BARIŞ NE YANA DÜŞER USTA ...

Emperyalist ABD haydudu ve beraberindeki kan emiciler, Suriye’ye saldırı hazırlığı içindeyken, "barış”tan söz etmek abesle iştigaldir. Etrafin emperyalist ve kapitalist haydut devletlerle sarılmış ve kan emici kapitalist sistem yaşatılmaya devam edilirken, "kardeşlikten", "barıştan" söz etmek büyük bir aldatmacadır. Emperyalist ve gericiliğin vahşi saldırılarıyla içiçe yaşayan, kitlesel katliamlara uğrayan ezilen halklar ile dalga geçmek demektir.
Savaşları bu dünyaya ezilenler değil, ezen sömürücü sınıflar getirdi. Ve onlar, kendi sınıfsal çıkarları için halkları boğazlamaya devam ediyorlar. Suriye’de iki yıldan fazladır süren budur. Dünyanın gözleri önünde Süriye halkı boğazlanırken, ABD ve yandaşları bununla yetinmeyip, daha büyük bir saldırıyı gündeme getirme hazırlığı içine girmiş durumdalar. Ancak, böyle bir emperyalist saldırı Ortadoğu’da daha büyük çalkantıları ve savaşları da beraberinde getireceği bir gerçektir ve bu, ABD’nin bölge halkları nezdindeki teşhirini daha da güçlendirecektir.
Aslında domino taşları çoktan yerinde oynadı. Özellikle Tunus’ta başlayan ayaklanma ve bunun diğer Kuzey Afrika ülkelerine sıçraması, ABD’nin BOP’nin (Büyük Ortadoğu Projesi) de tarihe gömülüşünün adı oldu. Ortadoğu bu tarihten itibaren artık eskisi gibi olmadı ve olmasının nesnel koşulları da kalmadı. Bunun böyle olduğu önümüzdeki kısa vade içinde daha net olarak görülebilecektir. Bu kitle ayaklanmaları, tüm emperyalist saldırı ve demogojilere rağmen, kitlelerin, tarihin dönüştürücü gücü olduğu bir kere daha kanıtladı. Emperyalizmin ve gericiliğin ise kitle hareketleri karşısında fazla da şanslarının olmadığını... Emperyalist hayduttlara düşen ise, kitlelerin devrimci dinamizmini kırmak ya da etnik ve dinsel farklılıkları öne çıkararak, kitle hareketlerini kendi içinde boğma çabalarıdır.
Emperyalistlerin, ülkeler için genel politikası, böl yönettir. ABD Suriye’de de bunu yapmak istiyor. Irak’da bunu kısmen başardı. En azından tohumlarını attı. Halkları dinsel ve ulusal kimliklerinden dolayı birbirine boğazlatmaya devam ediyor. Suriye’de de aynısını yapıyor ve bunu kalıcılaştırmaya ve resmileştirmeye çalışyor. Çünkü, birbirlerine düşman küçük devletlerin baskı altında tutularak halkların ezilmesi ve sömürülmesi ve anti-emperyalist baş kaldırıların önlenmesi daha kolay olur.
ABD’nin BOP şimdi, çöküşünü engellemeye çalışıyor dense yeridir. Ancak, giderek yanlızlaşmaktadır. İngiltere parlamentosu saldırıya karşı çıkarken, Almanya saldırıya katılmayacağını açıkladı. Fransa ise, ABD’nin yanında Ortadoğu’da yeniden söz sahibi olmak istiyor. AB içinde Almanya karşısında etkinliğini bu yolla artırmanın yanında, Fransız tekelci burjuvazisi daha fazla egemenlik alanları istiyor. Bu nedenle de her fırsatta askeri saldırıdan yana tavır alıyor. Libya ve Mali’de olduğu gibi. Ayrıca NATO içinde yer alan bir çok Avrupa ülkesi saldırıya katılmayacaklarını ya da destek olmayacaklarını söylediler. Çünkü, Suriye sorunu, salt burayla sınırlı kalmayıp Ortadoğu’nun kalbinin dinamitlenmesi dense yeridir. İran, Hizbullah ve Irak’lı şiileride çok yakından ilgilendirmektedir.
