Unutmamalı… Kanıksamamalı![*]
Yaşar Alperen Savaş (17)… Felek Batur (7)… Raşid Oso (8)… Hakan Sarak (5)... Mahmut Buluk (16)… Zeliha Cuma (7)… Helin Şen (12)… Serhat Savaş (15)… Enes Ata (8)…
Bu isimleri olasıdır hiç duymadınız. Ya da belki duydunuz/okudunuz, sonra da unuttunuz.
Oysa unutmamak gerek… Bunlar 2007-2020 arasında güvenlik güçlerinin elinden ölen 93 çocuktan bazılarının isimleri… Ya polis kurşunu ile yitirdiler yaşamlarını, ya da kolluk kuvvetlerinin kullandığı zırhlı aracın altında kalarak… Birkaçı ise polisin attığı gaz bombalarıyla kopartıldı yaşamdan. Bu cinayetlerden (evet, çoğunun “suç”u sadece polisle eşzamanlı olarak “olay yerinde” olmak. Bu nedenle öldürülmelerine “cinayet”ten başka bir ad bulmak mümkün değil…) çoğunun, faili yüzeysel bir soruşturmanın ardından hafif bir cezayla atlattı.
Baran Tursun’u hatırlarsınız. 2007 yılında, İzmir’de trafikte seyir hâlindeyken “Dur” ihtarına uymadığı gerekçesiyle polis tarafından başından vurularak öldürülmüş 20 yaşında bir delikanlı. Baran’ı öldüren polis memuru tutuksuz yargılanmış, 2 yıl 3 aylık bir cezayla “ödüllendirilmişti”, davanın sonucunda. Olayın peşini bırakmayan aile mensuplarının yaptıkları açıklamalar için istenen cezalar ise bundan çok daha fazlaydı!
Yine bilirsiniz, Baran’ın babası Mehmet Tursun 2010 yılında, güvenlik güçlerinin elinde canını yitirenler konusunda kamuoyunda bir duyarlılık oluşturmak amacıyla, oğlunun adına bir vakıf kurdu. Baran Tursun Vakfı, ya da tam adıyla ‘Baran Tursun Uluslararası Dünya Ölçeğinde Silahsızlanma, Yaşam Hakkı, Özgürlük, Demokrasi, Barış ve Dayanışma Vakfı (BARANSAV)’ kuruluşundan bu yana polis elinde ölenleri titizlikle izleyip, hukuksal süreçler hakkındaki bilgileri kamuoyuyla paylaşıyor.
Baran Tursun Vakfı, 2021 tarihli bir rapor yayınladı: “Kolluk Güçlerinin Orantısız Güç Kullanımı Sonucunda Yaşam Hakkı İhlâlleri Raporu: Ölmek Zorunda Değildiler”[2]…
“Ölmek zorunda olmasa da”, 2007-2020 yılları arasında, Vakfın tespit edebildiği, polis kurşunuyla, gaz bombasıyla, polis aracı çarpması sonucu vb. yani güvenlik güçlerinin elinden ölen 404 kişinin (DÖRTYÜZDÖRT KİŞİ!) isimleri, yaşları, öldürülme tarih ve şekilleri, raporun sonunda tek tek sıralanıyor.
Polisler tarafından katledilen 404 kişinin 93’ü 18 yaşın altında; 70’i kadın, 241’i erkek. Ve en çarpıcı veri, bunlardan HİÇBİRİ, polis ile çatışmaya girmemiş! Bir başka deyişle, “dur” ihtarına uymadıkları, barışçıl protesto gösterilerine katıldıkları, ya da sadece rastlantı sonucu olay yerinde oldukları için sokakta, gözaltında, ya da kendi konutlarında (evini aramaya gelen polislere galoş giymeleri için uyarıda bulunan ve çıkan tartışmada polis kurşunuyla yaşamını yitiren Dilek Doğan’ı unutmayın) öldürülen bu kişiler, en fazla, “kabahatler kanunu”ndan yargılanmalarını gerektirecek eylemlerin failleriydi. “Ülkenin özellikle doğusu ve güneydoğusunda devam eden silahlı çatışmalardan kaynaklı yaşam hakkı ihlâllerinin konu dışı tutul”duğu (¶ 3) raporda belirtiliyor.
