi, emek gücünü ve doğal kaynakları yağmalaması ve en karlı alanları hakimiyeti altına alması açısından ABD emperyalizmi Filipinler halkının ulusal egemenliğini yok saymaktadır. ABD emperyalizmi, ucuz iş gücü ve ülkenin doğal kaynaklarından faydalanmak adına Filipinler sanayisinin ve tarımının gelişimini sistematik bir şekilde bastırmaktadır.

Filipinler’in ulusal gereksinimleri neoliberal politikalar vasıtasıyla bankacılık, ticaret, yarı imalatçılık, inşaat, madencilik, tarım ve benzeri alanlardaki yabancı şirketlerin (çoğunlukla ABD şirketlerinin) çıkarlarına indirgenmiştir. Mamül ve hatta tarım ürünlerinin ithalatının önü, ‘’ticaretin ve yatırımın liberalizasyonu’’ adı altında gümrük vergilerinin ve kotaların azaltılması ya da kaldırılmasını içeren ticaret anlaşmaları (örneğin Dünya Ticaret Örgütü’nün anlaşmaları) sonucu iyiden iyiye açılmıştır.

Art arda gelen özelleştirme dalgaları milyarlarca dolar değerindeki kamu varlıklarını ve hizmet kuruluşlarını yabancı tekelci kapitalistlerin ve onların yerel ortaklarının mülkleri haline gelmiştir (devlet varlıklarının peşin satışı, hizmet kuruluşlarının işletim haklarının ihaleler aracılığıyla verilmesi, altyapı yap-işlet-devret projeleri, kamu kuruluşlarının şirketleştirilmesi, ‘’altyapı ve enerji projelerinde özel sektör-kamu ortaklıkları’’ ve benzer kılıflara bürünen bir dizi yağma projesi). Tüm bunların yanında tekelci kapitalizm, özelleştirilen varlıkların cüzi fiyatlara bırakılmasından ve yol açtığı işçi kıyımlarından da elbette ki faydalanmaktadır.

İşsizliğin muazzam seviyelere ulaştığı Filipinler’in az gelişmiş, yoksullaşmış ve bağımlı karakterdeki ekonomik mevcudiyetinin sorumlusu yabancı tekelci kapitalistler ve onlarla işbirliği içerisindeki büyük komprador burjuvazi, toprak ağaları ve yüksek kademelerdeki yozlaşmış devlet yetkilileridir. Bu mevcudiyetin yarattığı koşullar işsizleri ağır koşullarda ve düşük ücretlere çalışmaya mahkum ettiği gibi ülke dışında da çalışmaya da zorlamaktadır. Bu durum aynı zamanda halihazırda çalışan işçilerin de daha da düşük ücretlere çalışmasının zeminini hazırlamaktadır. Neoliberal politikalar; bir yandan kukla hükümetin, devleti ve onun kaynaklarını ekonominin sanayileşmesi için kullanmasını engellerken bir yandan da devletin baskı aygıtlarının hem işçi sınıfına ve onun sendikalaşma, grev ve benzeri haklarına hem de ilerici ve yurtsever güçlerin ulusal sanayileşme taleplerine karşı kullanılmasını tüm gücüyle teşvik etmektedir.

Köylülüğün en temel demokratik talebi olan toprak reformu talebi dahi neoliberalizm tarafından belli piyasa hamlelerine indirgenmiştir. İlk Aquino rejiminden itibaren, 1977 anayasasındaki toprağın toprak ağası tarafından gönüllü satışı ilkesi ve adil piyasa değeri olarak adil tazminat tanımı, tarım reformu bürokratlarıyla toprak ağaları arasındaki işbirliğinden ötürü toprağın yeniden dağıtım fiyatlarının çok yüksek seviyelerde belirlenmesine yol açarak toprak reformunu imkansız kılmaktadır. Köylüler ve yerli halklar git gide mülksüzleştirilirken yabancı ve yerli şirketler toprağı ve doğal kaynakları gasp etmektedirler.

Neoliberal politikalar, kukla hükümetin sanayileşme ve üretimi, istihdamı ve halkın refahını arttırmak için kamu kaynaklarını kullanmasına bir engeldir ama hükümet bir yandan da özelleştirmelerle bu kaynakları yabancı şirketlere peşkeş çekmektedir. Uygulanan neoliberal programlar bu yabancı şirketlere sınırsız kredi imkanları sunarken ‘’kamu-özel sektör ortaklığı’’ programları da bu şirketlere altyapı ve enerji projelerinde sözleşme ve devlet desteği sağlamaktadır. Ve yine bu programlar aracılığıyla şirketlerin daha fazla kar edebilmesi için emeği, kadınları, çocukları ve çevreyi güvence altına alan yasa ve düzenlemeler ortadan kaldırılmaktadır. Biriken devasa kamu borçlarının yükünü çeşitli kemer sıkma yöntemleriyle halkın sırtına yüklemek ise kukla hükümetin sıkça başvurduğu bir durum haline gelmiştir, özel sektör ve devlet dairelerinde ücretlerin ve sosyal yardımların azaltılması ve devasa işten çıkarmalar sıkça başvurulan kemer sıkma yöntemleri olmaktadır.

