Pazartesi Nisan 29, 2024

Devrimin yükünü taşıyan Martager

Rojava’da yaşamını yitiren TKP/ML-TİKKO’nun Ermeni komutanlarından Nubar Ozanyan’ı çocukluk arkadaşı ve devrimci yoldaşı Arnos Andok anlattı. İşte Türkiye vücut güzeli seçilmesinden Gare’ye, oradan Rojava’ya uzanan bir devrimcinin soluksuz yaşam serüveni…

TKP/ML-TİKKO Rojava Komutanı Arnos Andok, hem çocukluk ve mücadele arkadaşı hem de kendi deyimiyle aynı kaderi paylaştığı Nubar Ozanyan’ı anlattı. 1915 soykırımının vurduğu aileden hayatta kalanlar arasında yer alan Nubar Ozanyan’ın hayatına dair birçok detayın olduğu röportajda, aynı zamanda Ermeni yetimhanesinden, halter ve yüzme şampiyonluklarından, halterde yolunun kesilmesine ve Rojava’ya kadar uzanan 50 yıllık bir yoldaşlığın öyküsü var.

‘Afacan ve temiz kalpli çocuk’

Nubar yoldaşla yaklaşık 50 yıllık bir arkadaşlık ve yoldaşlık döneminin olduğunu ifade eden Arnos Andok, “Birlikte aynı okullarda okuduk, deyim yerindeyse aynı kaderi paylaştık. Bizim okuduğumuz okullar, Anadolu ve Kürdistan’da geriye kalan, kılıç artıkları dedikleri çocukların toplandığı okullardı. Çünkü onların Ermeni okulları dışında başka okullarda okuma olanakları ya hiç yoktu ya da çok azdı. Bu çocukların birçoğu yetim çocuklar ya da yoksul aile çocuklarıydı. Sason’dan, Mutki’den, Bitlis’ten, Malatya’dan, Diyarbakır’dan, Bingöl’den, Yozgat’tan, Sivas ve Kayseri gibi bölgelerden çocukların toplandığı okullardı. Ortak yanlarımız ve kaderimiz birincisi, Ermeni halkına mensup olmamız, ikincisiyse ya yetim çocuklar olmamız ya da yoksul aile çocukları olmamızdı. Bizim Nubar yoldaşla yoldaşlığımız da bu koşullarda başladı” diyor.

‘Yükseklere çıkar derinlere inerdi’

Arnos Andok, “Nubar yoldaşın annesi yoktu. Neden annesi yoktu onu bilmiyorum. Babası da onu terk etmişti. Ortada aile kalmamıştı. Bir halası vardı. Ona halası bakıyordu. Halası onun için hep temiz kalpli bir çocuk olduğunu söylüyordu. Hem afacan, yaramaz, muzip hem çok temiz kalpliydi” diyor. “Zaten Nubar yoldaşı hep okuldan atarlardı” diyen Andok, “Tembeldi, derslere ilgisi çok zayıftı. Neredeyse hiç yoktu. Onun işi gücü ya kalorifer dairelerinde çalışmak ya demir ya da top oynamak gibi şeylerdi. Ve o kadar tembeldi ki, onun arkadaşları ortaokulu bitirmişken Nubar yoldaş, daha ortaokuldaydı. Biz onun daha alt sınıfındayken böylelikle sınıf arkadaşı olduk. Kendine özgü bir muzipliği vardı. İşte halası anlatırdı, ‘Bunu ağaçların tepelerinden indiremez deniz diplerinden de çıkaramazdık’ diye. Çünkü nerede bir meyve ağacı varsa mutlaka Nubar yoldaş tepesine çıkar meyve toplar ve eve götürürdü. Evin yoksulluğunu da giderdiği için ona ses çıkarmazlardı. Nubar arkadaş aynı zamanda bir dalgıç gibi iyi yüzücüydü. En soğuk sulara dahi dalardı. Eve midye götürürdü. Midye götürünce halanın sesi kesilirdi” vurgusu yapıyor.

