Cumartesi Mart 1, 2025

Soysuzluğunda debelen Süleyman* (Fuat Kav)

Süleyman Soylu, 2012’de AKP’ye katıldığında, “Ben AK Parti'ye makam için gelmedim, kendi istikbali için gelen namerttir, alçaktır, namussuzdur” demişti.

AKP’ye katıldığı günden beri hep üst düzeyde görev alan Soylu, deyim yerindeyse tek ayak üstünde kırk yalan atan bir tüccardı da. AKP’ye katıldığı 2012-2014 yılları arasında sahibi olduğu Engin Sigortacılık Şirketi’nin THY’den milyarlarca dolarlık ihaleler aldığı Türkiye Meclisi’nin arşivlerinde kayıtlı. Yalan marifetini, İçişleri Bakanı sıfatıyla da sürdüren Soylu, aslen Trabzon Oflu. Gençlik yıllarından bugüne kadar tutarsız, zikzaklar çizen tam bir tüccar profiliyle siyaset sahnesinde yer aldı.

Soylu için Türk devlet yönetimine giden yolun açılması öyle tesadüfi bir gelişme değildi. Daha genç yaşlarda bir kontra adayı olarak seçilip, yetiştirildi. Soylu, Tansu Çiller’in başında olduğu Doğru Yol Partisi’ne gençlik yıllarında katıldı, daha doğrusu Tansu Çiller’in yanına verildi. Bu dönemde aynı klikte ve kontra faaliyetlerinin başında olan, dönemin Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş ve aynı dönemde İçişleri Bakanı olan Mehmet Ağar da vardı. Bu ekip, o döneme kadar Türkiye Cumhuriyeti’nin en kanlı ve en barbar yönetimi olarak tarihe geçti. Öyle ki, binlerce köy yakılıp yıkıldı; yüz binlerce Kürt evsiz ve çaresiz bir biçimde metropollere sürgün edildi; şehirler, kasabalar, dağlar, ormanlar bombalandı; 17 binden fazla “failli meçhul” cinayet işlendi. Kürdistan’ın yakılıp yıkılması ve binlerce insanın hunharca katledilmesi, yine Hizbi-kontra çetesinin çok vahşice kullanılması bu döneme denk gelmekteydi.

SOYKIRIMCI EKİBİN GENÇ KONTRASI

İşte Süleyman Soylu genç bir kontra olarak bu katil güruhla birlikte çalıştı. Kürt soykırımını temel alan bu ekibin içinde Türk soykırım siyasetini öğrendi. Soylu, o günden Kürt halkına karşı uyguladığı politikaların temelini oluşturdu. Mehmet Ağar, Doğan Güreş ve Tansu Çiller’i örnek olarak siyaset merdivenlerini yavaş yavaş tırmanırken, aynı zamanda Tansu Çiler’in partili genç gözdelerinden birisi oldu.

DYP’nin 22 Temmuz 2007 Genel Seçimleri öncesinde ANAP’la birleşme çabaları esnasında, Demokrat Parti ismini alarak girdiği seçimlerde baraj altında kaldı. Sonrasında Mehmet Ağar’ın istifasıyla yapılan olağanüstü genel kurulun 3. turunda, Süleyman Soylu genel başkan olarak seçildi. Aslında Mehmet Ağar, Süleyman Soylu’yu veliahttı olarak tayin etti.

NAYLON MUHALEFETİN AGRESİFİ

Süleyman Soylu, Demokrat Parti’nin başındayken Erdoğan’a ve partisi AKP’ye karşı, hep yalanla ve sert bir üslupla kendini muhalefet odağına oturtmak isteyen bir çizgi izledi. Özellikle bu muhalefet tarzıyla kendini iktidardan ve Erdoğan’dan farklıymış gibi göstererek Türk siyaset sahnesinde yer edinme çabasına girdi. Oysa öyle değildi, TC’nin en soykırımcı, en katil kişisi olarak yetişmiş ve siyasete bu bağlamda yer almıştı.

ERDOĞAN REİSLİĞİNDEKİ SOYKIRIMCI CEPHE

‘Diyalog süreci’ bitirilince Kürt soykırımını gerçekleştirme stratejisi etrafında birleşildi. Bu dönemde “vurun”, “öldürün”, “yakın yıkın”, “ne gerekiyorsa onu yapın”, kısacası “her şey mubahtır” sloganı etrafında Erdoğan’ın öncülüğünde oluşturulan savaş ve soykırım kabinesinde bir araya geldiler. Erdoğan, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek, Demokrat Partisi Genel Başkanı Süleyman Soylu ile cezaevinde olup ağırlaştırılmış müebbet cezasını alan Ergenekoncu generaller “kutsal ittifak” anlayışıyla Kürt soykırımının altına imza attılar. Generaller beraat ettirilip Kürt soykırımında görev aldı, Devlet Bahçeli kendini Erdoğan ve AKP ile birleştirip tek bir parti haline getirdi, Doğu Perinçek kendini soykırımın merkezine oturttu, Ergenekon zaten tüm gücüyle bu stratejinin içinde yer aldı. İşte Süleyman Soylu da bu süreçte Kürt soykırımında aktif görev almak için dahil oldu.

