Salı Nisan 30, 2024

Yine söylüyoruz: 2 Temmuz faillerini devlet koruyup kolluyor

Bu topraklarda onlarca, yüzlerce, binlerce acıyla karşı karşıya kalmış Aleviler, için tarihsel bir gün olan 2 Temmuz katliamının 24. yılına giriyoruz. Yüreklerimizde acı, bilincimizde öfke ile bu tarihsel günün hesabının sorulacağına dair antlarımızla günleri geride bırakıyoruz. Bundan tam 24 yıl önce otel görevlileriyle birlikte 35 yürek ateş içinde semaha durdular. Her biri dilinde türkülerle gelecek güzel günlere tebbesümlerini bıraktılar.

2 Temmuz 1993’te, devletin kontra birlikleri ile gerçekleştirdiği bu katliam 90’lı yılların toplumsal öfkesine bir mesajdı. Bu katliam her şeyden önce aydınlık günlerin karartılmak istenmesinden başka bir şey değildi. 1980 AFC’sinin ardından 90’lı yıllarda yükseliş gösteren ve kendini bahar eylemleri ile gösteren toplumsal muhalefetin ödenen bedeliydi 2 Temmuz katliamı. Toplumsal muhalefetin gelişim koordinatları içinde işçi sınıfının eylemleri, köylülerin toprak mücadelesi, köy boşaltmalara karşı başlatılan sokak eylemleri, gerillanın TC devleti karşısında mevziler elde etmesi, gençliğin üniversiteleri saran eylemleri ve daha birçok gelişim söz konusuydu. TC devletinin bu tablo karşısında kimyası bozulurken, gözaltında kayıplara ağırlık vermeye başlamış, toplumsal öfkenin bir alanı olan hapishanelere saldırı planları yapmaya başlamıştı. Bu tarihsel süreç içinde 2 Temmuz katliamı ve yüreğimize saplanan 35 hançer ödediğimiz ve ödeteceğimiz bedelin sözleşmesi oldu.

Her katliamda olduğu gibi TC devleti Sivas’ta da delilleri yok etmiş,  olayın gerçek yönlendiricileri yargı karşısına çıkarılmamış, bir şekilde tutulup yargılananlar kollanmış ve aklanmıştır. Öyle ki “insanlığa karşı işlenen suç”un faillerinin bir bölümü zaman aşımı ile kurtarılmış, dönemin Başbakanı R.T. Erdoğan katliam davasının zaman aşımına uğratılmasını “karar hayırlı olsun” ifadeleriyle değerlendirmişti. Nitekim bunu toplum için “hayırlı” olarak değerlendiren Erdoğan, gerçek suçluların yargılanmaları ve insanlık düşmanı anlayışların tarih karşısında mahkum edilmesini engellemeden başka bir anlam taşımadığını gizleyemeyecek.

1980 öncesinde devlet yükselen sınıf mücadelesini engellemek için toplum içinde milli değerler ve Alevi-Sünni üzerinden insanları birbirine düşürüp bölmeye çalışıyordu. Bununla birlikte devlete bağlı paramiliter güçler 1978’te Çorum ve Maraş’ta gerçekleştirdikleri katliamlar aracılığıyla, Alevi-Sünni karşıtlığı temelinde bir çatışma derinleştirilmeye çalışılıyordu. 1978 yılı, devimci mücadelenin ciddi anlamda geliştiği-güçlendiği bir dönemdi.

’80 dönemi ise devletin istediği şekilde devam etse de 90’lı yıllara gelindiğinde yalnız devrimciler değil artık ciddi bir güç haline gelen ulusal bir mücadele de devlete karşı bir savaş içerisinde yer almaktaydı. Yani 90’lı yıllar hem devrimcilerin hem de ulusal mücadelenin en güçlü olduğu dönemlerden. Devlet bu dönemlerde de T. Kürdistanı’nda ve devrimcilerin etkin olduğu bölgelerde köy boşaltmalarına başvurarak mücadeleyi engellemek için yerinden yurdundan ederek karşılık veriyordu. Özellikle de Madımak katliamı sonrasında köylerde katliam ve boşaltmalar yoğunlaştırıldı. Madımak katliamının hemen ardından toplumu Alevi-Sünni ekseninde bölmek için kışkırtmaya devam eden devlet, 5 Temmuz’da bir Sünni köyü olan Başbağlar’da 33 kişiyi katlederek suçu PKK’nin üzerine yıkıyordu. Nitekim bu katliamın da kontrgerilla eliyle işlendiğini yıllar sonra hakim Şakir Kadıoğlu yaptığı açıklamayla itiraf ediyordu: “O davada hiçbir sanık suçlu değildi. Olay yeri incelemelerini savcı değil, oradaki görevli bir asker yaptı. O kimin adını yazdıysa, mahkeme karşısına da o çıkarıldı. Başbağlar Türkiye’nin hukuk tarihinde bir yüz karasıdır.”

