H. Kılıç’ın Tehdidi ve Seçimin İşaret Fişeği!
“Seçim dönemleri yaklaştıkça, Ankara’da ‘Ali Cengiz oyunları’ da başlar” Bu sözler hükümetin medya temsilcilerinden Abdülkadir Selvi’ye ait. Pek de yanlış bir tespit değil. Türk egemen sınıfları arasındaki “Ali Cengiz oyunları”, pusular, operasyonlar, boğazlaşmalar aslında hiç eksik olmaz. Ama seçim atmosferine girildiğinde bu durum dozu artarak gerçekleşir. Türkiye’de seçimler, Aziz Nesin’in “Zübük” hikâyesine taş çıkaracak “zenginlik”lere sahne olur. Şimdilik 2015 Haziran’ında yapılması planlanan genel seçimlerin de bu iklimden farklı yaşanmaması için tek bir neden yok. Aksine, birçok neden söz konusu. Üstelik TC tarihinde “seçim” denen oyununun en fazla işlevli olduğu bir dönem aralığından geçtiğimizi düşünürsek; hilenin, hurdanın, ayak oyunlarının, kirli çamaşırların ortaya serileceği bir sahne olacağı açıktır. Buna bir de AKP bloğunun içinde yaşanan çatlakların, çatışmaların, gerginliklerin gün gün artan dozunu eklersek; “evlere şenlik” bir seçim süreci yaşanacağını söylemek yanlış olmayacaktır.
Kayıkçı kavgası deyip geçmeyin, yolcuların yeni yol arayışına bakın!
Öncelikle genel siyasi iklime ve gerginliklerin ana hatlarına kabaca bakmakta fayda var. Seçimlere esasta dış ve iç siyasette hem bir kriz halinde hem de daha güçlü potansiyel krizlere yol açacak yönelimlerle giriyoruz.
İç siyasette AKP, özellikle Gezi sürecinden başlayarak ciddi bir yönetme krizi içindedir. Bu kriz, 17–25 Aralık yolsuzluk ve rüşvet operasyonlarıyla doruk noktaya varmıştır. Bu operasyonlar ve açığa çıkardığı gerçeklik, özellikle Tayyip Erdoğan ve avenesini ciddi düzeyde sarsmıştır. Hatta denilebilir ki; Erdoğan’ın tüm güç, gövde gösterisine ve bugün belli oranda süreci lehine çeviren hamlelerine rağmen esasen siyasi ömrünü bitirmiştir. Artık bitmiş bu ömrün ne vakit dolacağına dair bir belirsizlikten başka bir şey yoktur. Ama kuşkusuz bu yolda yalnız değildir. Onun etrafında kenetlenmiş, mutlak biat ve güçle hareket eden bir kesim de söz konusudur.
Bunun karşısında ise yaşananları mevcut siyasi çizginin yozlaştırılması, dejenere edilmesi olarak gören ve süreçte devre dışı kalmış, henüz kendi iç birliği pekişmemiş, daha dağınık olan ama pusuda bekleyen bir kesim de söz konusudur. Bu kesimin süreçte mutlaka rol alabileceklerine dair bir beklenti söz konusudur. Buna uygun olarak genel yönelimi onaylamayan ama buna örgütlü şekilde karşı durmayan bir hareket tarzı vardır. Bu iki kesim arasındaki kavga ise oluşmuş siyasi çizginin önderliğini ele geçirme üzerinedir. Genel siyasi çizgide yaşanan bir ideolojik-politik ayrılık değildir. Bunun özellikle dış politika ayağı buna temel sebeptir. Mevcut siyasi çizgi, TC’nin bir bütün olarak asgari düzeyde mutabık kaldığı bir çıkar ortaklığını içermektedir. Emperyalizmin (ABD önderliğindeki) bölge politikası ve onun ajandasıyla uyumlu olan yapısı ise belirleyicidir. Bunda hem Türk egemen sınıflarının hem de emperyalizmin büyük çıkarları söz konusudur. CHP ve MHP’nin kendi çizgilerinden esneyerek AKP çizgisine yakınlaşan adımlar atması da bu devlet yönelimiyle ilintilidir.
