Pazar Nisan 28, 2024

Anomali! [1] – H. Gürer

 M.Ö filozoflarından Aristo’nun geliştirdiği klasik mantık, doğru ya da yanlış sonuçlar doğuran siyah-beyaz meselelere odaklanır. Oysa gerçek hayattaysa, kafa patlattığımız şeylerin çoğu grinin tonlarını taşır! Bu yüzden Aristo’nun M.Ö geliştirdiği klasik mantık ile günümüz gelişmelerine bakmaya kalkarsak yanılırız. Neden? Çünkü siyah ile beyaz renklerinin ara tonlarını gör(e)meyiz. Hiç bir şey siyah-beyaz kadar kesin ve net değildir. Hele siyasette, asla! Üzülerek belirtmeliyiz ki, Türkiye Devrimci Hareketi, Diyalektik mantık ile yaşamı/olguları ve gelişmeleri tez, anti-tez, sentezdenkleminde formüle etmek yerine, “Aristo mantığı” ile ele alıp değerlendirmektedir. Bugün bunun tipik örneklerinden birini de TDH içinde kimi grupların anayasa ve başkanlık sistemi referandumunu “BOYKOT” söylemi ile ele alışında görmek mümkün.

Strateji ve taktik ustası Lenin’in “Nisan Tezleri” Bolşevik siyasi hattını belirleyen ve Ekim Devriminin gerçekleşmesini, Leninizm’in temellerinin atılmasını sağlayan öneme sahiptir. Lenin bu yapıtında özellikle taktiğe sıklıkla değinir ve “Taktiğin” önemine vurgu yapar. “yığınların pratik gereksinmelerini göz önünde bulundurarak” taktik belirlemekten bahseder, sonra “Demokratik Devrimde Sosyal-Demokrasinin İki Taktiği” adli yapıtında ise genişçe acar taktiği. Tabi ben Türkiyeli devrimcilerin sıklıkla yaptığı gibi, 100 yıl önce yazılan bu doğrulara takılıp uzunca alıntılar yaparak içinden kaybolmaktan yana değilim. Çünkü günün özgün ve nesnel gerçeklerini bilimsel kurallara bağlı kalarak “aslına en uygun ve nesnel olarak doğrulanabilir” şekilde ifade etmek zorunludur!..

Medyanın algı yönlendirme çabaları

Hatırlanacağı üzere, referandum tartışmaları başladığından bu yana medya el-ele vererek “HDP boykot mu edecek?” türünden haberler yaymaya başlamıştı. Aslında “EVET”çi kesimin arzularını ifade eden bu durum, bir tesadüf olmadığı gibi, sıradan asparagas bir haber de değildi. Bilinçli bir algı yönlendirme çabasıydı. Referandumu “ya HDP boykot ederse halimiz nice olur!” diyerek gerçekçi olmayan bir “panik hali” blöfü yaparak, sanki HDP seçmeni sandığa gitmeyince anayasa ve başkanlık sistemi/referandum geçerli olmayacakmış gibi tersten bir algı yaratıp HDP yönetici ve kitlelerini etkileme uğraşı güdüldü. “HAYIR” cephesinde buluşacak güçleri “Panikliyorlar o halde ‘BOYKOT’ tavrında bir keramet var” algısına sürükleme derdindeydiler. Algı operasyonları önemli bir kitle üzerinde etkili ol(a)madı. Ancak devrimci hareket kendi içinde “ben daha solcuyum, daha devrimciyim” çekişmesini sürdürerek kimileri birbirlerine karşı “daha sol” ve “daha radikal” öldüğünü ispatlamak/taban bulmak için “BOYKOT” tutumu içine girmiş bulunuyor. Bu yazıda “EVET” cephesinden çok, hala ikna edilebileceğine inandığım “BOYKOT” cephesinin üzerinde durmayı doğru görüyorum. Bu iknanın ise sadece doğru fikirlerle, anlatmalarla olmayacağını; kitlelerin bizzat eylem içinde kendilerini değiştirebileceklerini, bunu hızla ve kitlesel olarak yapabileceklerini, aynı zamanda toplumsal güçler, onların çıkarları ve konumlanışlarının belirleyeceğini de biliyoruz. Bu devinime en yakınımızdaki ile başlanmalıdır! Çünkü politik olarak en yakınınızdakini dönüştürmek, biraz uzağınızdakini kazanmak, en uzağınızdakini ise kendinize yakınlaştırmak durumundasınız. Bunu başka türlü de okuyabiliriz. Geri olanı kazanmak, kazanılmışı ise daha ileriye taşımak, karşıtın olanı ise tarafsızlaştırmak politik bir görev ve sorumluluktur.

