Cumartesi Nisan 19, 2025

İBRAHİM KAYPAKKAYA’DAN ÖĞRENMEK[*]

 

“İşçi sınıfının

ekmekten çok

onura ihtiyacı var.”[1]

 

Patika Dergisi (PD): İbrahim Kaypakkaya’nın katledilmesinin üzerinden 50 yıl geçti. 50. yılında Kaypakkaya’yı özgün kılan nedir?

 

Sibel Özbudun (SÖ): İbrahim Kaypakkaya’nın 68 devrimci hareketi içerisindeki, onu hem kendi bağlamı, hem de günümüz açısından “özgün” kılan, bence “süreklilik içinde kopuştan kopuş”u temsil etmesidir.

Malûm, dünyada 68 hareketi, kireçlenme emareleri gösteren, bürokratikleşmiş ve sosyalizmi bir “kalkınma/ sanayileşme” edimine çevirmiş (kuşku yok ki bunda İkinci Paylaşım Savaşı’nın ülkede yol açtığı yıkımı onarma çabalarının payı önemlidir) reel sosyalizm anlayışından bir “kopuş” özelliği taşımaktadır. Avrupa-ABD 68’ine damgasını vuran esin kaynağı Anarşizm’dir, çeper ülkelerde ise daha çok eski sömürgelerdeki (Latin Amerika, Asya, Afrika…), köylülüğün başı çektiği antiemperyalist halk savaşları, yani Mao, Che, Castro, Amilcar Cabral, Franz Fanon hattı yol gösterici olmuştur.

Bu kopuşun coğrafyamızdaki izdüşümü, Dev Genç’in reel bir sosyalizm anlayışının sürdürücüsü TKP-TİP hattından kendini ayrıştırmasıdır. Bu ayrışma görünüşte TİP’in “sosyalizme parlamentarist geçiş” konumlanışına karşı, radikal eylemlere ve silahlı mücadeleye daha yakın gözüken MDD etkilenimin ağır basması şeklinde tezahür edecektir - ama kısa bir süreliğine.

Devrimci gençlik, bir süre aynı dergi çevresinde (Aydınlık) toplandığı MDD’den de koparak her biri kendi yolunu çizmeye yönelecektir: THKPC, THKO, PDA (ve bir süre sonra PDA’dan ayrılan, Kaypakkaya’nın TİKKO/TKP-ML’si)

Devrimci gençlik MDD hattıyla yolları ayırmıştır ayırmasına, ama aşamalı devrim stratejisini benimseyen, antiemperyalizme antikapitalizm karşısında öndelik tanıyan, bununla bağlantılı olarak “millicilik” vurgusu yüksek olan MDD’nin bu yaklaşımı, bir başka deyişle Kemalizm’in “sol” versiyonu (“kalpaklı Kuvva’cılık”) ayrılan kesimler üzerinde etkisini güçlü biçimde sürdürecektir. Bu, solculuğu Şevket Süreyya Aydemir, Doğan Avcıoğlu, İlhan Selçuk vb. okuyarak öğrenmiş bir kuşak için çok da yadırganacak bir durum değil belki…

“Herkesin gözü önünde yükseklere çektiğimiz bayrağın, proletaryanın kızıl bayrağı olup olmayacağı, işaret ettiğimiz lekelerin temizlenip temizlenmeyeceğine bağlıdır. Biz, bütün samimiyetimizle bu lekelerin temizlenmesini istiyoruz,”[2] diyen İbrahim Kaypakkaya’yı bir “kopuş kuşağı” olan kendi kuşağı içinde de istisna kılan, onun Kemalizm’le hesaplaşmayı göze alan ilk devrimci olmasıdır. Kuşağı için “tamamlanmamış bir milli demokratik devrimin önderi”, “antiemperyalist mücadele lideri”, “ulusal bağımsızlığın kurucusu” sayılan Mustafa Kemal’i “hâkim sınıf milliyetçiliği”nin kurucusu, Kemalizmi de “hâkim sınıf ideolojisi” olarak niteleyen, ilk, odur.

