Pazar Nisan 28, 2024

Kadın ve özgürlük

“Tarihsel değişimi belirleyen kadınların özgürleşme oranıdır. İnsanlığın zorbalığa karşı kazandığı zaferin bulunduğu nokta, kadının erkekle, zayıfın güçlü olanla karşılaştırıldığında ortaya çıkan durumdur. Kadının özgürlük derecesi toplumsal özgürlüğün doğal ölçüsüdür.“ Marx-Engels

İnsanlık, özgürlüğünü kadınların köleleştirilmesiyle yitirdi ve kazanmak istiyorsa yitirdiğini yeniden, onu, ancak ve ancak yitirdiği yerde kazanabilir. 

Bu belirleme, toplumsal bir gerçekliğin tarihsel bir sürecinin izidir. İnsanlığın kendini kazanma öyküsü çok eskilere gitsede, özgürlüğünü yitirme öyküsü, ne yazık ki, tarihin daha berilerinde, kadınların, özgürlüğünün elllerinden alınmasıyla başlamıştır. Kadınların, baskı altına alınma tarihi süreci, insanlığın özgürlüğünü yitirme tarihi olarak da okunmalıdır.

Söz konusu tarih, sınıflı toplumlarında başlangıcının da tarihidir. Bu aynı zamanda, toplumun ezen-ezilen diye ikiye ayrılması ve ezen kesim toplumun çok az bir kesimini oluştururken, ezilen ve sömürülen toplumsal kesim ise, toplumun her zaman günümüz söylemiyle, abartısız % 99’unu oluşturmuştur.

Baskı ve sömürü sistemlerinin insan toplumunun yaşamına girmesi, kadınların baskı altına alınmasıyla başladı ve günümüze kadar, çeşitli toplumsal evrelerle devam etmektedir.

Sınıflı toplumların bütün egemen sınıfları, baskıcı ve sömürücü politikalarını sürdürmek ve iktidarlarını devam ettirmek için, öncelikle kadınların kölleleştirilmesi poltikasını öne çıkarmışlardır. Çünkü, kadın özgürleşmenin simgesidir. Kadınların egemen olduğu toplumsal sistemde, yani, ilkel komünal toplumda, insanlar arasında sınıfsal bir ayrım olmadığı gibi, baskı ve sömürü yoktu, üretim de üleşim de kollektifti. Bu anlamda kadın, sınıfsız bir toplumun ve de insanın özgürleşmesinin bir simgesi olarak gelmiştir. Kadının baskı altına alınması ve erkek egemen sistemin hakim hale gelmesi, genel toplumsal baskıcı ve sömürücü sistemin devamını sağlamak için de önemli bir ideolojik ve politik araç olarak varlığını sürdürmüştür.

Kapitalist sistemle birlikte kadınlar kısmen özgürlüklerini elde etmelerine karşın, cinsiyet ayrımı ve baskısı ortadan kalkmadı. Burjuvazinin ödenmemiş emeğe el koymak için işçiye gereksinimi vardı. Bu nedenle de kadını ucuz işgücü olarak kullanmayı esas aldı. Kadının “özgürlüğü”nden söz eden burjuvazi, kadının özgürlüğünde de riyakarlığı elden bırakmamıştır. Ancak, kadın proleterleştikçe ve de sınıf mücadelesi içinde yer aldıkça özgürleşmesinin ideolojik ve pratik ufukları da açıldı.

AKP ve T. Erdoğan’ın kadınlar üzerine yüklenmeleri, ideolojik, siyasal, psikolojik ve pratik baskıları kadınlar üzerinde yoğunlaştırmaları, kadınların köleleştirilmesi için yoğun çaba harcamaları, bir üst paragraflarda  kısaca anlatılanlarla direkt bağlantısı vardır. Özellikle faşist diktatörlerin ilk baskı kuracağı ve daha geniş kitleleri etkilemenin yolu; kadınlar üzerindeki geleneksel tarihsel baskıları arttırmak ve onları bir cendere içine ya da kara çarşafın içine sokmaktır. AKP iktidarının ömrü, kadınlar üzerinde baskıların arttırılması ve sürdürülmesiyle doğru orantılı olarak devam edecektir. Bu nedenle de, ne kadar çok kadın kara çarşafa belenirse, iktidarda kalma oranları da o denli uzayabilecektir. 

