Perşembe Kasım 7, 2024

Dogmatizmin Eksensiz Çukurunda Yön Aramak-1

Bazıları tarihin önünde yürür, bazıları ise onu yazar. Bazıları ise ilerleyen tarihin ne tarafında yer alacaklarında kararsızdırlar.

Giriş:

Devrimci mücadelenin ve bu mücadele içinde yer alan örgütlerin tarihini yazmak, sınıf mücadelesini ilerletmek ve gelecek kuşaklara deneyimler aktarmak açısından, hiç kuşkusuz büyük bir önem taşımaktadır.

Tarih yazımında, burjuva sınıfı adına tarih yazıcılarıyla işçi sınıfı adına tarih yazıcıları arasında niteliksel bir sınıf varkı vardır ve bu eşyanın tabiyatına da uygundur.

Bir kapitalist, ticari faaliyetlerini her türlü etik kaygılardan uzak kar marjini maksimize etmek amaçlı sürdürür. Kapitalist sistemin savunucuları tarih yazıcıları da buna göre kalemlerini oynatırlar. Kapitalistin karının düşmemesi için kitlelere yanlış bilgi sunarlar ve onları değersizleştirme amaçlı hareket ederler. Çünkü, kapitalist için artı-değer oranını yükseltmek önemlidir. Artı-değer oranı yükseldikçe çalışanların (işçilerin) değeri de (insani ve yaşam olarak) değersizleşir1. Burjuva sistemin savunucuların “ahlaki” kuralı budur.

Bir markist bir kapitalist gibi hareket edemez. Bir marksist faaliyetlerini, değerlendirmelerini, olgulara yaklaşımı ve analizleri, öznel imgelere göre değil, somut olgulara ve o olguların yer ve zamanı içinde ele alıp bütünlüklü değerlendirmesi, bilimsel bir yaklaşım olur. Bu marksistin ahlaki kuralıdır.

Sözü uzatmadan Mehmet Ali Eser’in (bundan sonra MA şeklinde yazacağım), Kardelen Yayıncılık tarafından yayınlanan, “Tarihsel Çıkışına Tersleşmede Örgüt Öyküsü TKP/ML” adlı, kitabının içeriğine ilişkin görüşlerimi kısaca aktarmaya çalışacağım. Çünkü ele aldığı tarihsel kesit doğrudan beni de ilgilendirdiği için sessiz kalmayı kendime ve o süreci yaşayanlara ve mücadele edenlere karşı (easas olarak da MA’nin kendisine) haksızlık olacağını düşünüyorum. 1)3. Havalimanı işçilerinin son durumu buna örnektir.

MA’nin, bu kitapta yer verdiği teorik görüşlerine ve tüm değerlendirmelerine yanıt vermeyeceğim. Bu konuda çok kitap yazıldı ve yazılmaya devam ediyor. Bu konuda kitap yazanlardan birisi de benim. Ancak benim kitabım, sorunu kişiselleştirme yerine, bu sorunların teorik kaynağına iner2. Bu sınıf mücadelesi tarihi açısından iyi bir şey. MA’nin de kendine TKP/ML’yi kendi bakış açısına göre değerlendirmesinde bir anormallik yoktur. O kendi sınıfsal meşrebine uygun görüş ve yaklaşımlarını ortaya koymaya çalışmıştır. Ancak, devrimcilerin tarihi tam da anti-komünist burjuva liberallerine yakışır ve burjuvazinin argümanları ile ele alınırsa, o “devrimcilerin tarihi” değil, olsa olsa burjuva argümanlı anti-komünist propaganda olur.

Sözü edilen kitabın içeriği, yeni kuşaklara deneyimleri öğretici bir şekilde aktarma yerine, adeta son durağını sağlamlaştırma ve yeni ev sahiplerine kendini kabul ettirme izlenimini veriyor. Yazarın, Machiavelli’nin “hükümdarı”nı okuyup okumadığını bilemem, okumuş olması da gerekmiyor; makyavelizm, küçük burjuvazinin politik arenada olmazsa olmaz içkinliğidir.

Böyle bir yazı yazmak ve kişiler ile “uğraşmak” esasta benim yöntemim olmamasına karşın, bazen zorunlu olarak tamda hazzetmediğim konulara girmek zorunda kalıyorum. “Niyetler”, “artniyetler”, “böyleydi”, “şöyleydi” vb. vb. kısır döngülü konular ister istemez insanı, söylenmemesi gereken sözleri de sarf etmeye götürüyor.

Benim kitaplarım ortada. Eleştirileri buradan bekleme hakkım var. Ben hiç bir yoldaşımı ya da kısa süreli de olsa yol arkadaşlığı yapmış olduğum birini “niye böylesin” vb. gibi eleştirler getirmem. Onu oraya götüren bir siyaset vardır. Çözüm ve devrime katkıda burada yatıyor: Sorunlara siyasi olarak yaklaşmak. Ancak, kendini bir yerelere kabul ettirmek ve “bulunmaz hint kumaşı” misali pragmatizmin tüm tonlarına bürünerek, içinden geldiği yapıyı karalamaya odaklanıp ve “eski yoldaş”larını ise “bataklık” olarak tanıtmak; niyetlerden bağımsız olarak, olsa olsa yoldaşlarını “karalayarak” kendi acizliğini, çapsızlığını, yalakalığını ve siyasi fırdöndülüğünü gizleme yöntemi olabilir. İşte böylesi anti-komünist aciz küçük burjuvaların devrim ve devrimcileri kirletmelerine karşı sessiz kalmamak gerekiyor.

Olumsuzlukların eleştirilmemesi anlamında değil, olumsuzlukların ideolojik-siayasi yönünü esas almak doğru olan bir yöntemdir. Bu Materyalesit diyalektik yöntemdir. Küçük burjuvazi hataları kişiselleştirir. Kişileri hedef alır ve siyaseti ise kişiler üzerinde yürütmeyi tercih eder.3 MA’da “tarih” yazıcılığında yöntemi “kişi” olmuş. Konuyu önemsemeyip, belkide bir çok defa yaptığım gibi; “girme sosyal medya alanına” diyebilirdim. Ancak, bir devrimci örgüt içindeki karşı-dervimci faaliyeti aklama çabaları ile karşı karşıya kalınca ve bu aklama çabalarının da 40 yılı aşkın bir süredir “tanıdığım” birisinden geldiğini görünce, sessiz kalmayı “kabullenme” olarak gördüm ve sessiz kalmamaya karar verdim. Evet, “sinek küçük ama mide bulandırır.” Bu bağlamda tarihe yanlış not düşenlerin yanlışlarını ortaya koymakta kaçınılmaz oluyor.

2 Bkz. Yusuf Köse, Tarihin Önünde Yürümek, El yayınları 2013

3 Burjuvazinin kamplaştırma politikası ve kitlelerin esas gerçekleri görme taktiğinin küçük burjuva üzerindeki etkisi...

Özellikle devrimcileri küçük düşürme, değersizleştirme, burjuvazinin yapmak istediği kriminalize etme ve şeytanlaştırma eğlimlerin içine giren ve buna “devrimcilik” iddiası ile yaklaşan anlayışların neler olduğunu ortaya koymak, bir zorunluluk olarak ortaya çıkıyor.

