Hastalıklı toplumun hasta insanları…/ Fikret Başkaya

Artık Türkiye tam bir şiddet sarmalına hapsolmuş durumda: Polis şiddeti, subay şiddeti, öğretmen şiddeti, müdür şiddeti, erkek şiddeti, koca şiddeti, baba şiddeti, siyasetçi şiddeti, esnaf şiddeti (AKP esnafı tarafından hunharca katledilenleri hatırlayın) dinci yobaz şiddeti, işveren şiddeti, ekonomik şiddet, trafik şiddeti, mahalle şiddeti, medya şiddeti, rektör şiddeti, dekan şiddeti, “özel güvenlikçi” şiddeti, insanların doğal çevreye uyguladığı şiddet… Bu kadar şiddete maruz bir toplumda ve ortamda hala sağlıklı insana rastlamak ne kadar mümkün? Gün geçmiyor ki, bir vahşet yaşanmasın, bir katliam yapılmasın, bir kadın öldürülmesin, bir cinayet işlenmesin… Bu şiddetin “olağanlaşması”, sıradanlaşması değil mi?
Bu sürekli şiddet hâli, bu cinayetler, bu insanı utandıran manzaralar hasta insanların eseri, o hasta insanlar da bu toplumun eseri. Gökten zembille inmiş değiller. Hastalıklı toplumun karnından çıkıyorlar. Şiddetin kökü derinlerde ama sorunun kökenini dert edinen, kaynağına inmeyi akıl eden pek yok… Yüzeysel söylemler ortalığı kaplamaya devam ediyor. Yeni kanunlar çıkararak, cezaları daha da artırarak sorunun çözüleceğini sananlar çoğunlukta… ” Birkaçını sallandırarak” işin içinden çıkılabileceği sanılıyor ve hâlâ idam cezasını bir çare olarak görenler az değil… Eğer idam bir çare olsaydı işler ne kadar da kolay olurdu. Bu, katledeni katlederek üstesinden gelinebilir bir şey midir? Eğer öldürmek kötüyse (ve kötüdür şüphesiz), aynı şeyi devlet yapınca iyi olur mu? Bu bir şeyi olmadığı yerde aramak değil midir? Eğer bu durum, bu genelleşmiş şiddet hali, hastalıklı toplumun ortaya çıkardığı bir şeyse, o zaman işe, “bu toplum neden böyle oldu”, “neden hastalandı”, “neden bu hale geldik” sorusunu sormak gerekmiyor mu?
Bir sorunu çözmenin yolu, önce onu anlamayı, bilince çıkarmayı gerektirir. Şeyleri adıyla çağırmayı gerektirir, etrafında dolanmamayı gerektirir. Aslında şiddet toplumun derinliklerinde mündemiç olan bir şey ve asıl şiddeti yaratan da bizzat bu sistemin kendisi… Bu toplumun insanları boşuna burnundan solur hale gelmedi ve artık burnundan soluyanlar çoğunluğu oluşturuyor? Şu ve bu aktörün işlediği cinayetler, katliamlar, aşırılıklar genel şiddet halinin emareleri, yüzeye çıkanı, görünen yüzü sadece. Asıl sorunu yaratan herkesi herkesin rakibi, dolayısıyla düşmanı haline getiren kapitalizm, onun neoliberal versiyonu. Yegane değerin para olduğu, mal-mülk olduğu, başkaca hiçbir değerin esamesinin okunmadığı bir toplumda, barıştan, huzurdan söz etmek mümkün müdür? Geçerli ekonomik- sosyal- politik sistem, yıkıcı “çılgın rekabete” dayanıyor. Zira, birinin başarısı başkasının başarısızlığı üzerine inşa ediliyor. Sizin başarılı olmanız, başkasının başarılı olmasını engellemeye endeksli. Merak edip sözlüğe bakanlar, rekabet kelimesinin bir anlamının da “birbirini çekememe, kıskanma” olduğunu görür. Sistemin normal işleyişi, insanların önemlice bir kısmını bir işten, bir gelirden mahrum ediyor, gelir dağılımı adaletsizliği insan havsalasını zorlayacak boyutlara çıkıyor, insan özel çıkar peşinde koşan “homo economicus” bir canlı olarak görülüyor ve bencillik insanlığın “normal hâli” sayılıyor… Her şey özelleştiriliyor, bir kâr aracına dönüştürülüyor, ortak yaşam alanları birer birer yok ediliyor, doğa tahribatıyla da ortak yaşamın da temeli aşındırılıyor.
