Salı Mart 4, 2025

Güvenli alanları terk edelim

İçerde ve dışarıda Türk devletinin yaşadığı kriz her geçen gün farklı bir boyut kazanarak devam ediyor. Türk devletinin esas olarak Kürt sorunu merkezli yön verdiği politikaları, ezilenlere yönelik baskı, saldırı ve şiddet oldu. Özellikle Suriye ve Irak Kürdistanı’ndaki Kürt halkının ulusal hak kazanımlarına yönelik tehditler devam ederken, Türkiye sahasında farklı toplumsal kesimlerin öfkesini dizginlemek ve bir araya gelişleri engellemek için baskı sürekli diri tutuldu. Önümüzdeki süreçte gelebilecek olan daha büyük isyan ve direniş dalgalarına kitlelerin dağınık ve hazırlıksız girmesini başarabilmek için Türk Devleti OHAL koşulları ile ülkeyi yönetmektedir. Nitekim kısa süre önce OHAL’in 5. kez uzatılacağının bilgisi medyaya servis edildi.
Ezilenler açısından zorlu, parçalı ancak bir o kadar da direniş dolu günler yaşanırken Rojava’da komünist bir savaşçı Nubar Ozanyan’ı, Kaypakkaya geleneğinin önemli temsilcilerinden Serdar Can’ı ve kimsesizlerin anası olmayı başarmış Güzel Anamızı ölümsüzler arasına uğurladık. Nubar, Serdar, Güzel yoldaşlarımız ve onlardan önce ölümsüzleşenlerimiz hiç şüphesiz geleceği değiştirme, eşitlik ve özgürlük mücadelemizde hep yanı başımızda olacaklardır.

Geleceği değiştirme ve kazanma mücadelemizde; Nubar Ozanyan, Serdar Can ve Güzel Şahin yoldaşlarımızın yaşamları, devrimci bir örgütün nasıl olacağının da izlerini taşımaktadır. Ölümsüzleşen üç yoldaşımızın yaşamları ve onlar için vurgulanan; sınırsızlık, hesapsızlık, kimsesizlerin kimsesi olma gibi nitelemeler aslında onların kişilikleri ile birlikte devrimci bir örgütü tariflemektedir.

Devrimci bir örgüt; Nubar Ozanyan gibi sınırsız, Güzel Ana gibi zulüm gören herkesin acısını acısı bilen ve Serdar Can gibi hiç kimsenin dokunmaya cesaret edemediği konuları gün yüzüne çıkarabilendir. Bu yüzden örgütümüz var oldukça onların yaşamlarından öğrenmeye devam edecektir.

Nitekim geleceği değiştirmemiz için en az ölümsüzleşenlerimiz kadar güçlü olan bir örgüte ihtiyacımızın olduğu bilinmektedir. Her örgütün en önemli kaynağı onun içerisinde yer alan insanlarıdır. Geleceği değiştirme iddiası olan bir örgütün içerisinde bulunan kadro, militan ve faaliyetçilerinin doğal olarak önce kendisini değiştirmesi gerekmektedir. Değişimin nereden ve hangi maddi zeminden doğacağı ise geleceğe yön verecek olan ana etmendir. Bu yüzden her şeyden önce değişime güvenli alanları yok ederek, buraları terk ederek başlamamız gerekir. Sistemle olan bağımızda, yaşam pratiğimizde ve zihinlerindeki “sınırları ve sığınakları” yok etmeyi başarmış bir güç mutlaka ve mutlaka gelişecektir. Gelişimin temel dinamiği de zaten güvenli alanları terk ederek, sınıf mücadelesinin zorluklarının üstesinden gelme çabası ve iradesiyle sağlanacaktır.

İşte tam da burada Güzel, Serdar ve Nubar yoldaşlarımızın yaşamı öğretici olmaktadır. Yaşamlarının hiçbir döneminde dalgasız, sığ limanlarda demirlemeyen, kendisi için yaşamayı kelimenin gerçek anlamıyla yok eden bu devrimci kişilikler Yeni Demokrat Gençlik Hareketimizin de kendini gerçekleştirmesi için örnek alacağı kişiliklerdir.
Bir örgütü oluşturan kişiler yaşamları ve devrimci pratiklerinin niteliği ile öne çıkarlar, bu yaşamın doğal bir gerçekliğidir. Hareketin gövdesi düşünüldüğünde az sayıda kişiye denk gelecek olan bu kişiliklerin bazıları ileri olanı bazıları ise geriyi temsil ederler. Hareketin gövdesini oluşturan yerin örnek alacağı kişilikler ise doğrudan bu hareketin geleceğini tayin edecektir. Çünkü hareketin önünde engel olarak duran şeylere ilk darbeler gerçek önderler, liderler tarafından vurulur ve örgüt açılan bu yerden kendisine ilerleyecek bir yol bulur.