 

PD: 21 yıllık AKP iktidarı dönemindeki Ilımlı İslâm ve yeni Osmancılık fikri dolayısıyla Kemalizm yeniden “bir kurtuluş reçetesi” olarak halkın gündemine sokulmuş durumda. Kemalizm’in günümüzde ki durumunu Kaypakkaya’nın tespitleri doğrultusunda değerlendirir misiniz? (Bu soruyu seçimler göz önüne tutularak cevaplanabilir)

 

SÖ: Yukarıda değindiğim konumlanışı İbrahim Kaypakkaya’yı kendi dönemi için olduğu kadar, günümüz için de çok önemli kılıyor. Sizin de dediğiniz gibi, Kemalizm’e karşı bir “rövanş” hareketi olarak nitelenebilecek AKP’nin neo-Osmanlıcılığı’na, siyasal İslâm’ına ve iktidarını konsolide etmek üzere kitleleri tabir yerindeyse “de-sekülarize” etme, laiklikten uzaklaştırma teşebbüsleri, Kemalizm’i bir kez daha “kıymete bindirdi”. Oysa şunu görmek gerek, AKP’ye bu denli geniş bir manevra sahası sağlayan, bizatihi Kemalist yöntemlerdi. Nedir bunlar? Hâkim ideolojinin kaynağı ve propagandisti bir elit eliyle toplumu yukarıdan aşağıya doğru biçimlendirme teşebbüsü, çoğul(cu)luğa cevaz vermeme, bütün inisyatifleri tek bir merkezde, sınırlı bir çevrenin elinde toplama, özerk davranma taleplerini bastırma…

Kemalist bürokrat, Ankara valisi (1929-1946) Nevzat Tandoğan’ın 1944 yılında tutuklanan dönemin namlı Türkçülerinden Osman Yüksel Serdengeçti’ye söylediği kaydedilen “Sizin milliyetçilikle, komünizmle ne işiniz var? Milliyetçilik lazımsa bunu biz yaparız. Komünizm gerekirse onu da biz getiririz” sözleri bu bağlamda çok tipiktir. Bunu, örneğin Süleyman Soylu’nun, Kürt illerinde kayyım atanan belediyeler konusunda “Cumhurbaşkanımız ‘bu belediyelerden rahatsızım’ dedi, hepsini görevden aldık” ile yan yana getirdiğimizde, her iki yaklaşımın da tekil bir iradeyi topluma dayatma keyfiliğinden malul olduğu görülecektir.

Kanımca bugün bu coğrafyada sorun, burjuvazinin iki fraksiyonundan (“laik”, “Batıcı” Marmara sermayesi ile “muhafazakâr”, “yerli ve milli” denilen ama küreselleşme rüzgârından yararlanarak Orta Doğu’ya, Afrika’ya, hatta Latin Amerika’ya yaptığı açılımlarla palazlanan “Anadolu Kaplanları”) birini tercih etmek değil, sömürülenlerin ve ezilenlerin, yani işçi sınıfının, köylülerin, Kürtlerin, kadınların iradeleriyle yeni, her türlü baskı ve sömürüden kurtulmuş, eşitlikçi-özgürlükçü, sosyalist bir toplumu biçimlendirme uğraşına girişmektir.

Kaypakkaya ezilenlerin ve sömürülenlerin eşitlikçi kardeşliğine işaret ettiği yıllarda da, bugün de hâkim sınıfın her türlü baskı ve sömürüsüne ezilenlerin-sömürülenlerin özerk iradesini geliştirmek ve sahip çıkmak devrimcilerin, sosyalistlerin asli görevidir, böyle olmalıdır.

 

PD: Eskimiş, şablon, modası geçmiş, devrimci bir kaynak, eylem kılavuzu, yaslanmamız gereken deneyim tartışmaları içerisinde 68 kuşağını özelde de İbrahim Kaypakkaya’yı değerlendirir misiniz?

 

SÖ: “Eskimiş, şablon, modası geçmiş” vb. nitelemeler, reel sosyalizmin göçtüğü, neoliberal versiyonuyla kapitalizmin kendini “yegâne, ebedi, değişmez düzen” ilan ettiği yıllarda sosyalist görüş ve anlayışları itibarsızlaştırmak için sıkça başvurulan, deyim yerindeyse “moda” kavramlardı. Neoliberalizmle doku uyumu içindeki “Yeni sol”, “radikal demokrat” vb. görüşler, Marksizm- Leninizmi bu terimlerle damgalamaktan pek haz ederlerdi. Dikkat ederseniz, bugün burjuvazinin nitelikli temsilcileri dahi bu gibi nitelemeleri kullanmaktan kaçınıyor; kapitalizmin başını alamadığı, birbirini izleyen, birbirini tetikleyen krizler, sermayenin seçkin ideologlarını (V. İ. Lenin olmasa dahi) Karl Marx üzerine yeniden düşünmeye çağırıyor.