Sınıf mücadelesi salt burjuvaziye karşı değil, ondan etkilenen küçük burjuvaziye karşı da verilmesi olmazsa olmazlardan birisidir. Burjuvaziyle proletarya arasındaki tarihsel mücadele bunu doğrulamıştır. Küçük burjuva “sol”culuğu, burjuvaziye karşı çok “keskin” ve “kararlı” gibi gözüksede, ideolojik sapmalar onu burjuvaziye hizmete götürür ve proleter ideolojiyi “keskinlik” adı altında bulanıklaştırarak burjuva ideolojisinin bir yamağı haline dönüştürür. Bunun “niyetler” ile hiç bir ilişkisi yoktur. Niyetler “öznel”dir. Toplumsal olgular ise nesnel bir gerçekliktir. Biz Marksistler ikincisini esas almak durumundayız.

İnanıyorum ki, MA bu kitabını bütün devrimci inancıyla ele almıştır. Onun devrimci inancı, etiği ve kültürü onu böyle bir yöntemle soruna yaklaşmaya itmiştir. Onun fırtınalı yaşamı, olaylara bakış yöntemine de yön vermiş, karayı ak, akı kara görmesini sağlayabilmiştir. Bu nedenle de totolojik yargılardan kaçamamıştır. Bu yöntemde onu, “yalan çorbacısı” içinde “gerçek” aramaya kadar görütmüştür. Bu onun kişisel kusuru değil. Kusur, onun küçük burjuva düşünce tarzının dışına çıkamamasındadır. Benim eleştirilerim, sınıf bilinçli proletaryaya yabancı olan bu yöntemedir. TKP/ML saflarında örgütlüyken de mücadelemin ağırlıklı yönü, proletaryaya ait olmayan, ama proletaryanın saflarında yer bulan bu tür anlayışlara karşı olmuştur. Kitaplarım bunların tanıdığıdır.

Elbette, her yaşayan insanın anıları olduğu gibi benimde anılarım var. Özellikle bu süreçle ilgili olanı da çok. Ancak, beni ilgilendiren sorunun bireysel yönü değil, siyasi/teorik yönü olduğu için bu yöne ağırlık vermeye çalışıyorum. Bu yazıda, sözü edilen kesitle ilgili olarak bir kaç anıyı, bu sürecin daha iyi görülebilmesi için anekdot olarak paylaşmak zorunda kaldım.

Ancak belirtmem gerekir ki, bu konun doğrudan tanıklarından Halil Gündoğan’ın kaleme aldığı “MKP’nin ‘Tarihi Muhasebesi’nde Öznelcilik ve Dogmatizm”4 adlı

4 Bir örgütün tarihi gerçeklerini görmezden gelmek isteyenler, Halil’in, en zor koşullarda (hapishane) kaleme aldığı bu kitabını yayınlamaya da yanaşmadılar. Kısıtlı olanaklarla ancak yayınlanıp okuyucuyla buluşması yine de sağlandı ve bunu sağlayanlara teşekkürler.

450 sayfayı aşan kapsamlı kitabı, MA’yı bütünüyle yalanlamaktadır. Bu konuyla ilgilenenlerin bu kitabı mutlaka okuması gerekir. Ne var ki, MA, bu kitaptan ve onun içeriğinden hiç söz etmemiş, ama H. Gündoğan’ın devrimci olduğuna “kanaat” getirmiş. Aslında MA ile Halil’in yazdıklarını yan yana yayınlamakta yeterli olabilirdi. Ancak, MA’nin yazdıklarının bunu hak ettiği kanısında değilim.

MA, elbette ne bir “Herr Vogt” ne de devrimci bir örgüt içine kullanım aracı olarak sızdırılmış bir kontra NT. Siyasal dengesizlikleri olsa da, o hala bizlerden biri. Bu nedenle cevap verilmeyebilirdi. Fakat, 15 yıl ortalıklarda ordan oraya döndükten sonra, kendi geçmişine bile lanet okurcasına devletin bir kontrasını aklama yolunu seçtiği için cevap vermek kaçınılmaz oldu.

Türkiye Komünist Partisi/ Marksist-Leninist (TKP/ML)

TKP/ML, Türkiye Devrimci Hareketi (TDH) içinde önemli bir yeri olan bir örgüttür. Kurulduğu günden beri sınıf mücadelesine teorik-pratik açısından önemli kazanımlar getirmiştir. Her şeyden önce TKP/ML’nin kurucusu İbrahim Kaypakkaya’nın ideolojik-politik duruşu ve katkıları devrim mücadelesinde her zaman bir aydınlatıcı olarak duracak ve işçi sınıfı bu komünisti asla unutmayacaktır. Bu bile, TKP/ML’nin TDH içinde taşıdığı özel özgül ağırlığını anlatmaya yeter.

TKP/ML’nin 46 yıllık mücadele yaşamı içinde yer alan binlerce militan devrimci olmuştur. Bir çoğu başından sonuna kadar yer alırken ve hala devam ederken bir çoğuda, değişik süreçlerde o saflarda aktif mücadele etmeyi (benim gibi) terk etmiştir. Bu gerçeklerin yanında, devrimci safları ve duruşları tamamen terk edenlerde olmuştur. Bu yaşananlar, salat TKP/ML’ye özgü olmayıp bütün dünyadaki devrimci ve komünist hareketler içinde geçerlidir. Sınıf mücadelesi sürdüğü sürece bunlar yaşanmaya devam edecektir.

Bu tür gelişme ve olgular keskin sınıf mücadelesinin doğal sonucudur. Bir çokları cezaevi yatmış, bir çokları ise bu mücadele içinde şehit düşmüştür. Ve bu süreç devam etmektedir. Bu olgular sınıf mücadelesinin gerçekleridir. Burjuvazi ile proletarya arasında sınıf savaşımı olduğu gibi, bu mücadele bir komünist ya da bir devrimci örgüt içinde de birincisinin niteliği ile aynı olmasada bir şekilde devam eder.

Komünist Partiler (ya da genel anlamda komünist örgütlenmeler), yaşayan bir organizmadır. Teorik ve siyasal seviyesi en yüksek sınıf örgütlenmeleridir. Bir toplumsal sistemi yıkıp yeni bir toplumsal sistemi kurmaya önderlik etmek amaçlı hareket ettiği için; toplum içindeki tüm siyasal, teorik, ideolojik, ekonomik, askeri ve genel anlamda kültürel sorun ve gelişmeleri yakından takip eder ve bu gelişmelere göre savunduğu sınıfın çıkarlarına uygun siyasal mücadele taktiklerinin yanı sıra düşünce üretir. O, burjuva sınıfı karşısında dezavantajlı bir durumdan avantajlı bir duruma geçmenin mücadelesini sürdürür. Toplum tarihlerinin gelişim sürecinin yanı sıra ideolojik olarak avantajlı olması, pratik olarak avantajlılık getirmiyor. Bu uzun bir mücadelenin ürünü olarak, özellikle de işçi sınıfının önemli bir kesiminin komünistlerin görüşleriyle bütünleştiği zaman, komünistler burjuvaziden avantajı ele alacaklardır.