Neoliberal küreselleşme çağında devlet de artık sadece sermaye sınıfının, (oligarşinin) veya aynı anlama gelmek üzere büyük hırsızların tek yanlı çıkarını gerçekleştirmeye koşulmuş bir aygıta dönüştü. Tabii bunu söylemek, devlet eskiden toplum yararının hizmetindeydi anlamına gelmez… Devlet oldum olası özel çıkarların hizmetinde olmuştur. Misyonu ve varlık nedeni mülk sahibi sınıfların servetini çoğaltmak, bir de onları “zararlı sınıflardan” korumaktır…. Velhasıl devletin varlıklı sınıfların ve yeni yetme mülk sahiplerinin tek yanlı çıkarına hizmet etmekten başka bir kaygı taşımadığı koşullarda, toplumun bir şiddet toplumu haline gelmesine şaşmanın bir âlemi yok! Böyle bir sonuç neden şaşırtıcı olsun. Tuhaf gelebilir ama kapitalizm her bir bireyi bir kapitalist gibi davranmaya zorluyor ve onu doğa düşmanı haline getiriyor. Para ve maddi zenginlik yegane değer mertebesine yükseltiliyor, bir tapınma aracına dönüştürülüyor, başkaca hiçbir insanî değerin esamesi okunmuyor. Velhasıl insanın özünü aşındıran kör bir süreç söz konusu. İnsana ve yaşama dair ne var ne yoksa metalaştırılıyor, şeyleştiriliyor, paralılaştırıyor, özelleştiriliyor, dejenere ediliyor. Ülke zenginliği dar bir oligarşi ve çevresi tarafından yağmalanırken, işsizlerin, yoksulların, yaşamak için gerekli asgari gelirden yoksun olanların sayısı çığ gibi büyüyor. Çalışanların da büyük çoğunluğu elde ettiği gelirle geçinmekte zorlanıyor. Zira geçerli sistem her geçen gün karşılanması gereken yeni ihtiyaçlar ortaya çıkıyor ve ihtiyaçlar hiyerarşisini dejenere ediyor… Her geçen gün hayat daha da pahalandırılıyor. Gelirler (ücretler) her seferinde erozyona uğrarken, bir yanda da reklamlar devreye sokularak, tüketim özendiriliyor, satın alma isteği kamçılanıyor. Sonuçta insanlarda “tatminsizlik duygusu”, “eksiklik duygusu”, “yoksunluk duygusu”, “yeteneksiz” oldukları, çaresizlik “bilinci (bilinçsizliği)” kökleşiyor. Velhasıl insanların psikolojisi tromatize oluyor, sarsılıyor, yara alıyor, geleceğe umutla bakma duygusu köreliyor. Çocuklarının geleceğine dair haklı bir kaygı duyuyorlar…
Şimdilerde rejim artık toplumun gerçek sorunlarına külliyen yabancılaşmış durumda. Bu rejim, bu AKP iktidarı artık meşruluğunu kaybetmiş durumda ve yönetemiyorlar. Daha çok baskıyı ve şiddeti devreye sokarak işin üstesinden gelebileceklerini sanıyorlar. İktidarlarını sürdürmek için toplumu kutuplaştırıp, toplumun bir yarısını diğer yarısına düşman ederek, iktidarlarını koruyabileceklerini sanıyorlar… Ateşle oynuyorlar… Toplumu biz ve onlar, AKP’ye oy verenler ve vermeyenler, Müslüman- laik diye ayrıştırıyorlar. Aslında toplumun ezici çoğunluğu Müslüman ama kendileri gibi veya kendi istedikleri gibi Müslüman olanlar ve olmayanlar diye ayrıştırmak istiyorlar. Ve “bizim gibi Müslüman olmayanlar bizden değildir, dolayısıyla, kötüdür, düşmandır” anlayışı geçerli… Bu, sanki İslâmda geçerli “dar-ül İslam, dar-ül harp” ayrımının ve karşıtlığının bu güne tercümesi gibi bir şey… Siz onların gerçekten dinle ilgili olduklarını sanmayın. Dini araçlaştırıp, iktidar olmak ve ülkenin zenginliğine el koymak dışında dinle uzaktan-yakından bir ilgileri yok. Onlar için din, çalıp-çırpmanın, insanları köleleştirmenin bir aracı sadece… Dinci baskıyı artırıp, toplumu köleleştirerek iktidarlarını kalıcılaştırabileceklerini düşünüyorlar… Sonra da büyümeden, kalkınmadan, büyük devlet olmaktan, aslında birer yıkım projesi demek olan “çılgın projelerden” söz ediyorlar, Osmanlı İmparatorluğunu ihya etme hayalleri, hezeyanları içindeler… Bütün bu saçmalıklar “olmayacak duaya amin demekten” öte bir şey değildir. Polis insanları öldürüyor ve cezalandırılmıyor. Ve bu hep böyleydi… Neden? Çünkü burada hâlâ “kutsal devlet” anlayışı geçerli olmaya devam ediyor. Şimdi o kutsallık, dinci kutsallıkla da tahkim edilmekte… Bundan sonra öldürmek daha kolay olacak. Onun için adı İç Güvenlik Yasası olan bir polis kanunu çıkararak, işi sağlama alma peşindeler. İyi de bu kimin “güvenliği” olacak? Bu memleketin varını yoğunu, bu ülkenin bütçesini, hazinesini yağmalayan, talan eden soyguncu çetesinin güvenliği değil mi?
Bu iktidar tam bir sekülarizm düşmanıdır, laiklik düşmanıdır. Sekülarizmin ve laikliğin olmadığı yerde kimse demokrasi, özgürlük, insan hakları gibi kavramları ağzına almasın, zira orada bir karşılığı yoktur. Bu iktidar varlığını sınırlı özgürlükleri de yok etmekte görüyor. Onun için yeni baskı yasalarını dayatmak için aceleci davranıyor. Cunta anayasasında “tanınmış”, tarif edilmiş güdük hakları bile insanlara çok görüyor. Gerçi bu rejim oldum olası ” muhalifi düşman, farklı düşüneni hain” sayan bir rejimdir ama AKP iktidarı artık kendine muhalif olan herkesi düşman sayıyor. Artık muhalif düşmanla özdeş… Muhalif olmak, “darbeci” olmakla da bir ve aynı şey sayılıyor. Ortalık “iç düşmandan” ve “darbeciden” geçilmez halde… Meğer memlekette ne kadar da çok iç düşman ve darbeci varmış… Çok şükür dış düşman ebed-müddet mevcut. Orada bir sıkıntı yok… Hızlı bir tempoyla bir parti-devlet iktidarını yerleştirmeye çalışıyorlar. Yapmak istediklerine faşizmin bir versiyonu da diyebilirsiniz… Parti devlet demek, her türlü asgari hakka, hukuka, özgürlüğe elveda demektir. Devletin tüm kurumlarının ve işlevlerinin siyasi partinin hizmetine sunulması, burjuva devletin “olmazsa olmazı” sayılan kuvvetler ayrılığı ilkesinin ve pratiğinin yok edilmesi demektir. Kadını köleleştirmek istemeleri boşuna değil ve dini o amaçla sonuna kadar kullanmaya da kararlı görünüyorlar. Kadının ortalıkta dolaşmasından, görünürlüğünden, eşit bireyler olması ihtimalinden çok rahatsızlar. Kadınının eve hapsedilmesi için bir dizi manipülasyon peşindeler…
Kapitalizmin krizi derinleşiyor, onunla birlikte şiddeti de derinleştirmeye, tırmandırmaya devam edeceklerdir. Zira ellerinde başka seçenek yok. Başka türlü yapmaları mümkün değil. Kimse kendini aldatmasın. Unutmamak gerekir ki, “kapitalist ekonomik sistem, kaybedeni tüm insanlık olan bir savaş halidir” denmiştir. Zira mülksüzleşmeyi, sömürü ve yağmayı derinleştirmeden, yoksulluğu ve sefaleti azdırmadan, doğa tahribatını büyütmeden yol alması mümkün değil. Eğer sistemin normal hali öyleyse -ki öyledir-, ellerinde baskı ve şiddete baş vurmaktan, iç çatışmaları körüklemekten, savaşlar peydahlamaktan başka çare yok!
Şiddeti tartışabilmek, rejimi, sistemi, kapitalizmi, onun şimdilerde geçerli versiyonu olan neoliberalizmi tartışabilmekle mümkün. Artık yönetenlere değil yönetimlere odaklanma zamanı… Yönetenleri değil, yönetimleri, yani sistemi değiştirmek gerekiyor. Daha da ötede uygarlığı değiştirme zamanı gelip çattı. Zira, yaşanan sadece ekonomik-sosyal-politik krizden ibaret bir şey değil, bir uygarlık krizi… Artık bu rotada yol almak mümkün değil. O zaman sürece vakitlice müdahale etmenin gerekli olduğu bir zamandayız demektir…
Son Haberler
Sayfalar