İÇİŞLERİ BAKANI YAPILDI

Tüm direnme dinamikleri kırılacak, şehirler teslim alınacak, gençlik ve kadın direnişi yok edilecek, köyler 90’larda olduğu gibi boşaltılacak, tüm bunların karşısına çıkan kim varsa yok edilecekti. Ardında sıra dağlara, gerillaya gelecekti. Tüm bu uygulama ve kirli savaş tarzına “Çöktürme” adı verildi. Sıra bu konsepti uygulayacak ekibin belirlemesine gelmişti. Soykırımı gerçekleştirecek, şehirleri yakıp yıkacak, belediyeleri gasp edecek, on binlerce insanı cezaevine koyacak, on binleri sürgüne gönderecek olan bu ekip, tamamen ırkçı faşistlerden oluşacaktı. Erdoğan’ın reisliğinde bir araya gelen Türk devletinin çekirdek kadrosu, “terörle mücadelede en etkili makam İçişleri Bakanlığı”dır diyerek, bu makama en uygun isim olarak: Ağar, Doğan Güreş ve Tansu Çiler’in ekibinde yetişen ırkçı, faşist ve Kürt düşmanı Süleyman Soylu’yu atadı.

Evet, Süleyman Soylu artık İçişleri bakanıydı. Göreve başlamadan önce Mehmet Ağar, ardından Doğan Güreş’i, sonra da Tansu Çiller’i ziyaret etti.

TAM BİR ÖZEL SAVAŞ ELEMANI

Erdoğan’ın oluşturduğu savaş kabinesinin vazgeçilmezi olan Süleyman Soylu yapılan tüm katliam ve savaş suçlarının altındaki imzalara, imzasını ekleyen bir bakandı. Süleyman Soylu sürdürdüğü, psikolojik savaşı, özel savaşta en çok kullanan bir savaş baronu olarak nam saldı. Özel savaşın medyasını çok iyi kullandı, çok konuştu ve her konuştuğunda Erdoğan medyasının üzerinden kamuoyunu oluşturdu. Gittiği her yerde, çıktığı her ekranda “PKK’yi bitireceğim” dedi, ancak bitmedi, bir ara “sizden altı ay zaman istiyorum, altı ay sonra PKK diye bir ismi ağzınıza almayacaksınız, çünkü bitecek” dedi, ancak aradan iki yıl geçmesine rağmen değil bitmesi her gün biraz daha güçlenerek büyüdü.

Süleyman Soylu’nun başvurduğu temel araçlardan birisi yalandır, gerçek anlamıyla bir yalan makinesi gibi çalıştı. Bir bakan, devleti temsil eden bir devlet adamı olmaktan ziyade, hep bir kabadayı, bir mafya ve bir uyuşturucu baronu gibi davrandı.

BAŞARISIZ OLDUKÇA VAHŞİLEŞTİ

Süleyman Soylu, PKK’yi tasfiye edemeyince, gerillanın eylem ve mücadelesi karşısında acze düştüğü oranda daha fazla çılgınlaştı, daha fazla savaş ve yalan makinesini çalıştırdı. Özel savaşı en üst düzeyde devreye soktu, devletin tüm imkânlarını, silahını, ekonomisini, güç ve diğer imkanları savaşın hizmetine soktu. Süleyman Soylu’nun devreye soktuğu temel araçlardan birisi de çatışma alanlarında esir düşen gerillaların olduğu yerde kurşuna dizilmesiydi. Savaşta hiçbir kural tanımayan Soylu, yaralıların yerlerden sürükleme, parçaladığı gerilla bedenleri sosyal medya üzerinde korku yaratma amacıyla teşhir eden bir strateji izledi.

“PKK bitecek” dedi bitiremedi, “gerilla bir daha eylem yapamaz” dedi, ancak gerilla eylemlerini durduramadı, “bundan sonra teknikle savaşacağımız için askerler şehit olmayacak” dedi, ancak işgal ettiği her yerde cenazeler gelmeye, darbe almaya devam etti. Kesintisiz ve süreklileşen gerilla eylemleri karşısında çıldıran Süleyman Soylu, düşmanlığı da aşan bir uygulama sahibi oldu.

