Pazartesi Aralık 2, 2024

“Wernicke Korsakofflular"!! Kim onlar :Ganime Gülmez

“Wernicke Korsakofflular ve Eski Mahpuslar 4. Yaz Kampı’nda Bir Araya Geliyor” başlıklı haberi okuyunca, içimde yine küçücük kır çiçekleri filizlendi.

Bir küçük çocuğun yaz sıcağında dondurma almak isterken, iradesine hükmedemeyip ; “ben de istiyorum” diye çırpınması gibi, ayaklarımı yerlere vurup, “ben de istiyorum” diyerek dalga geçtim kendimle. Kıskançlığımdan, haberi açıp açıp bakmama rağmen okumayı başaramadım. Buluşacak olanları dehşet  kıskandım!

Bu Ağustos akşamında, hele de dün sabahlayıp, hapishaneye mektup yazmanın güzel ağırlığını atmayı başardıktan sonra; yağmur altında yürüyüp-güzel bir ıslanıp kendime gelip, dönüp tarihe cumburlop atlama cesaretimi topladım. Su damlaları, esen rüzgar…beni doğayla buluşturdu; içimde filizlenen kır çiçekleri henüz solmadı! Onlar solup, yenileri filizlenene kadar beklemeyip, hemen oturup yazmak istedim….

Tıpkı geçen yıl ki 2013 Yaz Kampı’nı; Avrupa Sürgünleri sayfasında tesadüfen “Film-Videolar” bölümünde bulup izlediğim gibi yaptım. Kutsiye Bozoklar’ın kitabını açıp; yürüyememenin ne demek olduğunu bilmediğim, ya da “engel” ne demek bilmediğim zamanlarda okuyup-es geçtiğim satırları buldum yine. Onun tekerlekli sandalyede yaşamak zorunda oluşunun ne demek olduğunu anlamadığımıza bir kez daha hayıflandım; “ Bu zor Ağustos gecesinde, yazı yazmak istemiyor canım. Tüm kelepçelerime inat DİZ VURUP ZEYBEK OYNAMAK İSTEMEKTEYİM…Bu gece olduğum safta ve de “bizim” tarafta olmanın sevinciyle doluyum ben. Bu gece YÜREĞİM ZEYBEK OYNAMAKTA SEVDİKLERİMLE. Ve aydınlık bir demet yolluyorum, insanlık onurunu ayakta tutanlara yüreğimin tüm güllerinden”. Ya da; “KULLANABİLDİĞİM sol elimi sedyeden uzatıp yağmura dokundum. Yaşama sevinci doluyordu düşen damlalarla sanki avucuma. Yağmura gülümsedim…”. Ya da; “Geceye bakıyorum. Ay ışığı düşüyor ellerime. Gümüşten bir yol düşlüyorum. YÜRÜYÜP gitsem üstünden, nerelere götürür ki beni?”.

Sonra, Yaz Kampı! Seza, Memik, Ümit Efe, Eyüphan, Fehmi, Analar…son gördüğüm hallerine göre yaşa yaş katmış olsalarda; Çav Bella’yı söylerkenki yüz ifadelerinin aynılığı! Nice yol, zindan, ayrılık, tarihsel yolculukların ardından; nice gidenlerin ardından kalanlar olarak söylenen türkülerin güzelliğine güzellik katılıyor yüreğimde.

Muzo; “vız gelir celladınız, sehpalarınız”, derken hangi tarihleri döküyor bir tanık olarak önümüze..

En yaşlı Analar’a kadar, hepsinin bu türkülerle tek dil-tek yürek konuştuğunu izliyorum. Ne artakalıyor ki yaşamdan, bu güzel-gerçek anlardan başka? Yüreğim sevgiden-özlemden dışarıya fırlayacakmış gibi oluyor. Bu duygulara özlemle, yine dondurma isteyen bir çocuğun çaresizliğindeymişçesine hem hüngür hüngür ağlıyorum, hem de “mutluluk bu işte” diye gülümsüyorum.