Ancak, “BOYKOT” cephesi içerisinde yer alan bir kesimi ayırmak gerekiyor. Bu kesim ne yazık ki siyaset değil ‘futbol taraftarlığı’ yapan anlayışı temsil ediyor. Keza bu ‘taraftar’ anlayışı bilimin yaşayan ruhunu toprağa gömen, “bizim öğretimiz bir dogma değil, bir eylem kılavuzudur” diyen Marks ve Engelsin ve keza Lenin’in “Biz, Marks’in teorisini tamamlanmışve dokunulmaz bir şey olarak görmüyoruz; tersine biz onun, eğer yaşama ayak uydurmak istiyorlarsa, sosyalistlerin her doğrultuda geliştirmek zorunda oldukları bilimin sadece bir temel taşını koyduğuna inanıyoruz.”[2] açık ifadelerine karşın bilinçli olarak bir dogmaya dönüştürme çabası içerisinde olduğunu söylemek gerekidir.

Olasılık Kuramı ve referandumda “Olası” bir sonuç!..

Bu kuramı basitleştirerek, sade ve yalın bir şekilde ifade etmek gerekirse; loto oynayarak herkesin zengin olmadığını biliriz. Ancak loto oynamak yüz-milyonda bir ihtimalde olsa oynayan kişiye bir “olasılık” ve “ihtimal” değeri matematiksel olarak verir. Oynamamak ise bu “olasılık” ve “ihtimal”ı de yok etmek anlamına gelir.

Bunu “referandum”a uyarlayacak olursak, “HAYIR” demek iki olasılıktan biridir. Yani “EVET”in karşısında onu durduracak nesnel ve somut bir ifadedir.  Ancak ”BOYKOT” işe, nesnel durumda seksen-milyonda bir “olasılık” ve “ihtimal” olanağı verir. Neden? Çünkü 80 milyonluk bir ülke nüfusunun seçmen kitlesi içerisinde senin nesnel olarak örgütlü gücünle, kitlelerin senin politikalarını kabul görüp, politik kararlarını dinlemesi ve sana güvenmesi ile alakalıdır! 80 milyonun içinde 80 bin insan içinde dahi örgütlü bir gücün yokken, 80 bin insan dahi senin politikanı doğru bulmuyorken, 80 bin insan dahi seni dinlemeyecekken “BOYKOT”un değiştireceği şey nedir? Ne olabilir? Diyelim ki tam tersi, 80 bin kişiyi düşünsel olarak etkiliyor ve “BOYKOT” yaptırıyorsun, 80 milyon karşısında 80 bin kişilik tavrın neyi değiştirebilir?

İşi daha da uçlaştıralım: Diyelim ki, devrimci hareketin hepsi seninle aynı düşünüyor. İrili ufaklı 15 tane hareketin her biri senin gibi 80 bin kişiyi etkiliyor. 15X80=1 milyon 200 bin insan yapar. Yine bir şey değiştirmen mümkün değil. Kaldı ki devrimci hareketin böyle bir gücünün olmadığını, aynı düşünceyi ise savunmadığını pekâlâ iyi biliyoruz! Bu durumda ister devrimci realite açısından bakalım, ister nesnellik, ister “somut durumun somut tahlili” acısından, isterse olasılık kuramı çerçevesinden bakalım. Her halukârda “BOYKOT”un etkili bir pratik sonucu ol(a)mayacaktır.

