Çarşamba Nisan 23, 2025

Demokratik Kitle Örgütleri, Devrimin Volan Kayışları!

Her şey ihtiyaçtan doğar ve ihtiyaçlara cevap olduğu oranda işlevini yerine getirebilir.İnsanlar (ya da canlılar) kendi hayatlarını sürdürebilmek için çeşitli yol ve yöntemlere başvurarak hayatlarını sürdürmeye çalışırlar.

Yaşamın daha ilkel ve geri olduğu dönemlerde, daha çok bireysel olan yaşam mücadelesi, toplumsal ilişki ve buna bağlı olarak ilerleyen çelişkiler, yeni yol ve yöntemleri bir ihtiyaç olarak ortaya çıkarmıştır. Önceleri bireysel hak arama çabalarıyla istenilen sonucu elde edemeyen insanlar, çıkarların ortaklaştığı bilinci geliştikçe çeşitli kurum ve yapılar oluşturarak istenilen haklarını elde etme mücadelelerine girişmişlerdir. İşte bu mücadelenin bir zorunluluğu olarak kitle örgütleri tarih sahnesine çıkmıştır.

Kitle örgütleri; çeşitli sınıf, tabaka ve katmanlardan oluşan kitlelerin ekonomik, demokratik ve siyasal taleplerini elde etmek için bir araya gelip örgütlendiği kurum ve kuruluşlardır. Bu yapılanmalar, toplumların sınıflara bölündüğü günden bu yana değişen toplumsal ilişkilere göre biçimlenerek bugüne kadar varolagelmişlerdir.

Büyük insanlığın nihai zaferine kadar da koşulların değişen durumlarına göre varlıklarını sürdüreceklerdir. Kitle örgütleri, kitlelerin mücadele okullarıdır. Bu mücadele örgütlerine giren kitleler, temel hakları uğruna mücadele ederken sadece bu araçlarla istedikleri haklarını elde edemeyeceklerini kendi öz deneyleri ile öğrendikçe mücadelenin başka araç ve yöntemlerini bilince çıkarırlar.

Bu araçları doğru ele alıp, gerçekliklerine göre kullananlar sınıf mücadelelerinde amaçladıkları başarılara ulaşmışlardır. Bu bilinçle hareket etmeyenler ise hep karşı sınıfların işini kolaylaştıran bir tutum içinde olagelmişlerdir.

Kitle örgütlerini, kooperatifler, mesleki birlikler, dernekler, odalar, vakıflar, sendikalar vb. olarak sıralayabiliriz. Bu yapılar, onu var eden sınıfların karakterini taşırlar ve onların ihtiyaçlarına cevap vermek zorundadırlar. İhtiyaca cevap olamayanlar işlevsizleşir ve tarih sahnesinden silinirler.

İstisnaların dışında genel olarak gerek dünyada gerekse yaşadığımız coğrafyada bu yapılar önemli oranda işlevlerini yitirmiş, atıl durumdadırlar.

Peki bu kurumlar nasıl bu hale geldi? Kabahatin büyüğü kimde? Yoksa kitlelerin bunlara olan ihtiyaçları mı ortadan kalktı? Can alıcı olan sorunun cevaplanması gereken yanı burasıdır.

Bu olumsuz durumun en büyük kabahatini kendimizde aramazsak sorulan sorunun doğru cevabını bulmamız mümkün değildir.

Reformlar Uğruna Mücadeleyi Küçümsemeyelim!

Yukarıda söylediğimiz gibi kitle örgütleri, kitlelerin ekonomik, demokratik ve siyasal taleplerini karşılamak için oluşturulan yapılardır.

Bu yapılara önderlik etme iddiasında olan kişi ya da kişiler, bu nesnel duruma uygun davranmak zorundadırlar. Öncelikli görev; kitleleri kendi temel hakları konusunda bilinçlendirmek ve onları egemen sınıflara karşı doğru mücadele biçimleriyle savaştırmaya önderlik etmektir.

Coğrafyamız sınıf mücadelesi tarihi bu yönlü zengin deneylerle doludur. 68 gençlik hareketi, köylü mitingleri, kır yoksullarının kentlere akması sonucunda büyüyen işçi sınıfıyla birlikte ortaya çıkan 15-16 Haziran şanlı işçi ayaklanması bunların toplum hafızasında derin izler bırakan önde gelenleridir.