Burjuvazi, her zaman kitlelerin en geri yanlarına hitap etmiştir. Kitlelerin en geri kesimlerinin ilkel duygularını okşamanın en önemli ideolojik araçlarından biri, kadınlar üzerinde yürütülen gerici politikalardır. Sömürü ve baskı sisteminin ağırlığı altında bunalmış kitlelerin, kendi kurtuluşlarını kadının daha fazla baskı altına alınmasında gösterilmesi siyaseti, ne yazık ki olumlu etki yaratmaktadır. Özellikle de bu politikalar “din” maskesi altında sürdürülmesi, geri kesimleri içinde azımsanmayacak bir taraf bulabilmektedir. 

Kadın üzerinde baskılar, islam ülkelerinde, “kadınlar örtünmezse –yani, kara çarşafa gömülmezlerse- günaha gireriz”, “bütün kötülükler açılan kadınlardan geliyor” vb. ilkel ve bayağı propagandalar, geri kitleleri oldukça etkilemektedir. Burada, sorun “açılma-kapanma” ikilemi içinde gösterilmek istense de, esas olarak kadının köleleştirilmesi, evde erkeğe, fabrikada patrona ve devlete bağlı olmasını ve boyun eğmesini sağlamak amaçlıdır.  Evde kadının köleleştirilmesi, erkeğin (işçinin) de düzen karşısında köleleştirilmesini ve boyun eğmesini kolaylaştırıcı bir etki yaratmaktadır. 

Bu anlamda, Marx ve Engels’in belirttiği gibi; “Kadının esaret altında tutulduğu bir toplumda, hiç kimse erkek kadar ağır bir biçimde cezalandırılmamıştır”

Diktatör artığı faşist Erdoğan’ın, “Öğrenci evleri fuhuş yuvası” vb. sözlerle gençliğe ve esas olarak da kadına yüklenmesinin amaçları çok açıktır. Kadın özgürlüklerin simgesi ise, gençlik ise dinamizmin, baş kaldırının ve boyun eğmemenin sembolüdür. Kadın baskı altına alınca, iktidarın ömrü uzar, geneçlik din afyonu ile bunaltılınca, baskı ve sömürü sistemine karşı devrimci baş kaldırılarıların ivmesi de düşer. Kadınların teslim almak isteyen sistem, gençliği de teslim alarak onları da din afyonuyla uyutarak, düzenin çıkarları için kelle avcıları haline getirmek istiyor.

Bugün Türkiye’de, Türk devleti eliyle kadının kara çarşafın içine adım adım sokulması, baskı ve sömürü politikasının daha da ağırlaştırılmasından, sınıfsal baskının katmerleştirilmesinden ayrı ele alınamaz. Bu bir sınıfsal baskıdır. Sadece tek bir cinse uygulanan baskı değil, tüm ezilenler üzerindeki baskı ve sömürünün arttırılması ve var olan demokratik hak ve özgürlüklerin gasp edilmesidir. Bu anlamda, “türban bir hak” değildir. Burjuvazi, türbanı “bir özgürlük aracı” olarak göstermeye çalışıyor. Oysa, Türban ile “din özgürlüğü” aynı şeyler değildir. Türban, dinici bir burjuva iktidarının siyasal simgesi haline getirilmiş, daha özelde ise kadının köleleştirilmesinin açık bir ifadesi yapılmıştır. Bu nedenle, türbanın “özgürlükle” ilgisi olmadığı gibi, tersi bir işlevi vardır. Gericiliğin simgesidir. 

Komünistler için özgürlük karşıtı bir simgenin “özgürlük” adı altında savunulacak bir yanı olamaz. Dini duygularından dolayı türban takan kadının türbanı zorla çıkarılmaz, ancak, onun türban takmasının savunulacak bir yanı da olamaz. Din, özgürleşmenin bir aracı olmadığı gibi, türban’da “özgürlüğün” bir simgesi değil, kadını hiçleştirmenin ve aşağılamanın simgesidir. Esas olan budur ve buna karşı tavır alınmalıdır. Ve egemen sınıflar, dini, kendi egemenlik aracı için kullanıyorsa, bunun “masumane” bir yanı olamayacağı gibi, bunun simgelerini “özgürlükler kapsamı” içine sokmak, egemen sınıfların çıkarlarına hizmet etmek demektir.

