Düzen İçi Sol’culuk;Özgür Yıldız
Her toplumsal yapı kendi karşıtını da içinde taşır. “Sol”da, kapitalist sistemin karşıtı olarak ortaya çıktı ve gerçek kimliğini Komünist Manifesto’nun yayınlanmasıyla buldu. Bu süreçten sonra işçi sınıfı, kendisi için bir sınıf olarak burjuvazisinin karşısına, ütopik olmayan gerçek sosyalizm alternatifiyle çıktı. Elbette, burjuvazi boş durmadı. “Sol” hareketi reforme etme yollarını seçti. Proudhon, Bernstein ve Kautsky kadar sol”u reformizme etmenin teroik zeminlerini hazırladı. Lenin, Marksizmi reformize eden küçük burjuva ideolojisine karşı mücadele ederek Marksizmi geliştirdi ve 17 Ekim Sosyalist Devrimi bu mücadelenin ürünü olarak ortaya çıktı.
Sol’un tarihsel olarak ortaya çıkışı, işçi sınıfı hareketinin ortaya çıkışına denk gelir. Ancak kapitalist sistem içinde birbirinden farklı “sol” hareketler vardır. “Sol” hareket deyince, özünde düzene, apitalist sisteme muhalif hareket ve burjuva düzen karşıtı akla gelir. Sol esasında düzen dışı bir harekettir. Çünkü, kapitalist sistemin alternatifi olarak ortaya çıkmıştır. Ancak, burjuvazi ile işçi sınıfı arasındaki uzun tarihsel mücadeledeki gelişmeler, “sol” hareketi de farklılaştırdı. Düzen dışı “sol”un yanına bir de “düzen içi sol” eklendi. Lenin’in, bunlar için; “işçi sınıfı içindeki burjuvazinin ideolojik ajanları” demesi bundandır. Marksizmin ortaya çıkışıyla beraber düzen dışı “sol” hareket, işçi sınıfını temsil eden hareketler oldu. Düzen içi “sol” hareketler ise, “sol” görünümlü reformist hareketler şeklinde varlıklarını sürdürdüler. Bu tür reformist küçük burjuva siyasal hareketlerin en önemli özelliği; burjuvaziyle uzlaşıcı bir çizgiye sahip olmalarıdır. Öğreti ve eylemlilikleri, kapitalizmin reforme edilmesiyle sınırlıdır. Sosyalizm ise onlar için bir ütopyadır.
Türkiye “sol” hareketi de ciddi süreçlerden geçti. TKP’nin ilk kuruculkardan M. Suphi ve yoldaşlarının katledilmesinden sonra, TKP’nin kemalizm kuyrukçuluğu yapması, onun gerçek yüzünün görememesi, Türkiye işçi sınıfına büyük bir darbe vurdu. Ancak, 1960’ların sonlarına doğru dünya genelindeki devrimci kabarışın içeride de karşılık bulmasıyla radikal devrimci hareketler ortaya çıktı ve TKP reformculuğunu geriletti. Denizler, Mahirler ve Kaypakkaya’lar bu radikal kopuşun öncüleriydi. Kaypakkaya’nın bir başka özelliği vardı, Marksizmin ülke içindeki temsilcisiydi. Ortaya koyduğu düşünceleri, diğer radikal küçük burjuva devrimcileriyle arasına kalın bir çizgi çiziyordu.
Düzen dışılık, düzen içi koşullardan sonuna kadar yararlanmayı kesinlikle dıştalamaz. Başka deyişle, düzenin tüm gözeneklerinden işçi sınıfı hareketi lehine yararlanılır. Ve bu sınırları genişletmenin mücadeleside sonuna kadar verilir. Yeri geldiğinde reformizmden de yararlanılır, ama reformist olunmadan. Yeri geldiğinde burjuva parlamentosundan da yararlanılır, ama burjuva parlamenterist bir parti olmadan. Her şey işçi sınıfı önderliğinde sosyalizmi gerçekleştirmek için yapılır. İşçi sınıfı hareketinin siyasal mücadelesinin genel prensibi budur. Siyasal iktidarı almak için bütün mücadele biçimlerinin koşullara uygun ve onu zorlayarak uygulamak ve burjuvaziyi altemek...
