Devrimci iktidar hedefiyle çalışmalarımıza yüklenelim!

Türkiye; sokaklarıyla, meydanlarıyla, doğusundan batısına, kuzeyinden güneyine son 1,5 yıldır sürekli “hareketli” durumda.
Gezi İsyanı, 17-25 Aralık yolsuzluk karşıtı eylemler, Soma katliamına tepkiler ve Kobane serhıldanıyla; gencinden yaşlısına, her mezhepten ve milliyetten kadın-erkek halkımız milyonları bulan sayılarla sokaklara döküldü.
Polisle çatıştı, komünler kurdu, kendi şiarlarını yarattı. “Arap Baharı” denilen eylemsellikler sürecinde de gördüğümüz gibi; bütün ülkeyi kapsayan, mevcut sistemi sallayan ve doğru bir önderlikle sistemi değiştirebilme potansiyeli taşıyan yangının nerede ve nasıl çıkacağını belirlemek mümkün değildir.
Tunus’ta bir seyyar satıcının kendini yakmasıyla başlayan isyanlar nedeniyle son 4 yıldır Ortadoğu’da düzen hükmünü sürdürmekte zorlanıyor. Türkiye’de “3-5 ağacı” koruma saikiyle başlayan hareket, dönemin tüm birikmiş enerjisinin militan bir tarzda ortaya çıkmasına yol açtı. Fakat bunlarla birlikte Türkiye özgülünde ortaya çıkan bu militan enerjiyi, devrimci bir tarzda politik iktidar mücadelesine yöneltecek yetenekte ve hazırlıkta olmadığımız da ortaya çıkmış durumdadır.
Bahsini ettiğimiz nitelikte toplumsal hareketlerin yaşandığı dönemler, öncünün kendini sınadığı, gördüğü yerlerdir. Marks’ın benzetmesinden hareket edersek; görece suskunluk dönemlerinde bir köstebek gibi sistemin altını ne kadar kazdığımız, kazdığımız tünelleri ustalıkla birbirine ne kadar bağlayabildiğimiz ve gerektiğinde “son vuruş”u ne kadar yapabilme becerisine sahip olup-olmadığımız ortaya çıkmaktadır.
Zamanında hazırlıklarını yapamayanların, kitleler içinde yaygın örgütlülükler yaratmayıp, devrimci zoru kullanma perspektifine sahip olmayanların hareket patladığında kendini akışa bırakmak dışında bir seçenekleri olmamaktadır. Gezi, Soma, Kobane bize bu gerçeği bir kez daha gösterdi.
Gezi İsyanı’ndan çok sonra, ortaya çıkan cılız cüsselerini kapatmak için kendilerine dev aynasından bakanlar, bu sürecin kaybedenleri olacaktır. Çünkü sadece gerçekler devrimcidir! Gerçekler hoşumuza gitmese de devrimcidir…
TDH’nin cılız cüssesiyle birlikte; yıllarca köstebek uyanıklığı ve çalışkanlığı gösteremediği de ortaya çıktı. Ama zaten bir cüssenin sıhhatli ve güçlü olması da hareketliliğiyle, çalışmasıyla sağlanır! Yani çalışmayanın, sistemli bir örgütlenme faaliyeti yürütmeyenin, bunu legal, illegal, silahlı, barışçıl her şekilde yapma uğraşı içinde olmayanın cüssesinin cılız olması dışında bir seçeneği yoktur.
Partizan, bütün alanlarındaki örgütlülükleriyle genel olarak ortaya çıkan hareketliliğe tüm gücüyle katıldı. Fakat eğer bizler komünist öncülersek; ortaya çıkan bu tarihsel önemdeki hareketlere hiç tereddütsüz atılmış olmamız bize yetmez! Bizler ortaya çıkacak muhtemel tüm enerjileri örgütlü karşılamakla ve her hareketlenmeden güçlenerek, kitleler içinde hegemonyamızı artırarak çıkmakla yükümlüyüz. Eğer ortaya çıkan sonuç bu değilse, sadece koşturup durmuş ve harcadığımız enerjinin nerede nasıl ortaya çıkacağını bilmez haldeysek; bunu sorgulayacağız.
Kitlelerin hareketini gürül gürül akan bir nehre benzetebiliriz. Bu nehrin akışını yönlendirecek, taşkınlardaki enerjisini işe yarar hale getirecek bir müdahale olmazsa, bunu diyelim ki elektrik enerjisine çevirecek veya sulama kanallarıyla tarım için elverişli hale getirecek bir perspektifimiz ve bunu yapmak için taşkından önce hazırlıklarımız yoksa; taşkın suyun yaratacağı sonuçları ne olacağını kestiremeyiz. Ama tarihten bildiğimiz net bir şey vardır ki, tıpkı bu taşkın su örneğinde olduğu gibi kitlelerin kendiliğinden hareketleri de ezilenleri devrime götürmez.
