Salı Kasım 5, 2024

Ülkede durum ve devrimci hareketin önündeki asli görevler

Uluslararası alanda köhneyen ve tahrip olan sistemin yarattığı sorunlar her geçen üst boyutlara tırmanıyor. Yarattığı sorunlara müdahale edilemediği gibi çıkan fatura emekçilere ve mazlum halklara mal ediliyor.

Sömürü daha artırılıyor ve halklar üzerindeki baskı unsuru daha üst boyutlara çıkarılıyor. Bu durum en gelişmiş emperyalist ülkelerde bile kendisini gösteriyor. Öyle ki bir dönemin en istikrarlı ve sosyal hakların daha fazla olduğu bu ülkelerde artık durum eskisi gibi değildir. Kapitalizmin külfeti her geçen gün giderek daha çok emekçilere, işsizlere ve gençlere çıkarılmış, mevcut sistem tıkanmıştır. Öyle ki, uluslararası mali sermayenin girdiği resesyon ve depresyon süreci sömürü ve baskı unsurunu daha katmerli bir hatta sokmuştur.

Bu durum bağımlı ve pazar durumundaki ülkelerde de kendisini göstermektedir. Hem de daha katmerli boyutlarda… Nitekim emperyalizme bağımlılığın sonucu krizin tahribatları Türkiye’de daha sarsıntılı boyutlarda kendisini hissettirmiştir. Bunun sonucu Türkiye en zorlu sürecine girmiş durumdadır. Sorunların üstesinden gelmek bir yana, ülke daha meşakkatli bir dönemece sokulmuş durumdadır. Öyle ki yoksulluğun, işsizliğin, açlığın, her türlü baskı ve tahakkümün doruğa tırmandığı bir döneme girilmiştir. Mevcut sorunların yarattığı külfet tümden işçi sınıfı ve diğer halk katmanlarına yüklenmiştir…

Çelişkilerin Derinleşmesi…

Emperyalizme bağımlı olan Türkiye tarihsel olarak sömürünün, zulmün ve bağımlılığın katbekat tırmandırıldığı bir ülkedir. Bunun sonucu ABD’de faizlerin yükselmesi ve Türkiye’deki sıcak paranın önemli bir kısmının yurt dışına çıkması beraberinde mevcut sorunları daha katmerli boyutlara taşımıştır.

Bunun sonucu bağımlı ve dolara endeksli Türkiye’nin mali ve ekonomik durumu iyice kötüleşir ve çok daha ağır sorunların oluştuğu bir sürece yol alınır. Öyle ki çıkan sıcak para Türk lirasını dolar ve Euro karşısında devalüe eder ve enflasyonu hızla artırır. Resmi rakamlara göre 2019 Ocak ayı enflasyonu TÜFE’de (Tüketici Fiyat Endeksi) yüzde 20’nin, ÜFE’de (Üretici Fiyat Endeksi) yüzde 33’ün üstündedir. Ki bu resmi rakamlardır. Gerçek enflasyon oranı hayli yüksektir. Düşük gösterilen enflasyon bile hayli yüksektir.

Devalüasyon ve artan enflasyon firmaların kapanmasına ve işsizliğin artmasına ivme kazandırır. Resmi rakamlara göre geçen yılın son 3 ayında işsizlik oranı yüzde 11,1’e çıkar.

DİSK araştırmasına göre ise işsizlik oranı yüzde 18’e, kadar çıkmıştır. Bu oran kadınlarda ve gençlerde yüzde 20’leri geçmiştir. Ki bu rakamlar resmi makamlara başvurarak iş arayanlarla sınırlıdır. İş bulma umudunu yitirdiği için resmi kurumlara başvurmayanlar bu rakamların dışındadır. Dolayısıyla işsizlerin oranı çok daha fazladır… Öyle ki iş arayanların iş kuyrukları giderek artmaktadır. Birçok ilde işsizlerin başvuruları ve oluşturdukları kuyruklar binleri, on binleri bulmaktadır…

Hızla yükselen enflasyon ve işsizlik yoksullaşmayı da üst boyutlara tırmandırır. Öyle ki önceleri kamufle edilmek istenen işsizlik ve yoksulluk artık çok daha belirgin bir şekilde deşifre olmuş durumdadır. Sorun net bir şekilde kendisini göstermektedir. İşsizliğin, yoksulluğun, sömürünün hızla artan seviyelere yükselmesi, gerçekte sınıf çelişkilerinin nasıl derinleştiğinin göstergesidir.