 Türk devleti, kurulduğu günden beri  Sünni kesimlere büyük bir destek vermiş, devlet dini olarak sünniliği tercih ederek, diğer din ve mezhepten olanlara baskılar uygulamış, yasaklamalar getirmiş, katliamlar gerçekleştirmiştir. Bugün ise bu daha açıktan yapılıyor. “Dini özgürlüğümüzü yaşıyamıyoruz” vb. gibi aldatmacalar, egemen sınıfların AKP aracılığıyla, kadınlar üzerinden ezilen kesimleri (işçi ve emekçileri) daha büyük bir baskı altına alma ideolojik ve siyasal yönlendirmeleridir.

Bütün tek tanrılı dinler, kadınların köleleştirilmesi üzerinde inşa edilmiştir ve  buradan hareketle de bütün ezilen sınıfları baskı altına tutmanın aracı haline getirilmiştir. Bütün egemen sınıflar da, (burjuvazi de dahil) bunu esas almıştır. 

AKP, dini kullanarak kadınlar üzerindeki baskıları artırırken, işçi ve emekçiler üzerindeki baskıların arttırlmasının siyasal ve ideolojik aracı ve önemli bir basamağı gördüğü için bu politikayı izliyor ve egemen burjuvazi de buna destek oluyor. Kadınlar üzerindeki bu baskı, “din” kisvesine büründürülmüş sınıfsal bir baskıdır. İşçi sınıfının köleleştirilmesi siyasetinin en ağır bir şekilde sürdürülmesidir. Bu nedenle de kadınların özgürlük mücadelesi işçi sınıfının sosyal kurtuluş mücadelesinden ayrı ele alınamaz. *** 9.11.2013

 

98006

Yusuf Köse

Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.

yusufkose@hotmail.com

http://yusuf-kose.blogspot.com/

 

 

Yusuf Köse

Komünistler Alman Burjuvazisini Yargılıyor (Münih Duruşmaları)

Yıl 4 Ekim-12 Kasım 1852, Köln’de, 11 Komünistler Birliği üyesi yargılanıyor.

Yıl 2015-2016 Münih. TKP/ML (Türkiye Komünist Partisi/Marksist-Leninist) olduğu gerekçesiyle 10 komünistin “yargılanma” amaçlı duruşmaları ve esaretleri devam ediyor.

Birinciler, “vatana ihanet” suçlamasıyla ceza alıyor.

TKP/ML’liler; “Türkiye’de terör örgütü yöneticileri oldukları” gerekçesiyle “yargılanıyor”.

Karar Verin: “Sizin Muhammed Ali’niz Hangisi?”[*]

“Ölüm haberim bir abartıydı.[1]
 
Eski dünya ağırsıklet boks şampiyonunu 3 Haziran’da 74 yaşında kaybettik. Epeydir Parkinson’dan mustaripti. Konuşma dahil pek çok yeteneğini yitirmişti. Eşi Lonnie’nin deyişiyle “İnsanlarla gözleriyle, kalbiyle konuşmaktaydı”...

Ortadoğu ve Türk devletinin cerablus işgali

Ortadoğu zengin petrol kaynaklarının bulunduğu büyük bir pazar olmanın yanında; enerji kaynaklarının geçiş güzergâhı olarak da her zaman emperyalistlerin iştahını kabartmıştır. Bu coğrafyada kurulan kukla devletler, başta İngiltere ve ABD’nin denetiminde Ortadoğu’da emperyalizmin bekçiliğini yapmaktan geri kalmamışlardır. Irak, Tunus, Suriye, İsrail ve İran emperyalist ülkelerin bölgedeki temsilcileri olmuşlardır.