Demek ki burada, komünist öncünün tarihsel sorumluluğundan bahsediyoruz. Kendiliğinden hareketlerin akışına kapılanlar ve bununla böbürlenenler değil; bu hareketleri devlete ve sisteme karşı bir devrim hamlesi haline getirenler olmalıyız. Bizim amacımız budur! Varoluşsal nedenimiz budur! İşte bu nedenle her komitemizin, tek tek her bir militanımızın üzerinde durup, konu edinmesi, tartışması, derinleşmesi, çözümler sunup, pratiğe geçirmesi gereken konu budur.
Her çeşit kendiliğinden tarza, uyuşukluğa, “kitleler bizi anlamıyor”a, kendini tekrar edip durmaya, düşünce tembelliğine ve tutukluğa sert darbeler vurup, örgütlülüklerimizi sağlamlaştırma, olmayan yerlerde kurma sorumluluğuyla ileri atılmalıyız.
Öncülük, olayların peşinden sürüklenme değildir. Kendiliğindencilik, reformizm, liberalizm vs. akımlar bizlerin hareketsizliğinden, pratiğe sistemli müdahale etmememizden kaynaklanmaktadır.
Tam da bu noktada önderimiz Kaypakkaya’nın komünist devrimci çıkışı bizim için daha çok anlam taşımalı ve üzerinde daha çok yoğunlaşmalıyız. Çünkü o dönemki bilimum reformistlerin “kitlelerin geri durumuna” vurgu yaparak işlerini “kitleleri aydınlatma” için salt çalışma gruplarıyla sınırlayanlara büyük bir darbe vurmuştu.
Bu darbesinin özünü devimci pratik ve eylemsellik olan özü sayesinde ektiği tohum yarım asra yakındır, devrimci hareketin ana bileşenleri arasında yer almayı başarmıştır. Fakat mevcut anda görevimiz bu öze dayanarak, yaşamın gerektirdiklerine hızlı şekilde yanıt olmak ve sıçramalarla ilerleyişimizi sağlamaktır. Yani yaşamın akışını yakalamakta ve yaşamdan öğrenmekte hızlı adımlar atmamız gerekmektedir.
Egemenler iktidarlarını rızalarıyla bırakmazlar
Gezi, Soma, Kobane ile tanımladığımız son 1,5 yılın hareketliliklerinin şehirlerde olması dolayısıyla, şehir faaliyeti üzerinde duracağız. Şehir faaliyetlerimiz; esasta gazete dağıtımı, bazen stant açıp, imza toplama, derneklerde-kafelerde “devrim sorunlarını” tartışma, basın açıklamaları yapma, eylem olduğunda gidip katılma olarak ortaya çıkıyorsa, bunun güçlü bir örgütlülük yaratamayacağını en baştan belirtelim. Ki bazı alanlarımızda bunların dahi düzenli yapılmadığını biliyoruz.
Bu çalışmalar; iktidarı hedefleyen, öncülük iddiası olan bir yapının militanlarının çalışmaları değildir. Bu çalışmalar, günü kurtarma, devrimcilik adı altında kendiliğindenci ve iddiasızlığı yaşatma, sınırlı pratiklerin yarattığı sınırlı fikirlerin kendi çapında, dar bir çevre olarak hüküm sürmesidir. Çalışmalarının esası bu faaliyet olan alanlarımız, hızlı bir şekilde kendilerini gözden geçirmelidirler! Şehir nüfusu gün geçtikçe artarken, ezilen kesimler derin bir yoksulluk içinde yaşarken, neoliberal politikalarla birlikte kentsel sorunlar tüm yaşamı etkileyecek bir hal alırken; çalışmalarımızın, politik perspektifimizin darlığı kabul edilemez.
Şehir faaliyeti; legal-illegal, silahlı-barışçıl her türlü yöntemin ekonomik-demokratik- cinsel-ulusal-mezhepsel-çevresel tüm sorunlar özgülünde kullanılabilmesi ile yürütülür. Bu yöntemlerin devreye girme zamanını ve şeklini belirlemek; çalışılan alana ve en az bunun kadar önemli olan tüm ülkenin genel durumuna vakıf olarak ancak doğru şekilde yapılabilir. Yani kadro ve militanlarımızın pratik içerisindeyken, teorik ve ideolojik donanımlarını sürekli güçlendirmeleri zorunluluğundan bahsediyoruz. Türkiye’de yılların bize öğrettiği çok temel bir derstir ki; illegal ve devrimci şiddetin devrede olmadığı, temel alınmadığı tüm faaliyetler düşmanın açık saldırısı altındadır ve her seferinde toparlanamadan dağıtılmaya mahkumdur.
