Pazar Nisan 28, 2024

Yerel Seçimler ve Siyaset

Proletarya, hiç bir olaya ve hiç bir siyasal gelişmeye tarafsız kalamaz. Onun “tarafsız”lığı bile taraf olmaktır. Örneğin her hangi bir olayı boykot etmek tarafsız bir siyaset gibi gözükmesine karşılık aktif bir taraf olmaktır. Ya da iki burjuva (örneğin Ergenekon davaları vb.) kliği arasındaki mücadele de birinden birini desteklemeyip “tarafsız” olmak, iki burjuva kliğine karşı aynı tavırı almak anlamındadır.
 
Bütün burjuva partileri hızlı bir şekilde yerel seçimlere hazırlanıyor. AKP için yerel seçimlerin önemi; yıpranan imajı onarmak, Haziran Ayaklanması (Gezi)’nın  rövanşını almak ve bir sonraki genel seçimlerin kazanmanın adımlarını döşemek olarak okunabilir. Daha bir çok nedenler olsa da elbette en önemlisi, AKP’nin yıpranan imajını kurtarmaktır. Bunun anlamı, iktidarda kalma ömrünü uzatmanın, iktidarı kaybetmemek için her yolu mübah gördüğü şeklindedir. Çünkü Haziran Ayaklanması’ndan sonra iyice teşhir olan AKP ve TC başbakanı Erdoğan’a karşı emperyalistler verdikleri desteği geri çekmişe benziyor ve içeride ise Türk burjuvazisinin bir kısmı yeni bir alternatif oluşturmaya hız vermiş gözüküyor. 
 
Önümüzdeki yerel seçimler konusunda da proletaryanın bir tavrı olmak durumundadır. Bu boykot şeklinde olabileceği gibi, seçimlere katılma ya da her hangi bir devrimci-demokrat güçlerle ortaklaşa hareket etemek ya da tek başına katılmakta seçenekler arasında yer alabilir. Ancak, 30 Mart 2014'de yapılacağı aöıklanan yerel seçimleri boykot etmek için proletarya açısından koşullar eleverişli değildir. Bu seçimlere, olumlu yönde, Haziran Ayaklanması’nın gölgesi düşecek olsa da, şu andaki durum bir bekleme tavrı şeklinde kendini göstermektedir. Aslında bu bekleyiş öznel devrimci güçlerin kitleler içndeki etkinliğiyle de doğru orantılı olarak sürmektedir.
 
Önümüzdeki yerel seçimlerde sınıf bilinçli proleterlerin yani komünistlerin güçlü bir çıkışları olamayacağı ve tek başlarına seçimde her hangi bir varlık gösteremeyecekleri de bir gerçektir. Hemen hemen tüm radikal devrimci kesimler açısından bunu söylemek nesnel bir durum saptaması gibi gözüküyor. Devrimci hareketin dağınıklığı ve demokratik bazı eylemlerde dahi bir araya gelmekteki zorlanmaları da dikkate alınırsa, yerel seçimlerde birleşik güçlerini ortaya koymanın önündeki idelojik-siyasal zoruluklar da kendiliğinden anlaşılır oluyor.
 
Önümüzde bir HDP (Halkların Demokratik Partisi) gerçeği var. HDP Türkiye ve Kürdistan’daki reformist güçlerden devrimci güçlere kadar çok çeşitli siyasal grupları içinde barındıran bir yapıdır. İçinde yer alanlardan direkt sosyalizmi savunan siyasal grup ve partiler olduğu gibi, geri düzeyde reformizmi savunan siyasal parti ve gruplarda yer almaktadır. Bütün bunları bir araya getiren esas etmen AKP iktidarının baskıları karşısında bir güç olabilmek ve siyasal varlıklarını parlamentoda ya da fazla ayak altında ezilmeden bir duruş sergileyebilmek amaçlıdır. Genel olarak söylenirse, HDP bir işçi sınıfı partisi değildir. Reformist siyasal yelpazede yerini almaktadır. İçlerinde reformist olmayan güçlerin olması bu gerçekliği değiştirmeye yetmiyor. 
 