Ne var ki, günümüz “sol”culuğunun en belirgin yanı, adeta reformizmin içine görmülmek oldu. Özellikle küçük burjuva reformistlerimiz, faşizm karşısında kendilerini çıplak hissederek, bir burjuva partisinin kanatları altına girmekte dahi bir sakınca görmediler. Bunu da “demokratik güçlerin birleşimi” olarak açıklama yavanlığına düşerek yaptılar. Oysa, CHP’nin yeri, demokrat ve reformist sol’un yanı değil, Yenikapı’ydı. O yerini bildiği için oraya gitti.
CHP’nin “Taksim Mitingi”ne büyük payeler biçerek ve neredeyse CHP’yi “demokratik hak ve özgürlükler için mücadele edenler”cephesinde göstermeye çalışanların, ne işçi sınıfına ne de ezilen bütün emekçilere bir güvenlerinin kalmadığı, tersine, egemen sınıflar cephesindeki bir burjuva partinin kuyruğuna takıldıklarını ortaya koydu. Bunlar, tam anlamıyla “düzen içi sol”cularıdır. Düzen dışına çıkmak bunların akıllarından dahi geççmez. Neden mi? Çünkü tüm örgütlenmeleri, siyasetleri, taktikleri, mücadele biçimleri ve elbette varsa stratejileri buna göre şekillendirilmiştir. Ve bunlar, teorik, siyasal, ideolojik ve örgütsel olarak, gerçek anlamda burjuvaziye karşı bir savaş örgütü değil, onunla uzlaşma örgütü olarak şekillenmişlerdir.
Lenin, reformizm ile burjuvaziye karşı bir savaş örgütü olan komünist partisi arasındaki farkı sıkça vurgulamıştır:
“... siyasal sorunlar üzerinde, aydın ve sevimli bir Kadet topluluğuna bir konferans verdim. Tartıştık. Ev sahibimiz: <<Önümüzde vahşi bir hayvanın, bir aslanın olduğunu düşün. Biz ikimiz, aslanın önüne atılmış iki esiriz. Bu durumda birbirimizle tartışmamız uygun olur mu? Böylesi bir durumda ortak düşmana karşı en akıll ve uzak görüşlü Sosyal Demokrat G. W. Plehanov’un mükemmel bir şekilde söylediği gibi ‘gericiliği tecrit etmek’ için birleşmek görevimiz değil mi?>> dedi. Benzetme güzeldi. Kabul ettim ve yanıtladım. Peki, esirlerden birisi silah almayı ve aslana hücüm etmeyi örgütlerken diğeri, mücadelenin tam ortasında aslanın boynundan sarkan ‘Anayasa’ yazılı bir yaftayı görünce ‘sağdan da soldan da gelirse gelsin şiddete karşıyım’, ‘ben bir parlamenter partinin üyesiyim, anayasal yöntemlerden yanayım’ diye bağırıyorsa, ne diyeceksiniz? Böyle bir durumda aslanın gerçek niyetlerini ortaya çıkaran ‘huysuz’ genç, kitleleri eğitmek, onların siyasal ve sınıf bilinçlerini geliştirmek için yaftalara bağılılık vaaz ederken aslan tarafından parçalanan esirden daha çok iş yapmıyor mu?”1
Lenin bu söyledikleri, CHP ile flört etmeye çalışan bizim reformist “sol”larımızın bugünkü durumuna uygun düşüyor. Aynı toplumsal süreç de, ideoloji aynı olunca, aradan yüzyılda geçse sınıfların eylemlikleri fazla değişmiyor. “Gericiliği tecrit etmek için” gericilikle “ittifak”! Reformistlerimiz de aynen bunu yapıyor. AKP gericiliğine karşı CHP gericiliği ile ittifak! Bunun adına da işçi sınıfı politikası demekten geri kalmıyorlar.