Yine 70’lerin ikinci yarısında kabaran kitle hareketiyle birlikte yaygınlaşan grevler, direnişler, boykotlar ve DGM karşıtı siyasallaşan pratikler bu zenginliğin en bilinenleridir.

12 Eylül darbesiyle örgütsel yenilgiye uğrayan ve kurumları dağıtılıp işlevsizleştirilen ezilen sınıflar, nispi demokratik ortamın oluşmasıyla yeniden toparlanarak 89 bahar eylemlilikleriyle kendi varlığını ortaya koymuşlardır.

Coğrafyamızda sınıf mücadelesine önderlik etme iddiasına olan ve bu uğurda ağır bedeller ödemiş bulunan radikal sol hareketler, bizim gibi ceberut bir sistemle yönetilen ülkelerde reformlar uğruna mücadeleyi küçümsediklerinde kabaran kitle hareketleriyle kurdukları bağları muhafaza edememiştir.

Dolayısıyla da kitlelerin örgütlendiği ve temel hakları için mücadele eden kurumlarla bağlarını güçlendirip kalıcı kılamamışlardır.

Bu hastalıklı halin en büyük nedeni; şablonculuktur, öznelciliktir ve bir avuç öncüyle toplumların kaderini değiştirmeye duyulan bilimsel olmayan kör inançtır. Ayrıca mücadele biçimlerinde belli tarzların fetiş haline getirilmesidir.

Uzun bir mücadele dönemini kapsayan bu olumsuz pratiğin sağlıklı muhasebesini yapamayan radikal sol hareketler tarihinin en kötü dönemini yaşar haldeler. Kitle örgütleri; kitlelerle sistemi temelde değiştirmek isteyen yapılar arasındaki “volan kayışlarıdır”, toplumsal kurtuluş iddiasında olanların “nefes borularıdır”.

Tam da bu hayati yönünden kaynaklı kitle örgütlerinde çalışırken daha büyük bir sabırla hareket etmeli, döne döne kitlelerin karartılmış bilincini kuşatmayı ve kendi öz güçlerinin farkına varmalarını sağlamalıyız.

Kitle örgütlerindeki çalışmanın esasını kitlelerin temel taleplerini savunmak oluşturur. Bu temel talepler uğruna girişilen mücadele pratiği zaten mücadelenin siyasal yönünü açığa çıkarır. Kitleler mücadelenin siyasal yanıyla yüz yüze geldikçe sadece ekonomik ve demokratik mücadele yöntemleriyle haklarını elde edip koruyamayacakları bilincine varırlar.

İşte bu evre; kitlelerin öncü kesimlerinin onlara anlattığı siyasal gerçeklerin onlar tarafından da görülmesini olanaklı kılar. Kitle örgütlerindeki çalışmalarda mücadelenin esas dili devrimin dolaylı dilidir. Öncelik kitlelerin kendi temel hak ve özgürlüklerinin bilincine varmaları sağlanmalıdır.

Bu bilinç düzeyinin gelişip ilerlemesi ölçüsünde siyasal talepler uğruna mücadelelere girişmelerine önderlik edilmelidir.

Kitle Örgütlerinde, Kitlelerle Adım Adım Mücadele

Bu mücadelede doğrudan dil kullananlar, bilinci karartılmış ve zihinleri tabularla doldurulmuş kitlelerle asla kaynaşamazlar.

Kitlelerle kaynaşıp bütünleşemeyen bir siyasal önderlik de onları dönüştüremez, dolayısıyla onları siyasal iktidar mücadelesi uğrunda savaştıramaz. Mücadele de, birçok şeyde olduğu gibi düz bir seyir izlemez. İnişli çıkışlıdır. Nesnel gelişmelerin durumuna göre taktik yönelimler değişebilir. Aslolan şey kitlelerle birlikte mücadele etmek ve istenilen amaca adım adım varabilmektir.

Bizim gibi anti-demokratik yönetimlerle yönetilen toplumlarda, demokratik bilinç oldukça cılız ve geridir. Bu nesnel durum reformlar uğruna mücadeleyi zorunlu kılıyor. Kitleler bu uzun vadeli mücadele içinde demokratik haklarının bilincine vararak demokrat kimlikler kazanabiliyorlar.

Bunun coğrafyamızda en uygun örneğini 1960 anayasasıyla oluşan nispi demokratik ortamını iyi değerlendiren TKP’nin işçi sınıfı ve demokratik kitle örgütlerindeki örgütlenmesi oluşturduğu kanaatindeyiz.