Konumuza Dönersek:

Konferans/Dabk birliği (1992) ve Ayrılığı (1994)

Öncelikle belirtmeliyim. Adı geçen “Ayrılık-Birlik” süreçlerinin ideolojik, politik, örgütsel ayrıntılarına girmeyeceğim. Bunlar 3. Konferans belegelerinde ve daha sonra çıkan yayın organlarında yer aldı. Yine burada, 1992-94 “ayrılık-birlik” sorunun ideolojik, politik ve örgütsel” ayrıntılarına girmeyeceğim. Bunlarda yazıldı. Özellikle’de TKP/ML’nin 1994 ayrılığının ilk dönemlerinde çıkan Partizan dergilerinde ve daha sonraki açıklamalarında yer aldı. Konferans/Dabk ayrılığı ve birliği konusunda çok şeyler yazıldı.

HH, Dabk’ın “baş düşmanı”ydı. TKP/ML’nin resmi konferansına katılmayan Dabk kesimi, HH’nin olmasa konferansın yapılmayacağını ve Parti’nin kendilerinin peşinden geleceğini düşünüyorlar olmalıydılar. O süreçte HH’yi “baş düşman” ettmeleri için hiç bir neden yoktu. HH, partinin verdiği görevi yerine getiriyordu. Ayrıca, ne HH onları ne de onlar HH’yi kişisel olarak tanıyorlardı. Ancak, ortada “kşisel yıpratma” kampanyası yürütülüyordu. Diğer yandan, HH yeni cezaevinden çıkmıştı ve Parti’de ne oluyor-bitiyor bilmiyordu ve durumu yeni yeni öğrenmeye ve kavramaya çalışıyordu. Partinin “o hale” gelmesinde HH’nin olumsuz yönde kişisel bir katkısı yoktu. Dabk [TKP(ML)] ve peşinden MKP’nin “HH düşmanlığı”nın tarihsel kesiti buradan başlıyor. Elbette bu “düşmanlığın” temelinde HH’nin onların dogmatik, salt askeri bakış açısı, devrimci siyaseti küçük burjuva tarzda çirkinleştirmelerine ve KP’ne uygun olmayan fokocu örgütlenme anlayışlarına karşı duruşu ve eleştirisi vardı.

Öbür yandan, bir sınıf partisi içindeki gelişmeleri “kişilere” bağlamak daha baştan, sorunu yanlış kavramak ve KP’nin niteliğini hiçsizleştirmektir. Oysa sorun ideolojik-politiktir. KP gibi bir örgütlenmede belirleyici olan siyasettir. Doğru siyaset izlenirse doğru şeyler elde edilir ve yanlış siyaset izlenirse hatalar yapılır. Kişilerin hareketlerini belirleyende yönlendirmesi altında bulundukları ideoloji ve politikadır. Toplumsal ve daha özelde sınıf sorunlarını kişileştirmek genelde burjuvaziyi özgüdür. Ancak devrimci saflardaki “sol” küçük burjuvazi de, sınıflar arası mücadeleden kaynaklanan siyasal sorunları kişiselleştirmeyi sever.

Dabk’ın 3. Konferansa katılmamasını MKP’de I. Kongresinde eleştirir ve Dabk’ın bu tavrını “salt askeri bakış açısı” olarak değerlendirir. Kısacası Dabk’ın Konferansa katılmama gerekçeleri, daha sonra Dabk üzerinden şekillenen örgütlenmelerin hepsi eleştirmiş, TKP/ML’nin 3. Konferans’ını meşru görmüşlerdir.

Özelikle her iki süreçte yer alan HH ile ilgili yerli yersiz bir çok bilgiler verildi. İndimedya gibi herkesin yazıp küfür ettiği internet sitelerinden, bazı polis yönetimli internet sitelerine kadar yazıldı ve hala yazılmaya devam ediyor. Özellikle “işsiz” kalmış polis yönlendirimli ya da kendini “küfür”le ve yalanla var etmeye çalışanların görevi haline gelmiş.

Oysa Dabk’ın bir numaralı “düşmanı” yurtdışı örgütlenmesiydi ve Yurtdışı örgütü yüzünden (bunlara 2. MK revizyonisti diyorlardı) konferansa katılmadılar ve katılmama gerekçeleri ise; “revizyonistlerle aynı masaya oturulmaz”dı.5 Parti bu süreçte (salt askeri bakış açısı ve dogmatizm yüzünden) büyük kayıplar verdi çok değerli kadrolarını yitirdi. Salt askeri bakış açısı ve dogmatizm o denli tavan yapmıştı ki, düşmanın bildiği yer/gün/saat ve anda konferansı yapmak istemek, neyle açıklanabilir ki! Bu küçük burjuva anlayışın sonunda TKP/ML, 12 Eylül’den sonra en ağır kayıplarını aldı. Bu anlayış, adeta, TKP/ML’ye, o süreçteki en iyi kadrolarını bir tepsi içinde düşmana sunmaya götürdü.

Bu anlayış ne yazık ki, hiç bir zaman TKP(ML) (Dabk kanadı) içinde yok olmadı. 1992 “Birliği” sürecinde de aynı anlayışlar vardı. Yani, salt askeri bakış açısı ve dogmatizm yıkılmamış, olduğu gibi korunuyordu. İşte, bundan sonraki “birlik-ayrılık” sorunlarını bu çizgiyi gözden uzak tutmadan değerlendirmek gerekir. Çünkü 1994 yılında yaşatılan “ayrılık” bu çizginin bir ürünü olarak ortaya çıktı. Hatta, MKP’nin 16 Haziran 2005 yılında kadrosal düzeyde verdiği kayıplar, izlenen aynı siyasetin sonucu olmuştur.

TKP/ML, kurulduğundan sonra kendi içinde irili-ufaklı bir çok ayrılık yaşamasına karşılık, 1987 yılında Dabk/Konferans olarak bir ayrılık yaşadı. Her iki tarafta kendini TKP/ML olarak adlandırdı. Konferas kanadı olarak bilinene kesim 1987 yılı Ekim ayı içinde TKP/ML III. Konferansı yapan kesimdi. DABK (Doğu Anadolu Bölge Komitesi) kanadı III. Konferans’a katılmayan gerilla bölgesindeki bazı üye ve iki Konferans delegelesiydi. TKP/ML III. Konferans’ı DABK’ı kendi dışında görmedi ve “istedikleri iki kişiyi MK’ne” verebilecekleri şeklinde bir karar almıştı. Ve uzun yılar TKP/ML, DABK kanadına “birlik çağrısı” yaptı. DABK (Doğu Anadolu Bölge Komitesi) kanadı’da kendini TKP(ML) (buna parantez içinde TKP/ML deniyordu) olarak adlandırdı.

5 Tarihin cilvesi bu olsa gerek; bir süre sonra, birbirine ters gibi gözüken “sağ ve sol” oportünizm aynı kulvarda buluştu. “Revizyonistlerle aynı masaya oturulmaz” diyerek partiyi bölenler, deyim yerindeyse onları çizgi ve önderlik olarak baştacı ettiler. Ve genelde de her iki tarafın hedefinde HH vardı.

