Cumartesi Ocak 18, 2025

Kapitalist Toplumsal Bir Kırılma ve Yeniden Tarihi Yeni Bir Toplumsal Süreç

Kapitalist emperyalist sistem, önceki bunalım ve çelişmelerinden farklı olarak,, kendisinin taşıyamayacağı ve çözemeyeceği sistem içi   yapısal ekonomik ve siyasal çelişmeler ile karşı karşıya kaldığı bir sürecin içine girmiştir. Bir taraftan yeni emperyalist ülkelerin ortaya çıkışıyla (ki, bu; kapitalizmin ala bildiğine gelişmesi, genişlemesi, üretimin ve sermayenin alabildiğine temerküzü ve de mülksüzleştirenlerin mülksüzleştirilmesi sürecinin de ilerlediği anlamına gelir) kendini yeniden üretemez olan bir sürecin içine girmiştir.

Bunların neler olduğunu kısa olarak açalım:

Kapitalist sermaye birikimi, tarihsel sınırlarına dayanmıştır. Bugün kapitalizmin ulaşmadığı, tahrip etmediği dünya yüzeyinde herhangi bir toprak parçası, yerleşim yeri kalmamıştır. Üretim alabildiğine uluslararsılşmıştır. Artık tek tek emperyalist tekeller, sadece birkaç ülkede değil, nerede ne üreteceğini programlamakta ve üretimi daha da yagınlaştırmaktadır. Ama öbür yandan tekellerin birbirine karşı keskin ve ölümcül rekabeti, birbirine karşı gümrük duvarlarını da kaçınımaz olarak gündeme getirmekte ve serbest dolaşımı daraltmaya çalışmaktadır. Bu tavır, üretimin uluslararsılaşmasıyla çelişmektedir. Bir emperyalist tekel için ise, gelinen süreçte, üretimin uluslararsılaşmış haliyle ayakta kalabilir. Ya da bugün, kapitalizm, üretimin uluslararasılaşmış haliyle kendini varedebilir. Dar ulusal çitler içine kapitalizm kendini hapsedemez. O süreç, esas olarak, kapitalizmin emperyalist aşamaya gelmediği dönemin politikasıydı. Bu nedenle „sıkı gümrük duvarları ile korunma“ çok gerilerde kaldı.

Emperyalist rekabetin sermaye birikimine koşut olarak keskinleşmesi, sermaye yoğun üretimi de, yani teknolojik gelişmeyi de tetikleyici rol oynamaktadır. Sermaye yoğun üretim kar oranını azaltıcı bir yanı vardır. Emek yoğun üretimden her uzaklaşma ve sermaye yoğun üretimi kaçınımaz kıldığından, kapitalistin kar oranında yükselen bir azalma ortaya çıkmaktadır. Bu da burjuvaziyi daha fazla sermaye yoğun üretime (teknolojik gelişmeyi olabildiğince üst sınıra çekme eğilimi taşımakta) ve aşırı üretime itmektedir. Bu çıkmaz döngü, kapitalist krizleri daha da sıklaştırıcı bir rol oyanamaktadır. Özellikle 1980‘lerden sonra bu döngü sesas hale gelmiştir.

Kapitalizmin emperyalizme evrilmesi ve emperyalist sürecin (kapitalizmin  derinlemesine)  ilerlemesi ve gelişmesiyle, mülksüzleştirilmeyen köylü ya da küçük üretici neredeyse kalmamıştır, varsa da çok az kalmıştır. Toplum bütünüyle mülksüzleştirilerek, yaşam alanları, yani yaşamak için üretim yapacağı, yaşamını yeniden ve yeniden üreteceği bütün alanlar, sermaye sahiplerinin eline ve kontrolüne geçmiş ve kendi özel mülkiyetleri haline getirimişlerdir. Hatta, kapitalizm o denli vahşileşmiştir ki, Amazon ormanlarının derinliklerinde, kapitalizmin kontrolü dışında kalmış birkaç kabilenin bir avuç içi büyüklüğünde denebilecek yaşam alanlarına gözünü dikmiştir.  Şimdi sıra, mülksüzleştilenlerin mülksüzleştirilmesine gelmiştir. Mülksüzleştirilerek sermaye sınıfının emrinde işçi ordusu haline getirilenlerin sonuna gelinmiştir.  Bu süreç, aynı zamanda, kapitalizmin işçi sınıfı nüfusunu üretemez eğilimi içine girmesinin de beraberinde getirmiştir.