ABD için Esad’ın kalması ise, bölgede ABD ve İsrail karşıtlarının daha fazla güçlenmesini getireceğini tahmin ediyorlar. Esad’ın ezilmesi, İran ve beraberindeki güçlerin ezilmesi ya da zayıflatılması olarak görülüyor. Diğer yandan dünya jandarması ABD, askeri saldırıyla bir kere daha dünya üzerinde söz sahibi olduğunu teyit ettirmek, kendisinin sözünden çıkanların yerinin neresi olduğunun mesajını da vermek istiyor. ABD halkının ezici çoğunluğu Suriye’ye askeri saldırı seçeneğini reddetmesine karşın, ABD burjuvazisi saldırıdan vazgeçmeyeceğini açıklıyor. ABD emperyalist burjuvazisi, Çin ve Rusya’ya karşı da bu saldırıyla yanıt vermiş olacaktır. Kendi pazarını ve egemenlik alanlarını her şeye karşın koruyacağının mesajı da verilmiş olacaktır.
Bütün bunlara rağmen, emperyalist burjuvazi, artık eskisi gibi rahat değil. Hem kendi aralarındaki pazar ve egemenlik alanlarını genişletme kavgası, hem de kitlelerin hemen hemen her yerde baş kaldırışları, savaş karşıtı oluşları, emperyalist burjuvaziyi oldukça rahatsız etmekte ve engelleyici bir rol oynamaktadır.
ABD ve yandaşlarının Suriye halkına yardım için, katliamları önlemek için kılını dahi kıpırdatmayacağını, tersine katliam ve baskıları artırmak için halkları birbirine kırdırdığı, kendi besleme katilleri vasıtasıyla vahşeti yaşattığını sağır sultan bile biliyor, görüyor. "Gaz bombaları” bahane olduğu da açık. Çünkü Irak en yakın örneği. Ve bugün Irak’da günde ortalama 50’yi aşkın insan yaşamını yitirmektedir. Neden? ABD’nin saldırgan politikasından! Durum bu iken, ABD haydutları, halkları artık kandıramaz.
Türk devleti ise, "bir koyup beş alma" hesabını hala sürdürmektedir. Belki kendilerine de bir pay düşer hesabıyla ABD’nin kuyruğunda gidiyor. AKP hükümetinin Osmanlı hayalleri olmasına karşın, bunu ona kimsenin yedirmeyeceğini bilmemesi ya da bilmezden gelmesi biraz tuaf kaçıyor gibi gözükse de, dincilerin daha farklı düşünme kapasiteleri de olmadığı biliniyor. Elbette bu düşünce tarzı, onların sınıf çıkarlarıyla da örtüşmektedir.
AKP, Kuzey Afrika halk ayaklanmalarıyla beraber, sıfır sorunlu politikadan "sorunlu" politikaya geçti. Elbette bu dönüşüm, ABD’nin bölgeye ilişkin taktik politikalarının yönelimine koşut gelişti. Dış politikasını, bölgede şiilerin ezilmesi ve sunni devletler topluluğunun oluşturulması ve güçlendirilmesi, kendisinin de başı çekmesini üzerine oturttu. Ülke içinde de kendi varlığını saldırı politikası üzerine oluşturdu. İşçi ve emekçi kitlelerine saldırarak hükümet etmeye çalışıyor.