1992 yılında yapılan “birlik”, Konferans kanadı için iyi niyetli bir birlikti. Dabk kanadı için bunu söyelemek zor. Neden mi? Daha baştan bu birliğe samimiyetsiz gelenler karşı çıkanlar oldu. Ama Dabk içinde birliği isteyenlerin başında bazı devrimci kadrolar olmasının yanında NT de istemeye(!) başlamıştı. Ya da bize söylenen buydu.

Çizigin Belirleyiciliği

Sorunlara kişiler üzerinden yaklaşınca hatalalar yapılır ve yanlış yargılara varılır. Bir siyasal örgütün niteliğini belirleyen ideolojik dünya görüşü ve buna bağlı olarak siyasetidir.

Bu konuda KP’ler daha da hassastır. Çünkü en yüksek teori ile kendini yönlendirme amaçlıdır. Belirleyici olan siyaset olduğuna göre, o örgüt içinde kişileri o siyaseten ayrı ele almak ya da örgüteki gelişmeleri kişilere bağlamak yanıltıcıdır. Esas olanı, temel olanı gözden kaçırmaktır.

Konferans-Dabk’ı birliğe iten kendi dünya görüşleri ve izledikleri siyasetin genel olarak bir birine yakın olmasıydı. İdeolojik-siyasal görüşlerinde temelde farklılıklar olsaydı, “birlik” diye bir sorunları olmaz ve böyle bir eyleme de girişmezlerdi. Bunların neler olduğu o süreçte biliniyor. Kaypakkaya’nın temel görüşleri. Yani, “beş temel belge”de yer aldığı savunulan görüşler. Ancak parti, örgüt, çalışma tarzı, parti içi mücadele, yöntem vb. anlayışlarda ciddi farklar vardı. Buna rağmen bu anlayışlar, siyasal gerilikten kaynaklandığı ve düzeltilebilir olduğu görüşü egemendi.

TKP/ML, 1994 yılında birlik kararı aldığında, bütün tabanı ve kadroları bu kararı onadı. MK’dan sadece bir yoldaş “ilke olarak karşı” olmamasına karşın, “şu anda erken” olduğunu savundu. Yani Konferans kanadı “birlik” iradesini ortaya kondu. Hatta “birlik” olduğunda Konferans kanadının yukarıdan aşağıya bütün tabanında bir sevinç dalgası yayılmıştı.

Ancak Dabk kanadında aynı şeyler söz konusu değil. İşin içinde “düşman” vardı. Dabk’ın önemli kadro ve üyelerinin bir çoğu birliği istiyordu. Ama Dabk içinde egemen olan bir örgütlenme vardı. Düşman ve örgütlenmesi etkisi altında kalan devrimci kadrolar.

İşte görülmek istenmeyen budur. MKP kendi “Muhasebesi”nde de bunu görememiş ya da görmeye yanaşmamıştır. MA’de “Muhasebeyi” tekrarlamanın ötesine gitmemiştir. Yeniden bir kitap yazma zahmetine girmesine gerek yoktu. “Muhasebe”nin6 bazı bölümlerini çıkarıp yeniden yayınlayabilirdi. Daha doğru ve orjinal ısmarlama bir kitap olurdu. Kısacası bazı bölümleri, “Muhasebe”nin silik bir kopyası olmuş. Ya da “aslı varken sahtesine itibar edilmemeli” şeklinde, bir not düşülebilir. Ancak bizim “gezginci şovalyemiz”, Marksizmi bir dogma olarak ele aldığı için, her dönüşün bir kıymeti olacağını sanmış olmalı ki, 180 derece dönüşlü serüvenlere girmekten kendini alı koyamamıştır. Bu dönüşle, “gökten yere indiğini sanırken”, yerden göğe çıktığını göremeyecek denli ağzı açık ikinci sınıf ucuz politikacı rolünü üstlenmiş.

6 MKP’nin “Muhasebe” dediği I. Kongre Raporu, devrimcileri devrimden soğutma el kitabı olmuştur.

Dabk içindeki düşman 1994 ayrılığından sonra kendi içlerinde yaptıkları “Kardelen Hareketi” ile ortaya çıktı. Yanılmıyorsam 20’nin üzerinde kişi “düşman unsuru-ajan” diye MKP önceli hareket tarafından ölümle cezalandırıldı.

O zaman burada durup düşünmek gerekiyor. Bu kadar ajan bir örgüt içinde nasıl barındı ve bu kadar kişi nasıl kısa sürede fark edilmedi ya da bu kişiler nasıl bir örgüt içinde örgütlenemeye gidecek denli bir ideolojik-siyasal-örgütsel bir zemin bulabildi. Hangi siyaset bunlara zemin hazırladı. Bu durumu, MA’nin “övdüğü”” ne “Muhasebe” yapıyor ne de MA’nin kendisi. İdeoloji-siyaset belirleyiciliğinden söz ediliyor ve bunun doğrulu kabul ediliyorsa, bu kadar çürümüşlüğü ve bir örgütü bir ajanın yönetecek duruma gelmesi ve örgüte her yönüyle hakim olmasının ideolojik zeminini açıklamak gerekiyor. Teorisyen MA de bu konuda “tın” yok7. Kullanımdan düşmüş kişiliklerin takibinden giderek HH ile yatıp kalkmış. Bu yaklaşım aslında, düşmanı yoldaşlaştırmak, yoldaşı ise düşmanlaştırmanın küçük burjuva acizliğidir. Ve bu aynı zamanda, bir çıkış arayan “sol” görünümlü dogmatik küçük burjuvazinin düştüğü eksensiz çukurda yön aramasıdır.

7 Bir örgütün bu denli yozlaşmasının teorik nedenlerini; “Tarihin Önünde Yürümek” ve “Marksizmi Ortodoksca Savunmak” adlı kitaplarımda ortaya koydum.

Yoldaşı Düşmanlaştırmak, Düşmanı Yoldaşlaştırmak

MA giller gibi düşünenelerin kaçtığı ve yanına yaklaşmak istemediği bir olgu var: NT ve ajan örgütlenmesi.

Hepsinin yazılarında “AK (askeri komisyon) kliği’nin başını çeken NT”, “HH Hizbi” ya da “HH’nin başını çektiği klik.”