Her toplumsal sistem, doğuşunda, içinden çıktığı toplumdan daha ileri olması nedeniyle, kendi toplumsal nüfusunu üreterek ekonomi-politikasını devam ettirebilir. Toplumsal sistemin kendi nüfusunu üretmesi,[1] üretim  güçleri karşısında üretim ilişkilerini yürütebiliyor olmasından ileri gelir. Eğer toplumsal sistem kendini varettiği (toplumsal olarak kendini ürettiği)  toplumsal nüfusunu üretemez sürecine girmişse; üretim güçleri karşısında iyice gericileşen üretim ilişkilerini devam ettirememesinden ileri gelir. Ve bu aynı zamanda, meta üretiminin de sonuna yaklaşıldığının ve kapitalist meta üretim sürecinin tıkandığı anlamına gelir. Bu, kapitalist toplumsal yapının sürdürülebilir oluşunun temelinin bütünüyle tahribatı demektir. Bugün kapitalist-emperyalist sistem kendi toplumsal nüfusunu  (işçi sınıfı, kapitalizmin esas toplumsal nüfusudur) üretemez eğilimi içine girmiştir. Bu, kapitalist-emperyalist sistemin, toplumsal bir sistem olarak, son sınırına geldiğinin ve yeni bir toplumsal sistemin doğuş  sancılarını fazlasıyla çektiğinin göstergesidir. Kapitalizmin bitiş ve sistem olarak çöküş sınırı burasıdır. Şimdi, sıra mülksüzleştirilenlerin mülksüzleştirilmesine gelmiştir.[2] Ancak, bu da, onun kurtuluşu değil, tersine, kapitalist toplumun inkarı olan sosyalizmin doğuşunun kaçınılmazlığının habercisidir.

Sermaye birikiminin yoğunlaşması, kapitalistin kapitalisti mülksüzleştirilmesi sürecinin hızlanmasını da beraberinde getirir. Bu, Marx’ın söylemiyle: „mülksüzletirenlerin mülksüzleştirilmesi“ sürecidir. Sermaye birikimi elbette mutlak bir şekilde işçi sınıfından artı-değerin gaspıyla oluşur. Ancak, kapitalist birikimin hızlanması ve büyümesi, sermaye birikiminin daha az ellerde yoğunlaşmasını (temerküzünü) koşullar. Bunun anlamı; büyüklerin küçükleri yutması, tekeller arasındaki rekabetten dolayı, büyük tekeller arasında birleşme yoluyla diğer tekelleri yok etme, sermayenin sermayeye el koyarak temerküz   sürecinin hızlanması demektir. Bugün, bu süreç daha da hızlanmıştır. Bu, mülksüzleştirenlerin mülksüzleştirilmesidir.[3] Bu devasa sermaye birikimi ve temerküzü, kapitalizmin tarihsel gericiliğini de en üst sınıra çekerek, can çekişmesini en üst noktasına, daha doğrusu, onu ölüm sınırına getirmiştir.

Kapitalizmin gericiliği sermaye birikimiyle koşuttur. Sermaye birikimi ve temerküzü arttıkça gericileşme ve toplumsal tahrip oranı da yükselir. İnsani tahrip, doğanın tahrip edilmesinden ayrı değildir. Kapitalizm işçi ve doğayı aynı oranda sömürür ve tahrip eder. Bugün gelinen aşama ise, doğanın kapitalist üretim tarafından tahribi, artık, tüm canlıların varlık-yokluk sorunu haline gelmiştir. Diğer etmenler ve tehlikeler bir yana, doğanın ekolojik dengesinin geri dönüşümsüz bir şekilde bozulması, canlı (insan da dahil) yaşamın yok edilmesi sürecine girilmiştir.[4]

Toplumun bütünüyle mülksüzleştirilmesi, toplumsal sistem olarak kendi nüfusunu üretemez oluşu, ve sıranın mülksüzleştirilenlerin mülksüzleştirilmesine gelmesi, doğanın ekolojik dengesinin bozulması ve tüm canlı yaşamın tehlike altında oluşu, esas olarak bütün bunlar nedeniyle kapitalizmin sürdürülebilir yanı kalmamıştır. Artık kapitalist-emperyalist sistemin ölüm çanları daha hızlı çalmaya başlamışır.