AKP hükümetinin bir "zafere" ihtiyacı var. Aslında o çoktan kaybetti. Haziran (Gezi) ayaklanması onu ayakları altına aldı ve gücünü bitirdi. Mısır’da Müslüman Kardeşler’in yenilmesiyle, kendisinin de bölgede bölgesel güç hayalleri birlikte yıkıldı. Özellikle Suriye’de Esad’ın giderek güç kazanması, batılı emperyalistlerin ve Katar, Suudi Arabistan ve Türkiye’nin her türlü desteğine rağman dinci çetelerin güç kaybetmesi de buna eklenince, AKP’nin kendi kaderine TV ekranlarında ağlamaktan başka çaresi kalmadı. Bu nedenle, Türk devletinin iflas eden dış politikası için de bir "Suriye" zaferine gereksinimi var. İçeri de kendini belki böyle ayakta tutabileceğini ve dış desteğini yeniden artırabileceğini hesaplıyor. Elbette yanılıyor. Çünkü, ne dış eski dış, ne de iç eski iç.
Bölge de önemli bir güç olan Kürtlerin ve özellikle PKK’nın Suriye’ye müdahale edilmesine karşı çıkması olumlu bir adım. Türk devletinin çok istediği bir şey Kürtlerin çıkarına değil, zararına olacağı kendiliğinden açıktır. Türk devleti, boğmaya çalıştığı Rojava’yı, ABD öncülüğündeki askeri bir müdahale ile Kürtleri bütünüyle ezebileceğini düşünmektedir.
AKP, PKK ile "barış” sorunuda "Suriye zaferi" için yaptı. Aslında, (en azından Türk devleti açısında) ortada bir "barış” yok. Var gibi gösterilmek istendi. İki taraf açısından bir askeri bir saldırmazlık var. Kitleleri "barış” umudu servis edildi. PKK lideri Öcalan’da buna büyük bir katkı sundu. "Ben de dahil herkes özgür olacak" dedi. Kendinden başka da buna kimse inanmadı. İnananlar ise inanmış gibi gözüktü. "inanın" diye sayfa sayfa yazılar yazdılar. Ama öbür yanda ise Rojava Kürdistan’ı yalnız bıraktıklarını göremediler.
Ülkede PKK’yı “barış” adı altında etkisizleştiren AKP hükümeti, emperyalistlerin ve kendilerinin beslemeleri katilleri Rojava üzerine saldı. Ayrıca kendi ordusuna ve özel timlerine bağlı birlikleri sürekli Suriye içine sürdü, Rojava’da Kürtlere karşı savaştılar ve savaşı örgütlediler.
"Geniş düşündüğünü" söyleyen PKK lideri, ülkede ateşkes yaparak Türk devletini rahatlatması, Rojava’yı rahatlatma yerine büyük bir sıkıntıya soktu. Ayrıca "barış” Gezi’ye de çarptı. Gezi barikatları, AKP’nni "barışı”nın bir aldatmaca olduğunu, görmek istemeyenlere net bir şekilde gösterdi. Sonunda, C. Bayık "yanlış yaptık" diyebildi. Çünkü, eğer Kürt ulusu özgür olacaksa bu Türk halkının büyük bir desteği ve mücadelesiyle başarılabilecektir.
ABD ve yandaşlarının Suriye’ye yönelik saldırılarına karşı mücadele etmek, anti-emperyalist savaş mücadelesini ve birlikteliğini geliştirmek vazgeçilmez bir görevdir. Başta komünistler olmak üzere tüm devrimci ve demokratların, Kürt yurtseverlerin görevi bu olmalıdır. Ayrıca, bu savaşa dahil olan Türk devletine karşı ise mücadele daha ileri boyutlara vardırılmalı, kitleleri harekete geçirici taktikler üretilmelidir. Burjuvazinin emperyalist hayallerle başka ülkelere savaşı iç savaşa çevirmek marksistlerin temel ilkesidir.
Yazının başında savaşı bu yeryüzüne ezen sınıfların getirdiğini söyledim. Barışı ise bu yeryüzüne halklar getimiştir. Ezilenlerin birbirleriyle selamlaşmalarının içinde barış ve kardeşlik vardır.
Yarın 1 Eylül Dünya Barış Günü. Sokaklar, meydanlar, daha güçlü anti-emperyalist savaş karşıtı gösterileri bekliyor.
Savaşların olduğu bir dünyada "barış ne yana düşer usta" sorusu hep sorulacaktır.
***31.08.2013

