Cumartesi Mart 1, 2025

Açlık grevleri mücadelenin büyütülmesinin manivelası olabilmelidir

15 Şubat’la birlikte 100. gününü geride bırakan Leyla Güven’in başlattığı süresiz açlık grevi her geçen gün artan katılımla devam etmektedir.

Süresiz açlık grevleri, ölüm oruçları bu topraklar için hiç de yabancı değildir. Çözülemeyen sorunlar karşısında, son aşamada halkların vicdanlarına sesleniş, sistemi reddediş olarak beliren güçlü bir politik duruştur açlık grevleri. Bedenler hücre hücre esirken toplumsal hareketin büyümesi beklenir esas itibariyle. Bu nedenle, tutsakların açlık grevlerinin dışarıdan yani sokaktan beslenmesi zorunludur.

Açlık grevleri “vicdanlara sesleniştir” dedik. Baskılar, saldırılar, tecrit reddedilse de bunu sessizlikle kabullenen yüreklerin tekrar karartılması hedeflenir. Ses çıkarmaya, itiraz eylemli kılmaya bir davettir açlık grevleri. Halen kaybedecek bir şeyleri olduğunu düşünenleri hesaplayanları; dar dünyalarından çekip çıkarmak için yapılan güçlü bir hamledir.

Politik duruş ve kararlılık, açlık grevlerinin üstünde yükseldiği zemindir. Politik amaca, tek başına değil, aynı zamanda harekete geçen halkların aktif mücadelesiyle ulaşılır.  Yani açlık grevleri, sistemi çeşitli nedenlerle reddeden tüm kesimleri ve aynı zamanda hareketleri birleştirici bir rol de oynar.

Leyla Güven’in eylemi tarihi anlamlarla yüklü bir mekanda başlamıştır; Diyarbakır zindanlarında… Bu zindanlar ezilenlerin sayısız direnişine tanıklık etmiştir.

Kaypakkaya yoldaşın işkenceler altında vücudu parçalanırken ‘ser verip sır vermeyerek’ şehit düştüğü mekandır Diyarbakır zindanı.

Sakine’nin işkenceci cellat Esat Oktay’ın yüzüne tükürdüğü, Mazlum Doğan’ın 3 kibritle yangını tutuşturduğu, dörtlerin 18 Mayıs gecesinde ateş topuna dönüştükleri mekandır. “Yaşamı uğrunda ölecek kadar sevenlerin” direniş-mücadele tarihiyle dolu bir mekandır Diyarbakır zindanı. Komünist bir hareketin lideriyle Kürt Ulusal Hareketi’nin çok sayıda öncü kadrosunun farklı zamansallıklardaki mekan çakışmasıyla ortak bir irade ve duruşun ifadelendirilmesiyle anlam bulur Diyarbakır zindanı!

Birleşik Mücadele Yükseltilmelidir!

Tarihimiz göstermiştir ki devrim; sınıfsal, ulusal, cinsel, mezhepsel her çeşit baskıya, ezilmeye, şiddete karşı ortak bir mücadele hattı örülebilmesiyle gerçekleşecektir.

Türkiye coğrafyasında mücadele, güçlü bir ulusal hareketin varlığına rağmen politik dengeleri etkileyebilme kapasitesine sahip olmayan Komünist Parti ve faklı devrimci hareketlerin varlığıyla özgüllüğünü göstermektedir.

Ezilenler kendi içlerinde hem egemen sınıfların ideolojisinin hem de devrimci-demokrat kesimlerin ideolojilerinin etkisiyle ayrışmakta,  ortak bir kanalda birlikte hareket edememektedirler. Bütün bunlar, süreçleri karşılamaktan ve zaferi yakınlaştırmaktan uzak etkenlerden bir kısmıdır.

Her genellemenin içinde yanlışlıklar ve kısmi haksızlıklar barındıracağını bilerek ekleyebileceğimiz önemli bir husus da Türkiye Devrimci Hareketi’nin genel olarak politik davranabilmekten uzak, mücadele biçimlerinde tutucu, dogmatik ve grupçu özeliklerinin olduğudur.

