Çarşamba Mayıs 1, 2024

ÇİRKİN KRAL`IN ARDINDAN-Özden Çiçek

Türkiye edebiyatının  önemli yazarlarından İnci Aral`ın, Yılmaz Güney`in yaşamını konu alan  kurgu romanı Sevgili (Kırmızıkedi Yayınevi), okurlarla buluştu.

Kitap yayımlanır yayımlanmaz çeşitli tartışma ve spekülasyonlar beraberinde gelse de, yazının konusu kitabı tanıtmak olmayacak. Aksine Sevgili romanından sonra Yılmaz Güney`i filmlerinin dışında kendi yazıları ve çeşitli anlatımlarla detaylı tanımak fikrinden hareketle, bir değerlendirme yazısı oluşturabilmek. Yılmaz Güney`in iyi bir sinemacı olmasının yanında  düşünce, kültür ve eylem insanı olduğunu bir kez daha hatırlamakta fayda var.

 

En başından söylemek gerekirse Yılmaz Güney, sanatıyla bir paradigma değişikliği oluşturan ender sanatçılardan biridir.  Üstelik ülke gerçeklerinden esinlendiği sanat eserleri sayesinde evrensel öneme de sahip olmuştur. Buradan hareketle  Sabahattin Ali, Ruhi Su, Nazım Hikmet veYılmaz Güney gibi sanatçıların sanat ve siyasal kimlikleriyle sınıf kimliklerinin  yan yana yürüdüğünü görürüz.

 

Yılmaz Güney, bulunduğu ortamlarda yaptığı konuşmalar ve özellikle siyasal meselelere ilgisi ve de yaklaşımı sayesinde, onun düşünce ve siyaset insanı da olduğunu söylebiliriz. Diğer türlü sadece sinema filmi çektiğini söylersek, bir gözümüzü kapatmış olacağız. Filmlerinde ekonomik sorunlar, sınıfsal farklılıklar, emek gaspı, ulusal sorun, kadın sorunu…gibi konuları rahatlıkla görebiliyoruz. Denilebilinir ki; Türkiye tarihini anlatan yüzlerce ya da binlerce kitaplar içersinden Yılmaz Güney`in sineması ayrıca  önemli bir olanaktır bizler için.

 

Elbette çok yönlü bir sanat insanıyla karşı karşıya olduğumuzu bilmemiz gerekiyor. Yazdığı romanlar, şiirler ve öyküler edebiyat alanına girmiş önemli eserler olarak da kendisini koruyor. Kaldı ki sinemasında  izlediği yolu edebi eserlerinde de izlemiştir. Konular ve kişiler gerçek yaşamın karakterleridir: işsiz kalan, sömürülen, ezilen, bedenini satan… insanı konu etmiştir. Diğer taraftan yaşam içinden seçtiği konulara nedensellik ilkesini de akılda tutarak göstermiştir okuyucuya.

 

Yayımlanmış yazılarına bakacak olursak Yılmaz Güney felsefeye, materyalist felsefeye de yabancı değildir. Okuduğu kitaplar ve ardından yazdığı polemik yazıları buna örnektir. Sinema dünyasında Çirkin Kral olarak lanse edilse de materyalist felsefeyi özümsemesiyle beraber  daha sonra sınıf mücadelesi için elinden gelen tüm çabayı gösterecektir.

 

Bildiğimiz üzereYılmaz Güney,  herhangi bir sinema okuluna gitmedi. Ancak çok küçük yaşlardan itibaren sinemaya ilgi duymaya başlamış, şehre gelen her filmi büyük bir ilgiyle hafızasında saklı tutmuştur. Daha sonra dönemin sinema ustalarından edindiği deneyimlerle bilgisini pekiştirecek , sinema ufkunu ve dünyasını bir tuğla işçisi gibi günbegün örecektir.

 

Bir diğer konuda Yılmaz Güney, slogan düzeyine indirgenmiş bir sanat tutumunu  reddeder. Üstelik bununla kalmayıp slogan düzeyine inen siyaseti de irdeleyecek kadar derinlikli ve temkinli bir yaklaşım içersindedir. Kimileri için sanatı siyasetin gölgesinde kaldığı söylenir, oysa; siyasi kişiliği olmasaydı sanatı   bu denli gelişkin olur muydu? Ya da dünya sinemasında yer edinmiş Yol filminin adını bu denli duyabilmemiz mümkün olur muydu? Bu anlamıyla estetikbilimci John Ruskin`in belirlemesinde olduğu gibi Yılmaz Güney; kafası, bileği ve yüreğiyle sanatını oluşturdu.