Bunun ötesinde en son Kobane’nin gösterdiği sonuçlardan biri de; devletin yasal/yasadışı tüm çetelerini halkın üzerine salması karşısındaki yetersizliğimizdir. Devrimci güçlerin en başta kendilerini savunmaları üzerinden ele aldığımızda dahi; illegal ve silahlı şehir birliklerinin olmazsa olmaz olduğu görülecektir. Şehirlerde devletle işbirliği halindeki uyuşturucu çetelerine, mafyalara karşı mücadele edebilmek için bile söz konusu birlikler kendini dayatmaktadır.
Bunlar güncel sonuçlardır. Fakat biz tarihten ve diyalektik materyalist sınıflar teorisinden de biliyoruz ki; hiçbir egemen sınıf, tarihin hiçbir kesitinde saltanatını savaşmadan bırakmaz. Bu isterse kendi sınıfından kesimler bile olsa: Tarih boyunca saraylarda kardeş, baba, çocuk tüm saltanat adaylarının öldürülmesinin özü/özeti budur.
Hal buyken; “ayak takımı”na, “çapulculara”, sırtlarından saltanat sürdükleri sınıflara egemenliklerini savaşmadan bırakacaklarını düşünmek en basit tanımıyla ham hayaldir! Bu nedenle, komünist devrimcilerin illegal ve silahlı mücadele yöntemlerinde ustalaşmaları, yazının başında bahsettiğimiz gibi sistem sahiplerinin altını kazacak şekilde illegal çalışmalarını yürütmeleri ve kitle çalışmasını güçlendirici tarzda silahlı mücadele yöntemlerini kullanmaları zorunluluktur.
Temel sorun; bunların ne zaman, nasıl devreye gireceğini iyi belirlemektir. Fakat her ne olursa olsun her an hazır bir şekilde bu şehir milislerinin olması zorunluluktur. Dünya halklarının deneyimleri bize bu konuda yol gösterebilir!
Sınırlarımızı aşalım
Şehir faaliyetçilerinin, çalıştıkları alanların özgül sorunlarını çok iyi kavraması gereklidir. Böyle bir faaliyetin amaçları ve kullanabilecekleri araçlar, gitmeleri gereken alanlar, şiarları vs net olmalıdır. En önemlisi yaşamdan öğrenmeyi bilmeleridir. Kafamızda oluşturduğumuz proje ne kadar mükemmel olursa olsun, yaşamda karşılığını bulmuyorsa, o alanda kök salıp/büyüyemiyorsak sorunun ne olduğunu sorgulama cesaretine ve yaşamdan öğrenme bilgeliğine sahip olmamız daha da fazla önem taşır. Kafamızdakileriyaşama dayatmayacağız,yaşamın getirdiklerini kafamızadayatacağız. Yani halkımızdan öğreneceğiz, pratiklerden öğreneceğiz. Yani kabuğumuza çekilip, derinleşip(!), her şeye vakıf olmayı beklemeyeceğiz. Hata yapmaktan korkmayacağız ve bu hataları düzeltme gücüne sahip olacağız.
Legal alanlardan sonuna kadar, sistemli bir şekilde faydalanmalıyız. Yani sendikalarla, birlik ve derneklerle, vb.le ilişkimiz “protokol bırakma” seviyesinde değil, aktif çalışma, yön verme, yönetici olma seviyesinde olmalıdır. Bu araçlar bulunduğumuz alanlarda yoksa kuruculuğunu yapmalıyız.
Çok önemli bir sorunumuz da çalışma alanlarımızda kendimizi sınırlamaktır. Bulunduğumuz ilçelerin farklı semtlerine bile gidilmemektedir. Oysaki eğer örgütlü yoldaşlarımız, faaliyetimiz vs. yoksa komşu illere-ilçelere gitmek ve faaliyet alanımızı genişletmek de bizim sorumluluğumuzdur. Soma’da, Karaman’da, Isparta’da, Zonguldak’ta olamamamız, devrimciliği her açıdan sınırlandırılmış bir şekilde ele alışımızla ilgilidir.
Mevcut durumu pratiksel olarak aşmak, tüm militanlarımızın sorumluluğudur. Sınırlar ancak devrime tutkun militanlar tarafından parçalanır!
Son Haberler
Sayfalar