Öyle ki ulusal gelirden bir avuç burjuvazinin, bankaların, ticaret ve inşaat sermayesinin aldığı pay toplumun ezici çoğunluğunu oluşturan emekçilerin ve köylülerin aldığı paydan katbekat fazladır. Ayrıca dışarıdan giren sıcak para yoğunlaştıkça rant usulü sömürü mekanizması daha öne çıkmıştır. Daha açık bir deyimle, tüm bunların sonucu ezen ve ezilen sınıflar arasındaki sınıfsal farklılaşma makasın kulpları gibi giderek daha açılan bir dönemece girer. Mevcut bu durum bir avuç komprador burjuvazi, bankalar ve sıcak paranın arkasındaki emperyalist tekeller tarafından sömürü mekanizmasının çok daha katmerli boyutlara tırmandırılmasının sonuçlarıdır. Sömürü, baskı ve tahakküm unsurunun nasıl daha acımasız ve keskin bir hatta girildiğinin göstergesidir. Sömüren rantiye sınıflar sıcak para üzerinden halkın sırtından elde ettikleri rantın hacmini iyice büyütmüşlerdir…

Sömürü ve işsizlikle beraber 457 milyar dolara çıkan dış borcun faturası da emekçi halka çıkarılacaktır. Sadece 2019’un Ekim ayına kadar faizleriyle birlikte 226 milyar dolar ödenmesi gerekiyor. Bu da emekçi yığınlara mal edilecektir.

Türkiye böylesi bir dönemece sürüklenmiştir. Seçimlerin arifesinde uygulamaya konan tanzim satışları sömürü ve baskı unsurunu kamufle etmeyi amaçlıyor. Bu tanzim satışları AKP tarafından seçimleri kazanmak için uygulamaya konmuştur. Ancak seçimler sonrası bu satışlar kalkacaktır. Amaç seçimleri AKP’nin kazanmasıdır.

Bir partinin çıkarı ülke çıkarlarının üstünde görüldüğü için tanzim satışları devreye sokulmuştur. Tanzim satışların faturası ilk etapta üreticilere ve manavlara çıkarılıyor. Seçim sonrası bunun sonuçları tüm kitlelere mal edilecektir. İyice kontrolden çıkan Türkiye ekonomisi seçim histerisiyle devreye konan tanzim satışlarıyla seçin sonrası daha çetrefilli hal alacaktır. AKP hükümeti tanzim satışlarını salt seçimler için uyguluyor. Tayip Erdoğan ve partisi kendi kariyerleri ve çıkarları uğruna ülkenin ekonomik ve sosyal yapısını tarumar ediyor. Ülke böylesi bir döneme sokuluyor.

Tanzim satışları ve oluşturduğu kuyruklar aslında trajik görüntüler sergilemektedir. Bir taraftan uzun tanzim satış kuyrukları; diğer taraftan iş arayanların oluşturduğu iş kuyrukları… Kitlelerin kuyruklara sürüklendiği bu görüntüler mevcut durumun içler acısını gösteriyor. Ülke böylesi trajik bir duruma düşürülmüştür…

Bu ekonomik durum ve sosyal sorunlarla birlikte siyasal baskılar da had safhaya ulaştırılmıştır. 2016’daki 15-20 Temmuz darbesi sonrası ilan edilen OHAL ve KHK yürürlüğe konur. Darbenin hemen akabinde 11 bini aşkın HDP’li gözaltına alınır, 4 bini tutuklanır. Seçimlerde seçilen HDP’li belediye başkanlarının hemen hemen hepsi de tutuklanır ve cezaevine konur. Yerlerine kayyumlar atanır. Ayrıca 11 HDP’li milletvekili de tutuklanır.