Bütün bu özellikler konjonktürel olarak ortaya çıkan fırsatların kaçırılabilmesine yol açmaktadır. Gönül rahatlığıyla diyoruz çünkü oluşturulan dar ideolojik dünyalarında kendilerini devamlı olarak haklı görme hali vardır. Diyalektiğe rahmet okutan bir haklılıktır bu! Politika yapma imkânının bu şekilde kaybedilmesi, ortak mücadele ekseninin de yakalanamamasını getirmektedir.

Kürt Ulusal Sorunu’nun ve Ortadoğu dengelerini etkileyecek güçlü bir ulusal hareketin varlığı; sosyal şovenizmle mücadelenin güncel olmasına yol açmaktadır. Sosyal şovenizm, devrimci harekette genel olarak aşılamamış bir şekilde durmaktadır.

Rojava’da gerçekleşen direniş ve devrimsel süreç Kürt hareketiyle ortak mücadeleyi öne çıkarmıştır.

HBDH’nin bu sürecin önemli bir etkisi vardır. “HBDH’nin varlığını sürdürse de hali hazırda aktif bir hareket haline gelmemesi ayrıca değerlendirilmesi gereken bir hususken, burada ortak mücadele ekseninde ortaya çıkan irade ve o dönem kendi Partimizin içinde olanlar dahil olmak üzere sosyal şovenleri/şovenliği teşhir etmesiyle önemlidir) Aynı şekilde legal alanda ortak hareket etme sınırları olsa da bizlerinde olduğu belli yapılarca sağlanmaya çalışılmıştır. Fakat “çökertme operasyonları” acı bir gerçeği ortaya çıkartmıştır. “Çözüm süreci olarak adlandırılan dönemde TDH’nin çoğunluğu ‘tasfiyecilik’, ‘uzlaşma’ diyerek ‘PKK’ye masa değil mücadele’ çağrıları yapmıştır.

Bu ‘keskin’ lafları söyleyenlerin çoğunlukla silahlı mücadeleyi tefekkür etmekten bile zorlanan yapılar olmasını da bir yana koyalım. ‘Çözüm sürecinde’ keskin laflarla üstü örtülmeye çalışılanın; savaşa hazırlık mefhumundan uzaklık olduğu çok geçmeden ortaya çıktı. Devletin topyekûn saldırısına, bastırma-sindirme harekatlarına karşı kayda değer bir tutum ne legalde ne de illegalde geliştirilemedi.

Bu süreci, uzlaşmacılıkla suçlanan PKK’nin “savaşa hazırlık” olarak ele aldığı başta özyönetim direnişleri olmak üzere sürdürdüğü silahlı mücadeleyle açıkça ortaya çıkmıştır. Fakat sosyal şovenlik öyle bir boyutta ki, mücadelenin özgün bir hali olarak gelişen açlık grevi eylemleri yine ‘aldatmaca oyunları’ dönüş isteğiyle ‘çözüm sürecini tekrar başlatmak’ olarak açıklanmasında beis görülmemektedir.

Böylece açlık grevlerinin taleplerinin anlamını kavramaktan uzak bir şekilde yine ‘gönül rahatlığıyla’ genel bir destek açıklaması yeterli görülebilmektedir.

Tekrarlamak gerekir ki, politik bir hareket ‘her türlü zorbalık, baskı, zor ve suiistimale karşı, her türlü keyfiliğe karşı tüm demokratik ve sosyalist talepleri en önde haykırmasıyla, en önde tepki göstermesiyle ona devrimci niteliğini vermektedir. Kürt sorunu ekseninde TC kurulduğundan itibaren mevcut olan baskı, imha ve inkar siyasetinin karşısında eylemli olarak en başta komünist devrimcilerin durması gereklidir. Kaypakkaya yoldaşın TİİKP revizyonizmine karşı yazdığı ilk belgenin Kürt sorununa dair olması yol gösterici olmalıdır.