“BOYKOT” nesnel durumda sol görünümlü sağ bir politikadır.

Sol içindeki dinamikleri gizli ve sinsice “EVET” cephesine kaydırmaktır!

“BOYKOT” tutumu bugün mevcut nesnel durumda ‘somut durumun somut tahlili’ni yapma vizyonunu taşıyan, bilimsel düşünüş yetkinliğine sahip kimselerin tutumu olamaz! Çünkü bugün BOYKOT=EVET niteliğindedir! “BOYKOT” demek “olasılık” değerini tümünden ortadan kaldırmak (80 milyonda 1’e düşürmek) olacaktır. Neden? Çünkü, cevapların sıfır (olasılık dışı) ile bir (kesinlik) arasında olması, dünyamız hakkındaki çok daha gerçekçi bir bakış açısı ve çevremizdeki hayatı anlamanın çok daha güçlü bir yolunu veriyor bize… Yani “olasılık kuramı” çerçevesinden bakıldığında, 80 milyonda 1 olasılığa sahip olacaksın! Bu kadar açık bir durum yel değirmenlerine karşı kılıç sallamaktan başka bir şey değildir! Bugün “BOYKOT”  demek bir tercih olabilir, ancak geleceğe karşı sorumlu bir yaklaşım değildir.

Fakat “HAYIR” yanıtının ‘olasılığı’ 2’de 1’dir. Yani 2 olasılıktan biridir! 80 milyonluk olasılık nerede 2/1 olasılığı nerede? Hangisi daha realistçedir? Şayet “HAYIR” sonucunun pratik bir olasılığı olmasaydı, o zaman, yoğun bir TEŞHİR politika ve pratiği içinde taşıyan güçlü bir “BOYKOT”a gidilebilirdi. Ancak, nesnel durum “BOYKOT”un hiçbir etkisinin dahi olmayacağını gösteriyorken, olasılık değeri son derece yüksek olan “HAYIR”dan yana neden tavır koyulmasın?!

“HAYIR”ın beğenelim veya beğenmeyelim hazır bir kitlesi mevcut. Bunun adı kimilerine göre Kemalist, sosyal demokrat, reformist, ulusalcı, oportünist vs. vs. olabilir. Beğenmediğimiz, düşünsel olarak bizim düşüncelerimize çok uzak olan kimseler ve gruplardan oluşabilir. Bu güçlerin toplamı hem engelleyici bir güce sahiptir, hem de demokrasi denilen şey aynı zamanda bu değil midir? Farklı düşüncelerin, anlayışların, farklı insan renklerinin, farklılıklarını yadsımadan bir arada bulunması, kendini ifade etmesi değil midir?  Kendisine devrimci-demokrat diyen cephe bu farklılıkları hazmedemezken, “EVET” cephesinde buluşan güçlerin hepsi tek tipte düşünen kimseler midir? Tabi ki değildir. Ama “EVET” cephesi bu kimselerin farklılıklarına bakmadan kapsayıcı davranabiliyor. O halde “EVET” cephesinin kapsayıcılığı senin kapsayıcılığından daha önde ve senden daha “demokratik” sayılmaz mı? Burada samimi bir şekilde kendimize çizdiğimiz dünyayı, demokrasi anlayışını gözden geçirmek/sorgulamak gerekiyor!

Geniş kitlelerin çıkarlarını gözeterek, kendi stratejik hedeflerine ulaşmak bu vb. güçlerle objektif olarak taktiksel ittifak yapman kaçınılmaz olabilir. Klasik belki ama Mao-Can Kay Sek ittifakı bunun tipik bir örneğidir. “BOYKOT” diyen güçler arasında “Maoist” olan kesimlerde mevcut. Kusura bakmayın ama siz Mao’dan daha da mı Maoist’siniz?

