Pazartesi Aralık 2, 2024

SINIF KONUŞMAZSA MEYDAN ÇAPULCULARA KALIR

Susumuş, susturulmuş, sersemleştirilmiş ve doğruların yanlış, yanlışların doğru olarak sunulduğu bir ortamda, sermaye daha fazla palazlanır. Emperyalist tekeller istediğini kolaylıkla yapar. Ve kıyasıya; çalışanların daha fazla sömürülmesi ve bu sömürüden daha fazla pay almak için bir yarış, kavga başlar. Ve sokaklar çapulcularla dolup taşar. Ve kitlelerin gözünde it izi at izine karışır. Çalışan emekçiler o kadar sersemleştirilmiştir ki, birbirinden çok farklı olan izleri seçemez.
Bunu yapmak için, önce sahneye, kelli felli liberal “aydınlar” sürülür. Bunlar, “demokrasi aşıkları” ve “demokrasinin kararlı savunucuları” olarak tanıtılır. Zaten, bütün yazılı ve görsel medyada bunlar vardır. Bunların dışında aykırı ses bulunmaz, yer verilmez. Ve genelde, çoğu “sol kökenli” gösterilmeye özen gösterilir ki, kitleler kolayca etkilenebilsin. Çünkü ezilenler, solu dürüst bilir, kendinden bilir. Doğru da bilir.
Liberallerin eşliğinde, ülkenin başbakanı olacak kişi, bol bol “demokrasi” nutukları çeker. “Batı istediği için değil, kendileri istediği için demokrasi” vaatlerinin ardı arkası kesilmez. Liberaller daha bir coşar, muhalif gözükenlere adeta savaş açarlar. Öncelikle de solu tüketmeye çalışırlar. “idelojik olarak solun bittiğinden”, çağın gerisinde kaldığından” ve hatta bazı yeminli ahmaklar gibi “gericileştiğinden” dem vururlar ki, kitlelerin solla birleşmesinin önü kesilsin, kitleler içinde etkinliği kırılsın. Böylece, “demokrasi”lerini rahatlıkla uygulayabilsinler.
Sermayenin önündeki ideolojik engelleri temizleme görevlileri olarak çalışır, liberaller. İşçi ve emekçileri yanlış yönlendirmeye, özellikle de kitlelerin ileri kesimlerini ideolojik ve siyasal olarak elimine etme çabaları daha fazla öne çıkar. Onları, sermaye düzeninin birer savunucusu haline getirme gayretleri vardır. “Sermayenin sunduğu fırsatlar bir gün size de düşer” hayallerini geliştirmeye çalışırlar.
Burjuvazinin temsilcileri için bazı “sol” menşeli küçük burjuvalarda bu koroya katılırlar. Burjuvazinin bu oyununa “evet” diyerek katkı sunarlar. Egemen sınıf klikleri arasındaki çatışmada, birinin yanında diğerine karşı "demokrasi için" tavır almışlardır. Bu, küçük burjuva oportünizmin tipik tarihsel sosyolojisidir.
Liberallerin demokrasiden anladıkları, sömürünün devam etmesi, bölüşümün kitlelerin sürekli aleyhine olmasıdır. Asla özel mülkiyete karşı değildirler ve onun kutsallığını savunurlar. Hatta, çok kar yapan işverenleri överler. Çok iyi çalışıp çok kazandığından dem vururlar. Oysa, o "karın" işçilerin alınteri olduğu, işçilerden çalındığını asla ve asla yazmazlar ve yazanlara da sert bir şekilde karşı çıkarlar. Ama, arada bir, Afrika’daki açlardan da söz etmeyi unutmazlar, ki demokratlıklarına halel gelmesin!
Liberaller, sermayeye ait ne varsa hep kutsadılar. Emperyalistlerin, Afganistan’ı, yıllardır canlı atış poligonu haline çevirmelerini kutsadılar. Irak’da 1,5 milyonu aşkın insanın katledilmesine “amin” dediler. Onlar ki, Batılı emperyalistlerin canavarlıklarını “demokrasi aşkına” alkışlamaktan büyük bir zevk aldılar.
Emperyalistlere, kitleleri oyalayacak oyuncular gerekli. Yani, satranç tahtasının başına oturanlara piyonlar lağzım. Baş piyon Türk devleti. Erdoğan bu nedenle seçilip getirildi. Türkiye içinde Erdoğan’a ayak bağı olanlar temzilendi, hizaya sokuldu. Ayrıca, bir de ideoloji gerekliydi. O zaten vardı, geliştirildi. Sünni islam!
Solun gelişmediği yerde, milliyetçilik ve dincilik gelişir, geliştirilir. Kitlelerdeki sol düşüncenin yıkılması, biat kültürün egemen kılınması ancak böyle olabilir. Baskılarda bunlara eşlik eder. Bunların tek bir düsturu vardır: muhalif olan, sermaye için tehlikeli olan ezilmeli. Solcular ve ulusal haklarını isteyen Kürtler ezilmeli! İşçiler ezilmeli, asla ayak baş olmamalı!