HDP’nin programmında ne işçi sınıfının iktidar sorunu vardır ne de düzenin radikal bir şekilde devrimci değişiminin gerekliliği ve bunun eylem planı vardır. Burjuva düzenin aşırı uçlarının törpülenmesinin dilek ve temennileri yer almaktadır. Daha çok da Kürt sorunun “barışçıl” bir çözümü yer alır. Daha doğrusu, Kürtlerin ulusal haklarının verilmesi.
 
Bunlar, demokratik içerikli reformist hedeflerdir. Sınıf bilinçli proleter hareketlerin bunlara karşı itirazları elbette temeldendir. Ancak proletaryanın sınıfsal çıkarları açısından ciddi bir çok siysal problemler taşısada, demokratik talepler özelinde ortaklaşa hareket edilebilecek bir program içerikli bir siyasal oluşumdur  HDP. 
 
HDP’nin diğer bir önemli özelliği, Kürt, Türk ve diğer azınlık uluslardan devimci-demokrat kesimleri bir araya getirme ve en azından, asgari noktalarda birlikte hareket etme espirisini de içinde taşımasıdır. Bu en önemli noktalarından birsidir.
 
Ancak, bir önemli nokta da; HDP’nin  Kürt Ulusal Hareketi’nin (KUH) devlet ile uzlaşıcı yanının ciddi baskısı altında oluşudur. Çünkü HDP içinde etkinlik bu hareketin elindedir.  Kürt ulusal hareketinin içeriği demokratik bir içerik taşıdığından, bu da HDP’nin var olma siyasal gerekçesiyle çelişen  bir durum değildir. Bu örgütlü gücün varlığı ve etkinliği, diğer devrimci ve demokrat güçleri bu politikanın yedeğine alma eğlimi ve baskısını beraberinde getirmektedir. Bir çoğu onunla var olmanın koşullarını yaratmaya çalışırken, bir kısmı ise pragmatis bir çizgi izlemektedir. KUH’nin pragmatis olması, onun genel çizgisinin bir gereği, ancak küçük burjuva devrimciliği ondan sosyalizm bekliyorsa, elbette yanılıyor.
 
Komünistler, HDP içinde erime değil, demokratik bir mücadele açısında ortaklaşa eylem birlikleri ve ittifaklar şekilinde soruna yanaşabilirler. Daha ileri bir birliktelik, proletaryanın siyasal hedeflerinin reformist hedeflere kurban edilmesi olur ki, bu ideolojik olarak proletaryanın davasına ciddi zararlar verir. Reformizmle sıkı bir uzlaşmacılığın bir yanıda, sınıfın radikal devrimci yönünü törpüleme eğilimi taşımasını beraberinde getiri ki, işçi sınıfı partilerinin bunu her zaman gözönünde bulundurması bir zorunluluktur. Kısa vadeli çıkarlar uzun vadeli çıkarların önüne geçirilmemelidir.
HDP, elbette, ne Allende’nin (Şili) Unidad Popular (Halk Birliği), ne de kurucusu Hugo Chavez olan Venezuela Birleşik Soyalist Partisi (PSUV) değildir. Ama, sınıfsal karakter ve program olarak benzer yanları çoktur denebilir. Bu partiler de homojen değil, heterojon siyasal yapılardan oluşuyordu. Aynı HDP’nin oluşumu gibi. Chavez’in PSUV’si şu anda Venezuela da iktidarda. Allende’nin reformist programı onun sonunu hazırladı. Burjuvazi, reformist partilere dahi tahammül edebilecek bir karakterde değildir. Sermayenin varlığı ile demokratik içerik uyuşmaz ve o, çıkarları gereği, kitlelerin lehine tüm demokratik mücadele ve kazanımların karşısında yerini alır. HDP’nin adı geçen bu partilerin düzeyine gelme olasılığının siyasal ve sosyal temeli şimdilik ülkemizde yok gibidir. Her şeyden önce, ne Allende ne de Chavez gibi kitleleri peşinden sürükleyecek reformist liderler söz konusu değildir.  
 
Burada HDP dışında reformist küçük burjuva TKP, her ne kadar, önümüzdeki yerel seçimlere "yurt çapında aday göstererek katılacağını" açıklasa da, girmediği yerlerde CHP ile ortak hareket etmeyi, daha doğrusu destekleme taktiğini izleyecektir. ÖDP ise, bir kaç yerin dışında CHP’yi daha fazla destekleme yoluna gidecektir. 
 