İşçilerin ücretlerinin düşürülmesine neden olan politika, yasa ve düzenlemelerin en büyük sorumlusu ABD emperyalizmidir. Yabancı tekelci kapitalistlerin ve onların büyük komprador işbirlikçilerinin işçi sınıfını daha fazla sömürebilmeleri adına uygulamaya geçirilen işçilerin ve kamu çalışanlarının köleleştirici sözleşmelere bağlanması, ücret koşullarının bölgeselleştirilmesi, Ücret Rasyonelleştirilmesi Yasası ve Ücret Standardizasyonu Yasası; ücretlere yönelik saldırıların örneklerindendir. Sosyal hizmetlerdeki (okullar, hastaneler…) özelleştirmeler, bir yandan yabancı tekelci kapitalistlerin ve büyük komprador burjuvazinin sömürüyü arttırmalarına imkan tanırken bir yandan da işçi sınıfının (özel okul ve hastanelerin pahalılığından ötürü) yaşam koşullarını daha da kötüleştirmektedir.

Biz ILPS olarak COURAGE’ın, kamu çalışanlarını ulusal demokratik hareket çerçevesinde haklarını savunma ve ilerletme adına örgütleme ve harekete geçirme mücadelesini yükseltme çağrısında bulunuyoruz. COURAGE, insanları kendi çıkarlarına hizmet edecek bir devlet kurmak için mücadele etmeye özendirmelidir. COURAGE’ın başarısı yalnızca kamu emekçilerine katkı sağlamamaktadır. COURAGE’ın başarısı aynı zamanda özel şirketlerde çalışan işçilere kitle çalışmalarında ve mücadelenin yükseltilmesinde nasıl bir yol izleneceği konusunda örnek olmaktadır.

Bu kongrenin ve 30. yıl kutlamalarınızın sonucunda, gerçekleştireceğiniz etkinlik ve toplantılarda seçmenlerinizi uzun dönemli ve yakıcı meselelere dair daha fazla bilgilendireceğiniz ve eğiteceğiniz konusunda herhangi bir şüphemiz yoktur. Örgütleyeceğiniz çeşitli devlet kurumlarındaki yerel sendikalar ve kamu çalışanlarını etkileyen ulusal ve kamusal meseleler üzerine gerçekleştireceğiniz kitlesel eylemler şüphesiz ki işçi sınıfının ve geniş halk yığınlarının mücadelesiyle birleşecektir. 

46249

Fransa’da El Freni Çekildi! İşe Yarar Mı?

Avrupa Birliği üyesi 27 ülkede 720 sandalyeli Avrupa Parlamentosu (AP) seçimleri, 6-9 Haziran tarihleri arasında yapıldı. Almanya, İtalya ve Fransa’da aşırı sağ olarak tanımlanan faşist hareket ciddi anlamda sandalye sayısına ulaştı. Böylelikle merkez sağla birlikte faşist hareket AP’deki en büyük grup olarak yerini korudu.

Seçimlerin yankısı ve sonuçları ciddi anlamda tartışmaları doğurdu. AP’ye Almanya’dan sonra sağcılar adına en fazla vekil gönderen Fransa, tartışmaların girdabından çıkıp erken seçim hamlesi ile sarsıntıyı giderme yoluna gitti.

Mevcut koşullarda devrimci siyasal mücadelenin öne çıkan toplumsal dinamikleri (3)

Devrimci siyasal mücadelenin genel olarak nesnel zemini, sosyal devrimleri de olanaklı kılan nesnel zemin ile, aslında ortak paydalara sahiptir. Emperyalist- kapitalist barbarlığın hüküm sürdüğü ve kendisinin doğrudan var ettiği her bir antagonist çelişme ve sorunların giderek daha bir keskinleşerek; ulusların, halkların ve doğanın yaşamını kâbusa çevirip, geleceklerini ciddi şekilde riske soktuğu şu süreçte, gerek özel olarak Türkiye ve K.

Mevcut koşullarda devrimci siyasal mücadelenin öne çıkan toplumsal dinamikleri (2)

Somut özgülün realitesi içerisinde devrimci siyasal mücadelenin etkili ve sonuç alıcı kazanımlara dönüşerek yürütülebilmesi için gerekli olan bir diğer öncelikli koşul ise; elbette ki bu mücadelenin, küresel ve yerel zeminde, toplum gündemini doğrudan ilgilendiren ve de ilgilendirecek olan sorunlar üzerinden ele alınarak yürütülmesidir.

Halkların İhanetçilerden Çektiği (Nubar Ozanyan)

Zulmün gölgesinde yaşam bulmaya çalışırken karanlığın sadece gece gelmediği, güneşin altında da gelip halkları bulduğu katliamlar birçok halkı nefessiz bırakmaya çalışmıştır. 1915 Ermeni Soykırımı boyunca başta Asuri, Süryani, Pontus halkı olmak üzere Êzîdî ve Kürt halkı da büyük trajediler yaşamıştır. Bugün Türk faşizmi eliyle Başûr Kurdistan’ında gerçekleşen işgal ve ilhak saldırılarında Kürt halkıyla birlikte Asuri-Süryani halkı da tanımsız acılar yaşamaktadır.