Kırk yedi yıllık yaşamı içersinde yüzü aşkın film, sayısız filme yönetmenlik ve elliden fazla yazılmış senaryolar mevcuttur.  Diğer yandan farklı türlerde yazılmış edebi eserleri ve siyasal yazıları bize derinlikli gözlem yeteneğine sahip, düşünen ve üreten bir sanatçıdan söz ettiğimizi gösteriyor. Üstelik ülke koşullarına paralel tutsaklık günleri ve yıllarına rağmen o, düşünmekten ve yaratma eyleminden asla geri durmamıştır. Sevgiliromanında  da bahseldildiği gibi ‘zor günlerin adamı’dır Yılmaz Güney. Bir yanda sevdiği insanla hayat sürdürme çabasının yanı sıra, diğer yanda  da devrimci sanatını sinemaya aktarma uğraşısı hiç kolay olmadı bunca hapislik ve sürgün yaşamına rağmen. Bu anlamıyla sinemasını  yani sanatını sınıf kavgasının bir nedeni olarak görüyordu.  Yaşamının son dönemlerinde bir şeyi daha kendine sorun etmişti. O da sınıf eksenli tüm yapıların birliğinden yana bir tutum sergileme ve bunun örgütlenmesini sağlamak idi.

 

Düşündükleriyle ve eyledikleriyle insanın her halini bize gösteren  biridir o. Fikirlerinde, davranışlarında ve sanatında insanın gelişim sonucu, nerelere varacağını gösteriyor bizlere. Dahası ilkin derinlikli  kavrayışın bir  insanı, hangi bilinç koşullarına taşıdığının bir örneğidir de aynı zamanda.

Arkadaşlar! Dışarıda bir şeyler oluyor, farkında mısınız? Uykuda olanları sarsın, uyandırın. Herkese söyleyin, yakında ışıklar kesilebilir. Karanlıkta ne yapacaksınız?”

Yılmaz  Güney bu sözüyle, karanlıkta  el yordamıyla yürünemeyeceğine işaret ediyor. Bizlere bir ışık gereklidir ve  o ışığın ancak ve ancak bilimsel materyalizm olduğunu duyuruyor. Ve  elimizdeki ışık eğer sanat ise, o da kaynağını hayattan almalıdır. Biz sanat ilgilileri için en görkemli ışığın, toplumcu sanattan yana tutum göstermek olduğunu öğütlüyor. Aydınlığa çıkmak için sanat bir ışık ise, sanatın ışık saçan örneklerini bilmek, okumak, izlemek ve görmek biz sanat ilgilileri için önemli bir ödev/görev olsa gerek. Şan olsun güzel ve umutlu şeylerin yaratıcılarına, şan olsun Yılmaz Güney`lere!

Özden Çiçek

03.09.2017 / Hannover

Eğitimci / Müzisyen 

40814

Misafir yazarlar

Güncele iliskin yazilariyla sitemize katki sunan yazar dostlarimiza ait bölüm

Misafir yazarlar

Sen susuyorsun çünkü...

Seni Cizre, Silopi, Nusaybin, Diyarbakır Sur, Şırnak ve Dargeçit halkıyla empati kurmaya çağırmayacağım. Çünkü sen ölmüşsün. Bu düzen sana makam ve rahat bir hayat vererek ruhunu esir almış, öldürmüş seni. Ölmüş bir ruh gömüldüğü mezarda dışarıdaki seslere sağırdır.

Sevgili okur, bu sözlerim sana değil, siyasetçileredir.

15. yılında başka bir 19 Aralıkta

“Amaçları, insanı, insandan başka birşey    haline getirmekti”. Primo Levi

Aralık sallanıyor.

Bütün ayları özel kılan katliamlarla dolu Türkiye tarihinde, çığlıklar-haykırışlar, direnişlerle dolu Aralık her gelişinde, daha dünmüş gibi sallanıyor….

Bir bireyin tarihini bile objektif olarak yazması zorken, Aralık’ı yazmak hep zorluyor bizi.

Partisizlik Özgürlüktür

Vışş... o süperman kostümü ne la..... sıfır sıfır yedi gözlükler....

Sen benım kım olduğumu bılıyor musun ?

Haa..bılıyom.  Bızım koylu husosun.

Avradın da dayak yiyip şehire kaçan huso .

Bireycilik, grupçuluk....

Kapitalizmin ortaya çıkardığı bir hastalık bu.

Kapitalizmin itişi, kalkışının acımazsızca ceyran edişi  içerisinde statümüzü, grubumuzu....  buluruz, buldururuz.

Sanki kendimizin, ailemizin, yaşadığımız grubun....   sorunlarını, hislerini .....  başka bireyler, gruplar  yaşamıyorcasına, bilemeyeceklercesine  davranır, yaşarız.

İsrailleşen Türk devleti ve Kürtler

Ulusal sorununu çözmeyen bir devletin burjuva “demokratlığı” söz konusu olamaz. Türk devletinin tarihinde, burjuva anlamda “demokrat”lığı oldukça sınırlı olmuştur. Sınırlı yıllar içinde   burjuva “demokrasisi”ni uygulaması, dış koşulların ve iç koşulların (işçi sınıfı ve emekçilerin) dayatması sonucu olmuş, ama, işçi ve emekçiler ve başta Kürtler olmak üzere diğer azınlık uluslar üzerindeki faşizm sopasını da hiç bir zaman elinden bırakmamıştır.