Devlet itibarı söz konusu olduğunda mecliste birbirlerine saldıran farklı gruplar ağız birliği yapmışçasına bu itibarın zedelenmemesi için elinden gelen çabayı sarf eder. Bu durum Madımak Katliamı’nda da yaşandı. Birkaç yıl önce yaptıklarının hesabını vermeden ölen, dönemin cumhurbaşkanı Demirel, “halkla polisi karşı karşıya getirmeyin” sözlerini oteli ateşe veren “halk” için söylemekteydi. Başbakan Çilller, “otelin etrafını saran vatandaşlarımıza hiçbir şey olmamıştır”; ANAP Genel Başkanı Mesut Yılmaz ise, “bu bir futbol maçında bile çıkabilecek bir olaydır” sözleriyle burjuvazinin katliamcı geleneği konusundaki tutumlarını özetliyorlardı. SHP lideri Erdal İnönü, “güvenlik güçlerimizin özverisiyle vatandaşlarımızın daha fazla zarar görmesi engellenmiştir” diyerek bu koroya katılıyordu. Yani devlet Alevi-Sünni karşıtlığı üzerinden, Dersim’de, Malatya’da, Çorum’da, Maraş’ta ne amaçladıysa ve bu konudaki rolü neyse, Madımak Katliamı’ndaki amaç ve rolü de aynıdır.

Sorumlular ödüllendirildi

Madımak katliamı sonrası açılan davadan bir sonuç çıkmadı. Açılan dava 19 yıl sürdü, yargılanan 2 kişi dava süreci içinde ölürken diğer 5 kişi ise zaman aşımından serbest bırakıldı ve böylece dava süreci kapanmış oldu. Katliam sonrasında gözaltına alınanlara “laik anayasal düzeni değiştirip din devleti kurmaya kalkışma” suçlamasıyla dava açılmıştı. Tam anlamıyla bir tiyatro oynanıyordu.

Yargılananlar elbette suçluydu ama bu katliamda sadece bir maşa görevi görmüşlerdi. Devlet sorumluluğu bu kişilere yıkıyor, olayı sanki laikliğe karşı gericilerin bir eylemiymiş gibi göstermeye çalışıyordu.

Son olarak Sivas Katliamı’nda aktif rol alanlar bugün AKP hükümetinde milletvekilliği ve bakanlık görevleriyle ödüllendirilmiş durumda. Ve aynı zihniyet Roboski’de, Amed’de, Suruç’ta Ankara’da ve daha birçok katliamda ödüllendirilerek devlet korunması altına alındı. Faşist Türk devletinin tüm katliamlarına karşı halk kitlelerinin tarihsel öfkelerinden birini geride bırakıyoruz. 2 Temmuz şehitleri şahsında onların anılarına sahip çıkmak, onların öfkesini kuşanmak bizlere için tarihsel bir görevdir. 2 Temmuz günü ateş içinde semaha duranların, günü tutuşturanların mücadelelerini halk kitlelerinin umudu ve isyanına dönüştürme misyonu ile karşı karşıyayız.

38177

Partizan'dan

Partizan'dan; Gündem ve güncel gelişmelere ilişkin politik açıklama ve yazılar. 

Partizan'dan

Latin Amerika’nın kesilen devrimci damarları

ABD’nin arka bahçesinde, burjuvaziye karşı mücadelenin büyük bir yanını ABD emperyalizmine karşı mücadele olulşturduğu bilinen bir gerçektir. İspanyol sömürgeciliği kovulduktan sonra, Latin Amerika halkları bu kez karşılarında ABD emperyalizmini buldu.

IŞİD-İsrail, Kürt Hamas'ı ve Suriyeliler meselesi

IŞİD'in son Atatürk Havalimanı saldırısı ile başlayan tartışmalar yüzeysel olmak kadar gerçeği de ters yüz eden tartışmalardır. 

Öyle ki esas açıktan manipule edilerek yapılan çözümlemeler usulen oluyor ve bunlar DAİŞ'in planlayıcılarına objektif hizmet olarak da geri dönüyor.

Dik duran nikbinlik: SABAHATTİN ALİ[*]

“Non segnis stat remeatque dies.”[1]

Cumhuriyet tarihinin -bilinen- ilk “faili (belli) meçhul”üdür Sabahattin Ali; elbette bilinmeyenler hariç.

Kafası taşla ezildi; başka bir rivayete göre bir polis amirinin elinde kaldı. Sabahattin Ali cinayeti, elbette “faili meçhul” bir cinayet değildir. Devlet, Ali Ertekin’i kullanmıştır. Ancak işin içinde devlet olduğu için cinayet hep “meçhul” kalmış/ bırakılmıştır.