Devletin yönelimi ve oluşan kriz!
Devletin yönelimi ise Ortadoğu’da ideolojik, politik, ekonomik açıdan bölge gücü olma şeklindedir. Bunun için de bölgenin egemen toplumsal yapısına uyumlu bir siyasi yönelim oluşturmaktır. Bu ise Sünni yönelimin altının kalınca çizildiği ama diğer toplumsal sorunların (Alevi, Kürt) belli oranda hafifletildiği bir denge kurulması üzerinedir. Kürt açılımı, Alevi açılımı gibi hamlelerin ana kaynağı ise bu yönelimden ileri gelmektedir. Ancak bu yönelimde Sünni çizgi olabildiğince kuvvetlendirilirken, buna eklemlenmesi ve sorun alanı olmaktan çıkarılması beklenen diğer sorunlar bir türlü yolunu bulamamaktadır.
Bunun bir nedeni, TC devletinin faşist geleneksel yapısıyla ilintiliyken diğer nedeni, bölge politikasında izlenen çizginin, bu toplumsal meseleleri sürekli büyüten bir sonuç üretmesidir. Bir başka faktör ise, AKP’nin İslamcı ideolojik çizgisidir. Bu çizgi Alevi kesimle tarihsel karşıtlığı aşamazken, Kürt meselesini de ümmetçilik kokan bir yaklaşıma hapsetme yöneliminden gelmektedir.
Erdoğan ve avenesi, bugün bu dengeyi artık korumak ve yönetmek bir yana kendi içlerindeki dengeyi dahi yönetmekte zorluk çekmektedir. Bu bağlamda yaşanan sorun ve sıkıntılar, onun aynı zamanda Sünni İslamcı kimliğin egemenliğini daha fazla pekiştiren ve oluşan çatlakların kapanması için harç haline getiren bir yönelim içindedir (eğitim sisteminde tartışılan gündemler vs).
Hiç kuşkusuz bütün toplumsal dengeleri tümüyle alt üst edecek bir yönelim içine girilmiştir. Bu TC’ye biçilen bölgesel rol açısından da, ulusal ve mezhepsel temelde barışık bir toplumsal yapı hedefi açısından da tam anlamıyla bir kırmızı alarm niteliğindedir.
Gülen Cemaati ile Erdoğan'ın temsil ettiği cemaatler (ve bu anlamıyla ekonomik çıkar grupları) arasındaki temel siyasi çatlağın nedeni budur. Sünni blok arasında yaşanan bu ilk bozulma ve ayrılık, kuşkusuz bununla sınırlı kalmadı, kalmayacaktır. Erdoğan’ın iç birliği sağlamak için içerde yürüttüğü örtülü tasfiye ve Sünni ağırlıklı politika, istediği sonucu değil daha fazla sorunu üreten bir etki yaratmaktadır. Bu aynı zamanda egemen güç olarak toplumu yönetme sorunu olarak da ortaya çıkmaktadır. Taze Başbakan Başdanışmanı Ethem Mahçupyan dahi şimdilik bu yönelimin iç birlik açısından işe yaradığını ama bu şekilde devam edilmesi halinde İslamcı kesimlerin de yönetilemeyeceğini ifade etmektedir.
Erdoğan, Cumhurbaşkanlığı seçimleri sonrası önce Abdullah Gül, Bülent Arınç çizgisinin etkinliğini geçici bir süre etkisiz hale getirecek hamleler yaptı. Sonra görülmemiş bir sadakat içindeki kendi medyasının ağır toplarını, “vefasız”lık serzenişleri içinde, gerekli mesajları içerdiğinden kuşku duymayacağımız şekilde tasfiye etti. Havuz medyasına yönelik bu operasyonlar, içerdeki kaynamanın ne denli büyük olduğuna ama henüz yüzeye vurmadığına işarettir.