Toplumdaki sınıf farkı hariç, tüm mezhepsel, dinsel, ulusal ve hatta şimdiye kadar sesi çıkmayan etnik ve dinsel farklar, farklılıklar öne çıkarılır. Sınıf kimliği özellikle unutturulmaya çalışılır. Onun yerini diğerleri alır, aldırılır. Aynı fabrikada çalışan işçiler, sömürücü patrona karşı birleşerek haklarını almak yerine, birbirine düşman ettirilir. Kürt mehmet ile Türk mehmetin kardeşlikten başka paylaşacakları bir şey yokken, sınıf kardeşliği ellerinden alınıp, etnik düşmanlık ellerine tutuşturulur.
İşçi ve emekçilerin yıllar süren mücadeleleri sonucu kazandıkları tüm demokratik haklar çeşitli gerekçeler adı altında zorla geri alınır. Grevler, toplu sözleşmeler yasaklanır ya da kısıtlamalara gidilir. İşçi haklarını arayan sendikalara baskılar artar ya da işçiler, patron yanlısı sendikalara üye olmaya zorlanır.
Böylesi dönemlerde, egemen sınıflar arasında da pastadan pay alma yarışı daha da kızışır. Palazlanmalar artar. Yoksulluklar, yolsuzluklar ve her tülü çirkefliklerin döndüğü dönem böylesi dönemlerdir. Liberaller ve sermaye çevreleri, “büyoruz”, “gelişiyoruz” diye fetva verirler. Vurgunlar arttıkça, sömürü katmerleştikçe, baskılar arttıkça kitleleri en fazla etkileyecek gerici ideolojiler, hurafeler piyasaya sürülür ki, sermayenin pisliklerinin üstü örtülsün. Dinin toplumsal bir afyon olduğu gerçeği böylesi dönemlerde daha iyi görülür.
İşçi sınıfının ve emekçilerin sustuğu, susturulduğu bir ortamda, meydan çapulculara kalır. İşçi ve emekçilerin ileri unsurlarının ve örgütlerinin sustuğu, susturulduğu bir ortamda, kitleler bir süre yönünü kaybeder. Her geçen gün baskıların artarak sürmesi bundandır.
Sermayenin başbakanı Erdoğan’ın çırpınışları boşuna değil. Çalma ve çırmanın ayyuka çıktığı bir ortamda, ondan bekleneni yapıyor. Her tarafa saldırıyor. İyi olan her şeye saldırıyor. Çünkü emperyalist ve yerli sermaye böyle istiyor. Dönemin iyi bir piyonu olarak Erdoğan ve AKP’de, görevlerini yerine getiriyor. Tersi bir durumda, sermaye onları bir saniye bile orada tutmaz.
Bu gerçekler, burjuvazinin de tarihsel olarak ne denli çürüdüğünü, durdukça insanı ve doğayı daha fazla çürüttüğünün, kokuttuğunun yalın göstergeleri oluyor.
Solculara çok iş düşüyor ve onları çok zorlu görevler bekliyor!
Emperyalistlerin yapmak istedikleri çok basit. Dünya pastasını yeniden bölüşmek. Bu pastanın en büyük dilimlerinden biri olan Ortadoğu’nun yeniden bölüşümünü yapmak. ABD ve Batılı emperyalistler, buraya bütünüyle egemen olmak istiyor. Çin ve Rusya ise, pastanın bu büyük dilimini bütünüyle ABD ve partneri AB’li büyüklere kaptırmak istemiyor.
Dünyanın gözleri önünde süren bu dalaşmanın nedenleri, kitlelere, “çok bilinmeyenli denklem” olarak sunuluyor.
Suriye’de bu oyunun bir kubanı. Küresel sisteme bütünüyle entegre etmek. Suriye’den istedikleri “demokrasi” değil, istedikleri, sermayenin karlarının daha fazla artması... Bu da insan kanıyla oluyor. Onun için kan akıtıyorlar ve insanların bir tavuk gibi boğazlanmasını piyonlarından istiyorlar. Sonra sıra İran'a gelsin.
ABD ve Batılı emperyalistler, bir avuç emperyalist ülke dışında hiç bir yerde “demokrasi” istemezler. kendi ülkelerinde olanı kadarını dahi istemezler. Kendi ülkelerinde de demokrasicilik oynamaya mecbur kalıyorlar. Arka cepheyi sağlama almak için.
Direnen halk, doğruyu yanlışı birbirinden ayırmasını çabuk öğrenir. Mücadele, onu, doğru olanın yanına iter. Çünkü o, doğru olanı istiyor. Çünkü o hakkını istiyor.
Ve Mısır halkı, Türkiye ve Ortadoğu halklarına örnek olmaya devam ediyor!
***
11.12.2012
110378