Politik davranabilme özelliğinden uzaklık, politik devrimcilik anlayışındaki yıpranmalar, sosyal şovenizm zehrinin varlığı ve dar grupçuluk, devrimci hareketler ve Kürt Ulusal Hareketi arasında ortak mücadelenin yükseltilmesindeki en önemli engellerdir. Dünya devrim tarihleri ittifakların,  ortak mücadelenin tarihidir.

Lenin’in dediği gibi “İttifaklar olmasaydı tek bir siyasal parti var olamazdı.” İhtiyaç olunan, faşizme karşı birleşik mücadelenin yükseltilmesidir. Ezilenlerin her kesimine karşı yapılan en ufak saldırıyı birlikte göğüsleme ve birlikte cevaplama iradesinin gösterilmesidir. Bundan uzak duran hiçbir siyasi hareket, kendine ‘öncü’ sıfatını yakıştırsa bile, politik bir varlık haline gelemez. Sadece kendi varlığını sürdüren, dar, amatör gruplardan biri haline gelir.

Damlayı büyütelim…

Leyla Güven’in ve taleplerini tümüyle sahiplenen PKK-PAJK tutsaklarının eylemi haklıdır/meşrudur. PKK lideri Abdullah Öcalan’ın tecridinin Kürt ulusunun tecridini de amaçladığı açıktır. Öcalan’a yönelik en küçük bir uygulama dahi devletin Kürt ulusuna ve hareketine yönelik planlarından-saldırılarından bağımsız değildir. Öcalan’a uygulanan tecridin normalleştirilmesi, diğer tüm tutsakların yaşadıklarıyla aynılaştırılması Öcalan’ın Kürt ulusu nezdindeki öncü/önder rolünün kavranamamasının, bunun görülmek istenmemesinin bir sonucudur.

Devlet, etki gücüyle, savaşçılığıyla, Ortadoğu üzerindeki dengeleri değiştirmesiyle PKK’yi ve onun önderi Öcalan’ı mevcut konjonktürde ‘baş düşman’ olarak göstermektedir.

TC, Ortadoğu’da ki bütün politikalarını PKK’yi sınırlamak, yok etmek üzerinden yaşama geçirmektedir. Binlerce tutsağı ve gerillasıyla legal-illegal örgütlenmesiyle PKK’nin ulusal mücadelesinin devlete ‘beka’ sorununu oluşturacak ölçüde olduğu açıktır. Bu yanıyla, süresiz açlık grevinin temel talebi olan Abdullah Öcalan üzerindeki tecridin kaldırılması isteminin sadece genel tecrit karşıtlığı üzerinden ele alınması, konjonktürü okuyamamak kadar açık bir kavrayışsızlıktır ve sosyal şovenlikten beslenmektedir. Leyla Güven ve yoldaşlarının süresiz olarak sürdürdüğü, TKP/ML tutsaklarının da iki defa yaptıkları destek açlık grevleriyle katıldığı bu eylem; devlete karşı çıkıştır!

Bütün bu özelliklerinden hareketle ortak mücadele şiarı öne çıkarılarak, tek bir alanla sınırlamadan, direniş çizgisi yükseltilerek ele alınmalıdır. Başta komünist devrimciler tek kişi oldukları alanlarda bile bu eylemi gündemlerine almalıdırlar. Kolektifimizin, sosyal şovenizmden beslenen darbecilikle birlikte önemli bir güç yitimine uğradığı açıktır. Fakat kendimize güveniyoruz! Doğru politikaları yaşama geçirmemiz, darbeciliğin etkisinde kalan yoldaşların ve kitlelerin bize olan güvenini tazeleyecektir.

Rosa Lüksemburg’un şu şiarı her zaman rehberimiz olmalıdır: “Çoğunluk olduktan sonra devrimci taktiğe geçilmez, devrimci taktikle çoğunluk olunur” Güç durumu ne olursa olsun, bu süreç dışında durularak, kıyısında köşesinde kalınarak ele alınamaz.

Leyla Güven TKP/ML tutsaklarına yazdığı mektupta şöyle diyordu: Sevgili yoldaşlar, ben insanlık suçu olarak gördüğüm bu tecrit karşısında sessizliği kırabilmek için açlık grevine başladım. Denizde bir damla olduğumun farkındayım. Ancak açıklamanızda belirttiklerinizde bu damlanın büyüyeceğinin işaretidir.”