Maoist teorinin temel taşlarından “temel çelişki-baş çelişki”[3] felsefi uşavurum incelendiğinde bu daha iyi anlaşılacaktır! Haliyle, gerek felsefi, gerek stratejik ve taktiksel, gerekse olasılık kuramı üzerinden, gerek nesnel gerçekliğin ve kitlelerin gerçekliği masaya yatırıldığında, en açık matematiksel ve en akılcıl olasılık değeri ortadadır! Sen gibi düşünmeyen, farklı ideoloji ve akımların etkisinde olan kitlelerin gücüyle gücünü, dağınık elin parmaklarını birleştirip yumruğa dönüştürerek, temel çelişkinin yoğunlaşmış, şiddetlenmiş bir ifadesi olan ‘baş çelişki’ konumunda duran hasmina vurmaktan başka şansın yok. Aksi halde dağınık parmaklar gibi zayıf olur, kolay kırılırsın!..

Bir yere uIasmanın ıIk adımı, olduğumuz yerde kaİmayacağımıza karar vermektir.

Unutulmamalı ki, bu stratejik bir hamle değil, taktik bir hamledir! Stratejik hedeflere ise statik olmayan, kendini sürekli yenileyip üreten esnek ve akıl almaz taktik zenginliklerle varılabilir ancak. Sürekli aynı yöntemlerle muharebenin kazanıldığı nerede görülmüştür? “Savaş siyasetin başka araçlarla yürütülmesi” işe, senin taktiklerin, kitlelerin savaşının ve kullandığı silahların bir ölçütü olacaktır! Bilge Komutan Sun Tzu “Askeri taktikler suyun akışına benzer. (…) Suyun nasıl sabit şekli yoksa savaşta da sabit koşullar yoktur. Taktiklerini düşmana göre değiştirebilmeyi başaran komutan zafere ulaşacaktır.” der. Strateji ve taktiğe ilişkin kavrayış, her şeyden önce belirli bir bütünselliğe sahiptirler, genel bir süreci ve ona bağlı süreçleri ilgilendirirler. “HAYIR” diyerek somut pratik bir cephede girdiğin savaşı taktik olarak kazanmayı hedeflersin. Şüphesiz stratejiye hizmet eder bu. Taktik nesnel koşulları veri alan, ancak öznel/sübjektif alanla, bilinçle, güçle, belirli hedef ve amaçlarla ve bunlara ulaşılmasıyla ilgilidir.

Daha açık ifade edersek strateji, savaşın bütünü ile uğraşırken, taktik muharebelerle uğraşır. Stratejinin alanı geniş, taktiğinkiyse, stratejininkiyle kıyaslandığında, daha dar ve özeldir. Taktik, iktidar mücadelesinin bütününü değil, ama onun tek tek “muharebeleri”ni kazanma siyasetidir. Doğru bir taktik önderlik için zorunlu olan, ayakları havada olmayan, gerçekçi, realist, kendi güçlerini, dost ve müttefik güçlerin ve genel olarak kitlelerin farkında/bilincinde olmak gerekir!

Taktik ve doğru bir taktik önderlik, tamamen hareketin nesnel yönünün, tek tek eylemler ya da mücadele dönemlerinin nesnelliğinin ürünü olarak öne çıkan, kitlelerin etkisini/ihtiyacını en derinden hissettikleri, en acil ve can yakıcı taleplerini dikkate almamazlık edemez. Devrimci bir taktik platform nesnel dayanakları olmayan, keyfi olarak belirlenmiş taleplerin ileri sürülmesi üzerine kurulamaz!

“HAYIR” ama!..

Biz cephesinde “Hayır” demek, ne “demokratik şartların” varlığını iddia etmek ve savunmaktır ne de mevcut sistemin devam etmesine destek vermektir. “HAYIR” demek diğer “HAYIR” diyen güçlerin, siyasi akımların “HAYIR”dan çıkarsadığı sonucu çıkarsayıp “HAYIR” demekte değildir.