Madımak'tan Çığlıklar Geliyor

Yanarak şekil buldu insanlık,böyle süregeldi tarih... 

Tarih tekerrür etti. Binlerce yılın cadı yakma deneyimleriyle evrilmiş kara cübbeli sakallıların ağızlarından salyalar akıtarak giriştikleri en pis en canavarca eylem. Ve o eylemin gerçekleştirildiği mekan: Madımak.

O Madımak'tan halen çığlıklar geliyor…

Emperyalist Avrupa birliği göbekten çatırdıyor

Kimler umut bağlamadı, büyük hayaller beslemedi ki? Nice eski tüfek “sosyalist”, “komünist”ler Marksist-Leninist ideolojiyi Avrupa birliğine feda etmedi ki? Kimler büyük umutlarla tekelci sermayenin yaverliğine soyunmadı ki? “Marksizm Leninizm’in eskidiğini, vadesini doldurduğunu, tarihin çöplüğüne atılması gerektiğini” hangi dönme liberal, demokrat revizyonist burjuvalar savunmadı ki? Ve emperyalist çıkar gruplarıyla oynaşmayı, cilveleşmeyi esas aldılar.

AB Emperyalist bir birliktir dağıtılmalıdır

24 Haziran’da ingiltere de yapılan AB referandumu sonucu, AB emperyalist burjuvazisi içinde paniğe yol açtı. Brexit’in domino etkisi yaparak ABexit’e dönüşmesinden korkmaya başladılar.

Avrupa Birliği, “... başta ABD ve Japon emperyalist tekellerine rakip olarak ortaya çıkmışsa da, işçi sınıfı, ezilen halklar ve ezilen ulusların karşısında yer alan bir bloktur. Başta da Avrupa işçi sınıfı ve halklarına karşı oluşturulmuş emperyalist bir birliktir.”1

Demek gidiyorsun küçük kırlangıç…

Bir can almakla insan biter mi heval,

Kahpe kurşun kalemini kırar mı heval..

Şu Dicle'nin suyu senden geçermiş heval,

Analar oğul diye içermiş heval...

Bir rüzgar gibi hala esermişsin heval...

Şu Cudi'nin dağlarında gezermişsin heval,

Şu Munzur'un dağlarında gezermişsin heval...

Hitler,Mussolini ve Erdoğangillerin yaratılmasında liberallerin payı!

Son zamanlarda, bir çok liberal ve demokrat köşe yazarı, AKP iktidarını ve Erdoğan’ın “tek kişi(!)” diktatörlüğünü eleştirirken, Sovyetler Birliği’ni ve Stalin’i anmadan geçemiyorlar. Stalin’i Erdoğan ile eşleştiriyorlar ve Erdoğan’ın uygulamalarını Stalin önderliğinde SSCB olan uygulamalara benzetiyorlar. 

Hepimiz ATİK 'liyiz,tutuklanmakla bitmeyiz !

Çok önemli tarihi bir süreçten geçiyoruz.

10 ATİK (Avrupa Türkiyeli İşçiler Konfederasyonu) aktivistinin bir yıldır tutuklu bulunduğu,Almanya'da yargılanmalarına sayılı günler kaldı.Kızıl Ordu Fraksiyonu (RAF) üyelerinin yargılandığı davadan sonra,Almanya'da görülen son 30 yılın en büyük siyasi davası olarak gürülmektedir.

Alman devleti'nin Türk istihbarat örgütü ile anlaşması sonucu Avrupa'nın değişik ülkelerinde gerçekleştirilen operasyonlarda 10 devrimci,haksız yere tutuklandı.

Kerkük’ü Kaça Satalım? – Dursun Ali Küçük

Kürdistan’da doğup büyüyüp Kürdistan’ı satanlar az değil.
Garip ama gerçek...
Kürdistan’da bazı Kürtler kendi ülke ve şehirlerini bir yok pahasına evet kendisi için satıyorlar.
Hem de bedeva.
Kimi karın tokluğuna, kimi gerçekten bedevaya, kimi egemen sömürgecilerden bir etiket ucuz yaşam kapma pahasına bunu yapıyor.
Kimisi de kafası ve ruhu işgal altında olduğu için bunu yapıyor.

İbrahim Kaypakkaya ve Kürt sorunu[1]

“Söyle ateşin söylemeye çekindiğini.”[2]

İşkencede parçalanmış bedeni 20 Mayıs 1973 günü Diyarbakır’da babasına teslim edileli tam 43 yıl olmuş… “İntihar etti,” demişler, utanmadan![3]

Sayfalar