Cuma Ocak 10, 2025

H. Kılıç’ın Tehdidi ve Seçimin İşaret Fişeği!

“Seçim dönemleri yaklaştıkça, Ankara’da ‘Ali Cengiz oyunları’ da başlar” Bu sözler hükümetin medya temsilcilerinden Abdülkadir Selvi’ye ait. Pek de yanlış bir tespit değil. Türk egemen sınıfları arasındaki “Ali Cengiz oyunları”, pusular, operasyonlar, boğazlaşmalar aslında hiç eksik olmaz. Ama seçim atmosferine girildiğinde bu durum dozu artarak gerçekleşir. Türkiye’de seçimler,  Aziz Nesin’in “Zübük” hikâyesine taş çıkaracak “zenginlik”lere sahne olur. Şimdilik 2015 Haziran’ında yapılması planlanan genel seçimlerin de bu iklimden farklı yaşanmaması için tek bir neden yok. Aksine, birçok neden söz konusu. Üstelik TC tarihinde “seçim” denen oyununun en fazla işlevli olduğu bir dönem aralığından geçtiğimizi düşünürsek; hilenin, hurdanın, ayak oyunlarının, kirli çamaşırların ortaya serileceği bir sahne olacağı açıktır. Buna bir de AKP bloğunun içinde yaşanan çatlakların, çatışmaların, gerginliklerin gün gün artan dozunu eklersek; “evlere şenlik” bir seçim süreci yaşanacağını söylemek yanlış olmayacaktır.

Kayıkçı kavgası deyip geçmeyin, yolcuların yeni yol arayışına bakın!

Öncelikle genel siyasi iklime ve gerginliklerin ana hatlarına kabaca bakmakta fayda var. Seçimlere esasta dış ve iç siyasette hem bir kriz halinde hem de daha güçlü potansiyel krizlere yol açacak yönelimlerle giriyoruz.

İç siyasette AKP, özellikle Gezi sürecinden başlayarak ciddi bir yönetme krizi içindedir. Bu kriz, 17–25 Aralık yolsuzluk ve rüşvet operasyonlarıyla doruk noktaya varmıştır. Bu operasyonlar ve açığa çıkardığı gerçeklik, özellikle Tayyip Erdoğan ve avenesini ciddi düzeyde sarsmıştır. Hatta denilebilir ki; Erdoğan’ın tüm güç, gövde gösterisine ve bugün belli oranda süreci lehine çeviren hamlelerine rağmen esasen siyasi ömrünü bitirmiştir. Artık bitmiş bu ömrün ne vakit dolacağına dair bir belirsizlikten başka bir şey yoktur. Ama kuşkusuz bu yolda yalnız değildir. Onun etrafında kenetlenmiş, mutlak biat ve güçle hareket eden bir kesim de söz konusudur.

Bunun karşısında ise yaşananları mevcut siyasi çizginin yozlaştırılması, dejenere edilmesi olarak gören ve süreçte devre dışı kalmış, henüz kendi iç birliği pekişmemiş, daha dağınık olan ama pusuda bekleyen bir kesim de söz konusudur. Bu kesimin süreçte mutlaka rol alabileceklerine dair bir beklenti söz konusudur. Buna uygun olarak genel yönelimi onaylamayan ama buna örgütlü şekilde karşı durmayan bir hareket tarzı vardır. Bu iki kesim arasındaki kavga ise oluşmuş siyasi çizginin önderliğini ele geçirme üzerinedir. Genel siyasi çizgide yaşanan bir ideolojik-politik ayrılık değildir. Bunun özellikle dış politika ayağı buna temel sebeptir. Mevcut siyasi çizgi, TC’nin bir bütün olarak asgari düzeyde mutabık kaldığı bir çıkar ortaklığını içermektedir. Emperyalizmin (ABD önderliğindeki) bölge politikası ve onun ajandasıyla uyumlu olan yapısı ise belirleyicidir. Bunda hem Türk egemen sınıflarının hem de emperyalizmin büyük çıkarları söz konusudur. CHP ve MHP’nin kendi çizgilerinden esneyerek AKP çizgisine yakınlaşan adımlar atması da bu devlet yönelimiyle ilintilidir.