“HAYIR” çağrısı yaparken şu noktaları da belirtmeliyiz. Referandumda, “evet” ve “hayır” diyecek her iki tarafında bu cevapları “iktidar mücadelesinin bir aracı olarak” kullandığını, referandumun “egemenler arası bir kayıkçı kavgası” öldüğünü biliyoruz. Gerek Kürtleri, gerek diğer azınlıkları ve toplulukları, emekçileri, demokrasiyi, hukuku vb. ilgilendiren konuların her iki tarafın da umurunda olmadığını da biliyoruz. Ancak bu durum, egemenler arasında ki çelişkilerden kitlelerin yararına politik ve siyasal kazanımlar elde etmenin önüne geçmemelidir.

Sandıktan “HAYIR” çıkması halinde tüm bunlara dair sorunların çözülmeyeceğini, hiçbir şeyin güvence altına alınmayacağını da biliyoruz. Çünkü tüm bunların olabilmesi için, sistemin köklü ve sınıfsal bir devrimle değişime ihtiyacı olduğunu da pekâlâ biliyoruz.

Ancak tüm bunları bilirken, her şeyi devrimden sonraya erteleme tutumu içerisine giremeyiz. Çünkü devrim denilen olgu, bugünden kazanılan küçük-küçük muharebelerin toplamından oluşacaktır!

[1] Sapaklık. Normalden uzaklaşma veya sapma. Denksizlik, kaide dışında olma. Belli bir ölçüye, belli kurala uymama durumu. Hastalık niteliğinde olmamakla birlikte, düzgülüden belirgin durumda sapma gösterme durumu.

[2] V.İ.Ü. Lenin, “Programımız”, 1899

[3] Mao Zedung. “Teori ve Pratik” 

45944

Komünistler Alman Burjuvazisini Yargılıyor (Münih Duruşmaları)

Yıl 4 Ekim-12 Kasım 1852, Köln’de, 11 Komünistler Birliği üyesi yargılanıyor.

Yıl 2015-2016 Münih. TKP/ML (Türkiye Komünist Partisi/Marksist-Leninist) olduğu gerekçesiyle 10 komünistin “yargılanma” amaçlı duruşmaları ve esaretleri devam ediyor.

Birinciler, “vatana ihanet” suçlamasıyla ceza alıyor.

TKP/ML’liler; “Türkiye’de terör örgütü yöneticileri oldukları” gerekçesiyle “yargılanıyor”.

Karar Verin: “Sizin Muhammed Ali’niz Hangisi?”[*]

“Ölüm haberim bir abartıydı.[1]
 
Eski dünya ağırsıklet boks şampiyonunu 3 Haziran’da 74 yaşında kaybettik. Epeydir Parkinson’dan mustaripti. Konuşma dahil pek çok yeteneğini yitirmişti. Eşi Lonnie’nin deyişiyle “İnsanlarla gözleriyle, kalbiyle konuşmaktaydı”...

Ortadoğu ve Türk devletinin cerablus işgali

Ortadoğu zengin petrol kaynaklarının bulunduğu büyük bir pazar olmanın yanında; enerji kaynaklarının geçiş güzergâhı olarak da her zaman emperyalistlerin iştahını kabartmıştır. Bu coğrafyada kurulan kukla devletler, başta İngiltere ve ABD’nin denetiminde Ortadoğu’da emperyalizmin bekçiliğini yapmaktan geri kalmamışlardır. Irak, Tunus, Suriye, İsrail ve İran emperyalist ülkelerin bölgedeki temsilcileri olmuşlardır.

FETÖ yerine RETÖ Darbesi Gerçekleşti-Çetin Çetin

Bugün Türkiye'de gelişmelere baktığımızda Türk hakim sınıflarının iki açmazı ön plana çıkmaktadır. Birincisi OHAL ilan edilerek FETÖ ile mücadele adı altında yürütülen çalışma. Hükümet kendisine muhalif olan kesimleri devlet aygıtından temizleyerek buralara kendi badem bıyıklarını yerleştirme çabaları içerisindedir. 17 Temmuz askeri darbe girişimini önceden haber alan ve buna uygun hazırlıklar yaparak ‘’Bu darbe bize Allah'ın bir lütfudur’’ diyerek bunu kendi çıkarları için bir fırsata çeviren Cumhurun başı R.T.E. kendi darbesini gerçekleştirdi.