Duvara tutunup yürüyen, halay çekerken iki taraflı destek alan(14 yıl sonra ilk kez iki ay önce, halay çekenleri dağıtmadan halay çekebilebilen bir gazi olarak), suya girdiğinde tam hareket edemeyen gazileri izlerken; tüm hücrelerimde, bedenimde-bilincimde atıyor onlar. “Bu dostluğumuz hep kalsın, hepberaber ama..” diyen gaziyi dinlerken, “biz sadece o tarihin özneleri değildik, taşıyıcılarıyız..” diyen gazinin, konuşma engelinden dolayı tam devam edememesinin ne demek olduğunu direk bilmekle dinlerken; yine yaz şimdi dedim kendi kendime.

TİHV(Türkiye İnsan Hakları Vakfı), “Wernicke Korsakoff Sendromu” Almanya’ya ait bir keşif olmasına rağmen; bunun Türkiye’de literatüre geçmesi için çok çok ciddi mücadeleler verdi. Almanya’daki teorik yazılı arşivlere vakıf olan doktorlar, bunun Türkiye’deki Açlık Grevleri’yle görünen versiyonlarını döküme etmek için çok emek verdi, bizlerle paylaşmak için de ellerinden geleni yaptı. Onların tarihe yaptıkları bu katkıya, bir kez daha yürekten teşekkür etmeden geçemeyeceğim!

Tarihler aktı-geçti! Körlere; “görme engelli”, tekerlekli sandalyede yaşamını sürdürenlere sakat değil; “yürüme engelli”, …gibi evrensel birsürü kavramın geliştirildiği nice tarihlere de tanıklık edildi!

Kim bu “Wernicke Korsakofflular” dendiğinde karşımıza; “unutkanlık var mı unutkanlık” sorularıyla karşılaşılan bir hasta muamelesi yıllar boyunca beliriverdi. Çevremizde bu isim, böyle bir kavramla bütünleşti. Bu soru nice zamanlar, ciddi hafıza kaybı ve unutkanlığı olanları; sorudan kaçınabilmek için kan ter içinde bırakır hale geldi. Tarihin hangi parçalarına tanık olunduğuna ve sonrasında tıbbi olarak nelerle yüzyüze kalındığına YABANCILAŞILDI. Çünkü bunların özneleri tarafından topluca süzülmesine-adım adım aktarılmasına imkan olmadı, İMKAN SUNULAMADI!

Her yıl bir 19 Aralık Anması’nı bekleyip, o anda; “Unutmadık, Unutturmayacağız!” diyoruz. Avrupa’da bulunan onlarca Ölüm Orucu Gazisi’ni; “Wernicke Korsakofflu”mu, değil mi acaba diye bir süzüyoruz. Onların tüm geçmişlerine-yani tarihe ve tıbbi gerçekliklerine günden güne YABANCILAŞIYORUZ!

Biliyoruz ki, bugüne-bugünden başlayıp kurtaramazsak; yarını kurtarmamız imkansız hale gelir. Bu yabancılaşmaya dur dememiz gerekiyor. Çünkü Ölüm Orucu Gazileri’nin yabancılaşmaları mümkün olmayan bir tarihsel süreç; beyinlerinin sağlam kalan her hücresinde-bedenlerinin her hareket edişinde ömür boyu sürmeye mahkum(bu konuda tıbbi-bilimsel sayfalarca yazı yazabilirim….).

Kısaca, Sürgünler Meclisi çalışma alanlarından bir tanesi, hem de çok önemlilerinden bir tanesi olarak, “Wernicke Korsakofflular” sıcak bir atmosferde biraraya getirilip; en azından, sadece bu tıbbi tanıyla tanımlandığımızda neler düşündüğümüzü, bunun nasıl olması gerektiğini, neler yapabileceğimizi süzebiliriz-süzmek zorundayız. Ardından tıpkı Türkiye’deki gibi, hem de burada daha fazla olanak içende yaşarken; bu gaziler sadece devletin sunduğu-sunmadığı çözümler içinde BOĞULMAYA TERKEDİLMİŞLİKTEN döndürülebilinir. Onların “kendi mayalarına” uygun üretime seferber olabilmelerine, üretmekle tekrar hayata dönebilmelerine; TARİHE HAYAT VEREBİLMELERİNE su taşınabilir…

Bunların tarihsel bir zorunluluk olduğuna inanıyor muyuz? Vaktimizi-emeğimizi biraz da olsa buna yoğunlaştırmamız gerektiğine inanıyor muyuz? Ben her “2013 Yaz Kampı” görüntülerine, küçücük ama pırlanta kadar değerli bu örneğe baktığımda, yürekten inanıyorum buna; hem de bu tarihsel zorunluluğu yerine getirme isteğinin heyecanıyla, yüreğim dışarıya fırlarcasına!