İlk eylemi bayrak indirme

Çocukluğundan beri Ozanyan’ın hep yaşam kavgası verdiğini söyleyen Andok, “Yaratıcılığı, çalışkanlığı çok fazlaydı. Ölünceye kadar da hep çalıştı. Onun bu özelliği hiç bitmedi. Biz ilk kez sol ve devrimci düşüncelerle tanıştığımızda Nubar yoldaş okul bahçesindeki bayrağı aşağı indirdi. Ben korktum o direğe kimse çıkamaz normalde. Direkte tutunacak hiçbir yer yok. Ama Nubar arkadaş bir çıta gibi direğe çıktı. Sonra bayrağı indirdi, biz arkadaşları onu alkışladık” diyerek ilk eylemini anlatıyor.

‘Türkiye vücut güzeli seçildi’

Andok, “O zamandan da belliydi. Bu çocuğun eylemi okul olmayacak. Yıllar sonra devrimci düşüncelerle tanıştığımda onun izini buldum. O zaman ünlü bir vücutçu vardı, Ahmet Enünlü. Onun salonunda çalışıyordu. Nubar yoldaş garip bir eşofman giymiş yine. Rengi bile belli değil, yıpranmış. O zamanlar on dört-on beş yaşlarındaydı. Hadi en fazla on altı olsun. Yeni yeni spor ve halterle tanışıyor. Tanışıyor derken, orada çalışıyor. Yerdeki halterleri kaldırıyor, düzeltiyor. Temizlikle başladığı çalışmayla sporla da tanışmış oluyor” diyor. “Zaten onun girip çalışmadığı bir iş kalmadı” diyen Andok, ekliyor: “Marangozda, kuyumcuda, balıkçıda ne bileyim tamircide çalışmış. Ama hiçbir işte sonuna kadar çalışmıyordu. Bir mesleği sonuna kadar götürmüyordu. Hep fizik gerektiren işlerde çalıştı. Demirle, mekanikle. O yüzden iyi bir şofördü. Usta bir yüzücüydü. Usta bir silah kullanıcısıydı. Ve o kısa boyuyla Türkiye birincisi oldu. Şampiyon oldu. Türkiye vücut güzeli seçildi. Avrupa’da girdiği bir yarışmada da dünyada ilk beş vücut güzeli içerisinde yer aldı. Ağır halter kaldırıyordu. Naim Süleymanoğlu’ndan daha iyi halter kaldırıyordu. Sonrasında onu engelliyorlar. Naim Süleymanoğlu’nun şampiyon olması için engel teşkil ettiğinden.”

‘Savaşın da şampiyonu oldu’

Andok, “Usta bir şampiyon sporcuydu. Yüzmede olsun, halter kaldırmada, ağırlık taşımada şampiyondu. Savaşın da şampiyonu oldu. Savaşta da yoldaşlıkta da şampiyon oldu. Sadece spor alanında şampiyon olmadı. Çok temiz bir yüreği, kalbi vardı. İnsanlara karşı çok duyarlı ve sevecendi” sözleriyle anlatıyor Nubar’ı.

Yozgat’ta dereden akan kan

Ozanyan’ın ona anlattığı bir soykırım hikayesini paylaşan Andok, “Nubar yoldaş bana anlatırdı, ona da dedesi anlatmış. Yozgat’taki bir dere, Ermeni Soykırımı sırasında Ermeni kadın ve çocukların cesetleri ile dolmuş ve artık o dereden kan akmaya başlamış. Bir çoban koyunlarını otlatmaya geldiğinde koyunlar o dereden su içmemişler. Koyunlar o dereden su içmemek için isyan etmişler. Bunu gören çoban, etkilenerek kaval çalmaya başlamış. O kadar derin ve içli bir biçimde çalmış ki kavalını, sesini hiç duyamayacak kadar uzaklıktaki köylüler dahi gelip, onun etrafına toplanmışlar ve derenin durumunu görmüşler. Cesetleri ve kanı. Nubar bu hikayelerle büyüdü. Başka hikayeler, başka türküler olmadı onun yaşamında. Aşırı bir yoksulluk yaşadı. Yoksulluk, yokluk…” diyor.