Devletin yönelimi ve oluşan kriz!

Devletin yönelimi ise Ortadoğu’da ideolojik, politik, ekonomik açıdan bölge gücü olma şeklindedir. Bunun için de bölgenin egemen toplumsal yapısına uyumlu bir siyasi yönelim oluşturmaktır. Bu ise Sünni yönelimin altının kalınca çizildiği ama diğer toplumsal sorunların (Alevi, Kürt) belli oranda hafifletildiği bir denge kurulması üzerinedir. Kürt açılımı, Alevi açılımı gibi hamlelerin ana kaynağı ise bu yönelimden ileri gelmektedir. Ancak bu yönelimde Sünni çizgi olabildiğince kuvvetlendirilirken, buna eklemlenmesi ve sorun alanı olmaktan çıkarılması beklenen diğer sorunlar bir türlü yolunu bulamamaktadır.

Bunun bir nedeni, TC devletinin faşist geleneksel yapısıyla ilintiliyken diğer nedeni, bölge politikasında izlenen çizginin, bu toplumsal meseleleri sürekli büyüten bir sonuç üretmesidir. Bir başka faktör ise, AKP’nin İslamcı ideolojik çizgisidir. Bu çizgi Alevi kesimle tarihsel karşıtlığı aşamazken, Kürt meselesini de ümmetçilik kokan bir yaklaşıma hapsetme yöneliminden gelmektedir.

Erdoğan ve avenesi, bugün bu dengeyi artık korumak ve yönetmek bir yana kendi içlerindeki dengeyi dahi yönetmekte zorluk çekmektedir. Bu bağlamda yaşanan sorun ve sıkıntılar, onun aynı zamanda Sünni İslamcı kimliğin egemenliğini daha fazla pekiştiren ve oluşan çatlakların kapanması için harç haline getiren bir yönelim içindedir (eğitim sisteminde tartışılan gündemler vs).

Hiç kuşkusuz bütün toplumsal dengeleri tümüyle alt üst edecek bir yönelim içine girilmiştir. Bu TC’ye biçilen bölgesel rol açısından da, ulusal ve mezhepsel temelde barışık bir toplumsal yapı hedefi açısından da tam anlamıyla bir kırmızı alarm niteliğindedir.

Gülen Cemaati ile Erdoğan'ın temsil ettiği cemaatler (ve bu anlamıyla ekonomik çıkar grupları) arasındaki temel siyasi çatlağın nedeni budur. Sünni blok arasında yaşanan bu ilk bozulma ve ayrılık, kuşkusuz bununla sınırlı kalmadı, kalmayacaktır. Erdoğan’ın iç birliği sağlamak için içerde yürüttüğü örtülü tasfiye ve Sünni ağırlıklı politika, istediği sonucu değil daha fazla sorunu üreten bir etki yaratmaktadır. Bu aynı zamanda egemen güç olarak toplumu yönetme sorunu olarak da ortaya çıkmaktadır. Taze Başbakan Başdanışmanı Ethem Mahçupyan dahi şimdilik bu yönelimin iç birlik açısından işe yaradığını ama bu şekilde devam edilmesi halinde İslamcı kesimlerin de yönetilemeyeceğini ifade etmektedir.   

Erdoğan, Cumhurbaşkanlığı seçimleri sonrası önce Abdullah Gül, Bülent Arınç çizgisinin etkinliğini geçici bir süre etkisiz hale getirecek hamleler yaptı. Sonra görülmemiş bir sadakat içindeki kendi medyasının ağır toplarını, “vefasız”lık serzenişleri içinde, gerekli mesajları içerdiğinden kuşku duymayacağımız şekilde tasfiye etti. Havuz medyasına yönelik bu operasyonlar, içerdeki kaynamanın ne denli büyük olduğuna ama henüz yüzeye vurmadığına işarettir.

