Salı Nisan 22, 2025

H. Kılıç’ın Tehdidi ve Seçimin İşaret Fişeği!

“Seçim dönemleri yaklaştıkça, Ankara’da ‘Ali Cengiz oyunları’ da başlar” Bu sözler hükümetin medya temsilcilerinden Abdülkadir Selvi’ye ait. Pek de yanlış bir tespit değil. Türk egemen sınıfları arasındaki “Ali Cengiz oyunları”, pusular, operasyonlar, boğazlaşmalar aslında hiç eksik olmaz. Ama seçim atmosferine girildiğinde bu durum dozu artarak gerçekleşir. Türkiye’de seçimler,  Aziz Nesin’in “Zübük” hikâyesine taş çıkaracak “zenginlik”lere sahne olur. Şimdilik 2015 Haziran’ında yapılması planlanan genel seçimlerin de bu iklimden farklı yaşanmaması için tek bir neden yok. Aksine, birçok neden söz konusu. Üstelik TC tarihinde “seçim” denen oyununun en fazla işlevli olduğu bir dönem aralığından geçtiğimizi düşünürsek; hilenin, hurdanın, ayak oyunlarının, kirli çamaşırların ortaya serileceği bir sahne olacağı açıktır. Buna bir de AKP bloğunun içinde yaşanan çatlakların, çatışmaların, gerginliklerin gün gün artan dozunu eklersek; “evlere şenlik” bir seçim süreci yaşanacağını söylemek yanlış olmayacaktır.

Kayıkçı kavgası deyip geçmeyin, yolcuların yeni yol arayışına bakın!

Öncelikle genel siyasi iklime ve gerginliklerin ana hatlarına kabaca bakmakta fayda var. Seçimlere esasta dış ve iç siyasette hem bir kriz halinde hem de daha güçlü potansiyel krizlere yol açacak yönelimlerle giriyoruz.

İç siyasette AKP, özellikle Gezi sürecinden başlayarak ciddi bir yönetme krizi içindedir. Bu kriz, 17–25 Aralık yolsuzluk ve rüşvet operasyonlarıyla doruk noktaya varmıştır. Bu operasyonlar ve açığa çıkardığı gerçeklik, özellikle Tayyip Erdoğan ve avenesini ciddi düzeyde sarsmıştır. Hatta denilebilir ki; Erdoğan’ın tüm güç, gövde gösterisine ve bugün belli oranda süreci lehine çeviren hamlelerine rağmen esasen siyasi ömrünü bitirmiştir. Artık bitmiş bu ömrün ne vakit dolacağına dair bir belirsizlikten başka bir şey yoktur. Ama kuşkusuz bu yolda yalnız değildir. Onun etrafında kenetlenmiş, mutlak biat ve güçle hareket eden bir kesim de söz konusudur.

Bunun karşısında ise yaşananları mevcut siyasi çizginin yozlaştırılması, dejenere edilmesi olarak gören ve süreçte devre dışı kalmış, henüz kendi iç birliği pekişmemiş, daha dağınık olan ama pusuda bekleyen bir kesim de söz konusudur. Bu kesimin süreçte mutlaka rol alabileceklerine dair bir beklenti söz konusudur. Buna uygun olarak genel yönelimi onaylamayan ama buna örgütlü şekilde karşı durmayan bir hareket tarzı vardır. Bu iki kesim arasındaki kavga ise oluşmuş siyasi çizginin önderliğini ele geçirme üzerinedir. Genel siyasi çizgide yaşanan bir ideolojik-politik ayrılık değildir. Bunun özellikle dış politika ayağı buna temel sebeptir. Mevcut siyasi çizgi, TC’nin bir bütün olarak asgari düzeyde mutabık kaldığı bir çıkar ortaklığını içermektedir. Emperyalizmin (ABD önderliğindeki) bölge politikası ve onun ajandasıyla uyumlu olan yapısı ise belirleyicidir. Bunda hem Türk egemen sınıflarının hem de emperyalizmin büyük çıkarları söz konusudur. CHP ve MHP’nin kendi çizgilerinden esneyerek AKP çizgisine yakınlaşan adımlar atması da bu devlet yönelimiyle ilintilidir.

Devletin yönelimi ve oluşan kriz!

Devletin yönelimi ise Ortadoğu’da ideolojik, politik, ekonomik açıdan bölge gücü olma şeklindedir. Bunun için de bölgenin egemen toplumsal yapısına uyumlu bir siyasi yönelim oluşturmaktır. Bu ise Sünni yönelimin altının kalınca çizildiği ama diğer toplumsal sorunların (Alevi, Kürt) belli oranda hafifletildiği bir denge kurulması üzerinedir. Kürt açılımı, Alevi açılımı gibi hamlelerin ana kaynağı ise bu yönelimden ileri gelmektedir. Ancak bu yönelimde Sünni çizgi olabildiğince kuvvetlendirilirken, buna eklemlenmesi ve sorun alanı olmaktan çıkarılması beklenen diğer sorunlar bir türlü yolunu bulamamaktadır.