Türkiye’de burjuva demokrasisinin değil ama, faşist rejimin tüm özellikleri mevcuttur. Bazı reformist partilerin varlığı, sol dergilerin çıkması vb. gibi kısmi demokrasi kırıntıları ise, Kürt Ulusal Hareketi’nin mücadelesinin (devlet ile çatışma durumu) bir sonucu olarak durmaktadır. Günümüz burjuva devleti, sol’u, hem Kürt Ulusal Hareket’inden uzak tutmak için, hem de düzen içinde tutabilmek için bu tür “demokrasi” kırıntılarına göz yummaktadır. Ama, asla, sol’un rahat bir soluk almasına ise izin vermemektedir. Buna düzen içi sol’da dahil. Devlet, düzen dışı sol’a karşı savaştığı gibi, düzen içi sol’u da rahat bırakmıyor. Onlar üzerinde de baskılarını sürdürüyor.
Bazı reformist sol’cularımız, PKK bir kenara reformist HDP ile yan yana gelmemek için özel bir çaba harcarken, CHP gericiliği ile yan yana gelmek için de tersinden bir o kadar çaba harcıyorlar. Oysa, burjuva anlamda demokrasi mücadelesini CHP değil HDP vermektedir. Ama HDP “sakıncalı” bir parti. Çünkü Kürt eksenli.
CHP ve diğer egemen sınıflar dışında, “demokratik hak ve özgürlükler” için, reformist ve ilerici çevrelerin oluşturacağı demokratik mücadele platformuna kayıtsız kalmakta doğru değildir. Komünistler, bu tür mücadele platformların içinde yer alarak, faşizme karşı demokratik hak ve özgürlüklerin kazanılması ve faşizmin geriletilmesi mücadelesi içinde aktif olarak yer almalıdır.
Türk egemen sınıfları, Kürtleri terörize ederek, içeride Türk miliyetçiliğini derinleştirmeye ve genişletmeye çalışıyor. Yığınsal tutuklama ve yoğun baskıların yetmediği yerde, Kürt şehirlerini yıkarak ve yüzlerce insanı katlederek sindirme ve yıldırma taktiği izliyor. Devlet, düzen içi sol’a, “Kürtlerle aranıza mesafe koyun” mesajını çok yönlü veriyor. Ankara, İstanbul, Suruç ve daha bir çok yerde olduğu gibi toplu katliamlar yaparak mesajını iletiyor. Ağır baskı ve karşı-devrimci şiddet uygulayarak siyasal bir soluklanmaya izin vermiyor. Burjuva liberal aydınlara dahi göz açtırmayan, tehdit eden ve korkutan bir sistemin, sol reformistlere tolerans tanıması düşünülemez. İktidar sahipleri kendilerini güvende hissettiklerinde o kırıntıları da bütünüyle ortadan kaldıracaklardır.
Toplumsal koşulları iyi okuyup buna göre taktikler belirlemek marksist (komünist) işçi hareketleri için olmazsa olmazdır. Siyal iktidar perspektifi olan ve buna uygun olarak örgütlenen hareketler, değişen koşullara göre siyasal ve örgütsel taktikler belirlemede uzman olmak zorundadırlar.
Komünistler ve düzen dışı devrimci hareketler GEZİ’yi doğru okuyamadılar. Yer yer doğru saptamalar olmasına karşın, GEZİ’nin verdiği düzene karşı saldırı taktiği yerine, bekle-gör taktiğini, yani pasizfizmi benimsediler. Aynı düzen içi reformist “sol” hareketler gibi kendilerine “düzen içi” siyasal yön biçtiler. Sonuç ise, GEZİ kitlesi, baskılarla yıldırılarak kendi kabuğuna çekilmek zorunda kaldı. Kendilerine ve genel anlamda bütün sol’a karşı bir güvensizlik içine sokuldular.
Türkiye işçi sınıfı Kürt Ulusal Hareketi’nin demokratik mücadelesiyle birleştirilemedi. Bu konuda bazı adımlar ataılmasına karşın, reformist-soyal-şoven “sol” bunun önünde ciddi bir engel oluşturmaktadır. Oysa, Türk devleti bir çok yönden sıkışmıştı. Özellikle ilerici Kürt Ulusal Hareketi’nin gelişmesi karşısında dışarıda ve ülke içinde sıkışmış, uygulaya geldikleri
politikalar yüzünden yalnızlaşmışlardı. Türk egemen sınıfların kendi aralarındaki çelişmeler derinleşmişti. Bu 15 Temmuz’da silahlı olarak dışa vurdu.