Mazlum Yoldaşın Ardından

Yetmişli yılların ortalarında Malatya’dan İzmir’e gelmişti Mazlum yoldaş. Simsiyah saçları, kararlı bakan ışıltılı gözlerindeki sevgi yüzüne de yansıyordu. Kısa sürede herkesin sevgisini kazanmış, mahallenin “Marangoz İbo”su olmuştu bile.

Taklit yeteneği çok iyiydi. Gırgır ve şamatayı sever öykündüğü yoldaşlarını bire bir taklit ederken dernektekileri gülmekten kırar geçirirdi.

Çalışkandı; tam bir görev adamıydı. “Teoriden anlamam, ben pratik adamıyım!” derdi. Kızdı mı hemen parlardı, ama çabuk da sönerdi.

Şimdi yürüme zamanıdır!

Şimdi savaşma zamanı, savaşı büyütüp her tarafa yayma zamanıdır. Özgürlük ateşini yakınlaştırma ve devrimcileşme zamanıdır. Şimdi büyük bir ısrar ve kararlılıkla zorlukların üstüne doğru yürüme, engelleri cesaretle aşma zamanıdır. Partimizin ideolojik-stratejik hattı, işçi sınıfının, halkımızın, bölge halklarının değişim ve devrim ihtiyacına yanıt olma zamanıdır. Dayanılması zor, yokluk ve yoksulluklarla dolu ezilenlerin çığlıklarına kulak verme zamanıdır. Ertelenmesi asla mümkün olmayan zorunlulukların ve kaçınılmazlıkların gerçekleştirilmesi zamanıdır.

“Hendek” e düşmek mi, hendek atlamak mı?-Dursun Ali Küçük

*Kendimi hendeğe düşmüş gibi hissediyorum….
Kürdistan şehirleri ve ilçelerinde yaşanan vahşet gözlermin önünde kayıp gidiyor.
İçim kan ağlıyor..
Sanırım savaş ortasındaki her insanda bunu yaşıyor.
Ya bu hendekten atlarsın ya bu deveyi güdersin.
Ya da deveye hendek atlamak gibi bir işe kalkışırsın.
Ama nasıl direnirsen diren siyaset ve halkını düşmanın eliyle de olsa hendeğe gömemezsin.
Vebali ağırdır.

*Sömürgeciğe ve işgalciye karşı direnmek farzsdır ve kayıtsız şartsız tartışma götürmez.

"İpler kimin elinde "

Bugün bir arkadaşımla sohbet ederken  Ortadoğu, Türkiye ve Kürdistan ve en önemliside Suriye'de neler oluyor üzerine konuşmaya başladık;  Ben siyasal tahlillerde bulunmaya çalışrken,, üçüncü dünya savaşının kapıda olduğunu,çanların  kimin için çalıyoru anlatırken , arkadaşım dediki:"Yoldaş bu söylediklerini Marks, Lenin, Stalin , Mao yoldaşlar o  zamanlar söylemişler... Sen bugüne has özgül tahlil yapsan vede biz bunun neresindeyiz,anlatsan daha gerçekçi olur". Ben önce bir duraksadım şaşırdım , "söyleyen dilim söylemez" oldu.

“Seçme ve Seçilme En Temel İnsan Hakkıdır, Haydi Mülteciler Seçime”; dediler ve!

Yarın 10 Aralık.

1948’den bu yana etkinlikler düzenlenen “Dünya İnsan Hakları Günü”.

“Mültecilerin seçme hakları var artık. Seçme ve seçilme en temel insan hakkıdır” diyerek harıl harıl çalışan kurumlardan bir kısmı; yarın da Suriye’ye yerleştirilen savunma silahlarına karşı protestolar gerçekleştirecekler!(Bu kurumların adını burada belirtmek, yaptıkları iyi şeylere göz kapamakla eş olacağı için; böyle geçelim).

“Fırtınalar içinde, bıçak sırtında”

Komünist önder Mehmet Demirdağ anısına...

Devrime (ve Cizre'ye) dair

“In puncto punctii”[1]

Murat Uyurkulak’ın, “Vaktiyle bir ihtimaldi ve çok güzeldi,”[2] notunu düştüğü; Cornelius Castoriadis’ün, “Önce bir tahayyüldür,” dediği devrim, radikal sosyalistlerin indinde güncelliğini yitirmeyen -“olmazsa olmaz”- “Tek yol”dur; dünyayı değiştiren devrimci praksistir; engellenemezdir; gereklidir.

Sadece bu kadar da değil: Egemenlerin kâbusu, ezilenlerin şölenidir; Prometheus’un takipçilerini var eden tarihsel eylemidir; bilimden sanata, beşeri münasebetlerden sosyal hayata, ekonomiden politikaya “ilerleme”nin yegâne sebebidir.

Sayfalar