Anımsanacaktır; 2259 sayılı Polis Vazife ve Salahiyetleri Kanunu’nun (PVSK) kimi maddelerinde, 2 Haziran 2007 tarihinde değişiklikler yapılarak kolluk güçlerinin başta silah kullanmak üzere yetkileri genişletilmiş, PVSK ve Jandarma Teşkilât, Görev ve Yetkileri Kanunu’nda 27 Mart 2015 tarihli değişikliklerle de kolluğun “makul şüphe, öngörü ve takdir” gibi tasarrufları tanımlanmıştı. Böylelikle,
“Durdurma ve kimlik sormanın nedenleri, konusu, amaçları, işlemin şekli, süresi ve usulü, konularında düzeneme yapılmasına rağmen, makul şüphe, öngörü ve takdir gibi soyut kavramlara ilişkin kolluğa yeterli eğitim verilmediğinden, kolluğa silah kullanma yetkisini düzenleyen PVSK madde 16’ya her kolluğun kendine göre bir anlam yüklediği, dolayısıyla yüklenen anlama göre de her kolluğun kendine göre bir işlem yapması sonucunda (…) 400’den fazla vaka ölümle sonuçlanmıştır.” (özet)
Bu iki düzenleme, hiç kuşkusuz, kolluk güçlerinin elini “keyfi davranma” konusunda bir hayli rahatlatmıştır. Ama buna bir de “acımayın, vurun-kırın aslanlarım, arkanızdayım!” yollu kendilerine “coşkuyu veren” İçişleri bakanlarının ve eğrisi doğrusuna denk gelir de olay yargıya intikal ederse, faile ya “nefsi müdafaa”dan, “orantılı güç kullanımı”ndan beraat, olmadı, en düşük cezalarla cezalandırılmalarının etkisini eklemeli. Polislerin yargı önüne getirilmesi gereken fiillerde olay yeri delillerini yine polis toplar; sanığın tutuksuz yargılanması ise neredeyse kuraldır:
“Zanlılar tarafından üretilen ve toplanan delillere göre güvenlik birimleri tarafından olayın fezlekesi düzenlenmektedir. İzmir’de Baran Tursun’u öldürdükten sonra, ateş etmeyi gizlemek suretiyle trafik kazası raporunun düzenlenmesi, Ankara’da 20 yaşındaki Soner Cankal’ı öldürdükten sonra, cesedinin üzerine kurusıkı tabanca bırakılması, Antalya’da motosikletiyle gezerken öldürülen 17 yaşındaki Çağdaş Gemik’in cesedinin yanına birkaç gram uyuşturucu bırakılması, Kızıltepe’de 12 yaşındaki Uğur Kaymaz’ı öldürdükten sonra cesedinin üzerine silah bırakılması gibi delil yaratma fiilleri diğer vakalarda da yaygın bir şekilde görülmektedir.” (¶ 41) Çoğunluğu “devletin karşı işlenen suçlar” ile “devletin işlediği suçlar”ı farkı değerlendiren (¶ 45) ve “devletin âlî menfaatler”i söz konusu olduğunda gerek ideolojik tutumları, gerekse atama, terfi ve cezalandırılmaları iktidarın elinde olması nedeniyle hemen her zaman “devletten (yani devletin kolluk güçlerinden) yana kararlar alan yargı mekanizması, kolluk “cinayetleri”nin fiilen cezasız kalmasını adeta bir “devlet geleneği hâline getirmiştir.[3] Buna karşılık kurbanların, acılı ailelerin, mağdurların yakınlarının, insan hakları örgütlerinin, avukatların adalet arayışları kovuşturulmakta ve (kimi zaman faillerden daha ağır biçimde) cezalandırılmaktadır! (¶ 47-52)
Öte yandan, polisin elinden ölenler, en azından sayılabiliyor… Toplumsal belleğe -bir gün, ama mutlaka bir gün hesabı sorulmak üzere- kaydedilebiliyorlar. Ya polisin kaçırıp veya gözaltına alıp, darp edip, işkencelere uğratıp sonra salıverdikleri? İnsan hakları örgütlerinin kimsenin ilgi duymadığı tenha basın açıklamalarında, sol gazetelerin, dergilerin sayfalarında, harf sayısı sınırlı twit’lerde birbiri ardı sıra adları anılıp sonra unutulup gidiyorlar. Oysa unutmamalı… Kanıksanmamalı…
Örneğin sadece 2019 yılında, 1474 kişinin işkence başvurusu yaptığı[4]… unutulmamalı, kanıksanmamalı!