Yusuf Köse
Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.
http://yusuf-kose.blogspot.com/
Son Haberler
Sayfalar

Fransa’da El Freni Çekildi! İşe Yarar Mı?
Avrupa Birliği üyesi 27 ülkede 720 sandalyeli Avrupa Parlamentosu (AP) seçimleri, 6-9 Haziran tarihleri arasında yapıldı. Almanya, İtalya ve Fransa’da aşırı sağ olarak tanımlanan faşist hareket ciddi anlamda sandalye sayısına ulaştı. Böylelikle merkez sağla birlikte faşist hareket AP’deki en büyük grup olarak yerini korudu.
Seçimlerin yankısı ve sonuçları ciddi anlamda tartışmaları doğurdu. AP’ye Almanya’dan sonra sağcılar adına en fazla vekil gönderen Fransa, tartışmaların girdabından çıkıp erken seçim hamlesi ile sarsıntıyı giderme yoluna gitti.

Mevcut koşullarda devrimci siyasal mücadelenin öne çıkan toplumsal dinamikleri (3)
Devrimci siyasal mücadelenin genel olarak nesnel zemini, sosyal devrimleri de olanaklı kılan nesnel zemin ile, aslında ortak paydalara sahiptir. Emperyalist- kapitalist barbarlığın hüküm sürdüğü ve kendisinin doğrudan var ettiği her bir antagonist çelişme ve sorunların giderek daha bir keskinleşerek; ulusların, halkların ve doğanın yaşamını kâbusa çevirip, geleceklerini ciddi şekilde riske soktuğu şu süreçte, gerek özel olarak Türkiye ve K.

Mevcut koşullarda devrimci siyasal mücadelenin öne çıkan toplumsal dinamikleri (2)
Somut özgülün realitesi içerisinde devrimci siyasal mücadelenin etkili ve sonuç alıcı kazanımlara dönüşerek yürütülebilmesi için gerekli olan bir diğer öncelikli koşul ise; elbette ki bu mücadelenin, küresel ve yerel zeminde, toplum gündemini doğrudan ilgilendiren ve de ilgilendirecek olan sorunlar üzerinden ele alınarak yürütülmesidir.

Halkların İhanetçilerden Çektiği (Nubar Ozanyan)
Zulmün gölgesinde yaşam bulmaya çalışırken karanlığın sadece gece gelmediği, güneşin altında da gelip halkları bulduğu katliamlar birçok halkı nefessiz bırakmaya çalışmıştır. 1915 Ermeni Soykırımı boyunca başta Asuri, Süryani, Pontus halkı olmak üzere Êzîdî ve Kürt halkı da büyük trajediler yaşamıştır. Bugün Türk faşizmi eliyle Başûr Kurdistan’ında gerçekleşen işgal ve ilhak saldırılarında Kürt halkıyla birlikte Asuri-Süryani halkı da tanımsız acılar yaşamaktadır.

Türkiye’de Ermeni bir devrimci militan: Haldun Karyol (MEHMET GÜNEŞ)
Haldun Karyol, asıl adıyla Harutyan Karyolacıyan, kadim dostum, 8 Temmuz günü aramızdan ayrıldı. Haldun bir Ermeni’ydi ama her şeyden önemlisi Türkiye’de yetişmiş, ender görülebilecek, kendine has eylemci bir devrimci militandı. Onu ender ve ebedi kılan hikayesini bilmek ve öğrenmek, bugün Türkiye’de devrim mücadelesine baş koymuş her militanın hakkı. O yüzden, Haldun’u yakından tanıyan biri olarak, onu anlatmayı devrimci bir görev olarak üstleniyorum.