Yusuf Köse

Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.

yusufkose@hotmail.com

http://yusuf-kose.blogspot.com/

 

 

Yusuf Köse

BAŞKALDIRININ -ÖN- DEĞERLENDİRİLMESİ[*]

“Ve bizim bir haziranımız

Bir yıl kadar yetecektir dünyaya

Çünkü yoğun ve ateşle yaşanmış

Çünkü ellerimiz, başımız ve kanımız

Hayasız pençelerini kokuyla gizleyen

Bir olgu olmayacaktır sana

Ölülerimiz toplanacaktır

Doldurulan bir kıyı gibi.”[1]

 

Erdem Aksakal’ın, “2011 yapımı ‘Ya Sonra’ filmine, Özcan Deniz aşkını şu sözlerle anlatarak başlar. ‘Masallar neden en güzel yerinde biterler? Sonra ne olur bilinmez. Biz de masallara göre sona geldik. Peki ya sonra?’

KENTİ (YOKSULLARINDAN) “TEMİZLEMEK”…[1]

“Ahlâk ve para aynı çuvala girmez.”[2]

Çocukluğum ve ilk gençlik yıllarım, bugün İstanbul’un en “in” mekânlarından sayılan Erenköy-Göztepe arasında geçti. O yıllarda İstanbul’un tartışmasız bir numarası Teşvikiye- Nişantaşı-Osmanbey karşısında biraz “ikinci sınıf” sayılan, ancak “sayfiye” olarak muteber, bizim gibi yaz-kış kalanların hafiften “taşralı” muamelesi gördüğü, ama geceleri Bağdat caddesinde “anahtar teslim”ine yarıştırılan lüks, spor arabalara bakıldığında, geleceğinin “parlak” olduğunu sezdiren, üç katlı apartmanlar diyarı…

KÜRDİSTAN ULUSAL KONGRESİ VE BDP’NİN TÜRKİYELİLEŞME SİYASETİ

Herşeyin içinin boşaltılarak hızla tüketildiği bir çağda yaşıyoruz. Post-modern bir cehalet her yanımızda. Düşüncelerimizin, yaşamlarımızın, ilişkilerimizin, eğitimlerimizin hatta gıdalarımızın içi boşaltılmış ve global ekonomik sistemin ihtiyacına göre yeniden düzenlenmiş durumda. Wachowski Kardeşlerin unutulmaz filmi Matrix’te anlatılan insanı metalaştıran sanal düzenin bir benzeri hepimize dayatılmış.