Örneğin, “otomobiline aldığı bir akrabasıyla beraber gözaltına alınan Naci Çelik isimli yurttaşın, götürüldüğü Sultangazi Şehit Bülent Özkan Karakolu’nda sabaha kadar işkenceye uğradı”ğı, “tüm vücudu morluklar içerisinde olan Çelik’in, sivil giyimli 8-10 polis tarafından darp edildiğini belirtti”ği[5]… unutulmamalı, kanıksanmamalı!
Örneğin, Cumhurbaşkanı’nın nikâh şahitliği yapacağı bir düğün için kesilen trafikte saatlerce beklemek zorunda kalan avukat Sertuğ Sürenoğlu’nun, yolun neden kapalı olduğunu sorması üzerine Cumhurbaşkanı korumaları tarafından iki saat boyunca araç içerisinde dövüldüğü ve kendisine zorla cumhurbaşkanına hakaret ettiğini kabul eden bir tutanak imzalatıldığı[6]… unutulmamalı, kanıksanmamalı!
Örneğin, 15 Şubat 2019’da Van’ın İpekyolu ilçesinde gözaltına alınan üç çocuğun, fotoğraflarla ve hastane raporlarıyla belgelenen, gözaltındayken “kafasının klozete sokulduğunu, dipçikle, mermiyle dövüldüğünü, ters kelepçelenerek yere yatırılıp tekme ve yumruklarla dövüldüğünü” anlatan çocukların ifadelerinin Emniyet Genel Müdürlüğü tarafından yalanlandığı, olaya müdahil olan Van Barosu hakkında “terör örgütüne destek”ten suç duyurusunda bulunulduğu[7] … unutulmamalı, kanıksanmamalı!
Örneğin, “İstanbul’un Fatih ilçesinde 15 Şubat 2020 akşamı iki yeğeni ve kardeşinin eşini korumak isterken polis şiddetinin hedefi olan ve aldığı darbeler sonucu beyin kanaması geçiren Mehmet Yaman’ın (48), 10 gündür yoğun bakımda” kaldığı; Savcılığın güvenlik kamerası kayıtlarını istediği hastane yönetiminin, ‘kameralar kayıtta değildi’ yanıtı verdi”ği[8] … unutulmamalı, kanıksanmamalı!
Örneğin, “İzmir Torbalı’da gözaltına alınan Yiğit Üste adlı gencin, emniyet yerine ormana götürüldüğü ve burada kar maskeli 4 polisin işkencesine maruz kaldığını ileri sürdüğü,” . Baba Harbi Üste’nin, oğluna ormanda “ajanlık” teklif edildiğini, kabul etmeyince 6 saat boyunca işkence edildiğini bildirdi”ği... Üste’ye darp raporu verilmediği, Polisin Üste ailesinin evine baskın düzenleyerek baba ve anneyi darp etti”ği, “anne Üste’nin, kötü muamele sonucunda hastaneye kaldırıldı”ğı; Baba Üste’ye de silah gösteren polislerin, ‘Yiğit’in hakkı budur’ diye ölümle tehdit etti”ği[9]... unutulmamalı, kanıksanmamalı!
Örneğin, Bahçelievler’de polisin kimlik kontrolü yapmak için durdurduğu araçta bulunan şoför Ebubekir Demir ve yanında bulunan Ferhat Atılğan ile polisler arasında yaşanan tartışmanın ardından Demir ve Atılğan’ın polis tarafından öldüresiye dövüldüğü, Polis tutanağında Demir’in abisinin karakola gelerek polis arabasını tekmelediği ve “Tayyip’in p.. polisleri” diyerek hakaret ettiğinin öne sürüldüğü, Bakırköy 1. Sulh Ceza Hâkimliği’nin işkence izlerine rağmen polisler hakkında herhangi bir işlem yapmadığı[10]… unutulmamalı, kanıksanmamalı!