Ayrıca darbenin hemen ardından ilan edilen KHK’ler üzerinden binlerce akademisyen, öğretim görevlisi de görevlerinden menedilir. Birçok gazeteci, yazar, öğretim görevlisi vb. kişi tutuklanır ve cezaevine konur. 115 bin kamu görevlisi de işlerinden ve görevlerinden ihraç edilirler. Dernekler, televizyonlar, gazeteler kapatılır. Tek taraflı haber sistemi iyice öne çıkarılır, toplum yanlış bilgilerle kanalize edilir. Operasyonlar durmadan devam ettirilir, yapılan baskın ve saldırılarla toplum pasifize edilmeye çalışılır. Dini ve milliyetçi kisveyle faşist saldırılar had safhaya çıkarılır.  Bu baskılar günümüzde devam ettirilir…

Bu durum sonucu sömürünün, zulmün, katliamın, Kürtler üzerindeki baskının daha had safhaya yükseltildiği bir sürece yol alındığı şimdiden görülüyor. Bunun daha iyi görülmesi ve tavır alınması gerekir.

Bu durum devrimin objektif koşullarının daha keskinleşmesi demektir. Objektif durum sınıf çelişkilerinin ve ezen ve ezilenler arasındaki çelişkilerin daha keskin bir hatta yöneleceğini gösteriyor. Bu gerçeklik göz ardı edilemez. Öyle ki, bu mevcut durum aynı zamanda bir sonraki sistemin ön koşullarını bağrında oluşturuyor. Mevcut objektif (nesnel) durum düzenin, sistemin, politik yapının iyice köhnediği ve çatırdadığı gerçek ülke yapımızın rahminde sosyalizmin koşullarını yaratıyor. Bu gerçeklik de görülmelidir. Gelişen objektif koşullara karşın örgütlenmeye tekabül eden subjektif (öznel) koşulların da daha geliştirilmesini zorunlu kılıyor… Ve bu doğrultuda ve bu perspektifle hareket edilmelidir…

Örgütlenme Sorunu… 

Ülkenin içinde bulunduğu bu nesnel (objektif) gerçeklik salt tahlil ve belirlemelerle yetinilmemeli. Beraberinde oluşan sorunlara ve çelişkilere müdahale etme görevi üstlenilmelidir. Hedef olarak eskiyen, çatırdayan ve gericilikte had safhaya varan eski sistemin yerine, tarihsel olarak yeniyi ve geleceği temsil eden yapıyı geçirme rolü konmalıdır.

Çürüyen ve daha saldırganlaşan sistem ve devletin sömürüsüne ve saldırılarına karşı kitlelerin düzenden memnun olmayan ileri ve orta kesimlerinde ciddi bir hoşnutsuzluk vardır. Kitlelerin emekçi kesimleri oluşturmaları sonucu krizin külfeti onlara yüklendikçe, onlarda daha fazla rahatsızlık ve hoşnutsuzluk yaratıyor.

Sömürünün doruğa çıkarılması işçi sınıfı ve diğer emekçi sınıfların tepkisini de daha artırıyor. Öyle ki yoksulluk iyice artmış, işsizlik en üst seviyelere çıkmış, çalışanların maaşları ve alım gücü iyice düşmüştür. Ayrıca son dönemlerde dolara endeksli Türk parasının iyice düşmesi, fabrikaların ve işyerlerinin birçoğunun kapanması, enflasyonun belirgin bir şekilde artması mevcut sorunları doruğa çıkarmıştır. Daha açık bir deyimle sınıf çelişkileri daha katmerli boyutlara tırmanmış ve daha müzmin safhaya varmıştır.