Soylu son günlerde çok daha vahşileşen bir politika izledi. Savaş suçu olarak yaptığı operasyonların ekrana yansıması çok daha belirgin oldu.

En son Kulp’ta yaşanan bir olayın ardından “Komutana talimat verdim, onları yakaladığınızda lime lime edeceksiniz. İbreti alem olsun fotoğraflarını paylaşacağız” dedi. Hemen iki gün sonra 2017’de Dersim’de şehit düşen Agit İpek’in cenazesini postayla ailesine gönderdi. Kargonun parasını da ailesinden imza karşılığında alan Süleyman Soylu ekibi, belki de tarihte bir ilke imzasını attı. Görülmemiş bir vahşet sergileyen Soylu, “Bundan sonra böyle ya çocuklarınızı dağa göndermeyecek ya da bundan böyle cenazelerinizi kargo ile paket içinde alacaksınız” demeye çalıştı.

Korku, şiddet, panik ve kaosla yoğrulmuş devlet imajıyla, Kürt halkının iradesini kırmayı, savaşı daha üst düzeye tırmandırarak, vahşileştirerek amacına ulaşacağını sandı. Oysa bunun da çözüm olmadığını hem Soylu ve hem de reisi Erdoğan gayet iyi biliyor. Çünkü 30 yıldan fazladır başvurmadıkları yol, kullanmadıkları araç kalmadı. Çok iyi biliyoruz ki; tarih, Agitleri büyük bir saygıyla takdir edip onların alınlarından öpecek, işkenceci ve ruhunu son hücresine kadar kirletmiş olan Soyluları da lanetleyecek...

*Bu yazı, Soylu istifa edilmeden önce Fuat Kav tarafından kaleme alındı.

5600

Fransa’da El Freni Çekildi! İşe Yarar Mı?

Avrupa Birliği üyesi 27 ülkede 720 sandalyeli Avrupa Parlamentosu (AP) seçimleri, 6-9 Haziran tarihleri arasında yapıldı. Almanya, İtalya ve Fransa’da aşırı sağ olarak tanımlanan faşist hareket ciddi anlamda sandalye sayısına ulaştı. Böylelikle merkez sağla birlikte faşist hareket AP’deki en büyük grup olarak yerini korudu.

Seçimlerin yankısı ve sonuçları ciddi anlamda tartışmaları doğurdu. AP’ye Almanya’dan sonra sağcılar adına en fazla vekil gönderen Fransa, tartışmaların girdabından çıkıp erken seçim hamlesi ile sarsıntıyı giderme yoluna gitti.

Mevcut koşullarda devrimci siyasal mücadelenin öne çıkan toplumsal dinamikleri (3)

Devrimci siyasal mücadelenin genel olarak nesnel zemini, sosyal devrimleri de olanaklı kılan nesnel zemin ile, aslında ortak paydalara sahiptir. Emperyalist- kapitalist barbarlığın hüküm sürdüğü ve kendisinin doğrudan var ettiği her bir antagonist çelişme ve sorunların giderek daha bir keskinleşerek; ulusların, halkların ve doğanın yaşamını kâbusa çevirip, geleceklerini ciddi şekilde riske soktuğu şu süreçte, gerek özel olarak Türkiye ve K.

Mevcut koşullarda devrimci siyasal mücadelenin öne çıkan toplumsal dinamikleri (2)

Somut özgülün realitesi içerisinde devrimci siyasal mücadelenin etkili ve sonuç alıcı kazanımlara dönüşerek yürütülebilmesi için gerekli olan bir diğer öncelikli koşul ise; elbette ki bu mücadelenin, küresel ve yerel zeminde, toplum gündemini doğrudan ilgilendiren ve de ilgilendirecek olan sorunlar üzerinden ele alınarak yürütülmesidir.

Halkların İhanetçilerden Çektiği (Nubar Ozanyan)

Zulmün gölgesinde yaşam bulmaya çalışırken karanlığın sadece gece gelmediği, güneşin altında da gelip halkları bulduğu katliamlar birçok halkı nefessiz bırakmaya çalışmıştır. 1915 Ermeni Soykırımı boyunca başta Asuri, Süryani, Pontus halkı olmak üzere Êzîdî ve Kürt halkı da büyük trajediler yaşamıştır. Bugün Türk faşizmi eliyle Başûr Kurdistan’ında gerçekleşen işgal ve ilhak saldırılarında Kürt halkıyla birlikte Asuri-Süryani halkı da tanımsız acılar yaşamaktadır.