Hele ki “Türkiye’de gözaltında işkence yapıldığı iddialarının Birleşmiş Milletler’in gündemine girdi”ği, “BM İşkence Özel Raportörü Nils Melzer’in, Türkiye’de işkence iddialarının arttığını, gözaltında kaba dayak, elektrik şoku ve cinsel saldırı gibi işkence yöntemlerinin uygulandığını söyledi”ği[11] koşullarda, bunlar asla unutulmamalı, kanıksanmamalı!
Hukukun berhava edildiği şu “Tek Adam Rejimi” günlerinde, adaleti bir gün yeniden tesis edebilmek için, kimsenin “devlet gücü”nü temellük edip, hiçbir “âlî menfaat” adına gencecik insanları, çocukları, ihtiyarları, iktidarını sürdürebilmek adına katlet(tir)memesi, işkence etmemesi, özgürlüğünden yoksun bırakmaması için bellek, çok önemli…
O belleği her daim diri tutmamız, ölülerimize, işkence görmüşlerimize sahip çıkmamız gerek…
20 Mayıs 2021 11:28, İstanbul.
sibel Özbudun& Temel Demirer
N O T L A R
[*] Kaldıraç, No:239, Haziran 2021…
[1] Eduardo Galeano, Ve Günler Yürümeye Başladı, çev: Süleyman Doğru-Savaş Çekiç, Sel Yay., 2017, s.157.
[2] Baran Tursun Vakfı, Kolluk Güçlerinin Orantısız Güç Kullanımı Sonucunda Yaşam Hakkı İhlâlleri Raporu: Ölmek Zorunda Değildiler, İzmir 2021.
[3] “İstanbul Emniyeti, yurttaşa işkence yapıp öldüren ve müebbet hapis cezası alan 4 polise zamanaşımı nedeniyle disiplin cezası verilemeyeceğini savundu. Murat Konuş adlı yurttaşa işkence yaparak ölümüne sebep olan ve müebbet hapis cezasına çarptırılmalarına rağmen tutuklanmayan 4 polisin görevden alınması için Konuş ailesinin avukatı İçişleri Bakanlığı’na ve CİMER başvurdu. CİMER’e yapılan başvuruya cevap veren İstanbul Emniyeti, 4 polis hakkında 2011 yılında bir disiplin soruşturması yürütüldüğünü ve “Ceza tayinine yer olmadığı” kararı verildiğini belirtti. Yeni bir disiplin soruşturması için ise olayın yaşandığı tarihin üzerinden 2 yıldan fazla zaman geçtiğini belirten emniyet müdürlüğü zamanaşımı nedeniyle polislere disiplin cezası verilemeyeceğini savundu.” (Seyhan Avşar, “İşkenceye Disiplin Cezası Bile Yok”, Cumhuriyet, 28 Aralık 2019, s.13.)
[4] Çağrı Sarı, “2019 Yılında, Bin 474 Kişi İşkence Başvurusu Yaptı”, Evrensel, 20 Ocak 2020, s.3.
[5] Seyhan Avşar, “Öldüresiye İşkence”, Cumhuriyet, 8 Eylül 2019, s.9.
[6] Alican Uludağ, “Erdoğan’ın Korumalarından Avukata Düğün Dayağı”, Cumhuriyet, 16 Nisan 2019, s.3.
[7] Mahmut Oral, “Emniyet, İşkence Var Diyen Baroyu Şikâyet Etti”, Cumhuriyet, 21 Şubat 2019, s.11.
[8] “Polis İşkencesi Sırasında Kamera Kayıt Dışıymış!”, Yeni Yaşam, 26 Şubat 2020, s.5.
[9] Hakan Dirik, “İzmir’de ‘Ajan Ol’ İşkencesi”, Cumhuriyet, 18 Ekim 2018, s.6.
[10] Seyhan Avşar, “Polisten Kimlik Kontrolü Sonrası Bayıltan Dayak”, Cumhuriyet, 23 Ağustos 2018, s.11.
[11] “BM: Türkiye’de İşkence Artıyor”, Cumhuriyet, 1 Mart 2018, s.9.