Bunun bir başka veçhesi de Marksizm-Leninizm’i “eskimiş, şablon, modası geçmiş”(!) vb.ilan eden “yeni sol” (radikal demokrat vb.) akımların piyasaya sürüldükleri 1990’lardan bu yana işçi sınıfı-emekçiler adına kalıcı tek bir kazanım sağlamak bir yana, o gün bugündür gemi azıya alan neoliberal kapitalizmin halklar üzerindeki tahribatını hiçbir şekilde hafıfletememiş olmasıdır. Son 20-30 yılın deneyimleri bize sömürü (dolayısıyla da) mülkiyet ilişkilerine son vermeyi, yani iktidarı hedeflemeyen hiçbir yaklaşımın (kimlikçilik, çokkültürcülük, çevrecilik, yatay dayanışma ağları, iktidar ilişkileri dışında küçük komünler yaratma girişimleri) hâl-i hazırdaki yıkıcı eşitsizlikleri gidermeye yetili olamayacağını gösterdi.

Bu durumda, özellikle 68 kuşağının kendisini yeniden donattığı kararlılık, gözüpeklik, eşitlikçi kardeşleşme, özgürlükçülük, dayanışmacılık ruhu ile Marksizm Leninizm’in güncelliği ortadadır. Uzun Yürüyüş’ü Başlatan Mao Zedung’un, Gramma yatında Küba kıyılarına doğru yol alan Fidel’in, Bolivya Cangıllarındaki Che’nin, Japon ve Fransız emperyalizmine karşı gerilla savaşı veren Ho Chi Minh’in tasarımları da budur: Emekçilerin sosyalist coğrafyasını kurmak.

Elbette bu mücadelenin araçları değişebilir. İlkçağ’daki köle ayaklanmalarından bu yana hiçbir devrimci kalkışma, kendini tekrar etmez, edemez, etmemelidir. Benim burada vurgulamaya çalıştığım, yeni, farklı, eşitlikçi, özgür bir dünya kurmak isteyenlerin, bunu ancak sömürü ve tahakküm ilişkilerini, sermaye sahiplerinin mülksüzler üzerindeki sömürü, baskı ve denetim araçlarını ilga ederek gerçekleştirebileceklerini bir kez daha vurgulamak. 68 kuşağının, ve özellikle de Kaypakkaya’nın amacı da buydu.

 

PD: Cumhuriyetin ikinci yüzyılına gireceğimiz bu günlerde “Demoktratik Cumhuriyet” güzellemeleri ve “ulusalcı-cumhuriyetçi” medeniyet paradigmaları ve resmi ideoloji konularını Kaypakkaya’nın fikirleri üzerinden nasıl değerlendirebiliriz.

 

SÖ: Yukarıda da vurgulamaya çalıştım; kapitalist üretim ilişkileri yıkılmadıkça “cumhuriyet”in önüne hangi sıfatı eklerseniz ekleyin, bir egemen sınıfın ezilen-sömürülen sınıflar üzerindeki baskı aracı olma vasfı, süre gidecektir.

Seçimlerin bir “TV şovu”na, demokrasinin bir “fars”a dönüştüğü, ABD’nin dahi Kongre’yi basan neofaşist başıbozukların gövde gösterileriyle ete kemiğe bürünen bir “darbe girişimi”ne sahne olabildiği koşullarda, öznel ya da nesnel olarak sınıflar arası uzlaşmacılığa, konsensüs’lere, ya da “kuruluş mitosları”na, “milli burjuvazi” arayışlarına yaslanan cumhuriyet tasarımları, geçersizdir. Siyasal rejimi ne olursa olsun (krallık ya da cumhuriyet) bağımsızlığa ve emekçiler, sürdürülebilir bir düzeni sağlamaya yetili bir burjuvazi kalmadı yeryüzünde. Bu nedenle, artık üzerinde kafa yorulması gereken, doğrudan demokrasinin “sosyalist cumhuriyet”tir.

 

PD: Dünya ve Türkiye-Kuzey Kürdistan devrimci hareketinin içinde bulunduğu durumu göz önüne alırsak 68 kuşağı ve özelde İbrahim Kaypakkaya bize hâlâ neyi öğütlüyor?