‘Martager’le kimse baş edemezdi’

Andok, “Filistin’deki mücadele geliştiğinde bir an bile düşünmeden geride kalanlara bırak bir selam vermeyi, nereye gittiğinin haberini bile bırakmadı. Bir evlatlığı var. Ona dahi haber vermiyordu. Garip biriydi. Kavga, dava ya da görev olduğunda deyim yerindeyse kendi sevdiklerine haksızlık yapıp hiç tereddüt etmeden gidiyordu. Nereye gittiği nereden geldiği bilinmezdi. Nereye gittiğini söylemezdi ve ne zaman döneceği de bilinmezdi. Devrimci yaşamda da bir bütün öyleydi” şeklinde anlatıyor. Kapitalist modernitenin sunduğu hiçbir şeye tenezzül etmediğini söyleyen Andok, “En iyi şofördü ama arabaya binerken koltuğu hemen yoldaşlara verirdi. Ben kullanayım tadını çıkarayım demezdi. Hem de çok usta bir sürücü olmasına rağmen. Fizik gücü de muazzamdı. Abartısız üç kişiyi birden haklayabilirdi. Kimse onunla baş edemezdi. Ermenice ona o yüzden ‘Martager’ diyoruz. Kimse onunla baş edemez anlamında. Çetelere karşı da gerçekten bir Martager’di. O kadar insan yürekli, duygu dolu bir insan faşistlere, çetelere karşı büyük bir güç açığa çıkarıyordu. Silaha olan yeteneği, manevra yeteneği vardı. Çok çevik ve atletik biriydi. Onu tutmak, zapt etmek mümkün değildi” ifadeleriyle anlatıyor Nubar’ı.

‘Devrimin yükünü sırtlardı’

Ozanyan’ın Filistin’de yaralanmasını örnek veren Andok, onun yaşamını yitirişinden bahsederken, “Düşünün eğitim veriyor Filistin’de, yanlışlıkla elinde mermi patlıyor ve omzundan sıyırıyor ve hemen ‘Tamam tamam’ diyerek geçiştiriyor. Şehit düşerken eli kopmuştu, bağırsakları çıkmıştı ama büyük bir direniş gösterdi. Onu battaniyeye sardık. Orhan yoldaş yerinde dönüyordu. Böyle bir güç yoktur. Ben ona hep diren diren dedim ama sanki o benim onun ölümünü görmeyeyim diye direndi. Böyle bir yoldaştı” diyor.

Ozanyan’ın son süreçte Kürt mücadelesi için de sahaya en başta gelenlerden biri olduğunu ifade eden Andok, “En sıcak saatlerde Gare’de yürürdü. Öğle sıcağında yürürdü. Ben sonradan anladım neden en sıcak saatte bile yürüyor. Dayanıklılığını arttırmak içinmiş. Medya Savunma Alanları’ndayken öğle saatlerinde spor yapardı. Elli kiloluk şeker, un çuvallarını tek başına taşırdı. Biz daha birini taşıyamazken, o ikinciyi götürürdü. Hep de böyle biriydi. Devrimin yüklerini hep sırtına yüklemiştir. Yanındakilerin de yükünü hep taşıdı. Herhangi bir zorlu iş olduğunda Nubar usta yanımızdaysa diyorduk, biz bunu başarırız. Korkusuz olurduk” şeklinde anlatıyor.

‘Devrimcilikte sınırı yoktu’

Ozanyan’ın ikinci bir hayalinin Dêrsim’e gitmek olduğunu söyleyen Andok, onun Dêrsim’e muazzam bir tutkusunun olduğunu da belirtip “Bir gün Ermeni bir folklor ve müzik grubunu Hayastan’dan Dersim’e götürmüştü. Bana bir çocuk gibi anlatıyordu: Yoldaş düşün Dersim’i gördüm. Folklor oynarken Dersimliler halaya kalktı, türkülere eşlik etti, birbirimize ne kadar benziyoruz, diyordu. Hiçbir zaman kendini Ermeni milliyetinin sorunları üzerinden bir devrimcilikle sınırlandırmadı. Gerçekten bir Che Guevara ruhuna sahipti. Tereddütsüzce zulüm nerede varsa oradaydı. O kadar hızlıydı ki, çantasını ve silahını ne zaman alıp gittiğini bilemezdin” diyor.