Sibel Özbudun
1956 yılında,İstanbul'da doğdu. Üsküdar Amerikan Kız Lisesi'nden mezun olduktan sonra, Fransa'ya giderek, üç yıl süresince Fransa'da dil ve Paris VII ve Paris X Üniversitelerinde sosyoloji öğrenimi gördü. Türkiye'ye döndükten sonra,İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Antropoloji Bölümü'ne girdi. Mezun oldu. Uzun süre yayıncılık (Havass ve Süreç Yayınları) ve çevirmenlik yapan Özbudun;
1993 yılında, Hacettepe Üniversitesi Antropoloji Bölümü'nde yüksek lisans eğitimi görmeye başladı. 1995 yılında,aynı bölümde araştırma görevlisi oldu. Doktorasınıda aynı üniversitede verdi. İngilizce, Fransızca ve İspanyolca bilen Özbudun'un çok sayıda çevirive telif eseri bulunmaktadır.
Son Haberler
Sayfalar
Fransa’da El Freni Çekildi! İşe Yarar Mı?
Avrupa Birliği üyesi 27 ülkede 720 sandalyeli Avrupa Parlamentosu (AP) seçimleri, 6-9 Haziran tarihleri arasında yapıldı. Almanya, İtalya ve Fransa’da aşırı sağ olarak tanımlanan faşist hareket ciddi anlamda sandalye sayısına ulaştı. Böylelikle merkez sağla birlikte faşist hareket AP’deki en büyük grup olarak yerini korudu.
Seçimlerin yankısı ve sonuçları ciddi anlamda tartışmaları doğurdu. AP’ye Almanya’dan sonra sağcılar adına en fazla vekil gönderen Fransa, tartışmaların girdabından çıkıp erken seçim hamlesi ile sarsıntıyı giderme yoluna gitti.
Mevcut koşullarda devrimci siyasal mücadelenin öne çıkan toplumsal dinamikleri (3)
Devrimci siyasal mücadelenin genel olarak nesnel zemini, sosyal devrimleri de olanaklı kılan nesnel zemin ile, aslında ortak paydalara sahiptir. Emperyalist- kapitalist barbarlığın hüküm sürdüğü ve kendisinin doğrudan var ettiği her bir antagonist çelişme ve sorunların giderek daha bir keskinleşerek; ulusların, halkların ve doğanın yaşamını kâbusa çevirip, geleceklerini ciddi şekilde riske soktuğu şu süreçte, gerek özel olarak Türkiye ve K.
Mevcut koşullarda devrimci siyasal mücadelenin öne çıkan toplumsal dinamikleri (2)
Somut özgülün realitesi içerisinde devrimci siyasal mücadelenin etkili ve sonuç alıcı kazanımlara dönüşerek yürütülebilmesi için gerekli olan bir diğer öncelikli koşul ise; elbette ki bu mücadelenin, küresel ve yerel zeminde, toplum gündemini doğrudan ilgilendiren ve de ilgilendirecek olan sorunlar üzerinden ele alınarak yürütülmesidir.
Halkların İhanetçilerden Çektiği (Nubar Ozanyan)
Zulmün gölgesinde yaşam bulmaya çalışırken karanlığın sadece gece gelmediği, güneşin altında da gelip halkları bulduğu katliamlar birçok halkı nefessiz bırakmaya çalışmıştır. 1915 Ermeni Soykırımı boyunca başta Asuri, Süryani, Pontus halkı olmak üzere Êzîdî ve Kürt halkı da büyük trajediler yaşamıştır. Bugün Türk faşizmi eliyle Başûr Kurdistan’ında gerçekleşen işgal ve ilhak saldırılarında Kürt halkıyla birlikte Asuri-Süryani halkı da tanımsız acılar yaşamaktadır.
Türkiye’de Ermeni bir devrimci militan: Haldun Karyol (MEHMET GÜNEŞ)
Haldun Karyol, asıl adıyla Harutyan Karyolacıyan, kadim dostum, 8 Temmuz günü aramızdan ayrıldı. Haldun bir Ermeni’ydi ama her şeyden önemlisi Türkiye’de yetişmiş, ender görülebilecek, kendine has eylemci bir devrimci militandı. Onu ender ve ebedi kılan hikayesini bilmek ve öğrenmek, bugün Türkiye’de devrim mücadelesine baş koymuş her militanın hakkı. O yüzden, Haldun’u yakından tanıyan biri olarak, onu anlatmayı devrimci bir görev olarak üstleniyorum.