 

SÖ: Buna karşın, Kaypakkaya’nın özellikle PDA çevresine yönelttiği eleştirilerde ortaya çıkan, Kürtlerin bir “halk” değil bir “ulus” olduğu ve bir ulus olarak “Ulusların Kaderini Tayin Hakkı”nın öznesi oldukları vurgusu hâlen önemlidir.

Kaypakkaya sosyalistlerin, devrimcilerin “Ulusların Kaderini Tayin Hakkı” (UKTH) ilkesini desteklemesi ile ezilen ulusun bu hakkı hayata geçiriş fiiliyatının desteklenmesi arasındaki incelikli ayırımı özenle çizer. Ona göre, UKTH’nin desteklenmesi ilkeseldir; sosyalistler, devrimciler ezen ulusun ezilen ulusun ayrılma hakkı dahil kendi kaderini tayini girişimlerine yönelik her türlü bastırma girişimine amasız, fakatsız karşı durmalıdırlar. Ama bu ilke, ezilen ulusun bütün tercihlerinin kayıtsız koşulsuz desteklenmesi anlamına gelmez.

Yani bir “hak”kı desteklemek başka, o “hak”kın kullanılış biçimine tavır almak başkadır. Ya da şöyle söyleyecek olursak olursam, ezilen ulusun ayrı devlet kurma “hakkı”nın desteklenmesi başka, o ulusun egemen sınıflarının desteklenmesi başka şeylerdir.

Devrimciler, sosyalistler, bir yandan ezilen ulusların ulusal tahakkümden, boyunduruktan kurtulma mücadelelerini, yani ezilen ulusun ezen ulusa karşı mücadelesini, ama aynı zamanda (her iki ulustaki) tüm ezilenlerin, sömürülenlerin kardeşliğini ve sömürücü sınıflara karşı mücadelesini desteklerler. Ezilen ulusun kendi kaderini tayin hakkı ilkeseldir; ancak her iki ulusun komünistlerinin bu hakkın kullanılış tarzı konusundaki tutumlarını, konjonktür belirleyecektir…

İşçi sınıfı ve emekçiler açısından aslolan ise, “farklı milliyetlerden proleterlerin” şu ya da bu ulusal bayrağın değil, kendi sancağının etrafında toplanması, yani “Enternasyonal”dir. Hele ki, yukarıda da altını çizmeye çalıştığım gibi, burjuvazilerin “ulusal” niteliklerini ve halkları açısından sürdürülebilir bir düzeni sağlama yetilerini hemen tümüyle yitirdikleri bir çağda…

 

PD: Son olarak eklemek istedikleriniz var mı?

 

Ben Spartaküs’den Karmatiliğe, Şeyh Bedreddin’den Thomas Müntzer’e, Paris Komünü’nden Sovyet İhtilali’ne, Çin Devrimi’nden Küba’ya, 68’e emekçilerin sömürü ve tahakküme karşı eşitlikçi-özgürlükçü mücadelelerinin, günümüzde neoliberal kapitalizmin yalnızca emeğe değil, artık yeryüzündeki hayata da kast eder hâle gelen egemenliğine karşı bir varlık-yokluk mücadelesi verenlerin yaslanabileceği geleneği oluşturduğunu düşünüyorum.

Bu geleneğe, bu tarihe düşünce ve eylenmleriyle katkı yapan herkesten öğreneceğimiz çok şey var. Bu anlamda, İbrahim Kaypakkaya’nın öğrencisi olmaktan onur duyuyorum. Tıpkı Spartaküs’ün, Karl Marx’ın, V. İ. Lenin’in, Mustafa Suphi’nin, Dr. Hikmet Kıvılcımlı’nın, Behice Boran’ın öğrencisi olmaktan onur duyduğum gibi.

Bana bu paylaşım olanağını verdiğiniz için sizlere teşekkür ediyorum.

 

11 Mayıs 2023 17:18:23, İstanbul.

 

N O T L A R

[*] Patika Gazetesi, Mayıs 2023… https://gazetepatika19.com/kaypakkayanin-50-olumsuzluk-yili-sibel-ozbudun-ibrahim-kaypakkayadan-ogrenmek-135315.html

[1] Karl Marx.