TKP süreç içinde CHP ile daha sıkı fıkı olma durumuna girebilir. “Yurtseverlik”leri onları burjuvazinin “laik” kanadıyla birlikte hareket etmeye yönlendirecektir. Hatta bu “yurtseverlik” anlayışı, onları,  süreç içinde “Kızılelma” koalisyonu ile de dirsek temasına görtürebilecektir. Son olarak TKP Merkez Komitesi üyesi Kemal Okuyan’ın, “Türkiye Solunun Yurtseverlik Sınavı “ adlı kitabı, onların burjuvazinin bayrağını sahiplendiklerinin resmen ilanı oluyor. Nihayet, böylece, aradıkları örtülerine kavuşmuş oluyorlar. TKP ve ÖDP'ni HDP ile ortak hareket etmemeye iten nedenlerin başında, hiç kuşkusuz, Kürt ulusal sorunu konusundaki şovenist anlayışa sahip olmaları geliyor.
 
Konumuza dönersek, kısa vadeli siyasal demokratik hedefler için her zaman ilerici güçler ile proleter güçlerin ortak hareket etmesinin proletarya açısından yararları tartışma götürmez. Proletarya tüm ezilen kesimleri kucaklamak ve onlara siyasal olarak hitap etmekle karşı karşıyadır. Bir yandan proletaryanın yakın ve uzun vadeli siyasal hedeflerini reformizme kurban etmemek ve bir yandan da reformist güçlerle demokratik kazanımlar için bir arada olmanın çelişkisi yaşanacaktır. Bu, sınıf mücadelesinin çok yönlü oluşunun siyasal taktiksel görüngüleridir.
 
Sınıf bilinçli proletarya daha geniş kitleleri (başta işçi sınıfı olmak üzere) kucaklamak istiyorsa, dar köşesine çekilip kalmak değil, sınıflar arası siyasal mücadelenin tüm arenalarında yer almak ve kitleleri işçi sınıfının sosyalist programı etrafında örgütlemek ve harekete geçirici doğru ve aktif bir siyaset izleyebilmelidir.
 
Buradan hareketle, önümüzdeki yerel seçimlerde HDP ile ortak olarak seçimlere katılınabilinir. Bir taraftan seçim propagandalarına (legal olanakları zorlayarak) kullanmak ve sınıfın görüşlerinin propagandasını yapmak, düzeni teşhir etmek ve özellikle de AKP kliğini teşhir ve tecrit çalışmalarına daha fazla önem vermek, yerel seçimlerin genel siyasal taktik olmalıdır. Ancak bu siyasi taktik,  HDP’nin reformist dayatmalarına boyun eğme pahasına değil, tersine, sınıf uzlaşmacı yanlarını teşhir etmeyi de şart koşuyor.
 
Yerel seçimlerde PKK, hem BDP ile hem de HDP ile kendini daha güçlü bir şekilde, HDP birleşenlerine dayatmaya çalışacaktır. Bu eşyanın tabiatı gereği böyledir. Güçlü siyasal hareketler, diğer siyasal hareketler karşısında gücünün bilinciyle hareket ederler. Çünkü bir önceki yerel seçimlerde de ve genel seçimlerde de bu görüldü. Bu nedenle de, Dersim’de genel seçimleri kaybetti. Bu, kaybedeceğini bile bile lades demekti ve öyle oldu. BDP, diğer devrimci güçleri hiçe sayarak kendini dayattı ve devrimci güçler ise “bize ne” der gibi siyasetsizliği seçtiler. Bazılarına ise birkaç belediye meclis üyeliği yetti. Siyaset bunun üzerine şekillendirildi. Daha büyük siyasal kazanımların siyaseti ise bir sonraki bahara ertelendi.
 