Bunun bir nedeni, TC devletinin faşist geleneksel yapısıyla ilintiliyken diğer nedeni, bölge politikasında izlenen çizginin, bu toplumsal meseleleri sürekli büyüten bir sonuç üretmesidir. Bir başka faktör ise, AKP’nin İslamcı ideolojik çizgisidir. Bu çizgi Alevi kesimle tarihsel karşıtlığı aşamazken, Kürt meselesini de ümmetçilik kokan bir yaklaşıma hapsetme yöneliminden gelmektedir.

Erdoğan ve avenesi, bugün bu dengeyi artık korumak ve yönetmek bir yana kendi içlerindeki dengeyi dahi yönetmekte zorluk çekmektedir. Bu bağlamda yaşanan sorun ve sıkıntılar, onun aynı zamanda Sünni İslamcı kimliğin egemenliğini daha fazla pekiştiren ve oluşan çatlakların kapanması için harç haline getiren bir yönelim içindedir (eğitim sisteminde tartışılan gündemler vs).

Hiç kuşkusuz bütün toplumsal dengeleri tümüyle alt üst edecek bir yönelim içine girilmiştir. Bu TC’ye biçilen bölgesel rol açısından da, ulusal ve mezhepsel temelde barışık bir toplumsal yapı hedefi açısından da tam anlamıyla bir kırmızı alarm niteliğindedir.

Gülen Cemaati ile Erdoğan'ın temsil ettiği cemaatler (ve bu anlamıyla ekonomik çıkar grupları) arasındaki temel siyasi çatlağın nedeni budur. Sünni blok arasında yaşanan bu ilk bozulma ve ayrılık, kuşkusuz bununla sınırlı kalmadı, kalmayacaktır. Erdoğan’ın iç birliği sağlamak için içerde yürüttüğü örtülü tasfiye ve Sünni ağırlıklı politika, istediği sonucu değil daha fazla sorunu üreten bir etki yaratmaktadır. Bu aynı zamanda egemen güç olarak toplumu yönetme sorunu olarak da ortaya çıkmaktadır. Taze Başbakan Başdanışmanı Ethem Mahçupyan dahi şimdilik bu yönelimin iç birlik açısından işe yaradığını ama bu şekilde devam edilmesi halinde İslamcı kesimlerin de yönetilemeyeceğini ifade etmektedir.   

Erdoğan, Cumhurbaşkanlığı seçimleri sonrası önce Abdullah Gül, Bülent Arınç çizgisinin etkinliğini geçici bir süre etkisiz hale getirecek hamleler yaptı. Sonra görülmemiş bir sadakat içindeki kendi medyasının ağır toplarını, “vefasız”lık serzenişleri içinde, gerekli mesajları içerdiğinden kuşku duymayacağımız şekilde tasfiye etti. Havuz medyasına yönelik bu operasyonlar, içerdeki kaynamanın ne denli büyük olduğuna ama henüz yüzeye vurmadığına işarettir.

Erdoğan’ın kendini hala zayıf hissettiğine kuşku yok. Ki bunu konuşmalarında da ifade ediyor. Meclis kürsüsünde “paralel yapıyla” mücadelede yanında olmayanların kim olduğunu bildiğini tehditvari şekilde söylerken, diğer yanda onlarca operasyonla alınan yüzlerce “darbeci” polisi hapse bile attıramamanın sıkıntısını yaşıyor. HSYK seçimlerinde İşçi Partisi ile ittifaka dahi mecbur kalıyor. Hatta “üç çocuk önerisinin bile dinlenmediği” üzerine sitemlerde bulunuyor. Bir yandan yakın çalışma arkadaşları tarafından paralelci olarak suçlananların (Ali Babacan, Mehmet Şimşek) kabinenin en kritik bakanları olmasını dahi engelleyemiyor. “En güçlü göründüğün an en zayıf anındır” tespiti Erdoğan ve avenesinin gerçekliğine pek uygun görünüyor.

Korku dağlarının büyümesi zayıflığın işaretidir!