[2] İbrahim Kaypakkaya, Bütün Eserleri, Nisan Yay., 2016, s.350.

 

5536

Comment form

Plain text

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Web sayfası ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantıya çevrilir.
  • Satırlar ve paragraflar otomatik olarak bölünür.

Sibel Özbudun

1956 yılında,İstanbul'da doğdu. Üsküdar Amerikan Kız Lisesi'nden mezun olduktan sonra, Fransa'ya giderek, üç yıl süresince Fransa'da dil ve Paris VII ve Paris X Üniversitelerinde sosyoloji öğrenimi gördü. Türkiye'ye döndükten sonra,İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Antropoloji Bölümü'ne girdi. Mezun oldu. Uzun süre yayıncılık (Havass ve Süreç Yayınları) ve çevirmenlik yapan Özbudun;

 

1993 yılında, Hacettepe Üniversitesi Antropoloji Bölümü'nde yüksek lisans eğitimi görmeye başladı. 1995 yılında,aynı bölümde araştırma görevlisi oldu. Doktorasınıda aynı üniversitede verdi. İngilizce, Fransızca ve İspanyolca bilen Özbudun'un çok sayıda çevirive telif eseri bulunmaktadır.

     Blog

 

sozbudun@hotmail.com

Sibel Özbudun

Fransa’da El Freni Çekildi! İşe Yarar Mı?

Avrupa Birliği üyesi 27 ülkede 720 sandalyeli Avrupa Parlamentosu (AP) seçimleri, 6-9 Haziran tarihleri arasında yapıldı. Almanya, İtalya ve Fransa’da aşırı sağ olarak tanımlanan faşist hareket ciddi anlamda sandalye sayısına ulaştı. Böylelikle merkez sağla birlikte faşist hareket AP’deki en büyük grup olarak yerini korudu.

Seçimlerin yankısı ve sonuçları ciddi anlamda tartışmaları doğurdu. AP’ye Almanya’dan sonra sağcılar adına en fazla vekil gönderen Fransa, tartışmaların girdabından çıkıp erken seçim hamlesi ile sarsıntıyı giderme yoluna gitti.

Mevcut koşullarda devrimci siyasal mücadelenin öne çıkan toplumsal dinamikleri (3)

Devrimci siyasal mücadelenin genel olarak nesnel zemini, sosyal devrimleri de olanaklı kılan nesnel zemin ile, aslında ortak paydalara sahiptir. Emperyalist- kapitalist barbarlığın hüküm sürdüğü ve kendisinin doğrudan var ettiği her bir antagonist çelişme ve sorunların giderek daha bir keskinleşerek; ulusların, halkların ve doğanın yaşamını kâbusa çevirip, geleceklerini ciddi şekilde riske soktuğu şu süreçte, gerek özel olarak Türkiye ve K.

Mevcut koşullarda devrimci siyasal mücadelenin öne çıkan toplumsal dinamikleri (2)

Somut özgülün realitesi içerisinde devrimci siyasal mücadelenin etkili ve sonuç alıcı kazanımlara dönüşerek yürütülebilmesi için gerekli olan bir diğer öncelikli koşul ise; elbette ki bu mücadelenin, küresel ve yerel zeminde, toplum gündemini doğrudan ilgilendiren ve de ilgilendirecek olan sorunlar üzerinden ele alınarak yürütülmesidir.

Halkların İhanetçilerden Çektiği (Nubar Ozanyan)

Zulmün gölgesinde yaşam bulmaya çalışırken karanlığın sadece gece gelmediği, güneşin altında da gelip halkları bulduğu katliamlar birçok halkı nefessiz bırakmaya çalışmıştır. 1915 Ermeni Soykırımı boyunca başta Asuri, Süryani, Pontus halkı olmak üzere Êzîdî ve Kürt halkı da büyük trajediler yaşamıştır. Bugün Türk faşizmi eliyle Başûr Kurdistan’ında gerçekleşen işgal ve ilhak saldırılarında Kürt halkıyla birlikte Asuri-Süryani halkı da tanımsız acılar yaşamaktadır.