Mevcut koşullarda devrimci siyasal mücadelenin öne çıkan toplumsal dinamikleri (1)
Nasıl ki genel siyasal mücadele ve siyaset ediş tarzı, küresel ve yerel bazdaki ekonomik, politik, eğitsel, askeri, kültür-sanatsal, çevresel-iklimsel, ezen-ezilen cins, inanç ve etnik sorunlar yekûnu olan toplumsal dinamikler zemini üzerinden kendisini var edip sürdürüyorsa; birebir aynı şekilde, devrimci siyasal mücadele ve siyaset ediş tarzı da aynı küresel ve yerel toplumsal dinamikler üzerinden kendisini var edip sürdürmesi gerekiyor. Normal ve de olması gerekendir bu.

Küçük bir damla ile fırtınayı başlatanlar (Nubar Ozanyan)
Aradan 12 yıl geçti. Etki gücü Ortadoğu’ya yayılan 12 yaşında genç bir devrim yaşıyor adına Rojava denilen topraklarda. Derin yoksulluk, bitmeyen zulümle terbiye edilip cehenneme çevrilen Ortadoğu’da Rojava, bir özgürlük adası gibi duruyor.

Türk Faşizmi EURO 2024’te Sahaya İndi
İki yılda bir Avrupa Futbol Federasyonları Birliği (UEFA) tarafından organize edilen Avrupa Futbol Şampiyonası, bu yıl EURO 2024 olarak Almanya’da düzenlendi.

Kapitalist Toplumsal Bir Kırılma ve Yeniden Tarihi Yeni Bir Toplumsal Süreç
Kapitalist emperyalist sistem, önceki bunalım ve çelişmelerinden farklı olarak,, kendisinin taşıyamayacağı ve çözemeyeceği sistem içi yapısal ekonomik ve siyasal çelişmeler ile karşı karşıya kaldığı bir sürecin içine girmiştir. Bir taraftan yeni emperyalist ülkelerin ortaya çıkışıyla (ki, bu; kapitalizmin ala bildiğine gelişmesi, genişlemesi, üretimin ve sermayenin alabildiğine temerküzü ve de mülksüzleştirenlerin mülksüzleştirilmesi sürecinin de ilerlediği anlamına gelir) kendini yeniden üretemez olan bir sürecin içine girmiştir.
Bunların neler olduğunu kısa olarak açalım:

Prof. Dr. Korkut Boratav CHP’den Sermaye Sınıfıyla Hesaplaşmasını İstiyor...
Marksist iktisat Profesörü Korkut Boratav, gazeteci İrfan Aktan’a verdiği mülakatta, sürece ilişkin gerçekten de çok değerli ve devrimci sol-sosyalist ve komünist politik öznelerce dikkate alınması gereken çok önemli siyasi ve iktisadi analizler yapıyor, saptamalarda bulunuyor.
Örneğin kendisine sorulan şu soruya verdiği yanıtta olduğu gibi:
“Yoksulların, alt sınıfların bu kadar derin bir kriz yaşadığı dönemde nasıl oluyor da ideolojik hegemonyayı yine de iktidar sağlayabiliyor ve buna karşı güçlü bir sol alternatif çıkmıyor?” (abç)

Yağma ve Talan Cumhuriyeti (Analiz)
Geçtiğimiz haftalarda Kayseri’deki pogrom girişimiyle başlayan ırkçı ve mülteci düşmanı saldırılar Antalya, Antep, Urfa, Hatay, Bursa, İstanbul gibi şehirlerde de kendisini göstererek göçmenlere ait işyerlerinin ve malların yağmalanmasına, yakılmasına ve çok sayıda göçmenin yaralanmasına, hatta Antalya’da göçmen bir gencin öldürülmesine neden olmuştur.
Bir çeşit günah keçisine dönüştürülen göçmenlere karşı yükselen bu dalga görünen o ki daha çok olaya ve şiddete gebe bir yerdedir.