Şimdi seçim sürecine bu tedirginlik ve korkuyla girdikleri görülüyor. Ki pek de haksız sayılmazlar. Anayasa Mahkemesi'nde bu kesimlerin uzun süre kahramanı olan Başkan Haşim Kılıç'ın, Habertürk’ten Muharrem Sarıkaya’ya seçim barajının gündemlerinde olduğunu, eğer Anayasa’ya aykırı bulurlarsa 2015 seçimlerinde kararlarının uygulanacağını söylemesi adeta eteklerin tutuşmasına yol açtı. Bu açık tehdidi Erdoğan ve tayfası anında algıladı. Bizzat Erdoğan örtülü şekilde “yargı tehditlerine pabuç bırakmayacaklarını” söylerken; büyüklerini (Erdoğan’ı) taklit eden müsamere çocukları gibi polemik yapan Ahmet Davutoğlu yargının dizayn yapmasına, darbe girişimlerine müsaade etmeyeceklerini açıkladı. Anayasa Prof'undan başka her şey olan Burhan Kuzu ise böyle bir kararı tanımayacaklarını ilan etti.

AİHM’in ve Anayasa Mahkemesi'nin daha öncesinden barajın devamı yönünde kararlarına rağmen H. Kılıç’ın bu açıklaması kuşkusuz açıktan siyasi tehditten başka bir şey değildir. Hem de içerden yapılan bir tehdittir. Gelenekçi Kemalist faşist Osman Paksüt’ten değil de İslamcı faşist H. Kılıç'tan bu açıklamanın gelmesi iç kargaşanın, bozulmanın ve dağılmanın taşıdığı potansiyelin göstergesidir.

Anayasa Mahkemesi'nin bu konuda ne karar vereceğinden bağımsız olarak; bu vesileyle yandaş medyanın kalemlerinin ölümüne kılıçları çekerek cenge girmeleri gerginliğin boyutunu bize göstermektedir. En ılımlı ve seviyeli sayılacak köşe sahipleri, anında H. Kılıç’ın Anayasa Mahkemesi üyelik serüvenindeki ne kadar defo varsa ortaya serip, bir süredir hükümete karşı darbe girişiminde olduğunu hikâyelendirmeye koyuldular. Zaten son süreçte gırla giden darbeciler listesinde anında adını buldu H. Kılıç. Yoğun bir psikolojik savaş başlatılarak baskı oluşturulma mücadelesi içine girdi Erdoğan ve kliği. Bu tehdide karşılık iç dengelerde ne tür değişimler olacak ya da olacak mı zaman gösterecek? Ancak gerek AKP içindeki çatlaklardan kaynaklı; gerekse de genel politik iklimden dolayı, yine pusuların bininin bir para olduğu, “darbecilik” yaftalarının havalarda uçuştuğu, irin ve pislik kokan ifşaatlara tanık olacağımız bir seçim süreci yaşanacağa benziyor. Bu durum var olan politik krizin bir sonucu olacaktır ve bu krizi derinleştirecektir. Kuşkusuz yaşanacak bu durum aynı zamanda zaten olgunlaşarak gelişen devrimci durumu daha fazla pekiştiren yeni olanaklar ve fırsatlar doğuracaktır. Sisteme öfke ve kinin geliştiği ve net-keskin bir devrimci çizgi arayışının güçlendiği bir dönem daha yaşanacaktır.   

76176

Partizan'dan

Partizan'dan; Gündem ve güncel gelişmelere ilişkin politik açıklama ve yazılar. 

Son Haberler

Sayfalar

Partizan'dan

Somut Duruma Dair Bazı Gerçekler

Gerek uluslararası planda ve gerekse yaşadığımız coğrafyada devrimci ve komünist hareket emperyalizm ve dünya gericiliğine karşı mücadelede geniş emekçi yığınların desteğine sahip değildir. Yine kendiliğinden gelişen kitle hareketlerini örgütlemede ve uluslararası dayanışmayı geliştirip büyütmede de yetersizdir.

Diktatör 'Reis' çıkış arıyor ..

Malum olduğu üzere T.C.

NATO, SAVAŞ KIŞKIRTICISI BİR ODAKTIR; DERHAL DAĞITILMALIDIR!

Başını ABD’nin çektiği, emperyalist bir saldırganlık paktı olarak kurulan ve icraatlarıyla bunun gereğince davranan NATO’nun 75. Kuruluş yıl dönümü vesilesiyle gerçekleştirilen zirvede, ABD Başkanı Biden, NATO’nun: “Saldırganlığa ve saldırganlık korkusuna karşı bir kalkan yaratma umuduyla kurulduğunu” söylüyorsa da ama tarihsel gerçekler bunun külliyen kaba bir yalandan ve de arsızca bir manipüle edişten ibaret olduğunu kolayca gözler önüne serer.

Bozkurt’un anlamı (Nubar Ozanyan)

Yoksullar ve ötekiler için her yer ölüm kokan mayın tarlasına döndü. Türk olmayanların, -ötekilerin- Türkiye’de soluk alması ve yaşaması zulme dönüştü. Öteki olarak yaşamak, çalışmak, kendi ana dilinde Kürtçe, Arapça konuşmak, şarkı söylemek, yasak ve suç olan bir ülkede demokrasiden, özgürlükten, insan haklarından bahsedilebilir mi?