Bize düşen damlayı büyütmektir, damlayı büyütelim!

18601

Hamas[1] -siyonist İsrail devleti denkleminde gazze'deki soykırım:

Açıklanan rakamlar muhtelif olsa da 7.Ekim.2023 ile 30.Mayıs.2024 tarihleri arasında, ezici çoğunluğu çocuk ve kadın olmak üzere, toplamda 36 bin Filistinli hunharca katledilmiş durumda. Yaralı sayısının 80 bini aştığı ve keza binlerce kişinin akıbetlerinin bilinmediği söylenmekte.

Yirmi saplı ilmik (Nubar Ozanyan)

Zulmün sınırının ve çapının olmadığı, çığlığın ve yüksek sesle ağlamanın yasak olduğu topraklarda yaşıyoruz. Ermeniler, Kürtler, Aleviler geçmişte yaşadıklarının yaslarını tutmaya vakit bulamadan daha kapsamlı acıların içine itiliyorlar. Diktatörler bir yandan halkların bembeyaz barış sayfalarına zulümlerini kara kalemle yazarken diğer yandan yaptıkları kötülüklerin ve işledikleri cinayetlerin unutulması ve bir daha hatırlanmaması için ellerinden gelen her şeyi yapmaya çalışıyorlar. Halkların hafıza ve belleklerini silerek sahte bir tarih yazımıyla kirletiyorlar.

Emperyalizm Üzerine Notlar-3

Emperyalizm, Bağımlılık ve Eşitsiz Gelişme

 

Soru 3:

Türkiye Mali olarak ABD ve AB Emperyalistlerine Bağlıdır

Cevap:

Türkiye'nin mali olarak, mali olarak daha güçlü emperyalist ülkelere ihitiyaç duyduğu hatta bağımlı olduğu bir gerçektir. Ancak bu bağımlılık, bir yarı-sömürge ya da bağımlı ülke bağımlılığı gibi olmayıp, finansal olarak daha büyük olmamasıyla ilgilidir.

Bir Kez Daha: Tehlikenin Farkında mıyız?

Bundan kısa bir süre önce, Erdoğan iktidarının; “Türkiye Yüzyıl Maarif Modeli” ile teşebbüsüne soyunduğu stratejik hamlenin Türkiye ve K. Kürdistan toplumu açısından nasıl ve ne türden güncel bir tehlike ve tehdit oluşturduğuna dair kısa bir yazı paylaşmıştım.

Ermenistan’da Tavuş Hareketi Üzerine

Ermenistan Apostolik Kilisesi Tavuş İdari Başpiskopos’u Bagrad Galstanian önderliğinde başlatılan sivil itaatsizlik gösterileri, halkın yoğun katılımı ile devam ediyor. Ermenistan’a ait dört köyün, Azerbaycan’a iade edilmesi bardağı taşıran son damla oldu. Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan’ın derhal istifa etmesi isteniyor. 4 Mayıs’ta başlayan gösteriler, yol güzergahı üstünde bulunan Lori, Sevan, Geğarhunik… şehirlerinden halkın yoğun katılımı ile Yerevan’da sonlandırıldı. 26 Mayıs’ta Cumhuriyet Meydan’ında düzenlenen miting ile yüz binlere ulaştı.

“CHP’yi demokrasi cephesıne katılmaya zorlama” yaklaşımları üzerine - 2

Sol-sosyalizm adına adeta akıllara durgunluk veren yaklaşım örnekleri bu saptama ve belirlemeler. Yani sanki de CHP işbirlikçi tekelci burjuvazinin temsilcilerinden ve T.C Devleti’nin koruyucu-kollayıcı ana güçlerinden olan bir sosyal demokrat parti değil de sol, sosyalist veya halkçı bir partiymiş gibi tenkit ve değerlendirme konusu yapılıyor. Hal böyle olunca da burada kusur, varlık nedeni gereğince davranan bir sosyal demokrat partinin değil; sosyal demokrat partiye, sahip olmadığı/olamayacağı payeleri yükleyen yaklaşımların olur doğallığıyla.