Ben HH’nin bir aşamadan sonra “hizipçilik” yaptığını kabul ediyorum. Hatta o süreçte HH en azını yaptı. Daha erken davaranabilirdi. Ancak bunu o günün örgüt içi koşullarını hesaba katarak değerlendirmek gerekiyor. Siyasi olarak uzak görüşlülük olamamanın yanı sıra, Dabk kökenli kadroların uyanacağını sanma yanılgısı da eklenmelidir. Batı’da Konferans kanadından gelme MK üyelerinin hepisi, örgüt içindeki düşman unsuru Ramis Şişman tarafından yakalatılmıştı.8 Bu kayıplar HH’nın hareket alanını iyice zayıflatmıştı. Yani, HH ile birlikte hareket etme olasılığı yüksek olan MK üyeleri örgüt içindeki (Dabk kanadından gelen) düşman ajanları tarafından etkisiz hale getirilmiştir. O sırada Konferans kanadı mensubu yakalanan MK üyelerinin yakalandığı anda öldürülmemelerinin esas nedeni, örgüt içindeki düşman ajanlarının açığa çıkmasından kokulduğu içindir.9

HH ve diğer bir kaç MK (Konferans kanadı) üyesi NT’nin “iyi bir provkatör” olduğu konusunda emindiler. Hatta HH de dahil yine aynı yoldaşlar; “eğer düşman ajanı değilse, iyi bir provokatör” olduğu konusunda görüş biliği içindeydiler. Çünkü bu konuda fazla siyasi uyanıklığa gerek yoktu. NT, kendini her açıdan ele veriyordu. Çıplak gözle, NT’nin devrimci olmadığı görülebilirdi. NT, tavırlarıyla, hareketleiyle, gerillalara ve köylülere davranışlarıyla, yoldaşlık ilişkisi ile; “ben düşmanım” diyordu. Ancak, Dabk kadrolarınca bu tavırlar “devrimci” ilişki biçimine bürünmüştü.

Tamam, anladık. Eğri oturuyorsunuz, bu görüş açısı içinde. Ama, bari doğru konuşun! Kim bu AK kliği ve başını çeken NT kim?

NT (Enver Doğru). 1996 yılında “Kardelen Hareketi” adı altında MKP önceli örgüt tarafından “ajan” denilerk öldürüldü. Yani, NT ajanmış. TKP(ML) (Dabk) MKP ismini aldıktan sonrada MKP belgelerinde “NT ajan” olarak teyit ediliyor.

Peki, NT’nin ajan olmadığı ortaya çıkmadan örgüt içindeki konumu ne? Dabk döneminde de MK üyesi, Birlik döneminde de MK, SB, ve Askeri Komisyon (AK) üyesi. NT’yi Konferans kanadı tanıyor muydu? Hayır. Çünkü birlikte bir faaliyeti yoktu. (NT, 1987 yılındaki Dabk-Konferans ayrılığında kırsal alanda Dabk saflarında kalıyor) NT, ayrı bir örgütün önde gelen kadrosuydu. Ancak, Konferans kanadı, NT’nin “sekter” birisi olduğunu duymuştu. Bu dile getirildi ve Cafer Cangöz, Konferans kanadının bu kuşkusunu; “NT iyi bir yoldaşımız, duyduğunuz gibi değil” diyerek referans vererek, "çekinceleri” gidermeye çalışmıştı. Ancak referans verdiği kişi üzerinde hiç bir etkisi yoktu. Tersine NT’nin Cafer üzerinde büyük bir etkisi vardı.10 Bu sonradan bizim tarafımızdan daha iyi anlaşılacaktı. Ancak geç kalınacaktı.

8 R. Şişman, 1984’te yakalanınca düşmanla işbirliği yapıyor, o operasyonda yakalanan yoldaşlar bu unsurun durumunu bildiği ve bu nedenle ne hapishanelerde ne de dışarıda ilşki kurmadığını yıllar sonra R. Şişman ile yakalanan yoldaşlardan öğrendik. Bu kişi Dabk ortaya çıkınca düşman tarafından dabk ile ilşki kurmaya yönlendiriliyor.

9 R. Şişman’ın yakalattığı bir MK üyesi yoldaşa düşman şunu söylemiştir: “.. ulan o... çocuğu, anan seni kadir gecesinde doğurmuş, ulan başka zaman seni yakalayacaktık ki ... göreydin. Seni sağ yakalarmıydık, yaşatırmıydık. Sen dua et!..” Yakatılan MK üyelerinin öldürülmemesinin esas nedeni, yakalatan unsur ve diğer ajanların ortaya çkmasını engellemek içindir. Düşman, Tuzla katliamı deneyiminde ders çıkarmıştı. Tuzla’da canımız acıyınca, kayıbın sıradan ve tesdüfi olmayıp bir sızma işi olabileceği için direkt bu yöne yönelerek E. Kaya ve M. Curnaz ortaya çıkarılmıştı.

10 Birlik döneminde Dabk kesimi içinde Caferi kendine engel gören NT, onun bir hatasını kullanarak üstüne gidip MK ve PÜ’liğinden istifasını (Birleşik MK Toplantısı) sağlamıştı. Topalntı için alana çağrılan Konferans kesiminde MK üyelerinden bir yoldaş, durumu öğrenince, daha grup içine girmeden Caferi çağırarak, Nihat’ın çirkin hesap ve emellerinden dolayı kendisinin istifaya zorladığını, bunu görmesi gerektiğini, boyun eğmemesi gerektiği konusunda saatlerce uğraş sonrası Cafer istifasını geri almıştı. Buna rağmen bir kaç gün sonra başlayan toplantıda Nihat’a boyun eğmeye devam edeceği ve etkisi altından çıkmayacağı görülecekti. (HH ve diğer bir MK üyesi yoldaş, teknik nedenlerle bu toplantıya iki gün geç katılmak zorunda kalmıştı, ama bu yoldaşlar gelmeden NT, deyim yerindeyse Cafer’in işini bitirmişti.)

NT’nin MKP önceli örgüt içindeki etkisi, birinci (yani örgüt sekreteri değil, zaten NT’de hiç bir zaman bunu istememiştir. O resmi olarak öne geçmek istemiyordu) kişi değil, ama her zaman o birinciyidi. Yani, eşitler içinde o en eşit olanıydı. Buna itiraz var mı? MA’de (ısmarlama kitabında) bu durumu teyit ediyor.

NT, Dabk -TKP(ML)- içinde etkindi. Hozotçuluğuyla bir nevi tek adamdı ve bütün en ileri kadrosundan en geri üyesine kadar etki sahibi birisiydi. Cafer’in NT üzerinde bir etkisi olmadığı gibi tersi vardı. (Bunun en yalın örneği; bkz. aşağıdaki 10 nolu dipnot). Bu tür örnekler çok.

Kısacası NT düşman unsuru ve polisin doğrudan yönlendirmesi altında olan biri. Ve bu bir örgütün başını çekiyor. Ve bunla birlikte hareket edenler nedense “masum” oluyor, HH ile birlikte hareket edenler ise “örgüt bölücüsü” olu veriyor.

Ayrıntılara girmeyeceğimi söylemiştim. Ancak, örgüt içinde en etkin ve yetkin duruma gelmiş ve örgüt üzerinde muazzam bir nüfuza sahip bir kontranı; birleşince güçlenmiş bir devrimci örgütü, güçlendirmeyi mi hedefler yoksa bir an önce o örgütü çökertmeyi mi?

Buna “Muhasebe” karar vermişti. Onun kararında, bölünmede NT “tali”, HH “baş çıban.” Çünkü “Muhasebe”de de 300 sayfayı aşkın bir “rapor”da HH başından sonuna kadar yer almış.11 Öyle ki HH’nin 1978 yılında (I. Konferans sırasında) hizipçi olduğu da unutulmamıştı.12 NT ise “düşman ajanı” olarak geçiştirilmiş. Ama o “muhasebeyi” yazanalar, o düşman kişisi ile hiç bir ilişkileri yokmuş gibi kendilerini göstermeye özel bir çaba harcamışlardı. Sanki AK kliği ve onun başını çeken NT apayrı bir örgüt, “muhasebe” yazarları ise başka bir örgütten gelmişler gibi yansıtmışlar. Olayı bilmeyenler, “muhasebeyi” okuyunca”, NT örgütü bölerken onlar yokmuş gibi sanırlar. Oysa, MKP kurucularının hepsi “bir ajanın başını çektiği AK kliği”nin içinde yer alıyorlardı.