“Yaşam Direnişte Büyüyor”

Türkiye devrimci hareketlerinin yeni yollar bulduğu, yeni yollar aradığı böylesi dönemeçler, krizlerin ve çelişkilerin de yoğunlaştığı dönemlere denk düşmektedir. Böylesi dönemlerde yaşanılan kriz ve çelişkiler ise gelişimin ve ilerleyişin temel dinamiklerini içerisinde barındırmaktadır. Gelinen süreçte daha güçlü bir çıkış için şüphesiz gençlik örgütümüze görev ve sorumluluklar düşmektedir.

Mevcut nesnel gerçeklik üzerinden düşündüğümüzde ciddi bir kopuşun yaşandığı görülecektir. Bu kopuş bir taraftan geçmişle yaşanırken bir taraftan da sistemle olan bağlar üzerinden gerçekleşmektedir.

Sistemin bize vaat ettikleri, daha doğrusu karşımıza çıkarttığı seçenekler nelerdir? Kof, kimliksiz ve birilerinin boyunduruğu altında yaşam “sunulurken” buna uymayanlara hapishaneler dahası ölüm gösterilmektedir. Türk devletinin ve hâkim sınıfların gençlik için sunduğu güvencesiz ve her yanı çürümüş bir yaşamdır. O halde ya bu her yanı çürümüş ve kokuşmuş yaşam kabul edilecek ya da buna karşı geleceği kazanma mücadelesi yükseltilecektir. Bu bir tercihten ziyade kabul edilmesi gerekilen bir gerçekliktir.

Zulüm ve baskının, açlık ve yoksulluğun yeterince katmerli yaşandığı topraklarımızda tam da saydığımız nedenlerden kaynaklı, direniş ve yaşam birlikte ilerlemektedir. Yaşamın olduğu her yerde direniş, direnişin olduğu her yerde sahici yaşamlar iç içedir. Gençlere, kadınlara, LGBTİ+’lara, Alevilere ve Kürtlere gerçek manada savaşın açıldığı bu dönemde, biz de Yeni Demokrat Gençlik olarak yaşamı kazanma mücadelesinde kendi direniş mevziimizden doğru Yaşam Direnişte Büyüyor şiarlı kampanyamızla karşı koyacağız.

Eylül ayında gerçekleştirdiğimiz divan toplantımızda duyurusunu yaparak startını verdiğimiz kampanyamız üç aylık bir zaman dilimini içerisine alacaktır. Bilinmektedir ki çözüm sürecinin bozulmasının ardından gençlik ve gençliğin örgütlü güçleri devletin özel hedefi oldu. Geçtiğimiz iki yıllık süreçte binlerce öğrenci üniversitelerden uzaklaştırıldı. Hapishanelerdeki öğrenci sayısı ise 4 yıl içerisinde 25 kat artarak 2 bin 776’dan 69 bin 301’e yükseldi. Üniversitelerde akademik-demokratik mücadele kapsamında gerçekleştirilen her türlü çalışma ve eylem kolluk güçlerinin fiili yasaklamalarına ve saldırılarına maruz kaldı. Bunların yanı sıra eğitimde yapılan yeni düzenlemeler ve müfredat değişiklikleri ile Sünni-dinci temelli bir eğitim tüm derslerin merkezine oturtuldu. İmam hatip liseleri önce yaygınlaştırıldı ardından ise emekçi-yoksul ve muhafazakâr binlerce ailenin çocukları bu liselere zorunlu olarak kaydedildi. Ötesi devlet okullarının kalitesi gittikçe düşürüldü ve bilinçli olarak özel okullarla rekabet ettirilemez hale getirildi. Bunun sonucunda ise öğrenciler özel okulların müşterileri olmak zorunda bırakıldı. Böylelikle parası olan ve olmayanlar arasındaki eşitsizlik hiç olmadığı kadar arttı. Yani devlet aradan geçen 2-3 yıllık süreçte gençliğin yaşamını hiç olmadığı kadar karartırken bunlara karşı direnişin yükseltilmesini de faşizan uygulamaları ile baskı altında tutmaya çalıştı.