Türk egemen sınıfları, “milli birlik” politikasıyla kendi içlerindeki krizi aşmaya çalışmalarına karşın, hala ciddi bir uzlaşma sağlayabilmiş değillerdir. Çünkü bunun dış ayakları şimdilik havadadır. Ve devleti elinde bulunduranlar en zayıf anlarıyla karşı karşıyalar. Bu nedenle AKP kliği, CHP’ye bazı tavizler vermektedir. Türkiye’nin en büyük tekeli Koç grubu CB Erdoğan’ı ziyaret ederek “milli birliği” pekiştirir bir görüntü vermeye çalışmaktadır. Bir çok yönden pazarlıklar yapılmaktadır.
CB Erdoğan, AKP’li kitleleri sokakta tutarak kitlesel destek aldığını düşmanlarına göstermeye çalışarak, pazarlık gücünün zayıflamasının önüne geçmeye çalışıyor. Ve bu kitlelerin en azından bir kısmını paramiliter bir güce dönüştürmenin yollarını da hazırlıyor. Zaten önemli bir para militer güce de sahip. Ve bunlar, olası bir iç savaş sırasında da kullanılacaktır. İç savaş tehlikesinin gelişinin de çok uzak olmadığı açıktır. Kürt şehirlerinde İŞİD ve diğer cihatçı çeteleri kullanan devletin, komünist, devrimci, aleviler, diğer etnik azınlıklar ve siyasal muhaliflerine karşı kullanmayacağını düşünmek siyasal körlüktür.
Türk devleti ciddi bir kriz içindedir. Bunun karşısında, işçi sınıfı hareketi oldukça zayıftır. Bu nedenle faşist sistem kendini, işçi sınıfı karşısında rahat hissetmektedir. Ancak, Kürt Ulusal Hareketi’nin Rojava’daki gelişmesi, Kuzey Kürdistan’da ise etkili eylemlerle Türk ordusunu adeta saf dışı bırakması ve Kürt kitlesi üzerindeki düzeni boşa çıkarması, devleti derinden endişelendirmektedir. “Milli Birlik”lerinin bir nedenide budur. Türk burjuvazisi Kürt Ulusal Hareketi (PKK) karşısında her zaman birlik oldu ve olmaya devam edecektir. Ancak, bu faşist birliği parçalamanın yolu, esas olarak Türkiye işçi hareketinin gelişmesiyle olacaktır. Ne var ki, içinden geçtiğimiz süreçte bu olasılık zayıftır. Ekonomik ve siyasal kriz içinde olan Türk devletinin ağır baskı koşullarını direkt yaşayan işçi sınıfının, hareketlenme sürecinin de uzak olmadığı gözükmektedir.
İçinde bulunduğumuz koşullar, komünist ve devrimcilerin önüne önemli görevler koymaktadır. Bu, düzenin zayıflığını derinleştirici her alanda eylemelere girişmek olmalıdır. 71 devrimci ruhu budur. 71 bir hareketi yenildi, ama, Türkiye işçi hareketini reformizmin kuyruğundan kurtardı. 71 hareketinin tarihsel önemi de buradan gelmektedir.
Günümüz dünya ve ülke konjonktürü 71’deki gibi olmasa da, o gün olmayan ama bugün olan bir olgu vardır: O da, işçi sınıfının dostu Kürt Ulusal Hareketinin kitlesel, askeri ve siyasal varlığının yanı sıra egemen sınıfların derin bir kriz içinde oluşunun varlığıdır. İşçi sınıfının lehine olan bu nesnel durum şehirlerde ve kırsal alanlarda devrimci siyasal taktiklerle beslenmelidir. Örgütlenme ve siyasal yönelim buna göre şekillendirilerek, düzen dışılığın tüm koşulları yerine getirilmelidir. Reformist-pasifist kitle çizgisi, düzen içi örgütlenme alayışları terk edilmelidir. illegal örgütlenme, “legal olanaklardan yararlanma” adına feda edilmemeli, ikincisi birincisine tabi olmalıdır. Bugün legal olanakların sınırsızlığı her geçen gün azalarak “yok” düzeyine inmektedir. Türk devletinin yönelimi de bu yöndedir.