‘Enternasyonalist ruha sahipti’

“Onunla tanışan kısa bir zaman geçiren insanlar, onun yaşamını kaybetmesinden dolayı muazzam bir acı duyuyor. Hakeza, Rojava’daki Ermeni halkı da. Nubar gibi bir devrimcinin yaşamını kaybetmesi onlar için de beklenmedik bir durumdu. Benim dahi aklımın ucundan geçmezdi birgün Nubar yoldaşı kaybedeceğimiz. Ben ona hep ölümsüz gibi bakıyordum. En zor anda yanımızdaydı. O olmadan bir eksiğiz. O bir Che Guevara’dır, Kemal Pir’dir, bir enternasyonalisttir. Enternasyonel bir ruhtu o” diyen Andok, “Dünyaya ne ikinci bir Kemal Pir ne de Nubar Ozanyan gelecek. Başka karakterler olabilir ama kesinlikle Nubar Ozanyan, devrimler tarihinde ayrı bir yere sahip olacak. Kemal Pir çok önemlidir mesela, onunla aynı zindanda kaldım, hakeza Mazlum Doğan’la da. Kimse onlar gibi olamaz. Nubar Ozanyan da öyle. Biz onlara yaklaşmak, onların çizgisine ulaşmak isteriz ama onların yeri hep çok farklı kalacak. Nubar Ozanyan’dan çıkarılacak en önemli ders, onun enternasyonalist ruhudur” diyerek, sözlerini noktalıyor.

Êzidîlerde Ermeni Soykırımı’nı gördü

Nubar Ozanyan’ın en çok da Êzidî kadınların üzerinde yürütülen katliama tepki duyduğunu belirten Arnos Andok, onun Rojava’ya gelişini şu sözlerle açıklıyor: “En çok da Êzidî kadınları üzerinde yürütülen katliamlara çok büyük bir öfke duyuyordu. Çıplak ayaklı çocukların, kadınların fotoğrafları hep ona Ermeni katliamını hatırlatıyordu. Dersim Katliamı da aynı şekilde. O fotoğraflarda düşmanın yarattığı o ortak tablonun onu hep Êzidî, Kürt halkının yanında kıldı. Hiçbir zaman ‘Bu yaştan sonra savaşmak, bu yaştan sonra nöbet tutmak olur mu’ demedi. Saatlerce devrimin nöbetini tuttu. Biz karargahta oturur, sohbet ederdik. Bir bakardık Nubar yoldaş silahını almış nöbet tutuyor. Aynı şekilde cephede de öyle, cephedeki yoldaşları iyi bilir. Herkesin konuştuğu yerde o işini yapardı. O sözün insanı değildi. O yüzden Rojava’daydı. Êzidî halkına yapılanların Ermeni halkına yapılanlardan farkı olmadığından ve bu duruma öfke ve kin duyduğu için buradaydı. Düşmandan hesap sorma bilinci onda çok öndeydi.”

Nubar Ozanyan’ın isim hikayesi…

Andok, Nubar Ozanyan’ın ismini nerden aldığının hikayesini anlattı: “Antrenik Ozanyan diye birinden, Kürt feodal aşiretlerine karşı savaşmış bir aydının mücadelesinden geliyor. Antrenik Ozanyan, Şemdin Karahisarlı bir Ermeni entelektüelidir. İyi bir eğitim de alıyor. O dönemde Sason’da, Bitlis’te, Bingöl’de yani şimdi Kürdistan denilen coğrafyanın büyük bir bölümde Ermeniler yaşamıştır. Serop Ahpur adında bir Ermeni fedaisi var ve bir Kürt onu tuzağa düşürüyor. Zehir verip onun bitkin düşmesini sağlıyor. Daha sonra da kafasını kesip, heybesine koyarak Ermeni köylerinde dolaştırıyor. Bakın sizin sonunuz böyle olacak diye bir korku yaratıp, o toprakları boşaltmaya çalışıyor. Antrenik Ozanyan da bunu yapan ağaya bir pusu atıyor. Atını yaralayıp bunu yapan kişinin kafasını kesiyor ve onun yaptığı gibi köylerde dolaştırıyor. Böyle bir fedailiği var. Ermeni tarihinde Talat Paşa, Enver Paşa, Cemal Paşa hepsi Ermeni fedaileri tarafından Ermenileri katletmelerinden kaynaklı cezalandırılmışlardır. PKK de fedailik kavramını kullanıyor. PKK burada Kürtlerin ve Ermenilerin fedailiğini almıştır. Ben de devrimciliğin fedailikle ilgili olduğuna inanıyorum. Fedailik Ermenilerde de vardır.” Nubar Ozanyan’ın kod isminin aynı zamanda TİKKO’lu Nubar Yalımyan’dan geldiğini de söyleyen Andok, “Antrenik Ozanyan’la Nubar Yalımyan’ın birleşimidir onun ismi. O ismini fedai geleneğinden almıştır. Nasıl biz şehitlerden şimdi isimler alıyorsak, Kemal Pir, Mazlum Doğan, Sakine Cansız, onun da ismi böyleydi. Böyle de olmalıydı” diyor.