Erdoğan’ın kendini hala zayıf hissettiğine kuşku yok. Ki bunu konuşmalarında da ifade ediyor. Meclis kürsüsünde “paralel yapıyla” mücadelede yanında olmayanların kim olduğunu bildiğini tehditvari şekilde söylerken, diğer yanda onlarca operasyonla alınan yüzlerce “darbeci” polisi hapse bile attıramamanın sıkıntısını yaşıyor. HSYK seçimlerinde İşçi Partisi ile ittifaka dahi mecbur kalıyor. Hatta “üç çocuk önerisinin bile dinlenmediği” üzerine sitemlerde bulunuyor. Bir yandan yakın çalışma arkadaşları tarafından paralelci olarak suçlananların (Ali Babacan, Mehmet Şimşek) kabinenin en kritik bakanları olmasını dahi engelleyemiyor. “En güçlü göründüğün an en zayıf anındır” tespiti Erdoğan ve avenesinin gerçekliğine pek uygun görünüyor.

Korku dağlarının büyümesi zayıflığın işaretidir!

Şimdi seçim sürecine bu tedirginlik ve korkuyla girdikleri görülüyor. Ki pek de haksız sayılmazlar. Anayasa Mahkemesi'nde bu kesimlerin uzun süre kahramanı olan Başkan Haşim Kılıç'ın, Habertürk’ten Muharrem Sarıkaya’ya seçim barajının gündemlerinde olduğunu, eğer Anayasa’ya aykırı bulurlarsa 2015 seçimlerinde kararlarının uygulanacağını söylemesi adeta eteklerin tutuşmasına yol açtı. Bu açık tehdidi Erdoğan ve tayfası anında algıladı. Bizzat Erdoğan örtülü şekilde “yargı tehditlerine pabuç bırakmayacaklarını” söylerken; büyüklerini (Erdoğan’ı) taklit eden müsamere çocukları gibi polemik yapan Ahmet Davutoğlu yargının dizayn yapmasına, darbe girişimlerine müsaade etmeyeceklerini açıkladı. Anayasa Prof'undan başka her şey olan Burhan Kuzu ise böyle bir kararı tanımayacaklarını ilan etti.

AİHM’in ve Anayasa Mahkemesi'nin daha öncesinden barajın devamı yönünde kararlarına rağmen H. Kılıç’ın bu açıklaması kuşkusuz açıktan siyasi tehditten başka bir şey değildir. Hem de içerden yapılan bir tehdittir. Gelenekçi Kemalist faşist Osman Paksüt’ten değil de İslamcı faşist H. Kılıç'tan bu açıklamanın gelmesi iç kargaşanın, bozulmanın ve dağılmanın taşıdığı potansiyelin göstergesidir.

Anayasa Mahkemesi'nin bu konuda ne karar vereceğinden bağımsız olarak; bu vesileyle yandaş medyanın kalemlerinin ölümüne kılıçları çekerek cenge girmeleri gerginliğin boyutunu bize göstermektedir. En ılımlı ve seviyeli sayılacak köşe sahipleri, anında H. Kılıç’ın Anayasa Mahkemesi üyelik serüvenindeki ne kadar defo varsa ortaya serip, bir süredir hükümete karşı darbe girişiminde olduğunu hikâyelendirmeye koyuldular. Zaten son süreçte gırla giden darbeciler listesinde anında adını buldu H. Kılıç. Yoğun bir psikolojik savaş başlatılarak baskı oluşturulma mücadelesi içine girdi Erdoğan ve kliği. Bu tehdide karşılık iç dengelerde ne tür değişimler olacak ya da olacak mı zaman gösterecek? Ancak gerek AKP içindeki çatlaklardan kaynaklı; gerekse de genel politik iklimden dolayı, yine pusuların bininin bir para olduğu, “darbecilik” yaftalarının havalarda uçuştuğu, irin ve pislik kokan ifşaatlara tanık olacağımız bir seçim süreci yaşanacağa benziyor. Bu durum var olan politik krizin bir sonucu olacaktır ve bu krizi derinleştirecektir. Kuşkusuz yaşanacak bu durum aynı zamanda zaten olgunlaşarak gelişen devrimci durumu daha fazla pekiştiren yeni olanaklar ve fırsatlar doğuracaktır. Sisteme öfke ve kinin geliştiği ve net-keskin bir devrimci çizgi arayışının güçlendiği bir dönem daha yaşanacaktır.   