Komünist ve devrimci hareketler, devrimci militanlık ruhuyla mücadeleye yaklaşırlarsa, düzenin çelişmelerini derinleştirerek, devrimci mücadelenin soluk borularını genişletme olanaklarını elde edebilirler. Devrimci militanlıktan yoksun düzen içi yaşam, düzen içi
mücadele, devrimci işçi hareketinin düşmanıdır. Bu durum, uzun bir süredir devrimci harekete sirayet etmiştir. Bu ruh hali kırılmak zorundadır. Bu pasifist ruh halinin sürdürülmesi halinde, düşmanın devrimci hareketi iyice marjinalleştirmesi de bir o kadar kaçınılmazdır.
Son Haberler
Sayfalar
Hamas[1] -siyonist İsrail devleti denkleminde gazze'deki soykırım:
Açıklanan rakamlar muhtelif olsa da 7.Ekim.2023 ile 30.Mayıs.2024 tarihleri arasında, ezici çoğunluğu çocuk ve kadın olmak üzere, toplamda 36 bin Filistinli hunharca katledilmiş durumda. Yaralı sayısının 80 bini aştığı ve keza binlerce kişinin akıbetlerinin bilinmediği söylenmekte.
Yirmi saplı ilmik (Nubar Ozanyan)
Zulmün sınırının ve çapının olmadığı, çığlığın ve yüksek sesle ağlamanın yasak olduğu topraklarda yaşıyoruz. Ermeniler, Kürtler, Aleviler geçmişte yaşadıklarının yaslarını tutmaya vakit bulamadan daha kapsamlı acıların içine itiliyorlar. Diktatörler bir yandan halkların bembeyaz barış sayfalarına zulümlerini kara kalemle yazarken diğer yandan yaptıkları kötülüklerin ve işledikleri cinayetlerin unutulması ve bir daha hatırlanmaması için ellerinden gelen her şeyi yapmaya çalışıyorlar. Halkların hafıza ve belleklerini silerek sahte bir tarih yazımıyla kirletiyorlar.
Emperyalizm Üzerine Notlar-3
Emperyalizm, Bağımlılık ve Eşitsiz Gelişme
Soru 3:
Türkiye Mali olarak ABD ve AB Emperyalistlerine Bağlıdır
Cevap:
Türkiye'nin mali olarak, mali olarak daha güçlü emperyalist ülkelere ihitiyaç duyduğu hatta bağımlı olduğu bir gerçektir. Ancak bu bağımlılık, bir yarı-sömürge ya da bağımlı ülke bağımlılığı gibi olmayıp, finansal olarak daha büyük olmamasıyla ilgilidir.
Bir Kez Daha: Tehlikenin Farkında mıyız?
Ermenistan’da Tavuş Hareketi Üzerine
Ermenistan Apostolik Kilisesi Tavuş İdari Başpiskopos’u Bagrad Galstanian önderliğinde başlatılan sivil itaatsizlik gösterileri, halkın yoğun katılımı ile devam ediyor. Ermenistan’a ait dört köyün, Azerbaycan’a iade edilmesi bardağı taşıran son damla oldu. Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan’ın derhal istifa etmesi isteniyor. 4 Mayıs’ta başlayan gösteriler, yol güzergahı üstünde bulunan Lori, Sevan, Geğarhunik… şehirlerinden halkın yoğun katılımı ile Yerevan’da sonlandırıldı. 26 Mayıs’ta Cumhuriyet Meydan’ında düzenlenen miting ile yüz binlere ulaştı.
“CHP’yi demokrasi cephesıne katılmaya zorlama” yaklaşımları üzerine - 2
Sol-sosyalizm adına adeta akıllara durgunluk veren yaklaşım örnekleri bu saptama ve belirlemeler. Yani sanki de CHP işbirlikçi tekelci burjuvazinin temsilcilerinden ve T.C Devleti’nin koruyucu-kollayıcı ana güçlerinden olan bir sosyal demokrat parti değil de sol, sosyalist veya halkçı bir partiymiş gibi tenkit ve değerlendirme konusu yapılıyor. Hal böyle olunca da burada kusur, varlık nedeni gereğince davranan bir sosyal demokrat partinin değil; sosyal demokrat partiye, sahip olmadığı/olamayacağı payeleri yükleyen yaklaşımların olur doğallığıyla.