İşte tam da böylesi süreçlerde yaşamın yalnızca ve yalnızca direnerek kazanılacağı daha yalın hali ile görünmektedir. Bu çerçevede önümüzdeki 3 aya yakın zaman diliminde, gençliğin yaşamına gözünü dikenlere karşı bulunduğumuz her alanı direniş odakları haline getirerek yanıt olacağız. 6 Kasım YÖK’ün kuruluş yıldönümü ve 25 Kasım Kadınlara Yönelik Şiddetle Mücadele Günü kampanya sürecimizde üzerinde duracağımız iki önemli dönemeç olacaktır. Bu dönemlerde her faaliyet alanımızda, alanlarımızın kendi özgünlükleri çerçevesinde eylem ve etkinlikler örgütlenecekken, faaliyetlerimizin diğer gençlik kurum ve örgütlenmeleri ile ortaklaştırılması ekseninde bir mücadele yöntemi izlenmesi sürecin beklentilerine uygun olacaktır. Bu sürecin ‘yaşamın için diren, yaşamın için örgütlen’ diyeceğimiz, çeşitli araç ve materyallerle desteklenecek bir kitle faaliyeti ile devam etmesi, YDG’nin yürütmüş olacağı kitle faaliyetinin örgütlülüğe dönüşmesi bakımından da önemli bir yerde durmaktadır.

Kampanya sürecimizin son kısmı ise YDG örgütümüzün konferans dönemine denk gelmektedir. Bu bakımdan aralıklarla yapacağımız divan toplantılarıyla birlikte kampanya faaliyetimizin son dönemi ve konferans çalışmalarımız gençliğe yönelik bir örgütlenme faaliyeti olarak ele alınması bizi güçlendirecektir.

Devletin eşi ve benzerine az rastlanır türden faşizan uygulamaları ile gençliği teslim alma saldırıları hiç şüphesiz sonuçsuz kalacaktır. Gençlik olarak bir kez daha ilan ediyoruz ki, yaşamlarımızı çalmak, bizi açlık ve yoksulluğa mahkûm etmek isteyenlere karşı yanıtımız yaşamımızı direnişle bütünleştirmek olacaktır!

YDG 11. sayısı, Kolektifin Sesi köşesi 

46391

Hamas[1] -siyonist İsrail devleti denkleminde gazze'deki soykırım:

Açıklanan rakamlar muhtelif olsa da 7.Ekim.2023 ile 30.Mayıs.2024 tarihleri arasında, ezici çoğunluğu çocuk ve kadın olmak üzere, toplamda 36 bin Filistinli hunharca katledilmiş durumda. Yaralı sayısının 80 bini aştığı ve keza binlerce kişinin akıbetlerinin bilinmediği söylenmekte.

Yirmi saplı ilmik (Nubar Ozanyan)

Zulmün sınırının ve çapının olmadığı, çığlığın ve yüksek sesle ağlamanın yasak olduğu topraklarda yaşıyoruz. Ermeniler, Kürtler, Aleviler geçmişte yaşadıklarının yaslarını tutmaya vakit bulamadan daha kapsamlı acıların içine itiliyorlar. Diktatörler bir yandan halkların bembeyaz barış sayfalarına zulümlerini kara kalemle yazarken diğer yandan yaptıkları kötülüklerin ve işledikleri cinayetlerin unutulması ve bir daha hatırlanmaması için ellerinden gelen her şeyi yapmaya çalışıyorlar. Halkların hafıza ve belleklerini silerek sahte bir tarih yazımıyla kirletiyorlar.

Emperyalizm Üzerine Notlar-3

Emperyalizm, Bağımlılık ve Eşitsiz Gelişme

 

Soru 3:

Türkiye Mali olarak ABD ve AB Emperyalistlerine Bağlıdır

Cevap:

Türkiye'nin mali olarak, mali olarak daha güçlü emperyalist ülkelere ihitiyaç duyduğu hatta bağımlı olduğu bir gerçektir. Ancak bu bağımlılık, bir yarı-sömürge ya da bağımlı ülke bağımlılığı gibi olmayıp, finansal olarak daha büyük olmamasıyla ilgilidir.

Bir Kez Daha: Tehlikenin Farkında mıyız?

Bundan kısa bir süre önce, Erdoğan iktidarının; “Türkiye Yüzyıl Maarif Modeli” ile teşebbüsüne soyunduğu stratejik hamlenin Türkiye ve K. Kürdistan toplumu açısından nasıl ve ne türden güncel bir tehlike ve tehdit oluşturduğuna dair kısa bir yazı paylaşmıştım.

Ermenistan’da Tavuş Hareketi Üzerine

Ermenistan Apostolik Kilisesi Tavuş İdari Başpiskopos’u Bagrad Galstanian önderliğinde başlatılan sivil itaatsizlik gösterileri, halkın yoğun katılımı ile devam ediyor. Ermenistan’a ait dört köyün, Azerbaycan’a iade edilmesi bardağı taşıran son damla oldu. Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan’ın derhal istifa etmesi isteniyor. 4 Mayıs’ta başlayan gösteriler, yol güzergahı üstünde bulunan Lori, Sevan, Geğarhunik… şehirlerinden halkın yoğun katılımı ile Yerevan’da sonlandırıldı. 26 Mayıs’ta Cumhuriyet Meydan’ında düzenlenen miting ile yüz binlere ulaştı.