75954

Partizan'dan

Partizan'dan; Gündem ve güncel gelişmelere ilişkin politik açıklama ve yazılar. 

Son Haberler

Sayfalar

Partizan'dan

Kadınların Irkçı Hareketlere Katılımı: Karmaşık ve Çok Boyutlu Bir Gerçeklik -2-

Son yıllarda, emperyalist savaş tehlikesinin zemininin güçlenmesine paralel, dünya genelinde ırkçı hareketlerin ve partilerin dikkat çekici boyutta güçlendiğine vurgu yapmış, bu yükselişin, sadece belirli demografik gruplarla sınırlı kalmadığını, kadınları da içine aldığını gördüğümüzü ifade etmiştik.

Peki, kadınlar neden bu tür hareketlere katılıyor? Bu sorunun yanıtı, birçok faktörün karmaşık bir birleşiminde yatıyor.

Faşizmin Yüzünü Örten Çirkin Bir Maske (Nubar Ozanyan)

İttihatçı Türk kompradorları, ekonomik-mali-siyasal krizden bir türlü kurtulamıyor. Faşizmi maskeleyen kaba uydurma parlamentoyla bile ülkeyi yönetemiyor. Zorbalık her taraftan fışkırıyor. Kötülük ve çirkinlik her yerde bütün utancıyla görülüyor. Dağda, köyde, sokakta Kürt ve emekçi kanı dökmekten çekinmeyenler dünyanın gözü ve kulağının üzerinde olduğu parlamentoda bile Kürt kadın parlamenterin kanını dökmekten çekinmiyor. Zorbalık, pervasızlık, yasa, hukuk tanımamazlık ayyuka çıkmış, had safhaya ulaşmıştır.

Emperyalist haydutlar, 3.Dünya savaşı hazırlıklarını yoğunlaştırmakla meşgul…

Bazı sol-sosyalist ve kendilerini komünist addeden kesimler hâlâ (evet, hâlâ) bir 3. Dünya Savaşı çıkacak mı çıkmayacak mı ve keza “süreci belirleyen esas etmen savaş mı devrim mi?” ikilemi girdabında, adeta miskince bir fikirsel jimnastik rehavetiyle, sorunu ele almaya devam ede dursunlar; fakat süreç, maalesef ki hem de çok hızlı bir şekilde, o istenmeyen malûm sona doğru ilerliyor. 

Fakir (Nubar Ozanyan)

Yaşamı boyunca hep yokluk ve fakirlik içinde yaşadı. Bundandır ki arkadaşları ona “Fakir’’ dedi. Ne zaman biraz dünya nimetlerine yakın olan olanaklara sahip olsa o yine fakir yaşamından ayrılmadı. Yaşamı fakir, bilinç ve yüreği zengin olan Nubar Ozanyan en alttakilerin, yoksulların, mazlumların yoldaşı olmaktan bir an olsun geri durmadı.