Hamas[1] -siyonist İsrail devleti denkleminde gazze'deki soykırım:
Açıklanan rakamlar muhtelif olsa da 7.Ekim.2023 ile 30.Mayıs.2024 tarihleri arasında, ezici çoğunluğu çocuk ve kadın olmak üzere, toplamda 36 bin Filistinli hunharca katledilmiş durumda. Yaralı sayısının 80 bini aştığı ve keza binlerce kişinin akıbetlerinin bilinmediği söylenmekte.

Yirmi saplı ilmik (Nubar Ozanyan)
Zulmün sınırının ve çapının olmadığı, çığlığın ve yüksek sesle ağlamanın yasak olduğu topraklarda yaşıyoruz. Ermeniler, Kürtler, Aleviler geçmişte yaşadıklarının yaslarını tutmaya vakit bulamadan daha kapsamlı acıların içine itiliyorlar. Diktatörler bir yandan halkların bembeyaz barış sayfalarına zulümlerini kara kalemle yazarken diğer yandan yaptıkları kötülüklerin ve işledikleri cinayetlerin unutulması ve bir daha hatırlanmaması için ellerinden gelen her şeyi yapmaya çalışıyorlar. Halkların hafıza ve belleklerini silerek sahte bir tarih yazımıyla kirletiyorlar.

Emperyalizm Üzerine Notlar-3
Emperyalizm, Bağımlılık ve Eşitsiz Gelişme
Soru 3:
Türkiye Mali olarak ABD ve AB Emperyalistlerine Bağlıdır
Cevap:
Türkiye'nin mali olarak, mali olarak daha güçlü emperyalist ülkelere ihitiyaç duyduğu hatta bağımlı olduğu bir gerçektir. Ancak bu bağımlılık, bir yarı-sömürge ya da bağımlı ülke bağımlılığı gibi olmayıp, finansal olarak daha büyük olmamasıyla ilgilidir.

Bir Kez Daha: Tehlikenin Farkında mıyız?

Ermenistan’da Tavuş Hareketi Üzerine
Ermenistan Apostolik Kilisesi Tavuş İdari Başpiskopos’u Bagrad Galstanian önderliğinde başlatılan sivil itaatsizlik gösterileri, halkın yoğun katılımı ile devam ediyor. Ermenistan’a ait dört köyün, Azerbaycan’a iade edilmesi bardağı taşıran son damla oldu. Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan’ın derhal istifa etmesi isteniyor. 4 Mayıs’ta başlayan gösteriler, yol güzergahı üstünde bulunan Lori, Sevan, Geğarhunik… şehirlerinden halkın yoğun katılımı ile Yerevan’da sonlandırıldı. 26 Mayıs’ta Cumhuriyet Meydan’ında düzenlenen miting ile yüz binlere ulaştı.

“CHP’yi demokrasi cephesıne katılmaya zorlama” yaklaşımları üzerine - 2
Sol-sosyalizm adına adeta akıllara durgunluk veren yaklaşım örnekleri bu saptama ve belirlemeler. Yani sanki de CHP işbirlikçi tekelci burjuvazinin temsilcilerinden ve T.C Devleti’nin koruyucu-kollayıcı ana güçlerinden olan bir sosyal demokrat parti değil de sol, sosyalist veya halkçı bir partiymiş gibi tenkit ve değerlendirme konusu yapılıyor. Hal böyle olunca da burada kusur, varlık nedeni gereğince davranan bir sosyal demokrat partinin değil; sosyal demokrat partiye, sahip olmadığı/olamayacağı payeleri yükleyen yaklaşımların olur doğallığıyla.