“Sahiplenecek bir geçmişimiz ve hayal edilecek bir geleceğimiz olduğunu bilmek, umutlu bir sevinçtir. Yolumuz umutlu sevinçlerden, güvenle örülmüş sevgilerden, kolektif kavgalardan geçiyor”.-Kutsiye Bozoklar, “Güven” başlıklı yazısından-

23 Ağustos 2014

91097

Fransa’da El Freni Çekildi! İşe Yarar Mı?

Avrupa Birliği üyesi 27 ülkede 720 sandalyeli Avrupa Parlamentosu (AP) seçimleri, 6-9 Haziran tarihleri arasında yapıldı. Almanya, İtalya ve Fransa’da aşırı sağ olarak tanımlanan faşist hareket ciddi anlamda sandalye sayısına ulaştı. Böylelikle merkez sağla birlikte faşist hareket AP’deki en büyük grup olarak yerini korudu.

Seçimlerin yankısı ve sonuçları ciddi anlamda tartışmaları doğurdu. AP’ye Almanya’dan sonra sağcılar adına en fazla vekil gönderen Fransa, tartışmaların girdabından çıkıp erken seçim hamlesi ile sarsıntıyı giderme yoluna gitti.

Mevcut koşullarda devrimci siyasal mücadelenin öne çıkan toplumsal dinamikleri (3)

Devrimci siyasal mücadelenin genel olarak nesnel zemini, sosyal devrimleri de olanaklı kılan nesnel zemin ile, aslında ortak paydalara sahiptir. Emperyalist- kapitalist barbarlığın hüküm sürdüğü ve kendisinin doğrudan var ettiği her bir antagonist çelişme ve sorunların giderek daha bir keskinleşerek; ulusların, halkların ve doğanın yaşamını kâbusa çevirip, geleceklerini ciddi şekilde riske soktuğu şu süreçte, gerek özel olarak Türkiye ve K.

Mevcut koşullarda devrimci siyasal mücadelenin öne çıkan toplumsal dinamikleri (2)

Somut özgülün realitesi içerisinde devrimci siyasal mücadelenin etkili ve sonuç alıcı kazanımlara dönüşerek yürütülebilmesi için gerekli olan bir diğer öncelikli koşul ise; elbette ki bu mücadelenin, küresel ve yerel zeminde, toplum gündemini doğrudan ilgilendiren ve de ilgilendirecek olan sorunlar üzerinden ele alınarak yürütülmesidir.

Halkların İhanetçilerden Çektiği (Nubar Ozanyan)

Zulmün gölgesinde yaşam bulmaya çalışırken karanlığın sadece gece gelmediği, güneşin altında da gelip halkları bulduğu katliamlar birçok halkı nefessiz bırakmaya çalışmıştır. 1915 Ermeni Soykırımı boyunca başta Asuri, Süryani, Pontus halkı olmak üzere Êzîdî ve Kürt halkı da büyük trajediler yaşamıştır. Bugün Türk faşizmi eliyle Başûr Kurdistan’ında gerçekleşen işgal ve ilhak saldırılarında Kürt halkıyla birlikte Asuri-Süryani halkı da tanımsız acılar yaşamaktadır.

Türkiye’de Ermeni bir devrimci militan: Haldun Karyol (MEHMET GÜNEŞ)

Haldun Karyol, asıl adıyla Harutyan Karyolacıyan, kadim dostum, 8 Temmuz günü aramızdan ayrıldı. Haldun bir Ermeni’ydi ama her şeyden önemlisi Türkiye’de yetişmiş, ender görülebilecek, kendine has eylemci bir devrimci militandı. Onu ender ve ebedi kılan hikayesini bilmek ve öğrenmek, bugün Türkiye’de devrim mücadelesine baş koymuş her militanın hakkı. O yüzden, Haldun’u yakından tanıyan biri olarak, onu anlatmayı devrimci bir görev olarak üstleniyorum.