Erdoğan’ın kendini hala zayıf hissettiğine kuşku yok. Ki bunu konuşmalarında da ifade ediyor. Meclis kürsüsünde “paralel yapıyla” mücadelede yanında olmayanların kim olduğunu bildiğini tehditvari şekilde söylerken, diğer yanda onlarca operasyonla alınan yüzlerce “darbeci” polisi hapse bile attıramamanın sıkıntısını yaşıyor. HSYK seçimlerinde İşçi Partisi ile ittifaka dahi mecbur kalıyor. Hatta “üç çocuk önerisinin bile dinlenmediği” üzerine sitemlerde bulunuyor. Bir yandan yakın çalışma arkadaşları tarafından paralelci olarak suçlananların (Ali Babacan, Mehmet Şimşek) kabinenin en kritik bakanları olmasını dahi engelleyemiyor. “En güçlü göründüğün an en zayıf anındır” tespiti Erdoğan ve avenesinin gerçekliğine pek uygun görünüyor.
Korku dağlarının büyümesi zayıflığın işaretidir!
Şimdi seçim sürecine bu tedirginlik ve korkuyla girdikleri görülüyor. Ki pek de haksız sayılmazlar. Anayasa Mahkemesi'nde bu kesimlerin uzun süre kahramanı olan Başkan Haşim Kılıç'ın, Habertürk’ten Muharrem Sarıkaya’ya seçim barajının gündemlerinde olduğunu, eğer Anayasa’ya aykırı bulurlarsa 2015 seçimlerinde kararlarının uygulanacağını söylemesi adeta eteklerin tutuşmasına yol açtı. Bu açık tehdidi Erdoğan ve tayfası anında algıladı. Bizzat Erdoğan örtülü şekilde “yargı tehditlerine pabuç bırakmayacaklarını” söylerken; büyüklerini (Erdoğan’ı) taklit eden müsamere çocukları gibi polemik yapan Ahmet Davutoğlu yargının dizayn yapmasına, darbe girişimlerine müsaade etmeyeceklerini açıkladı. Anayasa Prof'undan başka her şey olan Burhan Kuzu ise böyle bir kararı tanımayacaklarını ilan etti.
AİHM’in ve Anayasa Mahkemesi'nin daha öncesinden barajın devamı yönünde kararlarına rağmen H. Kılıç’ın bu açıklaması kuşkusuz açıktan siyasi tehditten başka bir şey değildir. Hem de içerden yapılan bir tehdittir. Gelenekçi Kemalist faşist Osman Paksüt’ten değil de İslamcı faşist H. Kılıç'tan bu açıklamanın gelmesi iç kargaşanın, bozulmanın ve dağılmanın taşıdığı potansiyelin göstergesidir.
Anayasa Mahkemesi'nin bu konuda ne karar vereceğinden bağımsız olarak; bu vesileyle yandaş medyanın kalemlerinin ölümüne kılıçları çekerek cenge girmeleri gerginliğin boyutunu bize göstermektedir. En ılımlı ve seviyeli sayılacak köşe sahipleri, anında H. Kılıç’ın Anayasa Mahkemesi üyelik serüvenindeki ne kadar defo varsa ortaya serip, bir süredir hükümete karşı darbe girişiminde olduğunu hikâyelendirmeye koyuldular. Zaten son süreçte gırla giden darbeciler listesinde anında adını buldu H. Kılıç. Yoğun bir psikolojik savaş başlatılarak baskı oluşturulma mücadelesi içine girdi Erdoğan ve kliği. Bu tehdide karşılık iç dengelerde ne tür değişimler olacak ya da olacak mı zaman gösterecek? Ancak gerek AKP içindeki çatlaklardan kaynaklı; gerekse de genel politik iklimden dolayı, yine pusuların bininin bir para olduğu, “darbecilik” yaftalarının havalarda uçuştuğu, irin ve pislik kokan ifşaatlara tanık olacağımız bir seçim süreci yaşanacağa benziyor. Bu durum var olan politik krizin bir sonucu olacaktır ve bu krizi derinleştirecektir. Kuşkusuz yaşanacak bu durum aynı zamanda zaten olgunlaşarak gelişen devrimci durumu daha fazla pekiştiren yeni olanaklar ve fırsatlar doğuracaktır. Sisteme öfke ve kinin geliştiği ve net-keskin bir devrimci çizgi arayışının güçlendiği bir dönem daha yaşanacaktır.