Dünyanın, 500 büyük emperyalist tekelin egemenliğinde oluşu, dünya ekonomisine (ve elbette siyasetine) bunların karar vermesi, mülksüzleştirilenlerin mülksüzleştirilme sürecinin en tipik gösterge olgusudur. Bu aynı zamanda kapitalizmin emperyalist evresinin bütünüyle dünyaya egemen olduğunu, emperyalist ekonominin yasalarının egemen kılınmasını da beraberinde getirmiştir.

Üretimin uluslararasılşaması ve kapitalizmin alabildiğine gelişmesi, yeni emperyalist ülkelerin de -kapitalist gelişmenin kendi diyalektiği içinde- her geçen gün çoğalarak ortaya çıkmasını da kaçınılmaz kılmıştır. Bugün dünyada 50‘yi aşkın emperyalist ülke vardır ve her geçen gün bunlara yenileri eklenerek devam etmektedir.

Yeni emperyalist ülkelerin doğuşu ve gelişmesi, emperyalist sermaye birikimi ve temerküzünün büyüklüğünden ayrı ele alınamaz.[5]  1960 yılında dünyanın GSYH toplam büyüklüğü 1 trilyon 390 milyar ABD doları iken, 2023 yılı sonu itibariyle 104 trilyon ABD dolarını aşmıştır. Yeni emperyalist ülkelerin ortaya çıkışı, kapitalizmin gelişmi ile doğru orantılı olurken, aynı zamanda emperyalistler arası çelişmeyi de keskinleştirmiş ve emperyalist kutuplaştırmaları artırmıştır. Hegomanya savaşı kıran kırana sürmektedir. Ve bu süreç, yeni bir emperyalist paylaşım savaşı tehlikesini artırmış ve hatta kaçınılmaz kılarken, aralarındaki  hegomanya çelişkisinin keskinliği, olası savaşı, atom savaşı düzeyine çıkarma olasılığını artırmıştır. Bu da  emperyalist sermaye birikiminin artık dünyayı yok etme eğilimi içine girdiğini ve emperyalistlerin „barış içinde birarada yaşama“ sürecin kapandığının işareti olarak görülmelidir. Özellikle „mülksüzleştirenlerin mülksüzleştirilme“ sürecinin hızlanması ve kapitalizmin kendi toplumsal nüfusu olan  işgücü nüfusunu üretememesi emperyalist sistemin birbiriyle „barış“ sürecini de kapatmıştır. Bu aynı zamanda kapitalizmin artık sürdürülemez oluşunun bir başka göstergesidir.

 Faşizm ve Göçmenlik

Emperyalist sistem, gelinen aşamada iyice gericileşmiş ve hemen hemen bütün ülkelerde faşizmi egemen kılmak için yoğun bir çaba harcamaktadır. Faşizmin merkezi bu kez salt Avrupa ile sınırlı kalmayıp ABD ve diğer ülkeleri de sarmışa benziyor. Emperyalist burjuvazinin ekonomik ve siyasl krizi aşmak için her zaman faşizmi desteklemiştir. Çünkü işçi sınıfı ve emekçileri baskı altına alarak, kendi sisyasal sistemlerini idame ettirme, krizleri aşma olasılığını ancak bu yöntemle çözebileceklerini sanıyorlar. İster istemez sınıfsal çıkarları onlara faşist rejimleri egemen kılma yolunu gösteriyor.

Emperyalist burjuvazinin gercileşmekten başka çaresi yoktur. Sermayenin temerküzü, keskinleşen rekabet, işgücü nüfusunu üretememe, ve dayandığı iki sömürü kayanağı olan doğa ve işçinin tükenmesi, onu daha da gericileştiren nesnel oluglardır.

Emperyalist burjuvazi, sermaye birikiminin yolunu ve kendi aralarındaki rekabet savaşını faşizme baş vurarak çözebileceğini sanıyor, ancak, işçi sınıfının nesnel devrimci oluşunu, üretici güçlerin en temel öğesi olduğunu ve üretimdeki yeri nedeniyle sistem ile uzlaşmaz bir çelişme içinde olduğunu unutuyor ya da gerici şiddetle her şeyi çözebileceğini sanıyor.