Rosa İkarus/Qamişlo-ANHA

40113

Misafir yazarlar

Güncele iliskin yazilariyla sitemize katki sunan yazar dostlarimiza ait bölüm

Misafir yazarlar

Sen susuyorsun çünkü...

Seni Cizre, Silopi, Nusaybin, Diyarbakır Sur, Şırnak ve Dargeçit halkıyla empati kurmaya çağırmayacağım. Çünkü sen ölmüşsün. Bu düzen sana makam ve rahat bir hayat vererek ruhunu esir almış, öldürmüş seni. Ölmüş bir ruh gömüldüğü mezarda dışarıdaki seslere sağırdır.

Sevgili okur, bu sözlerim sana değil, siyasetçileredir.

15. yılında başka bir 19 Aralıkta

“Amaçları, insanı, insandan başka birşey    haline getirmekti”. Primo Levi

Aralık sallanıyor.

Bütün ayları özel kılan katliamlarla dolu Türkiye tarihinde, çığlıklar-haykırışlar, direnişlerle dolu Aralık her gelişinde, daha dünmüş gibi sallanıyor….

Bir bireyin tarihini bile objektif olarak yazması zorken, Aralık’ı yazmak hep zorluyor bizi.

Partisizlik Özgürlüktür

Vışş... o süperman kostümü ne la..... sıfır sıfır yedi gözlükler....

Sen benım kım olduğumu bılıyor musun ?

Haa..bılıyom.  Bızım koylu husosun.

Avradın da dayak yiyip şehire kaçan huso .

Bireycilik, grupçuluk....

Kapitalizmin ortaya çıkardığı bir hastalık bu.

Kapitalizmin itişi, kalkışının acımazsızca ceyran edişi  içerisinde statümüzü, grubumuzu....  buluruz, buldururuz.

Sanki kendimizin, ailemizin, yaşadığımız grubun....   sorunlarını, hislerini .....  başka bireyler, gruplar  yaşamıyorcasına, bilemeyeceklercesine  davranır, yaşarız.

İsrailleşen Türk devleti ve Kürtler

Ulusal sorununu çözmeyen bir devletin burjuva “demokratlığı” söz konusu olamaz. Türk devletinin tarihinde, burjuva anlamda “demokrat”lığı oldukça sınırlı olmuştur. Sınırlı yıllar içinde   burjuva “demokrasisi”ni uygulaması, dış koşulların ve iç koşulların (işçi sınıfı ve emekçilerin) dayatması sonucu olmuş, ama, işçi ve emekçiler ve başta Kürtler olmak üzere diğer azınlık uluslar üzerindeki faşizm sopasını da hiç bir zaman elinden bırakmamıştır.

Mazlum Yoldaşın Ardından

Yetmişli yılların ortalarında Malatya’dan İzmir’e gelmişti Mazlum yoldaş. Simsiyah saçları, kararlı bakan ışıltılı gözlerindeki sevgi yüzüne de yansıyordu. Kısa sürede herkesin sevgisini kazanmış, mahallenin “Marangoz İbo”su olmuştu bile.

Taklit yeteneği çok iyiydi. Gırgır ve şamatayı sever öykündüğü yoldaşlarını bire bir taklit ederken dernektekileri gülmekten kırar geçirirdi.