Mevcut koşullarda devrimci siyasal mücadelenin öne çıkan toplumsal dinamikleri (1)
Nasıl ki genel siyasal mücadele ve siyaset ediş tarzı, küresel ve yerel bazdaki ekonomik, politik, eğitsel, askeri, kültür-sanatsal, çevresel-iklimsel, ezen-ezilen cins, inanç ve etnik sorunlar yekûnu olan toplumsal dinamikler zemini üzerinden kendisini var edip sürdürüyorsa; birebir aynı şekilde, devrimci siyasal mücadele ve siyaset ediş tarzı da aynı küresel ve yerel toplumsal dinamikler üzerinden kendisini var edip sürdürmesi gerekiyor. Normal ve de olması gerekendir bu.
Küçük bir damla ile fırtınayı başlatanlar (Nubar Ozanyan)
Aradan 12 yıl geçti. Etki gücü Ortadoğu’ya yayılan 12 yaşında genç bir devrim yaşıyor adına Rojava denilen topraklarda. Derin yoksulluk, bitmeyen zulümle terbiye edilip cehenneme çevrilen Ortadoğu’da Rojava, bir özgürlük adası gibi duruyor.
Türk Faşizmi EURO 2024’te Sahaya İndi
İki yılda bir Avrupa Futbol Federasyonları Birliği (UEFA) tarafından organize edilen Avrupa Futbol Şampiyonası, bu yıl EURO 2024 olarak Almanya’da düzenlendi.
Kapitalist Toplumsal Bir Kırılma ve Yeniden Tarihi Yeni Bir Toplumsal Süreç
Kapitalist emperyalist sistem, önceki bunalım ve çelişmelerinden farklı olarak,, kendisinin taşıyamayacağı ve çözemeyeceği sistem içi yapısal ekonomik ve siyasal çelişmeler ile karşı karşıya kaldığı bir sürecin içine girmiştir. Bir taraftan yeni emperyalist ülkelerin ortaya çıkışıyla (ki, bu; kapitalizmin ala bildiğine gelişmesi, genişlemesi, üretimin ve sermayenin alabildiğine temerküzü ve de mülksüzleştirenlerin mülksüzleştirilmesi sürecinin de ilerlediği anlamına gelir) kendini yeniden üretemez olan bir sürecin içine girmiştir.
Bunların neler olduğunu kısa olarak açalım:
Prof. Dr. Korkut Boratav CHP’den Sermaye Sınıfıyla Hesaplaşmasını İstiyor...
Marksist iktisat Profesörü Korkut Boratav, gazeteci İrfan Aktan’a verdiği mülakatta, sürece ilişkin gerçekten de çok değerli ve devrimci sol-sosyalist ve komünist politik öznelerce dikkate alınması gereken çok önemli siyasi ve iktisadi analizler yapıyor, saptamalarda bulunuyor.
Örneğin kendisine sorulan şu soruya verdiği yanıtta olduğu gibi:
“Yoksulların, alt sınıfların bu kadar derin bir kriz yaşadığı dönemde nasıl oluyor da ideolojik hegemonyayı yine de iktidar sağlayabiliyor ve buna karşı güçlü bir sol alternatif çıkmıyor?” (abç)
Yağma ve Talan Cumhuriyeti (Analiz)
Geçtiğimiz haftalarda Kayseri’deki pogrom girişimiyle başlayan ırkçı ve mülteci düşmanı saldırılar Antalya, Antep, Urfa, Hatay, Bursa, İstanbul gibi şehirlerde de kendisini göstererek göçmenlere ait işyerlerinin ve malların yağmalanmasına, yakılmasına ve çok sayıda göçmenin yaralanmasına, hatta Antalya’da göçmen bir gencin öldürülmesine neden olmuştur.
Bir çeşit günah keçisine dönüştürülen göçmenlere karşı yükselen bu dalga görünen o ki daha çok olaya ve şiddete gebe bir yerdedir.
Comment form