FETÖ yerine RETÖ Darbesi Gerçekleşti-Çetin Çetin

Bugün Türkiye'de gelişmelere baktığımızda Türk hakim sınıflarının iki açmazı ön plana çıkmaktadır. Birincisi OHAL ilan edilerek FETÖ ile mücadele adı altında yürütülen çalışma. Hükümet kendisine muhalif olan kesimleri devlet aygıtından temizleyerek buralara kendi badem bıyıklarını yerleştirme çabaları içerisindedir. 17 Temmuz askeri darbe girişimini önceden haber alan ve buna uygun hazırlıklar yaparak ‘’Bu darbe bize Allah'ın bir lütfudur’’ diyerek bunu kendi çıkarları için bir fırsata çeviren Cumhurun başı R.T.E. kendi darbesini gerçekleştirdi.

Faşizmin “demokrasi” oyunu bitti; sermaye tükendi; Amerikan emperyalizmi ve müttefikleri ortadoğu ‘da yeni oyunlar sahneliyor.

Sivil faşist darbenin postal sesleri yaşamın her alanında kendini gösteriyor. “Cemaat, Gülen, askeri darbe” senaryosu bir kurguydu. Faşist diktatörlük asıl darbeyi gerçekleştirmek, toplumda teşhir olan karanlık katliamcı yüzünü gizleyebilmek için, “askeri darbe oyununu bir trajikomik şekilde piyasaya sürüverdi. Bu oyunu Erdoğan tek başına kurgulamadı, ABD bu kurgunun içerisinde.

T.C.’nin Suriye Saldırısı ve Devrimci Görev :Çetin Çetin

T.C.’nin Cerablus’a denetimindeki ÖSO cihatçılarıyla İŞID devir alarak Suriye bataklığına girmesini değerlendirmeye geçmeden önce emperyalistlerin BOP ve Ortadoğu’daki gelinen duruma kısaca değinmekte yarar var.

Barış için Savaş !

Silahlanma yarışına, Emperyalist, gerici, haksız savaşlara karşı çıkalım!Dünya`da nihai Barış için, Sosyalizm ve Sınıfsız Toplum yolunda devrimci Mücadelelere omuz verelim !

“Topyekün Savaşa” karşı, Topyekün devrimci mücadeleye..

BAKIN DEVLETİN BAŞI NE DİYOR? “YA İSTİKLAL YA ÖLÜM! TOPYEKÛN SAVAŞIYORUZ”!

Burjuvazinin sendromları ve İşçi sınıfının kaybedeceği yeryüzü

Dünya ve Türkiye’deki yıkıcı/yıpratıcı kaos ortamı, kapitalist sistemin öngörülen çelişik çatışmalarının bir ürünüdür. Bu, kapitalizmin daha iyi günleridir. Bir kaç Avrupa ve Kuzey Amerika ülkelerini saymazsak, çatışmalı ortam içinde olmayan bölgeler yok gibidir. “Çatışmalı olmayan ülkeler” ise içten içe kaynamaktadır. Bir taraftan ırkçılık, bir taraftan ise işçi sınıfıyla burjuvazi arasında süregelen sınıf mücadelesi, hiç bir burjuva ülkesini “güvenlikli” kılmıyor.

Milli mutabakat hükümeti; Çetin çetin

Türk hakim sınıflarının Yenikapı buluşmasından sonra burjuvazinin yazılı ve sözlü medyasında en çok sözü edilenin AKP, CHP, MHP’nin bir araya gelmesiyle milli mutabakatın sağlandığı, yakın bir süreçte de darbe girişiminin olumsuzluklarından sıyrılmak ve düzlüğe çıkmak için milli mutabakat hükümetinin kurulacağının müjdesinin verilmesidir.

Toplu mezarlıklar ülkesi

Türkiye ve Kuzey Kürdistan tam bir toplu mezarlıklar ülkesi oldu. Devlet, Kürtlere, Sosyalistlere, demokratlara sadece ordusu ve polisiyle saldırmıyor. Artık en önemli saldırı gücü olarak kullandığı İŞİD ile de saldırıyor.

Hukukuyla, yasalarıyla, yönetim şekli ve uygulamalarıyla tam bir bir isalmcı-kontrgerilla düzenine dönüşmüş olan Türk devleti, OHAL ile bunu daha da pekiştirmeye çalışmaktadır. Türk milliyetçiliği ve ümmetçiliği ile toplumun önemli bir kesimini kendi etksi altına alan devlet, başta Kürtler olmak üzere, muhalif olan her kesime karşı kıyım uygulamaktadır.

Sayfalar