İşçi sınıfı ve kitlelerin büyük bir bölümü faşist demogojilerle bir yere kadar susturulabilir, ama esas olarak bu uzun vadeli olamaz. Faşizmin tekelci burjuvazinin hizmetinde olduğunu işçi sınıfı  ve emkçiler kısa zaman içinde anlayacaktır. Çünkü faşizm kitlelere refah değil, tekelci burjuvazinin refahı için, işçi sınıfı ve emekçilere baskı ve daha fazla yoksullaşmadan başka bir şey veremez. Başka kanıtlara gerek yok, tarihsel olarak bu bilinen bir acı gerçektir.

Faşizmin bölücü, kutuplaştırıcı, kriminalize edişi, kadın düşmanlığı, cinsiyetçiliği ve milliyetçiliği ile burjuvazi, kendi sistemini kurtaramayacaktır. Bugün, göçmenler üzerinden yürüttüğü faşist politikalar, özünde kendi beynine sıktığı kurşundan başka bir şey olmayacaktır. Çünkü, bütün emperyalist ülkelerin, gelinen aşamada (kendi işgücü nüfusunu üretemez oluşu nedeniyle) göçmenlere doğrudan gereksinimi vardır. Sadece ABD’de 13 milyon kaçak göçmen işçi çalıştırılmakatdır.[6] Göçmen olmazsa üretim için sermaye birikimi için yeterli işgücü de olmayacaktır. İşgücü potansiyelin olduğu ülkelere üretimin daha fazla kaydırılması tekeller için yeterli bir çözüm değildir. Emperyalist ülkelerdeki göçmenler, yoksullaşmanın, işsiz kalmanın nedeni değil, tersine kapitalist üretimin devamı için olmazsa olmazdır. Bunu bilmesine biliyorlar. Bu nedenle de dışarıdan işgücü çekmek için yasalarını değitiriyorlar. Örneğin, İtalya’nın faşist başbakanı Meloni, yeni 425 bin göçmen işçi almak için yeni yasa çıkarmıştır.[7] Çünkü kapitalist tekellerin yeni işgücüne gereksinmleri herzamankinden daha da fazladır. Alman burjuvazisi, ekonomilerini sürdürebilmek için  yılda en az birmilyon göçmene gereksinim duyduklarını ifade ediyorlar.[8]

Yeni emperyalist Türkiye gibi ülkeler dahi, yabancı işçiye gereksinim duyuyor ve bu nedenle Suriyeli, Afrikalı, Asyalı (daha çok da Afganlı) göçmen işçileri köle gibi çalıştırıyorlar. Öbür yandan ise, „işçiyi işçiye kırdırma“ politikası ile, göçmen (özellikle Suriyeli) düşmanlığı üzerinden iktidarlarını sürdürmeye çalışıyorlar.

Emepryalist burjuvazi „düzensiz göç“lerden rahatsızmış. 1960‘lardaki gibi „dişlerine bakarak“ almak istiyorlar. Ama, o süreçler çok gerilerde kaldı ve kapitalizmin tahribatı ve yıkımı her yerde kat be kat arttı. Mülksüzleştirilmiş, topraksız, işsiz ve yurtsuz bırakılmış kitleler dalgalar halinde oradan oraya savrulmaktadır.

Ve artık, esas olarak da emperyalist ülkeler, demografik yapı açısından hiç de 1930‘lardaki gibi „homejen“ değil, tersine giderek hetorejenleşen bir demografik yapıya sahipler.[9] Bunun, üretimin uluslararsılşaması, sermayenin temerküzü ve kapitalizmin kendi işgücü nüfusunu üretemez oluşuyla doğrudan ilgisi olduğu gibi, kapitalizmin bütün ülkeleri, esas olarak da yarı-sömürge ülkelerin doğal yapısını ve doğayı tahrip etmesi, bölgsel çatışma ve savaşları körüklemesiyle doğrudan ilişkisi vardır. Kapitalizm, kendi kozmopolit üretim yapısını ve ilişkilerini ülkelerin demogrofik yapısına yansıtması ve kendisine benzetmesi onun doğal bir eğilimidir.

Sosyalizm Yarından Da Yakın

Evet, kapitalizm tarihi bir toplumsal kırılma yaşarken, toplum bu çöküş ve bitişin üzerinde kendini yeniden, ama daha ileri bir noktada sosyalizmi inşa ederek kendini daha ileri bir noktada varedecektir.