11 Hatta, bir köylünün “Sizin önderinizi besledik o şimdi yurtdışında” dediğini de “Muhasebe”nin önemli notlar bölümüne not etmeyi unutmamışlar. Köylü doğru söylemiş olabilir. Ancak, HH için bu notu düşenler, o notu “Muhasebe”lerine Yurtdışında düştüklerini ise nedense eklememişler.

12 Bunu yazan ya da yazanlardan biri olan birlik döneminin sekreter yardımcısı, nedense “çoban” olduğu döneme ilişkin “anıları”nı o rapora geçmemişti. (Bunları burada yazamayı gerekli görmüyorum) Nedense HH’ye “çömertçe” davrandığı gibi kendisine karşı oldukça “ketum” bir tutum takınmıştı. Muhtemelen “Çoban”la ilgili bu bilgiler NT’nin elindeydi.

 Dürüst olmak gerekiyor. MKP kurucuları aydan gelmediler. Oradaydılar ve NT ile birlikte hareket ettiler. Kime karşı “HH’nin başını çektiği klik” dedikleri T

Bir taraftan “AK kliğinin başını çeken NT” diyerek itiraf edeceksin, bir taraftan ise hiç bir ilgin yokmuş gibi davranacaksın ya da böyle göstermeye çalışacaksın!

Aslında bunlar yazıldı. Bu yazdıklarıma, özellikle sevgili MA’nin hiç yabancı olmaması gerek. Yoksa, MA’nın “anı-roman2” anlatıcı kahramanı, dönüm dönüm “dönüşüm”sel ve “sol sosyalizm”sel uzun yolculuklara çıkmadan önce bu söylediklerimi bir yerlerde yazdı mı acaba? Yazmadıysa da “onayladı mı” acaba?

Bu duruma sevgili teorisyen MA ne diyor? NT için “ajan” diyemiyor. Bir türlü bu kelimeyi ağzına almaya dili elvermiyor. Etrafında dönüp dolaşıyor. NT’nin ufak-tefek “niyet” ve “heycanları”nı yazmış. Ama bir düşman unsurunun ve içinde bulunduğu bir örgütü peşinden sürükleyecek bir durumda olan bir düşman unsurunun gerçek niyetini yazamıyor. Düşmanı yoldaşaltırma, yoldaşı düşmanlaştırma ılık kalem oyunlarına giriyor.

Örnekler:

“NT’nin sınıf yapısına da, kültürel kişiliğine de uygun bir heycandı!” (agk, sf.122)

“NT çalışmasını açık yaparken, diğer kliğin başı HH el altından hizipçi bir yöntemle eski KONFERANS kanadı kadrolarına ulaşarak “uyarmak” örtüsüyle faaliyete girişmişti.” (sf. 123-124)

NT, “heycan”lanıyor. NT’nin örgütün en üst düzeyine yerleşmiş bir düşman ajanı olduğunu bilmeyenler MA’nın “heycanı”nı okuyunca; “adam ammada küçük burjuva heycanlıymış” demekten kendilerini alamayacaklar. Düşmanın adamları küçük “heya-ecan”larla işi idare ediyor, örgüt içinde “heycancılık” oynuyorlar, ama HH ve onunla birlikte hareket edenler ise art niyetli “hain” oluveriyorlar. Bunun neresini yorumlamalı? Sağlıklı bir düşünce yapısı diye yorumlamak olası mı acaba? Kendini bilen bir devrimcinin böyle sözler etmesi pek olası olmasa gerek. Bu yaklaşıma, kontra savunuculuğuna soyunulmuş derler? Ancak, ben MA için bunu söyliyemiyorum. Onun savrulduğu çizgi onu bu hale getirmiş demekle yetiniyorum.

Esasında burada her şey ortada. Ajanı oldukça küçük göstermeye, hatta örgüt içindeki düşman örgütlenmesini sessizleştirmeye, önemsizleştirmeye ve düşmanın faaliyetine karşı mücadele edenleri ise düşmanlaştırma, krimanilize etme ve değersizleştirme çabası açık olarak öne çıkıyor.

Ma’nin bu durumu ve yaklaşımını anlatan bizim halkımızın çok iyi deyimleri var. Ancak, çok ağır kaçacak o özdeyişler yerine, Lenin yoldaşın bu duruma düşenler için kullandığı bir tabirle ifade edeyim: Bazıları döndüğü tarafa kendini kabul ettirmek için biat ederken alınlarını öyle bir yere vururlar ki alınları kanar... (Demek ki, küçük burjuva yalakalığı, salt TDH için özgül bir durum değilmiş, yüzyılı aşkın öncede varmış.)

MA, burada örgüt içindeki düşmanın görülmesinin önünü açacağı yerde, onu küllemeye, düşman faaliyetini olumlamaya çalışır bir duruma düşmüştür. Küçük burjuva ideolojik savurganlığı, eksensizliği, devrimci olan birini düşman faaliyetini önemsizleştirmeye çalışır duruma kolayca düşürebiliyor. Devrimcileri kriminalize etme, düşman faaliyetini ise olağanlaştırma buna denir. NT bu görevi iyi yapmıştı. Bu nedenle o saflardaki kadroların önemli bir kesimi birer NT vari olmuşlardı. Dün “ağzı var dili yok” diye tanıdığın sessiz sakin birisi kırda bir NT vari olup çıkmıştı. Buna MA’nin “anı-roman-2”deki kahraman anlatıcısı da çok yakından tanıklık etmesine rağmen, sorunun bu yanını mümkün olduğunca –meşrebine uyan bir biçimde- görmezden gelmeyi yeğlemiştir.13

13 Sosyal medyada birileri, “HH Doğu Perinçek ile birlik görüşmesi yaptı” diye yazmıştı. Diğer gazetecileri atlatarak ilk kendisi bu “çok özel” ve bu “asparagas haber” üzerine atlayan MA, bana Facebook’tan, “bu konuda araştırma yapıyorum, böyle bir şey varsa cevap verilsin” diye buyurmuştu. Ben, işte, o an MA’nın gerçekten ekseninin kaydığını anladım. Çünkü, birbirini tanıyan iki kişi ve o güne kadar birbiri hakkında “kötü” eleştirisi olmamış (en azından ben böyle biliyordum) birisi, sosyal medya üzerinden mi, böylesi “ciddi” bir konuda bilgi ister yoksa, başka yolları mı kullanır? Ayrıca, böyle bir durum olsaydı, bunu yazmak MA’ye kalmaz, rehber aldığı “Muhasebe” onu çoktan yazardı. İşte, bizim sosyal medyacı MA’nın “tarih” yazarlığı halleri...