İdeolojik Netlik ve Örgütlülük

Günümüzde özgür bir geleceğe doğru yapılacak her hamle, sınıf bilinçli bir duruşu ve buna uygun bir örgütlülüğü zorunlu kılar. Tüm bunlar da yoğun bir emeği ve fedakarlığı gerektirir. Sınıf bilincinden yoksun, kendiliğinden hareketlerle köklü değişimlerin-tarihsel kopuşların yaratıcısı olunamaz. Proleter ideolojiyle donanmış partilerin tarihsel misyonu tam da burada ortaya çıkıyor. Yine partisiz-örgütsüz bir duruşla özgür bir geleceğe dair hesaplar yapılmaz.

AKP-MHP FAŞİST DİKTATÖRLÜĞÜNÜN K. KÜRDİSTAN’DA FİİLİ OLARAK UYGULADIĞI, SÖMÜRGE SİYASETİDİR.

Sömürge siyasetinin en belirgin özelliği, yerel halkın iradesinin gasp edilerek, yok sayılmasıdır. Bunun yerine, sömürgeci merkezi yönetimin doğrudan kendi memurlarını oraya yönetici olarak atamasıdır. Bunun adı bir dönem OHAL Valisi, sıkıyönetim komutanı, bölge müsteşarı oluyorken; bugün de Kayyum belediye başkanı, muhtar vs. vs. oluyor.

Günümüz koşullarında sömürge veya ezilen bağımlı uluslara, azınlıklara, baskı altındaki inançlara ve ezilen cinse karşısömürge siyasetinin aldığı biçim; aleni bir şekilde, koyu faşizmden başka bir şey değildir.

Piroğlu Ecevit (Nubar Ozanyan)

Özgürlük uğruna bedeni ölüme yatırarak bir mevsim aç kalmak… Onurlu ve özgür bir yaşam için kendisine ait olan her şeyi feda etmek. Budur, özgürlük mahkumlarının hikayesi! Dünya ve ülkemizin zindan direniş tarihi buna fazlasıyla tanıktır. Amed zindanından Metris zindanına uzanan direniş tarihi fazlasıyla buna tanıktır. Kolay mı saatlere günlere aldırmadan her gün herkesin gözü önünde santim santim erimek; yaşamın nimetlerine dokunmadan açlığa yatmak… 120 günden daha fazla süren bir direnişi sürdürmek; düşünmek ve hayal etmek bile insanı ürkütüyor.

ABRÜST - leylekler getirdi kız... leylekler...

"Sol Kal Sol Yaşa"

Sol tatile  gitmişken...

Toplumsal yapı da; bir an bile parlamentarizmi savunmakta vazgeçmediğini ilan eden her insan ve siyasi yapı da ağır  saldırılara maruz kalıyorken...

seçimlerle  siyaset yapmak istiyen  devrimcilerde proletaryaların her geçen  gün ağırlaşarak hissettiği  solcusuzluğa  karşı da proletaryanın karşısına umut olma uğruna olsa da "Sol Kal Sol Yaşa" diyerekte çıkamıyorken...

fırsatta buyken... fırsatta buyken... 

yazın gitsin kız... yazın gitsin...

abrüst... falan filan...

sanat da diyin gitsin.

Zap’a bomba Colemerg’e kayyum (Nubar Ozanyan)

Türk patronlarının ve generallerinin Kürt ve emek düşmanlığı kapsamlı ve planlıdır. Sınırlı bir zaman ve belli bir dönemle sınırlı değildir. Süreğendir. Demokrasiyi gerçekte değil sözde bilir. Uygulamada değil yasalarında yazılı haliyle tanır. Ki bunu bile kaale almaz. Tarihten günümüze dek en iyi yaptığı şey işgal ve Türk olmayan halkların canını almaktır. Emek ve topraklara konmaktır. En iyi bildiği ise “Yakma-Yıkma-Çökme”dir. İkiyüzlü ve sahtekâr olduğu kadar kinci ve intikamcıdır.

Sayfalar