Sınıf çelişkilerinin dışında Kürtlerin gördüğü ulusal baskı ve tahakküm de üst boyutlara tırmanmıştır. Kürtler devletin saldırılarıyla yaşadıkları topraklardan zoraki göçe maruz bırakılıyor.

Ve Kürtler üzerindeki katliamlar ve siyasi soykırım da had safhaya varmış durumdadır… Kürtler ulusal hareket önderliğinde hareket ediyorlar. Ancak ulusal hareketin örgütlenmesi yeterli değildir. Salt Kürt sorunuyla sınırlı örgütlenmedir. Sınıf perspektifinden yoksundur. Dolayısıyla sınıf çelişkisine müdahale etmiyor. Kürt sorununu, sınıf çelişkisiyle birleştirmiyor. Dolayısıyla tüm ulus ve milliyetlere mensup emekçi kesimlerin sınıfsal perspektifiyle birlikte örgütlenmesi ve mücadelesi rolünü oynamıyor.

Ayrıca Aleviler üzerinde de mevcut baskı varlığını devam ettirmektedir… Alevi sorununun da özgün örgütlenmesi olmalıdır, ama, sınıf mücadelesinden kopuk olmamalıdır. Tersine sınıf mücadelesine tabi kılınmalıdır… Bu durum kadın sorunun ve benzeri tüm sorun ve çelişkiler için de geçerlidir…

Kısacası bu faşist baskı ve diktatörlüğe karşı tüm ezilen ve baskı ve tahakküm altında tutulan yığınların mevcut sisteme ve devlet erkine karşı hoşnutsuzluğu söz konusudur. Nitekim toplumun en geri ve en atıl kesimleri dışındaki kitlelerin hoşnutsuzluğu ve tepkileri onların ruh haletinde kendisini göstermektedir.

Artan sömürü, yoksullaşma, işsizlik, faşist baskı ve yaptırımlar yığınların ileri ve hassas kesimlerinde tepki oluşturuyor. Gezi ayaklanması bunun göstergesidir. Bunu devlet de görüyor. Bunun için AKP/MHP/Ordu klikleriyle tüm devlet erki tüm ezilen yığınlara, Kürtlere tüm şiddetiyle saldırıyor, onları pasifize etmeye, etkisiz kılmaya ve radikal örgütlenmelerden kopuk tutmaya çalışıyor. Ancak böylece kitlelerin tepkilerini frenlemeye ve hoşnutsuzluklarını etkili bir şekilde bastırmaya ve sosyal pratiğe yansıtmalarını engelleyebileceğini sanıyor. Onun için durmadan baskınlar, katliamlar, saldırılar, tutuklamalar, mahkemeler, yasaklar ile faşizmi en azgın boyutlara tırmandırıyor.

Yaşanılan bu ülke gerçekliği kitlelerin ruh haletinde kendisini yansıtmaktadır.  Onların moral bozukluğunda, dile getirdikleri şikayetlerde, duydukları tepkide, düzene umutsuzlukta, karamsarlıkta kendisini göstermektedir. Ancak bu tepki ve hoşnutsuzluklarını pratiğe yansıtamıyorlar. Çünkü bu tepki ve hoşnutsuzluğu örgütleyen yapılar zayıftır. Dolayısıyla ezilen yığınlar örgütlü bir hattan kopuktur. Onlarda tepkisel ruh halini oluşturan sömürüyü ve baskı mekanizmasını doruğa çıkaran ülkenin ekonomik, sosyal ve siyasal yapısıdır. Sorun bu çelişkileri yaratan yapıyı hedef alan örgütlenme eksikliğidir. Kitlelerin tepki ve hoşnutsuzluğunu nesnel gerçeklik üzerinde örgütleme sorunudur.