Türkiye’de Ermeni bir devrimci militan: Haldun Karyol (MEHMET GÜNEŞ)

Haldun Karyol, asıl adıyla Harutyan Karyolacıyan, kadim dostum, 8 Temmuz günü aramızdan ayrıldı. Haldun bir Ermeni’ydi ama her şeyden önemlisi Türkiye’de yetişmiş, ender görülebilecek, kendine has eylemci bir devrimci militandı. Onu ender ve ebedi kılan hikayesini bilmek ve öğrenmek, bugün Türkiye’de devrim mücadelesine baş koymuş her militanın hakkı. O yüzden, Haldun’u yakından tanıyan biri olarak, onu anlatmayı devrimci bir görev olarak üstleniyorum.

Mevcut koşullarda devrimci siyasal mücadelenin öne çıkan toplumsal dinamikleri (1)

Nasıl ki genel siyasal mücadele ve siyaset ediş tarzı, küresel ve yerel bazdaki ekonomik, politik, eğitsel, askeri, kültür-sanatsal, çevresel-iklimsel, ezen-ezilen cins, inanç ve etnik sorunlar yekûnu olan toplumsal dinamikler zemini üzerinden kendisini var edip sürdürüyorsa; birebir aynı şekilde, devrimci siyasal mücadele ve siyaset ediş tarzı da aynı küresel ve yerel toplumsal dinamikler üzerinden kendisini var edip sürdürmesi gerekiyor. Normal ve de olması gerekendir bu.

Küçük bir damla ile fırtınayı başlatanlar (Nubar Ozanyan)

Aradan 12 yıl geçti. Etki gücü Ortadoğu’ya yayılan 12 yaşında genç bir devrim yaşıyor adına Rojava denilen topraklarda. Derin yoksulluk, bitmeyen zulümle terbiye edilip cehenneme çevrilen Ortadoğu’da Rojava, bir özgürlük adası gibi duruyor.

Türk Faşizmi EURO 2024’te Sahaya İndi

İki yılda bir Avrupa Futbol Federasyonları Birliği (UEFA) tarafından organize edilen Avrupa Futbol Şampiyonası, bu yıl EURO 2024 olarak Almanya’da düzenlendi.

Kapitalist Toplumsal Bir Kırılma ve Yeniden Tarihi Yeni Bir Toplumsal Süreç

Kapitalist emperyalist sistem, önceki bunalım ve çelişmelerinden farklı olarak,, kendisinin taşıyamayacağı ve çözemeyeceği sistem içi   yapısal ekonomik ve siyasal çelişmeler ile karşı karşıya kaldığı bir sürecin içine girmiştir. Bir taraftan yeni emperyalist ülkelerin ortaya çıkışıyla (ki, bu; kapitalizmin ala bildiğine gelişmesi, genişlemesi, üretimin ve sermayenin alabildiğine temerküzü ve de mülksüzleştirenlerin mülksüzleştirilmesi sürecinin de ilerlediği anlamına gelir) kendini yeniden üretemez olan bir sürecin içine girmiştir.

Bunların neler olduğunu kısa olarak açalım:

Prof. Dr. Korkut Boratav CHP’den Sermaye Sınıfıyla Hesaplaşmasını İstiyor...

Marksist iktisat Profesörü Korkut Boratav, gazeteci İrfan Aktan’a verdiği mülakatta, sürece ilişkin gerçekten de çok değerli ve devrimci sol-sosyalist ve komünist politik öznelerce dikkate alınması gereken çok önemli siyasi ve iktisadi analizler yapıyor, saptamalarda bulunuyor. 

Örneğin kendisine sorulan şu soruya verdiği yanıtta olduğu gibi:

Yoksulların, alt sınıfların bu kadar derin bir kriz yaşadığı dönemde nasıl oluyor da ideolojik hegemonyayı yine de iktidar sağlayabiliyor ve buna karşı güçlü bir sol alternatif çıkmıyor?” (abç)

Yağma ve Talan Cumhuriyeti (Analiz)

Geçtiğimiz haftalarda Kayseri’deki pogrom girişimiyle başlayan ırkçı ve mülteci düşmanı saldırılar Antalya, Antep, Urfa, Hatay, Bursa, İstanbul gibi şehirlerde de kendisini göstererek göçmenlere ait işyerlerinin ve malların yağmalanmasına, yakılmasına ve çok sayıda göçmenin yaralanmasına, hatta Antalya’da göçmen bir gencin öldürülmesine neden olmuştur.

Bir çeşit günah keçisine dönüştürülen göçmenlere karşı yükselen bu dalga görünen o ki daha çok olaya ve şiddete gebe bir yerdedir.

Sayfalar