Bu yerel seçimlerde, yine Dersim, önemli bir yerde durmaktadır. Eğer BDP yine kendini adayını diğer devrimci güçlere rağmen dayatırsa, Dersim Belediye Başkanlığını kazanmanın zorluğu da kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. Silahların “eleştirel” gücüyle bu her zaman kazanılamaz. Diğer siyasetlerinde, özellikle de Kaypakkaya geleneğinden gelenlerin önemli bir güçleri de vardır. Bir önceki yerel seçimlerde bu görüldü. Bu kez, ortak hareket edilmezse, Dersim’i CHP’ye kaptırma olasılığı daha güçlü gibi gözüküyor. Tabi burada, bunu belirleyecek olan izlenecek doğru siyasal taktiklerdir. Ve bu siyaset,  kitlelere; siyaset olarak “biz de varız” gücünü kendinde bulabilecek mi? Yoksa, Hegel’in “var-yok” özdeşliğine mi sığınılacak, hep birlikte göreceğiz. Çünkü siyasette duygusallığa yer yoktur. Siyasette, sınıfsal çıkarlar her zaman önde gider.  
 
Bu yaklaşım, tüm siyasal gelişmeler için de geçerlidir. Doğa gibi toplumsal yaşamda da siyaset boşluk tanımıyor. İşçi sınıfının gerilediği ya da geri adım attığı yerde, o adımı bir başkası atıyor ve sınıf demokratik mevzilerini de kaybediyor.***11.12.2013
94647

Yusuf Köse

Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.

yusufkose@hotmail.com

http://yusuf-kose.blogspot.com/

 

 

Yusuf Köse

Sen susuyorsun çünkü...

Seni Cizre, Silopi, Nusaybin, Diyarbakır Sur, Şırnak ve Dargeçit halkıyla empati kurmaya çağırmayacağım. Çünkü sen ölmüşsün. Bu düzen sana makam ve rahat bir hayat vererek ruhunu esir almış, öldürmüş seni. Ölmüş bir ruh gömüldüğü mezarda dışarıdaki seslere sağırdır.

Sevgili okur, bu sözlerim sana değil, siyasetçileredir.

15. yılında başka bir 19 Aralıkta

“Amaçları, insanı, insandan başka birşey    haline getirmekti”. Primo Levi

Aralık sallanıyor.

Bütün ayları özel kılan katliamlarla dolu Türkiye tarihinde, çığlıklar-haykırışlar, direnişlerle dolu Aralık her gelişinde, daha dünmüş gibi sallanıyor….

Bir bireyin tarihini bile objektif olarak yazması zorken, Aralık’ı yazmak hep zorluyor bizi.

Partisizlik Özgürlüktür

Vışş... o süperman kostümü ne la..... sıfır sıfır yedi gözlükler....

Sen benım kım olduğumu bılıyor musun ?

Haa..bılıyom.  Bızım koylu husosun.

Avradın da dayak yiyip şehire kaçan huso .

Bireycilik, grupçuluk....

Kapitalizmin ortaya çıkardığı bir hastalık bu.

Kapitalizmin itişi, kalkışının acımazsızca ceyran edişi  içerisinde statümüzü, grubumuzu....  buluruz, buldururuz.

Sanki kendimizin, ailemizin, yaşadığımız grubun....   sorunlarını, hislerini .....  başka bireyler, gruplar  yaşamıyorcasına, bilemeyeceklercesine  davranır, yaşarız.

İsrailleşen Türk devleti ve Kürtler

Ulusal sorununu çözmeyen bir devletin burjuva “demokratlığı” söz konusu olamaz. Türk devletinin tarihinde, burjuva anlamda “demokrat”lığı oldukça sınırlı olmuştur. Sınırlı yıllar içinde   burjuva “demokrasisi”ni uygulaması, dış koşulların ve iç koşulların (işçi sınıfı ve emekçilerin) dayatması sonucu olmuş, ama, işçi ve emekçiler ve başta Kürtler olmak üzere diğer azınlık uluslar üzerindeki faşizm sopasını da hiç bir zaman elinden bırakmamıştır.

Mazlum Yoldaşın Ardından

Yetmişli yılların ortalarında Malatya’dan İzmir’e gelmişti Mazlum yoldaş. Simsiyah saçları, kararlı bakan ışıltılı gözlerindeki sevgi yüzüne de yansıyordu. Kısa sürede herkesin sevgisini kazanmış, mahallenin “Marangoz İbo”su olmuştu bile.

Taklit yeteneği çok iyiydi. Gırgır ve şamatayı sever öykündüğü yoldaşlarını bire bir taklit ederken dernektekileri gülmekten kırar geçirirdi.