Emperyalist sistemin taşıdığı çelişmeler 1917‘lerin çok çok ilerisindedir. O gün savaş ve ekonomik krizlerle kendi çelişmelerini çözebilecek üretim ilişkilerine sahip iken, yukarıda saydığım nedenlerle, bugün bunu yitirmişlerdir.  Ve uluslararası proletarya da dünün nicel olarak cılız proletarayası değildir. Üretimin uluslararsılaşmasıyla devasa bir uluslararsı sanayii proletaryası doğmuştur. Dün 1917 devrimin sesine güçlü ses veremediler. Ama bugün, üretimin uluslararasılaşmasıyla, birlik içinde hareket ederek kendi kaderlerini kendi ellerine alacak duruma gelmişlerdir. Bu devrimin uluslarası niteliğini daha da öne çıkarmıştır.

Dünya, özellikle, 2000‘lerin başından beri yoğun bir kitlesel mücadelelere tanıklık etmektedir. 2011 yılında Kuzey Afrika halklarının kalkışmasının üzerinden fazla bir zaman geçmeden, ayaklanmalar, zaman içinde, neredeyse dünyanın çoğu ülkelerine yayılmıştır. Emperyalist ülkeler ve emperyalizmin yıkıma uğrattığı ülke halkları ve işçi sınıfı, emperyalist yıkıma karşı ayağa kalkmışlardır. 2017 yıllarında Avrupa işçi sınıfı ve emekçikleri ayağa kalkarken, 2018 son ayları ve  2019 yılının başlarında da tam 40 ülkede[10] aynı anda ya da aynı aylarda ayaklanmalar olmuştur.

Kapitalizmin karamsarlığı içine gömülenler ya da ona teslim olanlar, kitlelerin bu devasa devrimci kalkışmalarını görmezden gelmeyi seçerek, ruhlarını burjuvaziye teslim ediyorlar. Neredeyse, „sosyalizm öldü yaşasın kapitalizm“ diyecekler. Oysa, ölen kapitalizmdir. Kapitalizm bu yüzyılı çıkaramayacaktır. Bütün ekonomik, siyasal ve sosyal gelişmeler bunun böyle olacağının göstermektedir.

Bütün bu gerçeklere rağmen, elbette kapitalizm kendiliğinden ölmeyecektir. Ölü yatağında insanlığı ve doğayı çürütmeye devam edecektir, ta ki, işçi sınıfı ve emekçiler tarafından mezarı kazılıp üstü toprakla kapatılana kadar…

Önümüzdeki süreç  zorlu kavgalara gebe. Emperyalistler arasındaki çıkması kaçınılmaz gibi gözüken savaş, dünyayı çok büyük bir tehlikenin -atom savaşı- içine sokacağı bir gerçektir. Diğer  yandan doğanın tahribatının yüksek olması ve ekolojik dengenin bozulması nedenyile, doğal felaketlerin canlı yaşamı yok etme düzeyine gelmesi, işçi sınıfı ve emekçilerin mücadelesinin aciliyetini bir o kadar zorunlu kılmaktadır. Emperyalist burjuvazi, işçi sınıfının mücadelesine karşı ne kadar zora başvurursa vursun, uluslararsı işçi sınıfı emperyalist yıkımlar üzerinden yeni bir sosyalist dünya inşa edecek güce ve azime sahiptir.20.07.2024


[1]      Bkz. Yusuf Köse, „Dijitalleşme: İşçinin Üretim Sürecinin Denetleyicisi ve Düzenleyicisi Olacağı Tarih“, Nisan Yayımcılık, 2023

[2]      Bu konuda bkz. Yusuf KöseEmperyalist Türkiye,

[3]      https://www.pwc.com/gx/en/services/deals/trends.html. 2023 ve 2024 ilk altı ayında „satın alma ve birleşme“lerde 2021 yılına göre bir düşüş yaşanmasının nedeni ise, Rusya-Ukrayna savaşı ve emperyalist savaş tehlikesinin artmasının neden olduğu ileri sürülüyor. (YK) Ve ayrıca, dünya servet dağılımını incelediğimizde, mülksüzleştirilenlerin mülksüzleştirilmesi olayını daha net olarak görebiliriz. Bkz.  Dünya Servet Raporu 2024 (https://www.ubs.com/global/en/wealth-management/insights/global-wealth-report.html)

[4]      Bu konuda en iyi bilimsel kaynak: MLPD’nin çıkardığı, Stefan Engel’in „Die Globalle Katastrophe hat begonnen“ (Küresel Doğal Felaket Başlamıştır) araştırmasıdır.