Çalışkandı; tam bir görev adamıydı. “Teoriden anlamam, ben pratik adamıyım!” derdi. Kızdı mı hemen parlardı, ama çabuk da sönerdi.

Şimdi yürüme zamanıdır!

Şimdi savaşma zamanı, savaşı büyütüp her tarafa yayma zamanıdır. Özgürlük ateşini yakınlaştırma ve devrimcileşme zamanıdır. Şimdi büyük bir ısrar ve kararlılıkla zorlukların üstüne doğru yürüme, engelleri cesaretle aşma zamanıdır. Partimizin ideolojik-stratejik hattı, işçi sınıfının, halkımızın, bölge halklarının değişim ve devrim ihtiyacına yanıt olma zamanıdır. Dayanılması zor, yokluk ve yoksulluklarla dolu ezilenlerin çığlıklarına kulak verme zamanıdır. Ertelenmesi asla mümkün olmayan zorunlulukların ve kaçınılmazlıkların gerçekleştirilmesi zamanıdır.

“Hendek” e düşmek mi, hendek atlamak mı?-Dursun Ali Küçük

*Kendimi hendeğe düşmüş gibi hissediyorum….
Kürdistan şehirleri ve ilçelerinde yaşanan vahşet gözlermin önünde kayıp gidiyor.
İçim kan ağlıyor..
Sanırım savaş ortasındaki her insanda bunu yaşıyor.
Ya bu hendekten atlarsın ya bu deveyi güdersin.
Ya da deveye hendek atlamak gibi bir işe kalkışırsın.
Ama nasıl direnirsen diren siyaset ve halkını düşmanın eliyle de olsa hendeğe gömemezsin.
Vebali ağırdır.

*Sömürgeciğe ve işgalciye karşı direnmek farzsdır ve kayıtsız şartsız tartışma götürmez.

"İpler kimin elinde "

Bugün bir arkadaşımla sohbet ederken  Ortadoğu, Türkiye ve Kürdistan ve en önemliside Suriye'de neler oluyor üzerine konuşmaya başladık;  Ben siyasal tahlillerde bulunmaya çalışrken,, üçüncü dünya savaşının kapıda olduğunu,çanların  kimin için çalıyoru anlatırken , arkadaşım dediki:"Yoldaş bu söylediklerini Marks, Lenin, Stalin , Mao yoldaşlar o  zamanlar söylemişler... Sen bugüne has özgül tahlil yapsan vede biz bunun neresindeyiz,anlatsan daha gerçekçi olur". Ben önce bir duraksadım şaşırdım , "söyleyen dilim söylemez" oldu.

“Seçme ve Seçilme En Temel İnsan Hakkıdır, Haydi Mülteciler Seçime”; dediler ve!

Yarın 10 Aralık.

1948’den bu yana etkinlikler düzenlenen “Dünya İnsan Hakları Günü”.

“Mültecilerin seçme hakları var artık. Seçme ve seçilme en temel insan hakkıdır” diyerek harıl harıl çalışan kurumlardan bir kısmı; yarın da Suriye’ye yerleştirilen savunma silahlarına karşı protestolar gerçekleştirecekler!(Bu kurumların adını burada belirtmek, yaptıkları iyi şeylere göz kapamakla eş olacağı için; böyle geçelim).

“Fırtınalar içinde, bıçak sırtında”

Komünist önder Mehmet Demirdağ anısına...

Devrime (ve Cizre'ye) dair

“In puncto punctii”[1]

Murat Uyurkulak’ın, “Vaktiyle bir ihtimaldi ve çok güzeldi,”[2] notunu düştüğü; Cornelius Castoriadis’ün, “Önce bir tahayyüldür,” dediği devrim, radikal sosyalistlerin indinde güncelliğini yitirmeyen -“olmazsa olmaz”- “Tek yol”dur; dünyayı değiştiren devrimci praksistir; engellenemezdir; gereklidir.

Sadece bu kadar da değil: Egemenlerin kâbusu, ezilenlerin şölenidir; Prometheus’un takipçilerini var eden tarihsel eylemidir; bilimden sanata, beşeri münasebetlerden sosyal hayata, ekonomiden politikaya “ilerleme”nin yegâne sebebidir.

Sayfalar