Çalışkandı; tam bir görev adamıydı. “Teoriden anlamam, ben pratik adamıyım!” derdi. Kızdı mı hemen parlardı, ama çabuk da sönerdi.

Şimdi yürüme zamanıdır!

Şimdi savaşma zamanı, savaşı büyütüp her tarafa yayma zamanıdır. Özgürlük ateşini yakınlaştırma ve devrimcileşme zamanıdır. Şimdi büyük bir ısrar ve kararlılıkla zorlukların üstüne doğru yürüme, engelleri cesaretle aşma zamanıdır. Partimizin ideolojik-stratejik hattı, işçi sınıfının, halkımızın, bölge halklarının değişim ve devrim ihtiyacına yanıt olma zamanıdır. Dayanılması zor, yokluk ve yoksulluklarla dolu ezilenlerin çığlıklarına kulak verme zamanıdır. Ertelenmesi asla mümkün olmayan zorunlulukların ve kaçınılmazlıkların gerçekleştirilmesi zamanıdır.

“Hendek” e düşmek mi, hendek atlamak mı?-Dursun Ali Küçük

*Kendimi hendeğe düşmüş gibi hissediyorum….
Kürdistan şehirleri ve ilçelerinde yaşanan vahşet gözlermin önünde kayıp gidiyor.
İçim kan ağlıyor..
Sanırım savaş ortasındaki her insanda bunu yaşıyor.
Ya bu hendekten atlarsın ya bu deveyi güdersin.
Ya da deveye hendek atlamak gibi bir işe kalkışırsın.
Ama nasıl direnirsen diren siyaset ve halkını düşmanın eliyle de olsa hendeğe gömemezsin.
Vebali ağırdır.

*Sömürgeciğe ve işgalciye karşı direnmek farzsdır ve kayıtsız şartsız tartışma götürmez.

"İpler kimin elinde "

Bugün bir arkadaşımla sohbet ederken  Ortadoğu, Türkiye ve Kürdistan ve en önemliside Suriye'de neler oluyor üzerine konuşmaya başladık;  Ben siyasal tahlillerde bulunmaya çalışrken,, üçüncü dünya savaşının kapıda olduğunu,çanların  kimin için çalıyoru anlatırken , arkadaşım dediki:"Yoldaş bu söylediklerini Marks, Lenin, Stalin , Mao yoldaşlar o  zamanlar söylemişler... Sen bugüne has özgül tahlil yapsan vede biz bunun neresindeyiz,anlatsan daha gerçekçi olur". Ben önce bir duraksadım şaşırdım , "söyleyen dilim söylemez" oldu.

“Seçme ve Seçilme En Temel İnsan Hakkıdır, Haydi Mülteciler Seçime”; dediler ve!

Yarın 10 Aralık.

1948’den bu yana etkinlikler düzenlenen “Dünya İnsan Hakları Günü”.

“Mültecilerin seçme hakları var artık. Seçme ve seçilme en temel insan hakkıdır” diyerek harıl harıl çalışan kurumlardan bir kısmı; yarın da Suriye’ye yerleştirilen savunma silahlarına karşı protestolar gerçekleştirecekler!(Bu kurumların adını burada belirtmek, yaptıkları iyi şeylere göz kapamakla eş olacağı için; böyle geçelim).

“Fırtınalar içinde, bıçak sırtında”

Komünist önder Mehmet Demirdağ anısına...

Devrime (ve Cizre'ye) dair

“In puncto punctii”[1]

Murat Uyurkulak’ın, “Vaktiyle bir ihtimaldi ve çok güzeldi,”[2] notunu düştüğü; Cornelius Castoriadis’ün, “Önce bir tahayyüldür,” dediği devrim, radikal sosyalistlerin indinde güncelliğini yitirmeyen -“olmazsa olmaz”- “Tek yol”dur; dünyayı değiştiren devrimci praksistir; engellenemezdir; gereklidir.

Sadece bu kadar da değil: Egemenlerin kâbusu, ezilenlerin şölenidir; Prometheus’un takipçilerini var eden tarihsel eylemidir; bilimden sanata, beşeri münasebetlerden sosyal hayata, ekonomiden politikaya “ilerleme”nin yegâne sebebidir.

Sayfalar