Seçimler ve siyasi parti konusunda proletaryalarla sohbet

İstanbul'u kazanan türkiye'yi kazanır.

Nedir bu tayyip'in sözleriyle vücut bulan yaklaşım.

Bir hayel mi yoksa bir gerçeklik mi?

Veyahut da burjuvaların içerisinde bir insanın söyledikleri hala dört nala giden atlarıyla şehirlerin surlarını yıkabileceğini düşünen bizim insanların söylediklerinden daha gerçekçi sözler mi?

Gerçekten noelibarel politikaların en yoğun olarak hissedildiği şehirleri kazanmak türkiye'yi kazanmak mı demek?

Peki bunu böyle kabul etmek kolay mı?

DEVRİMCİ SİYASAL MÜCADELEYİ ANIN SOMUT GÜNCEL TOPLUMSAL SORUNLARI ÜZERİNDEN ÖRGÜTLEMEK.

Temel hedefleri, mevcut kurulu düzeni devrimci bir kitlesel kalkışmayla tasfiye edip, yerine sosyalist bir sistem kurmak olan devrimci sol-sosyalist ve komünist güç ve yapıların, devrimi gerçekleştirebilmeleri esasen, devrim öncesi süreci, devrimi örgütleyebilme hedefiyle ele almalarına ve bundaki performans ve başarılarına bağlıdır.

ADİL OLAMASINI BECEREMEYECEKSEK; BU SİSTEMİ YIKMAYA NE GEREK VAR Kİ?

Bugün, Devletin “üst aklı” denilen birimlerince organize edilip, şeriat özlemcisi dinci yobaz karanlık güçlerce gerçekleştirilen Sivas-Madımak vahşetinin 31. Yıl dönümü. Tam iki gün sonra da yine devletin aynı karanlık derin güçlerinin bir şekilde yönlendirdiği besbelli olan bir başka vahşetin, Erzincan-Başbağlar katliamının 31. Yıl dönümü.

BUGÜN ARTIK ÇOK DAHA AÇIK BİR HÂL ALAN ŞERİAT TEHDİDİNE KARŞI LAİKLİĞİ SAVUNMAK, SÜRECİN ÖNE ÇIKAN ACİL VE ÖNEMLİ GÖREVLERİNDENDİR.

Kendisini “Anayasal Hukuk Devleti” olarak tanımlayan bir devlet düşünün ki Anayasasında hâlâ; “Türkiye Cumhuriyeti, (…), demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devletidir.” İlkesi yürürlükteyken; bu ülkede şeriat propagandası yapmak serbest olsun ve ama dayanağını mevcut Anayasa ve yasalardan alan, şeriata karşı çıkmak ve de laikliği savunmak suç olsun! 

Oy Zemano (Nubar Ozanyan)

Her yönüyle çürümüş sistemin katilleri, Kürdistan topraklarını yakmaya devam ediyor. Amed ve Merdin’de hem insanları hem de buğday ve mısırları yaktı. Evlat kokan Kürdistan toprakları şimdi duman kokuyor. Ateş ve dumanla yazılı TC’nin yüz yıllık tarihi “yakma ve yıkma”nın tarihidir. Bilmeyenler bilsin, duymayanlar duysun. Dün Ermeni kadın ve çocukları kiliselerde, Alevileri inanç ve ibadet mekanlarında, Kürtleri mağaralarda, köylerde yakanlar bugün yine Kürdü kadim topraklarında yakıyor.

CHP’NİN “Türkiye yüzyılı maarif modeli ”Ve kürtlerin iradesinin gaspı karşısında laisizm ve hukuk sınavı.

İslamo-faşist Erdoğan diktatörlüğünün, “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli” ile yapmaya çalıştığının, tam olarak,eğitim ve öğretim sistemininSunni İslamcı dini esasları üzerine oturtulması olduğu, daha önceki iki yazıda ve keza Kürtlerin iradesine karşı bir sömürge siyaseti olan kayyum uygulaması da bir başka yazıda özetlenmişti.

Kadro Olmak Aynı Zamanda Kendimize Karşı da Kadro Olmak Demektir

Bir kadronun ihtiyaç duyduğu nitelikler bugün sürekli ideolojik saldırı altındadır. Burjuvazi sadece protestoları, teoriyi, örgütleri değil aynı zamanda doğrudan tek tek kadroları da hedef almakta ve onları ideolojik etki yoluyla etkisizleştirmeye ya da kendi tarafına çekmeye çalışmaktadır.

Sayfalar