Bu nesnel yapıya uygun olarak sağlam temeller üzerinde öznel koşulların oluşturulması, geliştirilmesi sorunudur. Ve buna bağlı olarak geliştirilen öncü müfreze üzerinden kitlelerin ruh halinin belirlenmesi, tahlil edilmesi ve bu doğrultuda örgütlenmesi sorunudur. Sorun tepkilerini dışa yansıtamama, örgütlü olarak harekete geçirilememe sorunudur.

Bunun için de kitlelerle bağ kuran ve onları iktidar perspektifiyle örgütleyen güçlü öncü müfrezeye ihtiyaç vardır. Ancak önderliğin böyle bir misyonu yerine getirmesiyle örgütsüz kitleler örgütlenebilir, sevk ve idare edilebilir, devrim ve iktidar perspektifiyle harekete geçirilebilir. Proleter hareket bu duruma geldiğinde kitleler üzerinde irade birliği oluşturabilir.

Gönümüz koşulları ülkemiz öncü müfrezesine böyle tarihsel bir görev yüklüyor. Ancak mevcut yapının bu tarihsel rolünü oynayabilmesi için kendi iç yapısında oluşan birtakım sorunları halletmesi gerekir. Gelişmesinin önünde engel teşkil eden tasfiyeci, hizipçi, liberalizm gibi anti akımların üzerine gitmelidir. Kendi iç yapısında yarattığı tahribatların izlerini silmelidir. MLM kriteriyle kendini onarmalıdır. O hatta kararlı ve inatçı bir perspektifle kendi hatalarını görmeli ve mahkum etmelidir.

Edecektir de… Önünde duran asli görev şimdilik budur…  Objektif (nesnel) durum iyidir. Sorun öznel duruma müdahale sorunudur… Bunun başardığında -ki başaracaktır- öznel güç olarak gelişecek ve kitlelerle kurduğu bağla giderek nesnel sürece müdahalede üstlendiği görevi yerine getirecektir!

Bundan kimsenin kuşkusu olmasın!

19101

BAŞKALDIRININ -ÖN- DEĞERLENDİRİLMESİ[*]

“Ve bizim bir haziranımız

Bir yıl kadar yetecektir dünyaya

Çünkü yoğun ve ateşle yaşanmış

Çünkü ellerimiz, başımız ve kanımız

Hayasız pençelerini kokuyla gizleyen

Bir olgu olmayacaktır sana

Ölülerimiz toplanacaktır

Doldurulan bir kıyı gibi.”[1]

 

Erdem Aksakal’ın, “2011 yapımı ‘Ya Sonra’ filmine, Özcan Deniz aşkını şu sözlerle anlatarak başlar. ‘Masallar neden en güzel yerinde biterler? Sonra ne olur bilinmez. Biz de masallara göre sona geldik. Peki ya sonra?’

KENTİ (YOKSULLARINDAN) “TEMİZLEMEK”…[1]

“Ahlâk ve para aynı çuvala girmez.”[2]

Çocukluğum ve ilk gençlik yıllarım, bugün İstanbul’un en “in” mekânlarından sayılan Erenköy-Göztepe arasında geçti. O yıllarda İstanbul’un tartışmasız bir numarası Teşvikiye- Nişantaşı-Osmanbey karşısında biraz “ikinci sınıf” sayılan, ancak “sayfiye” olarak muteber, bizim gibi yaz-kış kalanların hafiften “taşralı” muamelesi gördüğü, ama geceleri Bağdat caddesinde “anahtar teslim”ine yarıştırılan lüks, spor arabalara bakıldığında, geleceğinin “parlak” olduğunu sezdiren, üç katlı apartmanlar diyarı…

KÜRDİSTAN ULUSAL KONGRESİ VE BDP’NİN TÜRKİYELİLEŞME SİYASETİ

Herşeyin içinin boşaltılarak hızla tüketildiği bir çağda yaşıyoruz. Post-modern bir cehalet her yanımızda. Düşüncelerimizin, yaşamlarımızın, ilişkilerimizin, eğitimlerimizin hatta gıdalarımızın içi boşaltılmış ve global ekonomik sistemin ihtiyacına göre yeniden düzenlenmiş durumda. Wachowski Kardeşlerin unutulmaz filmi Matrix’te anlatılan insanı metalaştıran sanal düzenin bir benzeri hepimize dayatılmış.