NT örgüt (Dabk kanadı) içinde etkin olmayıp sıradan sızdırılmış bir ajan olsaydı, ve diğer devrimciler örgüte (dabk) hakim olsaydı, ayrılık zaten olmazdı. Çelişmeler bir şekilde giderilebilirdi. Ancak, birlikten sonra örgüt büyüdü ve kitleler üzerinde etkinliği genişlemeye başladı. Gerilla safına katılanlar çoğaldı. Bu durum düşmanı ürküttü ve bunu bir şekilde önlenmesinin yoluna gidilmesini istedi. NT’yi ve diğer hücrelerini bir kaç koldan harekete geçirdi. (Konu dağılmasın diye bu yönü geçiyorum) Birlik Konferansı’nda önce Konferans kanadının önde gelen kadroları hakkında yıpratma kampanyası başlattı ve peşinden “ticaret” olayını kullanmaya çalıştı.

NT birlik olayına uzun bir süre karşı çıktı. TKP/ML 4. Konferansı’ndan sonra “evet” demeye başladı. Neden mi? Çünkü TKP/ML, gerçekten de güçlenmişti. Kamuoyu gündeminden düşmediği gibi, yeni gelişen kadrolarıyla kendini ileri götürmeye doğru yol alıyordu. İşte düşman NT’ye birliğe “evet” demesini bundan sonra istedi.

Konferans içinde HH ile ilgili “kaçırılıp” -Hollanda vatandaşı olduğu gerekçesiyle- polisin kaybetmekten “korktuğu” unsur aracalığıyla “yaklatma” yalanını sürdü ve Konferans içinde bir bomba etkisi yarattı. Yani, düşman hiçte boş durmuyordu.

Konferans’tan sonra Dabk’tan seçilen MK üyeleri şehirlerde (batı) görev almak istemedi. Oysa en çok eleştirileri “şehirlerden çıkmıyorsunuz” şeklindeydi. Bu Konferanstan sonra görev dağılımında; “Siz tecrübelisiniz, şehirlerde siz görev alına” dönüştü. Sonuçta Konferans kanadı MK üyelerinin şehirlerde görevli olanlar altı ay içinde -bir kişi hariç- hepsi yakalandı. Yakalanma NT’nin koruduğu ajan Ramis Şişman vasıtasıyla yaptırıldı. Bu kişi, Karadeniz gerilla faaliyetlerini bitirdikten sonra, dikkatler onun üzerinden dağıtılması için polis onu tutukladı ve Ankara hapishanesinde idareye sığnırken, dönemin TKP(ML)’si, yani daha sonraki ismiyle MKP’liler tarafından yakalanarak hapishanede “düşman ajanı olduğu” gerekçesiyle öldürüldü.

Bu gelişmeler yok gibi davranmak ya da bu yakalanmaları olağan görmek, siyasi aptallığın ötesinde “düşmanı yoldaşlatırma” siyasetidir.

İşte NT, “Lordlar Kamarası” yazısını şehirlerin temizlenmesinden sonra Cüneyt Kahraman’a yazdırdı. Bunu MA’de teyit ediyor. Çok şükür!

Evet, MA, siyaseten “saf” bir arkadaşımızdı. Ama, devrimci “uzun yolculuğu”, onu, ağzı açık aptal politikacılık rolü oynamaya götürmüş. Yazık!

Devamı: MA’nin “ahlaklı” Düşman Ajanı NT’sinin Rolü Neydi?

 (1)3. Havalimanı işçilerinin son durumu buna örnektir.

(2) Bkz. Yusuf Köse, Tarihin Önünde Yürümek, El yayınları 2013

(3)Burjuvazinin kamplaştırma politikası ve kitlelerin esas gerçekleri görme taktiğinin küçük burjuva üzerindeki etkisi...

(4)Bir örgütün tarihi gerçeklerini görmezden gelmek isteyenler, Halil’in, en zor koşullarda (hapishane) kaleme aldığı bu kitabını yayınlamaya da yanaşmadılar. Kısıtlı olanaklarla ancak yayınlanıp okuyucuyla buluşması yine de sağlandı ve bunu sağlayanlara teşekkürler.

(5) Tarihin cilvesi bu olsa gerek; bir süre sonra, birbirine ters gibi gözüken “sağ ve sol” oportünizm aynı kulvarda buluştu.  “Revizyonistlerle aynı masaya oturulmaz” diyerek partiyi bölenler, deyim yerindeyse onları çizgi ve önderlik olarak baştacı ettiler.  Ve genelde de her iki tarafın hedefinde HH vardı.

(6)MKP’nin “Muhasebe” dediği I. Kongre Raporu, devrimcileri devrimden soğutma el kitabı olmuştur. 

(7)Bir örgütün bu denli yozlaşmasının teorik nedenlerini; “Tarihin Önünde Yürümek” ve  “Marksizmi Ortodoksca Savunmak” adlı kitaplarımda ortaya koydum.

(8)R. Şişman, 1984’te yakalanınca düşmanla işbirliği yapıyor, o operasyonda yakalanan yoldaşlar bu unsurun durumunu bildiği ve bu nedenle ne hapishanelerde ne de dışarıda ilşki kurmadığını yıllar sonra R. Şişman ile yakalanan yoldaşlardan öğrendik. Bu kişi Dabk ortaya çıkınca düşman tarafından dabk ile ilşki kurmaya yönlendiriliyor.

(9) R. Şişman’ın yakalattığı bir MK üyesi yoldaşa düşman şunu söylemiştir: “.. ulan o... çocuğu, anan seni kadir gecesinde doğurmuş, ulan başka zaman seni yakalayacaktık ki ... göreydin. Seni sağ yakalarmıydık, yaşatırmıydık. Sen dua et!..” Yakatılan MK üyelerinin öldürülmemesinin esas nedeni, yakalatan unsur ve diğer ajanların ortaya çkmasını engellemek içindir. Düşman, Tuzla katliamı deneyiminde ders çıkarmıştı. Tuzla’da canımız acıyınca, kayıbın sıradan ve tesdüfi olmayıp bir sızma işi olabileceği için direkt bu yöne yönelerek E. Kaya ve M. Curnaz ortaya çıkarılmıştı.

(10)Birlik döneminde Dabk kesimi içinde Caferi kendine engel gören NT, onun bir hatasını kullanarak üstüne gidip MK ve PÜ’liğinden istifasını (Birleşik MK Toplantısı) sağlamıştı. Topalntı için alana çağrılan Konferans kesiminde MK üyelerinden bir  yoldaş, durumu öğrenince, daha grup içine girmeden Caferi çağırarak, Nihat’ın çirkin hesap ve emellerinden dolayı kendisinin istifaya zorladığını, bunu görmesi gerektiğini, boyun eğmemesi gerektiği konusunda saatlerce uğraş sonrası Cafer istifasını geri almıştı. Buna rağmen bir kaç gün sonra başlayan toplantıda Nihat’a boyun eğmeye devam edeceği ve etkisi altından çıkmayacağı görülecekti. (HH ve diğer bir MK üyesi yoldaş, teknik nedenlerle  bu toplantıya iki gün geç katılmak zorunda kalmıştı, ama bu yoldaşlar gelmeden NT, deyim yerindeyse Cafer’in işini bitirmişti.)