ANNEME İnci Taneme

“Bu akşam, annem kamerada seninle konuşmak istiyor” diye mesaj geldi erkek kardeşim Nuri’den. Bir arkadaşa misafirliğe gidecektik. Erteledik. Bilgisayarın başındaki yerimizi aldık.  Ben, Nuran ve Ezgi… Ekranın gerisinde annem ve kardeşlerim… Selamlaşıyoruz. Annemin gözlerindeki mutluluk tarif edilir gibi değil. Yüzünde bir çocuk sevinci.  

“Nasılsın anne, nasılsın babaanne?”

Haksiz emperyalist savaslara karsi, halklarimizin hakli ozgurluk ve bagimsizlik savasinin yaninda olalim!!! Hasan Aksu

Haksiz emperyalist savaslara karsi, halklarimizin hakli ozgurluk ve bagimsizlik savasinin yaninda olalim!!!

OLASI BİR YAĞMA SAVAŞI ve “ÜÇ VAKTE KADAR”

 

6/7 Eylül 1955 kan-gözyaşı ve ölüm

               Ermeni soykırımı tarihinin ilk evresi, Osmanlı imparatorluğu hakimiyeti altında yaşayan Ermenilere karşı Abdülhamit döneminde uygulanan katliam ve baskılar ile başlamaktadır.1896 yılına kadar birçok vilayette yapılan katliamlarda yüzbinlerce insan öldürülmüştür.Bir ulusun yok edilmesinin ikinci evresi 1915 yılında İttihat-Terakki hükümetinin 1,5 milyon insanın ölümüne sebep olan yeni bir yüzyılın başlangıcında ilk SOYKIRIM olayıdır.Üçüncü ve son devresi ise Ulus devleti inşasında kurulan TC,yani Kemalist Türkiye'sinde azınlıklara karşı uygulanan politikalar sonunda  b

İzzettin Doğan asimilasyoncu bir düşkündür

 

Fethullah Gülen’le hangi menfaatler ve çıkarlar karşılığında olduğu belli olmayan bir ortaklığa soyunup, aynı arazi üzerinde Cami, Cemevi ve Aşevi yapılması işbirliğini gururla anlatan, asimilasyonun gönüllü bir neferi olan İzzettin Doğan bir düşkündür. 

Kapitalizmin Sosyalizmi İçerden Ele Geçirme Çizgisi Olarak Modern-Revizyonizm Ve Dust Bowl Sendromu

 
 

 

 

 

PİR SULTAN ABDAL'IN SUÇU?

 

1. Pir Sultan, dinsizdir, namaz kılmaz, ramazan orucu tutmaz.

 2- Şeriata aykırı söz söylüyor ve davranış sergiliyor.

 3- Müslümanlara Yezit diyor ve şarap içiyor.

 4-Ayin-i Cem adında gizli toplantılar yapıyor.

 5- Safevi taraftarı ve Kızılbaş taifesinden, Devlet-i Ali düşmanıdır.

 6- Rafızi kitaplar bulunduruyor, okuyor ve okutuyor.

BARIŞ NE YANA DÜŞER USTA ...

 

Emperyalist ABD haydudu ve beraberindeki kan emiciler, Suriye’ye saldırı hazırlığı içindeyken, "barış”tan söz etmek abesle iştigaldir. Etrafin emperyalist ve kapitalist haydut devletlerle sarılmış ve kan emici kapitalist sistem yaşatılmaya devam edilirken, "kardeşlikten", "barıştan" söz etmek büyük bir aldatmacadır. Emperyalist ve gericiliğin vahşi saldırılarıyla içiçe yaşayan, kitlesel katliamlara uğrayan ezilen halklar ile dalga geçmek demektir.

Sayfalar