Son Haberler
Sayfalar
Fransa’da El Freni Çekildi! İşe Yarar Mı?
Avrupa Birliği üyesi 27 ülkede 720 sandalyeli Avrupa Parlamentosu (AP) seçimleri, 6-9 Haziran tarihleri arasında yapıldı. Almanya, İtalya ve Fransa’da aşırı sağ olarak tanımlanan faşist hareket ciddi anlamda sandalye sayısına ulaştı. Böylelikle merkez sağla birlikte faşist hareket AP’deki en büyük grup olarak yerini korudu.
Seçimlerin yankısı ve sonuçları ciddi anlamda tartışmaları doğurdu. AP’ye Almanya’dan sonra sağcılar adına en fazla vekil gönderen Fransa, tartışmaların girdabından çıkıp erken seçim hamlesi ile sarsıntıyı giderme yoluna gitti.
Mevcut koşullarda devrimci siyasal mücadelenin öne çıkan toplumsal dinamikleri (3)
Devrimci siyasal mücadelenin genel olarak nesnel zemini, sosyal devrimleri de olanaklı kılan nesnel zemin ile, aslında ortak paydalara sahiptir. Emperyalist- kapitalist barbarlığın hüküm sürdüğü ve kendisinin doğrudan var ettiği her bir antagonist çelişme ve sorunların giderek daha bir keskinleşerek; ulusların, halkların ve doğanın yaşamını kâbusa çevirip, geleceklerini ciddi şekilde riske soktuğu şu süreçte, gerek özel olarak Türkiye ve K.
Mevcut koşullarda devrimci siyasal mücadelenin öne çıkan toplumsal dinamikleri (2)
Somut özgülün realitesi içerisinde devrimci siyasal mücadelenin etkili ve sonuç alıcı kazanımlara dönüşerek yürütülebilmesi için gerekli olan bir diğer öncelikli koşul ise; elbette ki bu mücadelenin, küresel ve yerel zeminde, toplum gündemini doğrudan ilgilendiren ve de ilgilendirecek olan sorunlar üzerinden ele alınarak yürütülmesidir.
Halkların İhanetçilerden Çektiği (Nubar Ozanyan)
Zulmün gölgesinde yaşam bulmaya çalışırken karanlığın sadece gece gelmediği, güneşin altında da gelip halkları bulduğu katliamlar birçok halkı nefessiz bırakmaya çalışmıştır. 1915 Ermeni Soykırımı boyunca başta Asuri, Süryani, Pontus halkı olmak üzere Êzîdî ve Kürt halkı da büyük trajediler yaşamıştır. Bugün Türk faşizmi eliyle Başûr Kurdistan’ında gerçekleşen işgal ve ilhak saldırılarında Kürt halkıyla birlikte Asuri-Süryani halkı da tanımsız acılar yaşamaktadır.
Türkiye’de Ermeni bir devrimci militan: Haldun Karyol (MEHMET GÜNEŞ)
Haldun Karyol, asıl adıyla Harutyan Karyolacıyan, kadim dostum, 8 Temmuz günü aramızdan ayrıldı. Haldun bir Ermeni’ydi ama her şeyden önemlisi Türkiye’de yetişmiş, ender görülebilecek, kendine has eylemci bir devrimci militandı. Onu ender ve ebedi kılan hikayesini bilmek ve öğrenmek, bugün Türkiye’de devrim mücadelesine baş koymuş her militanın hakkı. O yüzden, Haldun’u yakından tanıyan biri olarak, onu anlatmayı devrimci bir görev olarak üstleniyorum.