ANNEME İnci Taneme

“Bu akşam, annem kamerada seninle konuşmak istiyor” diye mesaj geldi erkek kardeşim Nuri’den. Bir arkadaşa misafirliğe gidecektik. Erteledik. Bilgisayarın başındaki yerimizi aldık.  Ben, Nuran ve Ezgi… Ekranın gerisinde annem ve kardeşlerim… Selamlaşıyoruz. Annemin gözlerindeki mutluluk tarif edilir gibi değil. Yüzünde bir çocuk sevinci.  

“Nasılsın anne, nasılsın babaanne?”

Haksiz emperyalist savaslara karsi, halklarimizin hakli ozgurluk ve bagimsizlik savasinin yaninda olalim!!! Hasan Aksu

Haksiz emperyalist savaslara karsi, halklarimizin hakli ozgurluk ve bagimsizlik savasinin yaninda olalim!!!

OLASI BİR YAĞMA SAVAŞI ve “ÜÇ VAKTE KADAR”

 

6/7 Eylül 1955 kan-gözyaşı ve ölüm

               Ermeni soykırımı tarihinin ilk evresi, Osmanlı imparatorluğu hakimiyeti altında yaşayan Ermenilere karşı Abdülhamit döneminde uygulanan katliam ve baskılar ile başlamaktadır.1896 yılına kadar birçok vilayette yapılan katliamlarda yüzbinlerce insan öldürülmüştür.Bir ulusun yok edilmesinin ikinci evresi 1915 yılında İttihat-Terakki hükümetinin 1,5 milyon insanın ölümüne sebep olan yeni bir yüzyılın başlangıcında ilk SOYKIRIM olayıdır.Üçüncü ve son devresi ise Ulus devleti inşasında kurulan TC,yani Kemalist Türkiye'sinde azınlıklara karşı uygulanan politikalar sonunda  b

İzzettin Doğan asimilasyoncu bir düşkündür

 

Fethullah Gülen’le hangi menfaatler ve çıkarlar karşılığında olduğu belli olmayan bir ortaklığa soyunup, aynı arazi üzerinde Cami, Cemevi ve Aşevi yapılması işbirliğini gururla anlatan, asimilasyonun gönüllü bir neferi olan İzzettin Doğan bir düşkündür. 

Kapitalizmin Sosyalizmi İçerden Ele Geçirme Çizgisi Olarak Modern-Revizyonizm Ve Dust Bowl Sendromu

 
 

 

 

 

PİR SULTAN ABDAL'IN SUÇU?

 

1. Pir Sultan, dinsizdir, namaz kılmaz, ramazan orucu tutmaz.

 2- Şeriata aykırı söz söylüyor ve davranış sergiliyor.

 3- Müslümanlara Yezit diyor ve şarap içiyor.

 4-Ayin-i Cem adında gizli toplantılar yapıyor.

 5- Safevi taraftarı ve Kızılbaş taifesinden, Devlet-i Ali düşmanıdır.

 6- Rafızi kitaplar bulunduruyor, okuyor ve okutuyor.

BARIŞ NE YANA DÜŞER USTA ...

 

Emperyalist ABD haydudu ve beraberindeki kan emiciler, Suriye’ye saldırı hazırlığı içindeyken, "barış”tan söz etmek abesle iştigaldir. Etrafin emperyalist ve kapitalist haydut devletlerle sarılmış ve kan emici kapitalist sistem yaşatılmaya devam edilirken, "kardeşlikten", "barıştan" söz etmek büyük bir aldatmacadır. Emperyalist ve gericiliğin vahşi saldırılarıyla içiçe yaşayan, kitlesel katliamlara uğrayan ezilen halklar ile dalga geçmek demektir.

Sayfalar