[5]      Bkz. Stefan Engel, Yeni Emperyalist Ülkelerin Oluşumu, El Yayınları

[6]      https://budget.house.gov/imo/media/doc/the_cost_of_illegal_immigration_to_taxpayers.pdf

[7]      https://mediendienst-integration.de/artikel/italien-will-mehr-arbeitsmigranten-weniger-gefluechtete.html

[8]      Alman İşçi Ajansı başkanı Andrea Nahles (SPD eski başkanı ve eski çalışma bakanı); „yılda 400 bin işçi için en az bir milyon göçmene ihtiyacımız var“ dedi. https://taz.de/Jobaussichten-fuer-Arbeitnehmer/!5334558/

[9]      Federal Almanya İstatistik Dairesi, 2060 yılında, Almanya’da almanların azınlığa düşeceğini hesaplamış.

[10]     https://www.indyturk.com/node/dünya-alev-aldi-küresel-eylemlerle-ısınan-40-ülke-40-isyan-3

 

3027

Yusuf Köse

Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.

yusufkose@hotmail.com

http://yusuf-kose.blogspot.com/

 

 

Son Haberler

Yusuf Köse

Güzel insanların ardından kurulan her cümle yetersizdir…(İsmail Cem Özkan)

Şimdi anıları olanlar hemen anılarını paylaşmayacak, zamanı gelince yazarlar ya da anı kitabı yapılacaksa oraya bir kaç kelime bırakacaklardır ama popüler olanı yapacaklar yani varsa birlikte çektikleri/ çekildikleri fotoğraflarını paylaşacaklar...

Turan Eser benim geçmişi (artık geçmiş oldu, zamanda üzerine eklenince) uzun bir sancılı dönemin dostluğuna dayanıyor...

Emperyalizm Üzerine Notlar-6

 

13-15 Eylül 2024   ICOR Uluslararası “Lenin’in Öğretileri Yaşıyor” Semineri 1.  Gün

Giriş: Almanya’nın Thüringen Eyaleti’ndeki Truckenthal’da 13-15 Eylül 2024 tarihleri arasında ICOR’un, Lenin’in 100. ölüm yıldönümü anısına, ”Lenin’in Öğretileri Yaşıyor” adı altında uluslararası büyük bir seminer yapıldı. Bu seminer’de “Lenin ve Emperyalizm” başlıklı 1. bölüm’de ben de bir sunum yaptım.

Rothe Fahne (Kızıl Bayrak) dergisinden kısa bir bilgilendirmeyi buraya alıyorum.

Erdoğan ve cumhur ittifakı’nın hazırlıkları iç savaş odaklıdır!

İçinden geçilmekte olan sürecin bu ayırt edici özelliği, rejimin ne kadar da kırılgan bir durumda olduğunun, çıplak bir ifadesi olarak da okunabilir elbet.

Serdareme, Caneme, Hevaleme…

Her devrimci değerlidir. Ancak bazıları istisnadır. Yaşam ve duruşlarıyla, söz ve eylemleriyle derin izler, unutulmaz anılar geride bırakır. Geçtikleri her yerde devrimin, özgürlüğün dinmeyen esintilerini bırakır. Devrimcilerin değerlerini belirleyen her daim hatırlanan pratik ve eylemleri ve yazdığı unutulmaz eserleridir. Serdar Can yoldaş her ikisini de doğru yapmaya çalıştı. Hem devrimin kalemini hem de devrimin silahını iyi kullandı. Hem de en geç yaşlarında.

Erdoğan yeni anayasa istemi ne tür bir ihtiyacin ürünü ?

Siyasal İslamcı din bezirganı Cumhurbaşkanı R.T. Erdoğan, özelliklede son yerel seçimlerde uğradığı ağır hezimetin ardından, adeta gün aşırı bir sıklıkla, toplumun artık yeni bir anayasaya ihtiyacı olduğunu dilendirmekte. Bu demek oluyor ki Erdoğan’a göre, 22 yıllık iktidarları döneminde yeni bir anayasa, toplumsal bir ihtiyaç haline gelmemiş. Gelse, ille ki o zaman da bunu gündeme taşır ve çözmek isterdi, değil mi? Peki şu son dört-beş aylık zaman diliminde ne oldu da birdenbire acil bir ihtiyaç haline geldi?