İdeolojik Netlik ve Örgütlülük
Günümüzde özgür bir geleceğe doğru yapılacak her hamle, sınıf bilinçli bir duruşu ve buna uygun bir örgütlülüğü zorunlu kılar. Tüm bunlar da yoğun bir emeği ve fedakarlığı gerektirir. Sınıf bilincinden yoksun, kendiliğinden hareketlerle köklü değişimlerin-tarihsel kopuşların yaratıcısı olunamaz. Proleter ideolojiyle donanmış partilerin tarihsel misyonu tam da burada ortaya çıkıyor. Yine partisiz-örgütsüz bir duruşla özgür bir geleceğe dair hesaplar yapılmaz.
AKP-MHP FAŞİST DİKTATÖRLÜĞÜNÜN K. KÜRDİSTAN’DA FİİLİ OLARAK UYGULADIĞI, SÖMÜRGE SİYASETİDİR.
Sömürge siyasetinin en belirgin özelliği, yerel halkın iradesinin gasp edilerek, yok sayılmasıdır. Bunun yerine, sömürgeci merkezi yönetimin doğrudan kendi memurlarını oraya yönetici olarak atamasıdır. Bunun adı bir dönem OHAL Valisi, sıkıyönetim komutanı, bölge müsteşarı oluyorken; bugün de Kayyum belediye başkanı, muhtar vs. vs. oluyor.
Günümüz koşullarında sömürge veya ezilen bağımlı uluslara, azınlıklara, baskı altındaki inançlara ve ezilen cinse karşısömürge siyasetinin aldığı biçim; aleni bir şekilde, koyu faşizmden başka bir şey değildir.
Piroğlu Ecevit (Nubar Ozanyan)
Özgürlük uğruna bedeni ölüme yatırarak bir mevsim aç kalmak… Onurlu ve özgür bir yaşam için kendisine ait olan her şeyi feda etmek. Budur, özgürlük mahkumlarının hikayesi! Dünya ve ülkemizin zindan direniş tarihi buna fazlasıyla tanıktır. Amed zindanından Metris zindanına uzanan direniş tarihi fazlasıyla buna tanıktır. Kolay mı saatlere günlere aldırmadan her gün herkesin gözü önünde santim santim erimek; yaşamın nimetlerine dokunmadan açlığa yatmak… 120 günden daha fazla süren bir direnişi sürdürmek; düşünmek ve hayal etmek bile insanı ürkütüyor.
ABRÜST - leylekler getirdi kız... leylekler...
"Sol Kal Sol Yaşa"
Sol tatile gitmişken...
Toplumsal yapı da; bir an bile parlamentarizmi savunmakta vazgeçmediğini ilan eden her insan ve siyasi yapı da ağır saldırılara maruz kalıyorken...
seçimlerle siyaset yapmak istiyen devrimcilerde proletaryaların her geçen gün ağırlaşarak hissettiği solcusuzluğa karşı da proletaryanın karşısına umut olma uğruna olsa da "Sol Kal Sol Yaşa" diyerekte çıkamıyorken...
fırsatta buyken... fırsatta buyken...
yazın gitsin kız... yazın gitsin...
abrüst... falan filan...
sanat da diyin gitsin.
Zap’a bomba Colemerg’e kayyum (Nubar Ozanyan)
Türk patronlarının ve generallerinin Kürt ve emek düşmanlığı kapsamlı ve planlıdır. Sınırlı bir zaman ve belli bir dönemle sınırlı değildir. Süreğendir. Demokrasiyi gerçekte değil sözde bilir. Uygulamada değil yasalarında yazılı haliyle tanır. Ki bunu bile kaale almaz. Tarihten günümüze dek en iyi yaptığı şey işgal ve Türk olmayan halkların canını almaktır. Emek ve topraklara konmaktır. En iyi bildiği ise “Yakma-Yıkma-Çökme”dir. İkiyüzlü ve sahtekâr olduğu kadar kinci ve intikamcıdır.