15-16 Haziran şanlı işçi ayaklanması ve 80 öncesindeki büyük işçi grevleri ve direnişleri bu uzun soluklu demokratik mücadele süreçlerinin yaratmış olduğu birikimlerle tarih sayfalarına geçirilmiştir.

Geçmiş olumlu örneklerden öğrenilip kusur ve yetmezliklerimizden de dersler çıkararak demokratik halk iktidarı mücadelemizde daha güçlü mevziler kazanmaya mecburuz.

Unutmamalıyız ki; demokratlaşamayan bir toplumda devrim ulaşılması oldukça güç bir hayaldir.

5668

Hamas[1] -siyonist İsrail devleti denkleminde gazze'deki soykırım:

Açıklanan rakamlar muhtelif olsa da 7.Ekim.2023 ile 30.Mayıs.2024 tarihleri arasında, ezici çoğunluğu çocuk ve kadın olmak üzere, toplamda 36 bin Filistinli hunharca katledilmiş durumda. Yaralı sayısının 80 bini aştığı ve keza binlerce kişinin akıbetlerinin bilinmediği söylenmekte.

Yirmi saplı ilmik (Nubar Ozanyan)

Zulmün sınırının ve çapının olmadığı, çığlığın ve yüksek sesle ağlamanın yasak olduğu topraklarda yaşıyoruz. Ermeniler, Kürtler, Aleviler geçmişte yaşadıklarının yaslarını tutmaya vakit bulamadan daha kapsamlı acıların içine itiliyorlar. Diktatörler bir yandan halkların bembeyaz barış sayfalarına zulümlerini kara kalemle yazarken diğer yandan yaptıkları kötülüklerin ve işledikleri cinayetlerin unutulması ve bir daha hatırlanmaması için ellerinden gelen her şeyi yapmaya çalışıyorlar. Halkların hafıza ve belleklerini silerek sahte bir tarih yazımıyla kirletiyorlar.

Emperyalizm Üzerine Notlar-3

Emperyalizm, Bağımlılık ve Eşitsiz Gelişme

 

Soru 3:

Türkiye Mali olarak ABD ve AB Emperyalistlerine Bağlıdır

Cevap:

Türkiye'nin mali olarak, mali olarak daha güçlü emperyalist ülkelere ihitiyaç duyduğu hatta bağımlı olduğu bir gerçektir. Ancak bu bağımlılık, bir yarı-sömürge ya da bağımlı ülke bağımlılığı gibi olmayıp, finansal olarak daha büyük olmamasıyla ilgilidir.

Bir Kez Daha: Tehlikenin Farkında mıyız?

Bundan kısa bir süre önce, Erdoğan iktidarının; “Türkiye Yüzyıl Maarif Modeli” ile teşebbüsüne soyunduğu stratejik hamlenin Türkiye ve K. Kürdistan toplumu açısından nasıl ve ne türden güncel bir tehlike ve tehdit oluşturduğuna dair kısa bir yazı paylaşmıştım.

Ermenistan’da Tavuş Hareketi Üzerine

Ermenistan Apostolik Kilisesi Tavuş İdari Başpiskopos’u Bagrad Galstanian önderliğinde başlatılan sivil itaatsizlik gösterileri, halkın yoğun katılımı ile devam ediyor. Ermenistan’a ait dört köyün, Azerbaycan’a iade edilmesi bardağı taşıran son damla oldu. Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan’ın derhal istifa etmesi isteniyor. 4 Mayıs’ta başlayan gösteriler, yol güzergahı üstünde bulunan Lori, Sevan, Geğarhunik… şehirlerinden halkın yoğun katılımı ile Yerevan’da sonlandırıldı. 26 Mayıs’ta Cumhuriyet Meydan’ında düzenlenen miting ile yüz binlere ulaştı.

“CHP’yi demokrasi cephesıne katılmaya zorlama” yaklaşımları üzerine - 2

Sol-sosyalizm adına adeta akıllara durgunluk veren yaklaşım örnekleri bu saptama ve belirlemeler. Yani sanki de CHP işbirlikçi tekelci burjuvazinin temsilcilerinden ve T.C Devleti’nin koruyucu-kollayıcı ana güçlerinden olan bir sosyal demokrat parti değil de sol, sosyalist veya halkçı bir partiymiş gibi tenkit ve değerlendirme konusu yapılıyor. Hal böyle olunca da burada kusur, varlık nedeni gereğince davranan bir sosyal demokrat partinin değil; sosyal demokrat partiye, sahip olmadığı/olamayacağı payeleri yükleyen yaklaşımların olur doğallığıyla.