Mevcut koşullarda devrimci siyasal mücadelenin öne çıkan toplumsal dinamikleri (1)
Nasıl ki genel siyasal mücadele ve siyaset ediş tarzı, küresel ve yerel bazdaki ekonomik, politik, eğitsel, askeri, kültür-sanatsal, çevresel-iklimsel, ezen-ezilen cins, inanç ve etnik sorunlar yekûnu olan toplumsal dinamikler zemini üzerinden kendisini var edip sürdürüyorsa; birebir aynı şekilde, devrimci siyasal mücadele ve siyaset ediş tarzı da aynı küresel ve yerel toplumsal dinamikler üzerinden kendisini var edip sürdürmesi gerekiyor. Normal ve de olması gerekendir bu.
Küçük bir damla ile fırtınayı başlatanlar (Nubar Ozanyan)
Aradan 12 yıl geçti. Etki gücü Ortadoğu’ya yayılan 12 yaşında genç bir devrim yaşıyor adına Rojava denilen topraklarda. Derin yoksulluk, bitmeyen zulümle terbiye edilip cehenneme çevrilen Ortadoğu’da Rojava, bir özgürlük adası gibi duruyor.
Türk Faşizmi EURO 2024’te Sahaya İndi
İki yılda bir Avrupa Futbol Federasyonları Birliği (UEFA) tarafından organize edilen Avrupa Futbol Şampiyonası, bu yıl EURO 2024 olarak Almanya’da düzenlendi.
Kapitalist Toplumsal Bir Kırılma ve Yeniden Tarihi Yeni Bir Toplumsal Süreç
Kapitalist emperyalist sistem, önceki bunalım ve çelişmelerinden farklı olarak,, kendisinin taşıyamayacağı ve çözemeyeceği sistem içi yapısal ekonomik ve siyasal çelişmeler ile karşı karşıya kaldığı bir sürecin içine girmiştir. Bir taraftan yeni emperyalist ülkelerin ortaya çıkışıyla (ki, bu; kapitalizmin ala bildiğine gelişmesi, genişlemesi, üretimin ve sermayenin alabildiğine temerküzü ve de mülksüzleştirenlerin mülksüzleştirilmesi sürecinin de ilerlediği anlamına gelir) kendini yeniden üretemez olan bir sürecin içine girmiştir.
Bunların neler olduğunu kısa olarak açalım:
Prof. Dr. Korkut Boratav CHP’den Sermaye Sınıfıyla Hesaplaşmasını İstiyor...
Marksist iktisat Profesörü Korkut Boratav, gazeteci İrfan Aktan’a verdiği mülakatta, sürece ilişkin gerçekten de çok değerli ve devrimci sol-sosyalist ve komünist politik öznelerce dikkate alınması gereken çok önemli siyasi ve iktisadi analizler yapıyor, saptamalarda bulunuyor.
Örneğin kendisine sorulan şu soruya verdiği yanıtta olduğu gibi:
“Yoksulların, alt sınıfların bu kadar derin bir kriz yaşadığı dönemde nasıl oluyor da ideolojik hegemonyayı yine de iktidar sağlayabiliyor ve buna karşı güçlü bir sol alternatif çıkmıyor?” (abç)
Yağma ve Talan Cumhuriyeti (Analiz)
Geçtiğimiz haftalarda Kayseri’deki pogrom girişimiyle başlayan ırkçı ve mülteci düşmanı saldırılar Antalya, Antep, Urfa, Hatay, Bursa, İstanbul gibi şehirlerde de kendisini göstererek göçmenlere ait işyerlerinin ve malların yağmalanmasına, yakılmasına ve çok sayıda göçmenin yaralanmasına, hatta Antalya’da göçmen bir gencin öldürülmesine neden olmuştur.
Bir çeşit günah keçisine dönüştürülen göçmenlere karşı yükselen bu dalga görünen o ki daha çok olaya ve şiddete gebe bir yerdedir.