Cumartesi Nisan 19, 2025

Halkın İçinde Olmak (Sentez)

Halka dair söylenenler, devrimciliğe dair biçilenler, bireye dair yapılan sorgulamalar, bir politik öznenin hayatın içinde olup olmamasına dair yapılan vurgular, sömürenler ve onların devleti, bunların siyasi iktidarı ve muhalefeti, ordusu, sivil uzantısı her şey ama her şey mücadelenin tarihiyle kıyaslandığında kısacık denilebilecek bir zaman diliminde, yoğunlaştırılmış bir şekilde tartışmaya açıldı, tüm bunlarda yeni derinlikler kazanıldı, yeni bakışlar edinildi, ufuklar genişledi, renklilik geldi.

Halkın ne olduğu, fedakarlığın, zorlu sürecin ve bunun içerisinde mayalanan devrimciliğin eski öğretilerle kıyaslanma şansını gerçekten bulduğu, küllerinden doğmanın kelimenin gerçek anlamıyla nasıl bir şey olduğu, her şeyin bitmiş gibi göründüğü anda bile yeni bir yaşam kurma arzusu ve zorunluluğunun ne kadar güçlü bir şey olduğu kısa bir sürede -şimdilik buna bir buçuk ay diyelim- her gün onlarca kez farklı yaşananlarla yüreklerimizin en derin yerine işlendi.

6 Şubat’ta yaşanan depremler onlarca acı, çarpıcı gerçeği bir yığınla önümüze serdi. Ailelerinden kalanlar ve insanların kendi emekleri sonucu yarattıkları maddi değerler, ortalama 60 yılda üretilen ve her biri 10 binlerle çarpılan değerler bir gecede enkaza dönüştü. 10 binlerce hayat yaşamın normal akışı içerisinde son bulmaması gerektiği halde son buldu. Bir yanda enkaz yüklü kamyonlar üzerlerinde çarşaflar savrula savrula enkaz yığma alanlarına art arda taşınırken insanlar ilk taşları yeniden yerlerine koymaya başladı. Son bulan yaşamlarımız sonsuzluğa karışırken yeni nesiller geliyor. İnsan yaşamının şimdiye kadar olan kısmındaki bu durum devrimcilik açısından da neredeyse harfiyen aynı.

Kendimize ve yaşadıklarımıza meşru bir zemin oluşturmak için değil, haklıyız ama niçin-niçin kazanamadık sorusuna bir kulp bulmak için de değil gerçekten öyle olduğu için, devrimciliğin de tam olarak böyle bir şey olduğunu görebiliyor insan. Yaratılan kurumlarımız yıkılıyor, kazandığımız alanlarda mağlup oluyoruz, maddi-manevi ürettiğimiz değerlerin büyük bir kısmını kaybediyoruz ve bunların hepsi olurken binlerce devrimcinin yaşamı feda oluyor.

Böylesi bir durumda halk yaralarını sararak, düştüğü yerden kalkarak yeni bir hayat kurmak zorunda olduğu için kuruyorsa, devrimcilik de sömürüsüz bir dünya yaratılana kadar devam etmek zorunda olduğu için yeniden ayağa doğruluyor.

Her ağır ve acı deneyim, halka bir şeyler katıyorsa ve yeniyi yaratırken bunlar göz önünde bulundurularak yapılmaya çalışılıyorsa biz de bunu yapıyoruz. Bazen eksik bazen yanlış bazen aynı şeyler, bazen ders çıkartılmış olsa da insan gücü yetersiz olduğu için aynı hatalara düşerek de olsa devrimcilik yeniden üretiliyor.

Devrimcilik ve devrimcilik dışındaki hayatın bu benzerliği sömürenler var oldukça bu benzerliğini koruyacak gibi. Sömürenler oldukça kolonları bir bulgur gibi dağılan evlerde barınmaya mahkum bir çoğunluk olacak, sömürenler oldukça sömürüsüz bir toplum yaratmak isteyenler saldırılara uğrayacak. Bu kaçınılmaz bir gerçeklik, içinde bulunduğumuz sistemin işleyiş biçimi…

Ancak nasıl bu kısım bir gerçeklikse sömürenlerin yenilgiye mahkum oluşları da tadacakları bir gerçek. Ve eklemek gerekir ki, bu asalak sömüren sınıf, kendi kendine mağlup olup tarih sahnesinden silinip gitmeyecek. Düştüğümüz yerden daha güçlü doğrulmasını bilebilir ve halkla her defasında daha doğru bağlar kurabilir, doğru zamanda doğru yerde fedakarca bulunabilir, bildiklerimizi her yeni sürece dayatarak değil her yeni süreçle bildiklerimizi zenginleştirerek ilerlersek kazanabiliriz.

Bunun için istemek yetmez örgütlülük şart!

Örgütlü olmak, örgütlü bir toplum olmak, böylelikle örgütlü hareket edebilmek karşımıza çıkan her yeni duruma vereceğimiz tepkide ya da yaşanacaklarda belirleyici bir yerde durmaktadır. Bu süreçte şunu çok açık bir şekilde gördük ki; elinde milyonluk olanaklar bile olsa bu, örgütlü bir güçle buluşmuyorsa olanakların ihtiyacı olanla, halkla buluşması mümkün değil. Heba olan onlarca emeğin, insanların binbir güçlükle biraraya getirdiği onlarca malzemenin yerlere savrulduğunu hep birlikte gördük. Çünkü halkın imkanı var ya da sınırsız imkan yaratma gücü var ama bu imkanları doğru yerlere ulaştırabilecek öznelerden büyük oranda yoksun.