“CHP’yi demokrasi cephesıne katılmaya zorlama” yaklaşımları üzerine - 2

Sol-sosyalizm adına adeta akıllara durgunluk veren yaklaşım örnekleri bu saptama ve belirlemeler. Yani sanki de CHP işbirlikçi tekelci burjuvazinin temsilcilerinden ve T.C Devleti’nin koruyucu-kollayıcı ana güçlerinden olan bir sosyal demokrat parti değil de sol, sosyalist veya halkçı bir partiymiş gibi tenkit ve değerlendirme konusu yapılıyor. Hal böyle olunca da burada kusur, varlık nedeni gereğince davranan bir sosyal demokrat partinin değil; sosyal demokrat partiye, sahip olmadığı/olamayacağı payeleri yükleyen yaklaşımların olur doğallığıyla.

İdeolojik Netlik ve Örgütlülük

Günümüzde özgür bir geleceğe doğru yapılacak her hamle, sınıf bilinçli bir duruşu ve buna uygun bir örgütlülüğü zorunlu kılar. Tüm bunlar da yoğun bir emeği ve fedakarlığı gerektirir. Sınıf bilincinden yoksun, kendiliğinden hareketlerle köklü değişimlerin-tarihsel kopuşların yaratıcısı olunamaz. Proleter ideolojiyle donanmış partilerin tarihsel misyonu tam da burada ortaya çıkıyor. Yine partisiz-örgütsüz bir duruşla özgür bir geleceğe dair hesaplar yapılmaz.

AKP-MHP FAŞİST DİKTATÖRLÜĞÜNÜN K. KÜRDİSTAN’DA FİİLİ OLARAK UYGULADIĞI, SÖMÜRGE SİYASETİDİR.

Sömürge siyasetinin en belirgin özelliği, yerel halkın iradesinin gasp edilerek, yok sayılmasıdır. Bunun yerine, sömürgeci merkezi yönetimin doğrudan kendi memurlarını oraya yönetici olarak atamasıdır. Bunun adı bir dönem OHAL Valisi, sıkıyönetim komutanı, bölge müsteşarı oluyorken; bugün de Kayyum belediye başkanı, muhtar vs. vs. oluyor.

Günümüz koşullarında sömürge veya ezilen bağımlı uluslara, azınlıklara, baskı altındaki inançlara ve ezilen cinse karşısömürge siyasetinin aldığı biçim; aleni bir şekilde, koyu faşizmden başka bir şey değildir.

Piroğlu Ecevit (Nubar Ozanyan)

Özgürlük uğruna bedeni ölüme yatırarak bir mevsim aç kalmak… Onurlu ve özgür bir yaşam için kendisine ait olan her şeyi feda etmek. Budur, özgürlük mahkumlarının hikayesi! Dünya ve ülkemizin zindan direniş tarihi buna fazlasıyla tanıktır. Amed zindanından Metris zindanına uzanan direniş tarihi fazlasıyla buna tanıktır. Kolay mı saatlere günlere aldırmadan her gün herkesin gözü önünde santim santim erimek; yaşamın nimetlerine dokunmadan açlığa yatmak… 120 günden daha fazla süren bir direnişi sürdürmek; düşünmek ve hayal etmek bile insanı ürkütüyor.

ABRÜST - leylekler getirdi kız... leylekler...

"Sol Kal Sol Yaşa"

Sol tatile  gitmişken...

Toplumsal yapı da; bir an bile parlamentarizmi savunmakta vazgeçmediğini ilan eden her insan ve siyasi yapı da ağır  saldırılara maruz kalıyorken...

seçimlerle  siyaset yapmak istiyen  devrimcilerde proletaryaların her geçen  gün ağırlaşarak hissettiği  solcusuzluğa  karşı da proletaryanın karşısına umut olma uğruna olsa da "Sol Kal Sol Yaşa" diyerekte çıkamıyorken...

fırsatta buyken... fırsatta buyken... 

yazın gitsin kız... yazın gitsin...

abrüst... falan filan...

sanat da diyin gitsin.

Zap’a bomba Colemerg’e kayyum (Nubar Ozanyan)

Türk patronlarının ve generallerinin Kürt ve emek düşmanlığı kapsamlı ve planlıdır. Sınırlı bir zaman ve belli bir dönemle sınırlı değildir. Süreğendir. Demokrasiyi gerçekte değil sözde bilir. Uygulamada değil yasalarında yazılı haliyle tanır. Ki bunu bile kaale almaz. Tarihten günümüze dek en iyi yaptığı şey işgal ve Türk olmayan halkların canını almaktır. Emek ve topraklara konmaktır. En iyi bildiği ise “Yakma-Yıkma-Çökme”dir. İkiyüzlü ve sahtekâr olduğu kadar kinci ve intikamcıdır.

Sayfalar