Bir Tabut Daha Çıkmasın Diyorsak… – Hevi Devrim
Bir hafta içinde hapishanelerden üç tabut çıktı. İlki Garibe Gezer’indi. Hani yaz aylarında süngerli odada işkencenin her türlüsü ile, taciz ve tecavüzle, teslim alınmaya çalışılan Garibe Gezer. Yaşadıklarına bedenini ipe gerip bir protesto eylemiyle karşı çıkan Garibe Gezer.

Bir Canavarmışım Gibi Subaylar Beni Görmeye Geliyordu
İnsanlık tarihinin en korkunç işkencelerinin yaşandığı Diyarbakır Cezaevi'nde hapis yatmış 700 kişinin verdiği suç duyuruları üzerine geçtiğimiz günlerde Diyarbakır Başsavcılığı bir soruşturma başlattı.
Savcılık, suç duyurusunda bulunanların ifadelerini almaya başlarken Adalet Bakanlığı ve Milli Savunma Bakanlığı'na başvurarak, dilekçelerde adı geçen işkencecilerin şu an nerede bulunduklarına dair bilgi istedi.

Hücrem demir, yürek demir! (Nubar OZANYAN)
Amed Zindanı’nda ağır zulüm koşullarında mısralara dökülen acılar, ortaya konan direniş kavganın ve onurun şiiri olur. Yıllar geçmesine karşı halen kulaklarımda çınlar. İşkence ve zulmün vicdansız ve sınırsız olduğu Amed Zindanı’nda duyarlılıkla okuduğumuz sevgili Hasan Hayri Aslan arkadaşın şiiri gelir aklıma.
Aradan kırk yıl geçmesine karşı zayıflayan hafızama ilmik ilmik işlenen mısralar kavga kimliğimin parçası oluyor.

Elimiz Yakanızda, Kavgamız Yüreğinizde Korku Olacak !(Hülya Onur)
Tam betimleme olmayabilir belki ama „Bir toplumun demokrasi düzeyini anlamak istiyorsanız cezaevlerine bakın…‘ mealinde bir söz vardı. Buna kadınları da eklemek yerinde olurdu. Çünkü toplumun ana öğesi, bir çok alanda öncüsü ve var edici öznesi, en çok üreten ama emeğinin en az görüleni, görünmez emeğin sahibi kadın sadece sistemin değil, sistemin çok yönlü imtiyaz tanıdığı erkeğin de sömürü ve baskısını üzerinde hisseder, yaşar.

TKP-ML Avrupa Komitesi: “Avrupa Konferansımız Başarıyla Gerçekleştirildi!”
“Güçlü Bir Örgütlülükle Daha Büyük Adımlar Atalım” Şiarıyla Düzenlediğimiz
Avrupa Konferansımız Başarıyla Gerçekleştirildi!
Partimizin 24 Nisan 2019 tarihinde açıkladığı 1. Parti Kongremiz, tüm faaliyet alanlarının yeniden ve daha ileri düzeyde örgütlenmesi için konferanslar düzenlenmesi kararı almıştı.