Türkiye’de Ermeni bir devrimci militan: Haldun Karyol (MEHMET GÜNEŞ)

Haldun Karyol, asıl adıyla Harutyan Karyolacıyan, kadim dostum, 8 Temmuz günü aramızdan ayrıldı. Haldun bir Ermeni’ydi ama her şeyden önemlisi Türkiye’de yetişmiş, ender görülebilecek, kendine has eylemci bir devrimci militandı. Onu ender ve ebedi kılan hikayesini bilmek ve öğrenmek, bugün Türkiye’de devrim mücadelesine baş koymuş her militanın hakkı. O yüzden, Haldun’u yakından tanıyan biri olarak, onu anlatmayı devrimci bir görev olarak üstleniyorum.

Mevcut koşullarda devrimci siyasal mücadelenin öne çıkan toplumsal dinamikleri (1)

Nasıl ki genel siyasal mücadele ve siyaset ediş tarzı, küresel ve yerel bazdaki ekonomik, politik, eğitsel, askeri, kültür-sanatsal, çevresel-iklimsel, ezen-ezilen cins, inanç ve etnik sorunlar yekûnu olan toplumsal dinamikler zemini üzerinden kendisini var edip sürdürüyorsa; birebir aynı şekilde, devrimci siyasal mücadele ve siyaset ediş tarzı da aynı küresel ve yerel toplumsal dinamikler üzerinden kendisini var edip sürdürmesi gerekiyor. Normal ve de olması gerekendir bu.

Küçük bir damla ile fırtınayı başlatanlar (Nubar Ozanyan)

Aradan 12 yıl geçti. Etki gücü Ortadoğu’ya yayılan 12 yaşında genç bir devrim yaşıyor adına Rojava denilen topraklarda. Derin yoksulluk, bitmeyen zulümle terbiye edilip cehenneme çevrilen Ortadoğu’da Rojava, bir özgürlük adası gibi duruyor.

Türk Faşizmi EURO 2024’te Sahaya İndi

İki yılda bir Avrupa Futbol Federasyonları Birliği (UEFA) tarafından organize edilen Avrupa Futbol Şampiyonası, bu yıl EURO 2024 olarak Almanya’da düzenlendi.

Kapitalist Toplumsal Bir Kırılma ve Yeniden Tarihi Yeni Bir Toplumsal Süreç

Kapitalist emperyalist sistem, önceki bunalım ve çelişmelerinden farklı olarak,, kendisinin taşıyamayacağı ve çözemeyeceği sistem içi   yapısal ekonomik ve siyasal çelişmeler ile karşı karşıya kaldığı bir sürecin içine girmiştir. Bir taraftan yeni emperyalist ülkelerin ortaya çıkışıyla (ki, bu; kapitalizmin ala bildiğine gelişmesi, genişlemesi, üretimin ve sermayenin alabildiğine temerküzü ve de mülksüzleştirenlerin mülksüzleştirilmesi sürecinin de ilerlediği anlamına gelir) kendini yeniden üretemez olan bir sürecin içine girmiştir.

Bunların neler olduğunu kısa olarak açalım:

Prof. Dr. Korkut Boratav CHP’den Sermaye Sınıfıyla Hesaplaşmasını İstiyor...

Marksist iktisat Profesörü Korkut Boratav, gazeteci İrfan Aktan’a verdiği mülakatta, sürece ilişkin gerçekten de çok değerli ve devrimci sol-sosyalist ve komünist politik öznelerce dikkate alınması gereken çok önemli siyasi ve iktisadi analizler yapıyor, saptamalarda bulunuyor. 

Örneğin kendisine sorulan şu soruya verdiği yanıtta olduğu gibi:

Yoksulların, alt sınıfların bu kadar derin bir kriz yaşadığı dönemde nasıl oluyor da ideolojik hegemonyayı yine de iktidar sağlayabiliyor ve buna karşı güçlü bir sol alternatif çıkmıyor?” (abç)

Yağma ve Talan Cumhuriyeti (Analiz)

Geçtiğimiz haftalarda Kayseri’deki pogrom girişimiyle başlayan ırkçı ve mülteci düşmanı saldırılar Antalya, Antep, Urfa, Hatay, Bursa, İstanbul gibi şehirlerde de kendisini göstererek göçmenlere ait işyerlerinin ve malların yağmalanmasına, yakılmasına ve çok sayıda göçmenin yaralanmasına, hatta Antalya’da göçmen bir gencin öldürülmesine neden olmuştur.

Bir çeşit günah keçisine dönüştürülen göçmenlere karşı yükselen bu dalga görünen o ki daha çok olaya ve şiddete gebe bir yerdedir.

Sayfalar