Asıl Olan, Örgütlü Yığınların Mücadelesidir

Çağımız, emperyalizm ve proleter devrimler çağıdır. Yaşanan tüm değişimlere, ideolojik anlamdaki çürüme ve yozlaşmaya rağmen işçi sınıfının ezen ve ezilenler mücadelesindeki tarihsel misyonu hala gerçekliğini korumaya devam ediyor.

Yaşanmakta olan, ikili hukuk denkleminde,bir ara rejim midir?

Resmi adıyla, “Cumhur Başkanlığı Hükümet Sistemi”ne, günlük kullanım diliyle “tek adam diktatörlüğü”ne geçişle birlikte ve özellikle de ırkçı faşist-kontra bir odak partisi olan MHP katılımıyla oluşturulan “Cumhur İttifakı” iktidarı altında; sistemin, Anayasasında kendisini tanımlaya geldiği ve iyi kötü ve de taklidi de olsa, bir şekilde uygulanmaya çalışılan “laik” ve Anayasal “hukuk Devleti” prensipleri, adım adım terk edilmeye başlandı.

Komutan Orhan Cihat Bingöl (Nubar Ozanyan)

Duyduğumuzda inanmakta ve kabul etmekte zorlandığımız şehit haberleri yüreğimizi fena halde acıtsa da ideallerine ve anılarına bağlı kalma, mücadele bayraklarını daha yükseklere taşıma sözü vermeye devam edeceğiz.

Kürt ve özgürlük düşmanları sevinmesin! Hesapsızca toprağa düşen her gerilla Kürdistan topraklarında yeniden doğacaktır. Ve onlar her daim ölümsüzlük içinde çoğalarak büyüyecek birer dağ olup düşmanın üstüne yürüyerek anılacaklar. Ne yaşamları ne toprağa düşüşleri ucuz ve kolay olmayacaktır.

Vitrin olma kız... vitrin olma...

Sen, senle halk arasında artırılan düşmanlığı çözmenin araçlarının neler olduğunu bilmiyorsan...

Şimdi ne kadar güzel olurdu değil mi kız...

ne kadar güzel olurdu...

mecliste, belediye başkanlıklarında bir...

Öyleyse.... öyleye...

Hayeller.... söylemler...

Kitleler...

yüzlerini dahil seçemeceğimiz kalabalıklar...

Gerçekler ise....

Zil zurna, kah kaha atarken sümükleri dahil ağızlarına giren masaları tek tek dolaşarak, mekan yeni insanlar..

Hemi... hemi...

hayat bu... gerçeklik bu ise...

Şeriat ve kadın

Tüm  kurumları üzerinden devlet erkine artık tamamen hakim hale  geldiğini düşünen siyasal İslamcı Erdoğan iktidarı, dini esaslar üzerinden toplumsal yaşamın yeniden kurgulanması esas hedefi doğrultusundaki ana hamlelerini, “İstanbul Sözleşmesi”ni feshederek, “Her kürtaj bir Uludere’dir”tavrıyla, en nihayetinde vasat ölçüler içinde kadın haklarını belli yönleriyle koruyan “6284 Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesi Yasası”na ilişkin tutumuyla ve  keza “9.

Türkiye ve kuzey Kürdistanlı solculara yönelik bayrak eleştirisi

Kendisi de sol-sosyalist cenahtan olan yazar ve aynı zamanda televizyon programcısı sayın Merdan Yanardağ, on binlerce solcunun, Fransa’da faşistleri yenilgiye uğratarak seçimlerin galibi olan Yeni Halk Cephesi’nin zaferini kutlamak için, ellerinde Fransa bayrağı ile toplaştığı Cumhuriyet Meydanı’nda, coşkuyla Enternasyonal marşını seslendirmelerinden övgü ve gıptayla bahsederken: “Bakın diğer ülke devrimcilerinin kendi ulusunun bayrağıyla bir sorunu yok. Ellerinde Fransa Bayrağı ile hep birlikte Enternasyonal okuyorlar.

Sayfalar