Faşizmin “demokrasi” oyunu bitti; sermaye tükendi; Amerikan emperyalizmi ve müttefikleri ortadoğu ‘da yeni oyunlar sahneliyor.

Sivil faşist darbenin postal sesleri yaşamın her alanında kendini gösteriyor. “Cemaat, Gülen, askeri darbe” senaryosu bir kurguydu. Faşist diktatörlük asıl darbeyi gerçekleştirmek, toplumda teşhir olan karanlık katliamcı yüzünü gizleyebilmek için, “askeri darbe oyununu bir trajikomik şekilde piyasaya sürüverdi. Bu oyunu Erdoğan tek başına kurgulamadı, ABD bu kurgunun içerisinde.

T.C.’nin Suriye Saldırısı ve Devrimci Görev :Çetin Çetin

T.C.’nin Cerablus’a denetimindeki ÖSO cihatçılarıyla İŞID devir alarak Suriye bataklığına girmesini değerlendirmeye geçmeden önce emperyalistlerin BOP ve Ortadoğu’daki gelinen duruma kısaca değinmekte yarar var.

Barış için Savaş !

Silahlanma yarışına, Emperyalist, gerici, haksız savaşlara karşı çıkalım!Dünya`da nihai Barış için, Sosyalizm ve Sınıfsız Toplum yolunda devrimci Mücadelelere omuz verelim !

“Topyekün Savaşa” karşı, Topyekün devrimci mücadeleye..

BAKIN DEVLETİN BAŞI NE DİYOR? “YA İSTİKLAL YA ÖLÜM! TOPYEKÛN SAVAŞIYORUZ”!

Burjuvazinin sendromları ve İşçi sınıfının kaybedeceği yeryüzü

Dünya ve Türkiye’deki yıkıcı/yıpratıcı kaos ortamı, kapitalist sistemin öngörülen çelişik çatışmalarının bir ürünüdür. Bu, kapitalizmin daha iyi günleridir. Bir kaç Avrupa ve Kuzey Amerika ülkelerini saymazsak, çatışmalı ortam içinde olmayan bölgeler yok gibidir. “Çatışmalı olmayan ülkeler” ise içten içe kaynamaktadır. Bir taraftan ırkçılık, bir taraftan ise işçi sınıfıyla burjuvazi arasında süregelen sınıf mücadelesi, hiç bir burjuva ülkesini “güvenlikli” kılmıyor.

Milli mutabakat hükümeti; Çetin çetin

Türk hakim sınıflarının Yenikapı buluşmasından sonra burjuvazinin yazılı ve sözlü medyasında en çok sözü edilenin AKP, CHP, MHP’nin bir araya gelmesiyle milli mutabakatın sağlandığı, yakın bir süreçte de darbe girişiminin olumsuzluklarından sıyrılmak ve düzlüğe çıkmak için milli mutabakat hükümetinin kurulacağının müjdesinin verilmesidir.

Toplu mezarlıklar ülkesi

Türkiye ve Kuzey Kürdistan tam bir toplu mezarlıklar ülkesi oldu. Devlet, Kürtlere, Sosyalistlere, demokratlara sadece ordusu ve polisiyle saldırmıyor. Artık en önemli saldırı gücü olarak kullandığı İŞİD ile de saldırıyor.

Hukukuyla, yasalarıyla, yönetim şekli ve uygulamalarıyla tam bir bir isalmcı-kontrgerilla düzenine dönüşmüş olan Türk devleti, OHAL ile bunu daha da pekiştirmeye çalışmaktadır. Türk milliyetçiliği ve ümmetçiliği ile toplumun önemli bir kesimini kendi etksi altına alan devlet, başta Kürtler olmak üzere, muhalif olan her kesime karşı kıyım uygulamaktadır.

Sayfalar