(11) Hatta, bir köylünün “Sizin önderinizi  besledik o şimdi yurtdışında” dediğini de “Muhasebe”nin önemli notlar bölümüne not etmeyi unutmamışlar. Köylü doğru söylemiş olabilir. Ancak, HH için bu notu düşenler, o notu “Muhasebe”lerine Yurtdışında düştüklerini ise nedense eklememişler.

(12) Bunu yazan ya da yazanlardan biri olan birlik döneminin sekreter yardımcısı, nedense “çoban” olduğu döneme ilişkin “anıları”nı o rapora geçmemişti. (Bunları burada yazamayı gerekli görmüyorum) Nedense HH’ye “çömertçe” davrandığı gibi kendisine karşı oldukça “ketum” bir tutum takınmıştı. Muhtemelen “Çoban”la ilgili bu bilgiler NT’nin elindeydi.

 

(13)Sosyal medyada birileri, “HH Doğu Perinçek ile birlik görüşmesi yaptı” diye yazmıştı. Diğer gazetecileri atlatarak ilk kendisi bu “çok özel” ve bu “asparagas haber” üzerine atlayan MA, bana Facebook’tan, “bu konuda araştırma yapıyorum, böyle bir şey varsa cevap verilsin” diye buyurmuştu. Ben, işte, o an MA’nın gerçekten ekseninin kaydığını anladım. Çünkü, birbirini tanıyan iki kişi ve o güne kadar birbiri hakkında “kötü” eleştirisi olmamış (en azından ben böyle biliyordum) birisi, sosyal medya üzerinden mi, böylesi “ciddi” bir konuda bilgi ister yoksa, başka yolları mı kullanır? Ayrıca, böyle bir durum olsaydı, bunu yazmak MA’ye kalmaz, rehber aldığı “Muhasebe” onu çoktan yazardı. İşte, bizim sosyal medyacı MA’nın “tarih” yazarlığı halleri...

33089

Yusuf Köse

Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.

yusufkose@hotmail.com

http://yusuf-kose.blogspot.com/

 

 

Yusuf Köse

Bölünmek için Birlesin


Bölünmek için Birlesin!

Bir Maoist hayati iki ucundan kavrar her zaman; Burjuvazi ve Proleterya ucundan. Birin iki oldugunu kavramamis bir kafa Marksist bir kafa degildir.
Komunist partiler icin Demokratik-Merkeziyetcilikin tek bir anlami vardir; Demokrasi KP lerde Burjuvaziyi temsil eder; Merkeziyetcilik Proleteryayi temsil eder....

Yaranın Merhemini cellattan mı isteyecegiz!

           Yeğişe Çarents   15 Mart 1921  Yer Berlin Charlottenburg semti,

   İttihat ve Terakki Cemiyeti başkanı,İç işleri bakanı,1915 Ermeni Soykırımı'ndan birinci de rece sorumlu,1,5 milyon Ermeni'nin ölümüne sebep olan Tehcir kararnamesi'nde imzası bulunan Talat Paşa Erzincanlı Soğomon Tehleryan tarafından öldürüldü.  Ermeni soykırımı'nda ölenlerin İntikamını almak için Talat Paşa Berlin'in en işlek caddesinde gündüz vakti ensesinden vurularak Ermeni halkı adına cezalandırıldı.Kaçarken polisler tarafından yakalandı.Direniş göstermedi.

Şiirin Şairleri, Şairlerin Şiiri -

“Biz bu kitapları ne zaman okuduk ve niçin her satırını çizip notlar düştük kıyılarına”[1]

“Herkes gider, şiir kalır,” der İbrahim Tenekeci.Doğrudur; öyledir…

Şiirin tarihi şaire doğru akarken; “Şiir kelime kaynar. Bir kazandır, dumanlar tüter içinden,” der Ahmet İnam…

İnsan ruhunun ve yaşamın derinliklerine nüfuz eden şiir ölmez, öldürülemez; çünkü ölümsüzdür…

Hayır; ‘Buz’[2] başlıklı yapıtı ile ‘2011 Turgut Uyar Şiir Ödülü’ne değer görülen Osman Özçakar’ın, “Şiir biraz da sözcüklerle manipülasyon yapma işidir,” tespitine katılmak mümkün değil.

Yeni Süreçte Bize Düşen Görevler/ Hasan Aksu

 

Dine Savas Acmak Dini Guclendirir; Ama Dinle Uzlasmak Da Dini Guclendirir

 
 
Dine Savas Acmak Dini Guclendirir; Ama Dinle Uzlasmak Da Dini Guclendirir; Din Sinif Mucadelesindeki Rolune Gore Ele Alinir!
Herseyleri yalan, demogoji, carpitma, sahtekarlik...

Alevi Açılımı mı, İzzettin'in Hançeri mi ?

Başbakan Tayyip Erdoğan’ın okyanus ötesinde ikamet eden Fethullah Gülen hocayla ve Alevi toplumunun her dönem sisteme yedeklenmesi, demokrasi, temel hak ve özgürlüklerle kimlik mücadelesinden uzaklaştırılması için gönüllü olarak çalışan İzzettin Doğan’ın son asimilasyon projesi çalışması netleşmeye başladı.

 

İtiraz ahlaki[*]

 

“İnsanlarda eksik olan

güç değil iradedir.”[1]

 

Zor, ancak zor olduğu kadar da güzel ve umutlu günlerden geçiyoruz.

İnsan olma hâli(miz), bir kere daha sınanıyor.

Devletin Sokak Çeteleri Mafyanın Ortak Organizasyonuna Karşı Devrimci Tavır Ne Olmalıdır! HASAN AKSU.

Bu gerçeklik bugüne has bir karşı devrimci bir organizasyon değil. Devletin başında olanların derin organizasyonudur ve de süreklilik göstermektedir.

Bu Dünya Komünizmi de Yaşayacaktır!

 

Ekim Devrimi’nin 96. Yılını Kutlarken!...

Sınıf bilinçli bir devrimcinin,
her zaman devrim beklemesi,
onun düşünce ve eylem
diyalektiğinin bir gereğidir

ÇIRILÇIPLAĞIM SOKAK ORTASINDA UTANIYORUM!

Yoksullar için bir cehenneme dönüşen dünyanın şu utançlı haline bir bakın! İçinde çocuk ve kadınların da olduğu yüzlerce kaçak göçmen bindikleri tekne alabora olunca, İtalya'nın Lampedusa Adası açıklarında denizin zifiri karanlığında kaybolup gittiler.

         Dünyayı aralarında ülke ülke parselleyen kudretlilerin para havuzları dolarlarla dolup dolup taşarken, yoksulluk mengenesindeki bu insanlar bir lokma ekmek için bin bir umutla yollara düşmüş, bilmeden ölüme koşmuşlardı.

Aşk ve Sanatın hayatı yani Gezi, Kızılay, Gündoğdu, vd’leri 1

“İyi ki hatırlattın

Başkaldırı diye bir şey var

İsa’dan beri insanı güzelleştiren

Şimdi daha güzel her şey

Daha insan herkes.”[2]

 

Sayfalar