Mevcut koşullarda devrimci siyasal mücadelenin öne çıkan toplumsal dinamikleri (1)

Nasıl ki genel siyasal mücadele ve siyaset ediş tarzı, küresel ve yerel bazdaki ekonomik, politik, eğitsel, askeri, kültür-sanatsal, çevresel-iklimsel, ezen-ezilen cins, inanç ve etnik sorunlar yekûnu olan toplumsal dinamikler zemini üzerinden kendisini var edip sürdürüyorsa; birebir aynı şekilde, devrimci siyasal mücadele ve siyaset ediş tarzı da aynı küresel ve yerel toplumsal dinamikler üzerinden kendisini var edip sürdürmesi gerekiyor. Normal ve de olması gerekendir bu.

Küçük bir damla ile fırtınayı başlatanlar (Nubar Ozanyan)

Aradan 12 yıl geçti. Etki gücü Ortadoğu’ya yayılan 12 yaşında genç bir devrim yaşıyor adına Rojava denilen topraklarda. Derin yoksulluk, bitmeyen zulümle terbiye edilip cehenneme çevrilen Ortadoğu’da Rojava, bir özgürlük adası gibi duruyor.

Türk Faşizmi EURO 2024’te Sahaya İndi

İki yılda bir Avrupa Futbol Federasyonları Birliği (UEFA) tarafından organize edilen Avrupa Futbol Şampiyonası, bu yıl EURO 2024 olarak Almanya’da düzenlendi.

Kapitalist Toplumsal Bir Kırılma ve Yeniden Tarihi Yeni Bir Toplumsal Süreç

Kapitalist emperyalist sistem, önceki bunalım ve çelişmelerinden farklı olarak,, kendisinin taşıyamayacağı ve çözemeyeceği sistem içi   yapısal ekonomik ve siyasal çelişmeler ile karşı karşıya kaldığı bir sürecin içine girmiştir. Bir taraftan yeni emperyalist ülkelerin ortaya çıkışıyla (ki, bu; kapitalizmin ala bildiğine gelişmesi, genişlemesi, üretimin ve sermayenin alabildiğine temerküzü ve de mülksüzleştirenlerin mülksüzleştirilmesi sürecinin de ilerlediği anlamına gelir) kendini yeniden üretemez olan bir sürecin içine girmiştir.

Bunların neler olduğunu kısa olarak açalım:

Prof. Dr. Korkut Boratav CHP’den Sermaye Sınıfıyla Hesaplaşmasını İstiyor...

Marksist iktisat Profesörü Korkut Boratav, gazeteci İrfan Aktan’a verdiği mülakatta, sürece ilişkin gerçekten de çok değerli ve devrimci sol-sosyalist ve komünist politik öznelerce dikkate alınması gereken çok önemli siyasi ve iktisadi analizler yapıyor, saptamalarda bulunuyor. 

Örneğin kendisine sorulan şu soruya verdiği yanıtta olduğu gibi:

Yoksulların, alt sınıfların bu kadar derin bir kriz yaşadığı dönemde nasıl oluyor da ideolojik hegemonyayı yine de iktidar sağlayabiliyor ve buna karşı güçlü bir sol alternatif çıkmıyor?” (abç)

Yağma ve Talan Cumhuriyeti (Analiz)

Geçtiğimiz haftalarda Kayseri’deki pogrom girişimiyle başlayan ırkçı ve mülteci düşmanı saldırılar Antalya, Antep, Urfa, Hatay, Bursa, İstanbul gibi şehirlerde de kendisini göstererek göçmenlere ait işyerlerinin ve malların yağmalanmasına, yakılmasına ve çok sayıda göçmenin yaralanmasına, hatta Antalya’da göçmen bir gencin öldürülmesine neden olmuştur.

Bir çeşit günah keçisine dönüştürülen göçmenlere karşı yükselen bu dalga görünen o ki daha çok olaya ve şiddete gebe bir yerdedir.

Sayfalar