İdeolojik Netlik ve Örgütlülük
Günümüzde özgür bir geleceğe doğru yapılacak her hamle, sınıf bilinçli bir duruşu ve buna uygun bir örgütlülüğü zorunlu kılar. Tüm bunlar da yoğun bir emeği ve fedakarlığı gerektirir. Sınıf bilincinden yoksun, kendiliğinden hareketlerle köklü değişimlerin-tarihsel kopuşların yaratıcısı olunamaz. Proleter ideolojiyle donanmış partilerin tarihsel misyonu tam da burada ortaya çıkıyor. Yine partisiz-örgütsüz bir duruşla özgür bir geleceğe dair hesaplar yapılmaz.

AKP-MHP FAŞİST DİKTATÖRLÜĞÜNÜN K. KÜRDİSTAN’DA FİİLİ OLARAK UYGULADIĞI, SÖMÜRGE SİYASETİDİR.
Sömürge siyasetinin en belirgin özelliği, yerel halkın iradesinin gasp edilerek, yok sayılmasıdır. Bunun yerine, sömürgeci merkezi yönetimin doğrudan kendi memurlarını oraya yönetici olarak atamasıdır. Bunun adı bir dönem OHAL Valisi, sıkıyönetim komutanı, bölge müsteşarı oluyorken; bugün de Kayyum belediye başkanı, muhtar vs. vs. oluyor.
Günümüz koşullarında sömürge veya ezilen bağımlı uluslara, azınlıklara, baskı altındaki inançlara ve ezilen cinse karşısömürge siyasetinin aldığı biçim; aleni bir şekilde, koyu faşizmden başka bir şey değildir.

Piroğlu Ecevit (Nubar Ozanyan)
Özgürlük uğruna bedeni ölüme yatırarak bir mevsim aç kalmak… Onurlu ve özgür bir yaşam için kendisine ait olan her şeyi feda etmek. Budur, özgürlük mahkumlarının hikayesi! Dünya ve ülkemizin zindan direniş tarihi buna fazlasıyla tanıktır. Amed zindanından Metris zindanına uzanan direniş tarihi fazlasıyla buna tanıktır. Kolay mı saatlere günlere aldırmadan her gün herkesin gözü önünde santim santim erimek; yaşamın nimetlerine dokunmadan açlığa yatmak… 120 günden daha fazla süren bir direnişi sürdürmek; düşünmek ve hayal etmek bile insanı ürkütüyor.

ABRÜST - leylekler getirdi kız... leylekler...
"Sol Kal Sol Yaşa"
Sol tatile gitmişken...
Toplumsal yapı da; bir an bile parlamentarizmi savunmakta vazgeçmediğini ilan eden her insan ve siyasi yapı da ağır saldırılara maruz kalıyorken...
seçimlerle siyaset yapmak istiyen devrimcilerde proletaryaların her geçen gün ağırlaşarak hissettiği solcusuzluğa karşı da proletaryanın karşısına umut olma uğruna olsa da "Sol Kal Sol Yaşa" diyerekte çıkamıyorken...
fırsatta buyken... fırsatta buyken...
yazın gitsin kız... yazın gitsin...
abrüst... falan filan...
sanat da diyin gitsin.

Zap’a bomba Colemerg’e kayyum (Nubar Ozanyan)
Türk patronlarının ve generallerinin Kürt ve emek düşmanlığı kapsamlı ve planlıdır. Sınırlı bir zaman ve belli bir dönemle sınırlı değildir. Süreğendir. Demokrasiyi gerçekte değil sözde bilir. Uygulamada değil yasalarında yazılı haliyle tanır. Ki bunu bile kaale almaz. Tarihten günümüze dek en iyi yaptığı şey işgal ve Türk olmayan halkların canını almaktır. Emek ve topraklara konmaktır. En iyi bildiği ise “Yakma-Yıkma-Çökme”dir. İkiyüzlü ve sahtekâr olduğu kadar kinci ve intikamcıdır.