Kapitalizm: Kriz, Faiz, Enflasyon Ve “Karanlık Ormanda Islık Çalmak”
Başlığa bakılırsa, kapitalizm kriz ve enflasyondan ibaret olduğu sonucuna varılabilir. Elbette bu eksik ve tam olarak kapitalizmi anlatmaz. Kapitalizm toplumlar tarihinin belli bir sürecinde ortaya çıkan ve kendisinden önceki toplumlar gibi belli bir yaşam süreci olan geçici toplumsal bir sistemdir. Gelinen aşamada, işçi sınıfı ve doğanın üstüne bir kabus gibi çöken bu sistemin ömrünü, burjuvazi ile işçi sınıfı arasındaki sınıf mücadelesi belirler. Bu anlamda da, kapitalist sistem sonsuz değildir ve bütün koşullar bu yüzyıl içinde işçi sınıfı tarafından yıkılacağını göstermektedir.

Monte Melkonyan (Komutan AVO) Nubar Ozanyan
Tarihe bakalım. Her halkın mutlaka kahramanları vardır. Egîdleri vardır. Özgürlük düşünde yaşattığı ve büyüttüğü birer Che’si vardır. Yerkürede zulüm ve adaletsizlik var olduğu sürece Egîdler ve Cheler asla eksik olmayacaktır.
Yirminci yüzyılın en utanç verici soykırımını yaşayan Ermeni halkının da Egîdleri yani fedaileri olmuştur. Fedai adını, özgürlük uğruna canını feda etmekten çekinmedikleri için almışlardır. Nasıl ki, Kürtlerin fedaileri ve fedai hareketi varsa Ermeni halkının da fedaileri olmuştur. Ve disiplinli bir fedai hareketi yaratmışlardır.

Kırk Katır Yerine Kırk Satır Ya Da Sosyalizm! (Arif Alıç)
Burjuva kesimlerde, özellikle de Erdoğan iktidarına karşı çıkan burjuva liberaller içinde, sistemin niteliği ile ilgili olmayıp, sistemin biçimsel yönüyle ilgili bir tartışma sürmektedir.
Başını CHP’nin çektiği burjuva muhalefet partilerinin de sorunu, tekelci kapitalist devletin korunması ve sadece hükümetin değişmesi yönündedir. Devletin temellerine yönelik saldırılara, iktidarı ve muhalefetiyle bütün tekelci burjuva partileri karşıdır.

AKP’nin Gitmesi Çözüm Mü?
TC devletinin ’90lı yıllarda içinden çıkmakta zorlandığı ekonomik ve siyasi bir dizi kriz sonrasında, temelleri bir grup Refah Partilinin 1998 yılında ABD ziyaretiyle atılan AKP iktidara getirilmişti.
Geride kalan yaklaşık 20 yıllık süreçte Türkiye hakim sınıfları AKP’den maksimum fayda elde ederlerken; işçi sınıfı ve emekçiler ise bugünlerde daha görünür şekilde ortaya çıkan sefalet ve işsizlik koşullarında yaşamaya mecbur edildiler.

TKP-ML Ortadoğu Parti Komitesi:PKK’nin 43. Direniş Yılını Kutluyoruz!
Partiya Karkêran Kurdistan-PKK’nin (Kürdistan İşçi Partisi) 43. kuruluş yılını en içten devrimci duygularımızla selamlıyor, geliştirilen mücadelede, elde edilen kazanımlarda başarılarının devamını diliyoruz.

Kristal geceler, kırılan ve sokaklara yayılan camlar (Nubar Ozanyan)
Tarihe geçen kanlı katliamlardan biridir, Kristal Gece. 1938 yılının 9 Kasım’ı 10 Kasım’a bağlayan gecesi, Naziler tarafından Yahudilere karşı düzenlenen saldırılarda ev, işyeri, okul, hastane, sinagog ve mezarlıklar yakılıp yağmalandı. Yahudilere karşı sürek avı başlatıldı. Ardı arkası kesilmeyen yağmalama, kundaklama, tutuklama ve pogromlar devam etti. 30 bin Yahudi erkek, “Yahudi olmak” suçundan tutuklandı. Yüzlercesinin ortadan kaybolduğu toplama kamplarına gönderildiler. Okullar, kamuya açık mekanlar Yahudi genç ve çocuklarına yasaklandı.