Türkiye’de Ermeni bir devrimci militan: Haldun Karyol (MEHMET GÜNEŞ)

Haldun Karyol, asıl adıyla Harutyan Karyolacıyan, kadim dostum, 8 Temmuz günü aramızdan ayrıldı. Haldun bir Ermeni’ydi ama her şeyden önemlisi Türkiye’de yetişmiş, ender görülebilecek, kendine has eylemci bir devrimci militandı. Onu ender ve ebedi kılan hikayesini bilmek ve öğrenmek, bugün Türkiye’de devrim mücadelesine baş koymuş her militanın hakkı. O yüzden, Haldun’u yakından tanıyan biri olarak, onu anlatmayı devrimci bir görev olarak üstleniyorum.

Mevcut koşullarda devrimci siyasal mücadelenin öne çıkan toplumsal dinamikleri (1)

Nasıl ki genel siyasal mücadele ve siyaset ediş tarzı, küresel ve yerel bazdaki ekonomik, politik, eğitsel, askeri, kültür-sanatsal, çevresel-iklimsel, ezen-ezilen cins, inanç ve etnik sorunlar yekûnu olan toplumsal dinamikler zemini üzerinden kendisini var edip sürdürüyorsa; birebir aynı şekilde, devrimci siyasal mücadele ve siyaset ediş tarzı da aynı küresel ve yerel toplumsal dinamikler üzerinden kendisini var edip sürdürmesi gerekiyor. Normal ve de olması gerekendir bu.

Küçük bir damla ile fırtınayı başlatanlar (Nubar Ozanyan)

Aradan 12 yıl geçti. Etki gücü Ortadoğu’ya yayılan 12 yaşında genç bir devrim yaşıyor adına Rojava denilen topraklarda. Derin yoksulluk, bitmeyen zulümle terbiye edilip cehenneme çevrilen Ortadoğu’da Rojava, bir özgürlük adası gibi duruyor.

Türk Faşizmi EURO 2024’te Sahaya İndi

İki yılda bir Avrupa Futbol Federasyonları Birliği (UEFA) tarafından organize edilen Avrupa Futbol Şampiyonası, bu yıl EURO 2024 olarak Almanya’da düzenlendi.

Kapitalist Toplumsal Bir Kırılma ve Yeniden Tarihi Yeni Bir Toplumsal Süreç

Kapitalist emperyalist sistem, önceki bunalım ve çelişmelerinden farklı olarak,, kendisinin taşıyamayacağı ve çözemeyeceği sistem içi   yapısal ekonomik ve siyasal çelişmeler ile karşı karşıya kaldığı bir sürecin içine girmiştir. Bir taraftan yeni emperyalist ülkelerin ortaya çıkışıyla (ki, bu; kapitalizmin ala bildiğine gelişmesi, genişlemesi, üretimin ve sermayenin alabildiğine temerküzü ve de mülksüzleştirenlerin mülksüzleştirilmesi sürecinin de ilerlediği anlamına gelir) kendini yeniden üretemez olan bir sürecin içine girmiştir.

Bunların neler olduğunu kısa olarak açalım:

Prof. Dr. Korkut Boratav CHP’den Sermaye Sınıfıyla Hesaplaşmasını İstiyor...

Marksist iktisat Profesörü Korkut Boratav, gazeteci İrfan Aktan’a verdiği mülakatta, sürece ilişkin gerçekten de çok değerli ve devrimci sol-sosyalist ve komünist politik öznelerce dikkate alınması gereken çok önemli siyasi ve iktisadi analizler yapıyor, saptamalarda bulunuyor. 

Örneğin kendisine sorulan şu soruya verdiği yanıtta olduğu gibi:

Yoksulların, alt sınıfların bu kadar derin bir kriz yaşadığı dönemde nasıl oluyor da ideolojik hegemonyayı yine de iktidar sağlayabiliyor ve buna karşı güçlü bir sol alternatif çıkmıyor?” (abç)

Yağma ve Talan Cumhuriyeti (Analiz)

Geçtiğimiz haftalarda Kayseri’deki pogrom girişimiyle başlayan ırkçı ve mülteci düşmanı saldırılar Antalya, Antep, Urfa, Hatay, Bursa, İstanbul gibi şehirlerde de kendisini göstererek göçmenlere ait işyerlerinin ve malların yağmalanmasına, yakılmasına ve çok sayıda göçmenin yaralanmasına, hatta Antalya’da göçmen bir gencin öldürülmesine neden olmuştur.

Bir çeşit günah keçisine dönüştürülen göçmenlere karşı yükselen bu dalga görünen o ki daha çok olaya ve şiddete gebe bir yerdedir.

Sayfalar