İdeolojik Netlik ve Örgütlülük

Günümüzde özgür bir geleceğe doğru yapılacak her hamle, sınıf bilinçli bir duruşu ve buna uygun bir örgütlülüğü zorunlu kılar. Tüm bunlar da yoğun bir emeği ve fedakarlığı gerektirir. Sınıf bilincinden yoksun, kendiliğinden hareketlerle köklü değişimlerin-tarihsel kopuşların yaratıcısı olunamaz. Proleter ideolojiyle donanmış partilerin tarihsel misyonu tam da burada ortaya çıkıyor. Yine partisiz-örgütsüz bir duruşla özgür bir geleceğe dair hesaplar yapılmaz.

AKP-MHP FAŞİST DİKTATÖRLÜĞÜNÜN K. KÜRDİSTAN’DA FİİLİ OLARAK UYGULADIĞI, SÖMÜRGE SİYASETİDİR.

Sömürge siyasetinin en belirgin özelliği, yerel halkın iradesinin gasp edilerek, yok sayılmasıdır. Bunun yerine, sömürgeci merkezi yönetimin doğrudan kendi memurlarını oraya yönetici olarak atamasıdır. Bunun adı bir dönem OHAL Valisi, sıkıyönetim komutanı, bölge müsteşarı oluyorken; bugün de Kayyum belediye başkanı, muhtar vs. vs. oluyor.

Günümüz koşullarında sömürge veya ezilen bağımlı uluslara, azınlıklara, baskı altındaki inançlara ve ezilen cinse karşısömürge siyasetinin aldığı biçim; aleni bir şekilde, koyu faşizmden başka bir şey değildir.

Piroğlu Ecevit (Nubar Ozanyan)

Özgürlük uğruna bedeni ölüme yatırarak bir mevsim aç kalmak… Onurlu ve özgür bir yaşam için kendisine ait olan her şeyi feda etmek. Budur, özgürlük mahkumlarının hikayesi! Dünya ve ülkemizin zindan direniş tarihi buna fazlasıyla tanıktır. Amed zindanından Metris zindanına uzanan direniş tarihi fazlasıyla buna tanıktır. Kolay mı saatlere günlere aldırmadan her gün herkesin gözü önünde santim santim erimek; yaşamın nimetlerine dokunmadan açlığa yatmak… 120 günden daha fazla süren bir direnişi sürdürmek; düşünmek ve hayal etmek bile insanı ürkütüyor.

ABRÜST - leylekler getirdi kız... leylekler...

"Sol Kal Sol Yaşa"

Sol tatile  gitmişken...

Toplumsal yapı da; bir an bile parlamentarizmi savunmakta vazgeçmediğini ilan eden her insan ve siyasi yapı da ağır  saldırılara maruz kalıyorken...

seçimlerle  siyaset yapmak istiyen  devrimcilerde proletaryaların her geçen  gün ağırlaşarak hissettiği  solcusuzluğa  karşı da proletaryanın karşısına umut olma uğruna olsa da "Sol Kal Sol Yaşa" diyerekte çıkamıyorken...

fırsatta buyken... fırsatta buyken... 

yazın gitsin kız... yazın gitsin...

abrüst... falan filan...

sanat da diyin gitsin.

Zap’a bomba Colemerg’e kayyum (Nubar Ozanyan)

Türk patronlarının ve generallerinin Kürt ve emek düşmanlığı kapsamlı ve planlıdır. Sınırlı bir zaman ve belli bir dönemle sınırlı değildir. Süreğendir. Demokrasiyi gerçekte değil sözde bilir. Uygulamada değil yasalarında yazılı haliyle tanır. Ki bunu bile kaale almaz. Tarihten günümüze dek en iyi yaptığı şey işgal ve Türk olmayan halkların canını almaktır. Emek ve topraklara konmaktır. En iyi bildiği ise “Yakma-Yıkma-Çökme”dir. İkiyüzlü ve sahtekâr olduğu kadar kinci ve intikamcıdır.

Sayfalar