Servet Vergisi ve Sermayenin Olmayan Vijdanı

Bugünlerde de toplumsal eşitsizlik sermayenin birikimine ve merkezileşmesine koşut olarak artınca, zenginlerden servet vergisi alınmasını dilendirenlerde çoğalmaya başladı.[1] Servet vergisi, toplumsal servetin  belli ellerde birikmesinden bu yana ara sıra gündeme getiriliyor. Zaman zaman kısmen de uygulanmıştır. Örneğin savaş dönemlerinde vb. Yine ABD'de, 1960'larda 400 zenginden %53 oranında vergi alınmıştır.

Inger Nubar Can, Hewal Nubar, Nubar Yoldaş’a!

Halen pek çoğumuzun inanmak istemediği Nubar Ozanyan’ın ölümsüzleşmesinin 7. yılında, onu bir kez daha saygı ve sevgi ile anarken, şehadetinin yıldönümünde onu anlatmak da bizim için en zor yazılardan olacaktır.

Rusya / Ukrayna Savaşında Yeni Bir Aşama

Savaşın Rus topraklarına doğru genişlemesi Ukrayna'daki savaşın yeni bir aşamaya geçmesi anlamına geliyor.

6 Ağustos Salı gününden bu yana Ukrayna birlikleri Rusya sınırını geçerek Rusya'daki savaşta yeni bir cephe açtı. En az üç Ukrayna tugayı ve çeşitli taburlar savaşa dahil oldu ve ilerleme Rus topraklarının yaklaşık 30 kilometre içine kadar ulaştı. Bu, savaşın yeni bir aşamasının başlangıcına ve dünya savaşı tehdidinin önemli ölçüde yoğunlaşmasına işaret ediyor.

İKTİDARIN BÜYÜK YALANI: “HİÇ KİMSENİN YAŞAM TARZINA KARIŞMIYORUZ.”

Genel olarak tüm siyasal İslamcıların, ama özel olarak da İslamo-faşist Erdoğan ve iktidarının, başvurduğu en kullanışlı “idare etme” araçlarının ilk sırasında hiç kuşkusuz ki dinlerince de serbest sayılan takiyedir. Yani amaçlananı gerçekleştirebilmek için, gözünü dahi kırpmadan YALAN SÖYLEMEKTİR. 

Türkiye „Yarı-Sömürge“ Bir Ülke Mi? Emperyalizm Üzerine Notlar-4

Sömürge-Yarı-SömürgecilikÜzerine

Belliki sol-sosyalist eski nostaljik söylemlerin tekrarı bugün artık kitlelerde herhangi bir karşılık bulmuyor!

Geçenlerde, “dini bütün” olarak tabir edilen kesimlerden bir ahbabımla, “ne olacak bu memleketin hali” kıvamında sohbetteyken, şöylesi bir cümle kurmuştu: “Abi benim anlamadığım, bunca açlık, yoksulluk, işsizlik ve zulüm varken, yani koşullar aslında tam da siz devrimci solcuların kolayca taban bulmanıza ve kitleleri harekete geçirmenize ve hatta devrim bile yapmanıza bunca uygunken; bu derece atıl ve etkisiz olmanız, sence normal mi?”

KADINLARIN BİRLİĞİ | Kadınların Irkçı Hareketlere Katılımı: Karmaşık ve Çok Boyutlu Bir Gerçeklik -1-

Emperyalistler arası çelişkiler derinleştikçe, ekonomik kriz ağırlaştıkça vb. bu sistemin sarıldığı en temel dayanaklardan birinin ırkçılık-faşizm olduğunu biliyoruz. Zira bunun, sistemin alametifarikalarından biri olduğunu birçok -acı- deneyimiyle elbette biliyoruz. Şu anda yine tam da böyle zamanlardan geçtiğimizi söylüyoruz. Bu tehlikeye dair önlemler almaktan bahsediyoruz, özellikle Avrupa’da ırkçı partilerin yükselişini izlerken, Avrupa Parlamentosu’ndan çeşitli Avrupa ülkelerinin kendi seçimlerine odaklarımızı çeviriyoruz vs.

Sayfalar