Deprem bölgelerinde, halkla kurulan bağlarda devrimci özne şart ama nasıl olursa olsun ayakları ve elleri iş yapan bir özne değil, yüreğiyle, bilinciyle, elleriyle adanmasını bilen, neyi-ne için yaptığının farkında olan öznelere ihtiyaç var. Deprem bölgesindeki çalışmalarda “herkes yapıyor” diye değil, “dayanışma gönüllülüğü anlık bir moda oldu” diye de değil, halkın yaşadığıyla kendi öznel bağını ve toplumsal bağı kurabilen, gecesini gündüzüne katan devrimci öznelere ihtiyaç var.

Aksi durumda, yani soyut bir gönüllülük güdüsüyle bölgeye gelen ve bu duyguyu derinleştirme fırsatı varken derinleştirmemiş olan birçok insanın, çalışmalarda zorlandıkça yaptığı çalışmaları depremzedelerin onurunu kırabilecek bir tarzda ele almaya başladığına tanıklık ettik. Böylesi durumlarda yapılan çalışmalar hafiften zora girdiği anlarda kaba söylemler, üstenci bakış birçok dayanışma merkezinde ne yazık ki yaşam buldu.

Hazır reçetelerle değil günün getirdikleriyle buluşalım!

Doğal olarak biz burada bir devrimci öznenin varlığını tartışıyorsak aslında, halka yukardan bakan değil halkla bir olan, halkı tanıyan, geri ve ileri yanlarını bilen, anlamaya çalışan, emek harcamaktan çekinmeyen, yorgunluk durumlarında öfkelenmeyen, kriz anlarında sakinliğini koruyabilen, genel ve kolektif çalışma içerisinde açığa çıkan sorunlara çözüm odaklı yaklaşabilen, halk ile kendisi arasındaki sınırları gün geçtikçe eritebilen, nerede-nasıl esneyebileceğini bilen, inisiyatifli, hazır reçetelerle değil belli bir öngörüyle günün getirdikleriyle buluşabilen, devrimciliğin 8-5 değil 7 gün 24 saat süren bir çalışma olduğunu kavramış olan devrimci öznelerden bahsediyoruz.

Bu tarz devrimcilik, deprem bölgelerinde halk ile kurulan bağlarda ve dayanışma ve devrimci faaliyetin iç içe yürütüldüğü çalışmalarda olmazsa olmaz bir yerde durmaktadır.

Kaba bir devrimcilik değil yukarıda kısaca anlatılan tarzda devrimcilik çalışmaların merkezindeydi diyebiliriz fakat çalışmaların her şeyi bu tarz bir devrimcilik değildir.

Deprem bölgelerindeki yürütülen devrimci faaliyetin üç farklı öznesi olduğunu düşünebiliriz; Yerel halk, devrimci bir kurum, devrimci faaliyetin beslenmesine ve güncel ihtiyaçlarına katkı sağlayacak olan kurumla yakın ya da uzak ilişkileri olan kitle.

Partizan ve Yeni Demokrat Gençlik olarak halkın ve taraftar kitlemizin kurumumuzla bu denli kenetlendiği bir çalışmanın içerisinde uzunca bir süredir yer almadığını ifade etmeliyiz.

Buradaki özgünlük, devrimci çalışmaya ihtiyacı olan bir halk; bu ihtiyaca yanıt olmak isteyen ve bunun için kısmen kendiliğinden harekete geçen bir taban; bu ihtiyaca yanıt olmaya çalışan ve üst düzey bir emek ortaya koyan, çaba sergileyen kurumun varlığından açığa çıktı. Başkaca süreçlerde izlediğimiz politikalar ve pratik hattımızın büyük çoğunluğunda halkın ihtiyaç ve talepleriyle ortaya koyduğumuz çalışmalar arasında eleştirdiğimiz büyük bir uyumsuzluk yer alıyordu. Deprem sonrası çalışmalarda halkın ihtiyaçlarıyla kurumsal faaliyetimiz ciddi bir uyum yakaladı ve bu durum, kalıcı kuvvetli bağlar inşa etmemize daha şimdiden vesile oldu. Yani biz bir yerlerden bir politika ve kafalarda şekillendirdiğimiz pratik bir hatta genel kitleyi ikna etmeye çalışmadık, zaten büyük ölçüde ve kaba hatlarında ikna olmuş bir kitleyi hedeflerini hayata geçirebilecekleri birleştirici bir güç unsuru olduk. Bu üç farklı özneden herhangi birinin yanlış çözümlenmesi, gücünün yanlış kullanımı bugüne kadar yaptığımız birçok çalışmayı yapamayacak hale getirebilirdi bizi. Ancak bu güçlerin ve kendi gücümüzün objektif yorumlanması, bu güçlerin yapabileceği ya da bu güçleri kısmen zorlayan hedeflere yoğunlaşmamız, doğru tutum ve tarz ile pratiğe yoğunlaşmamız bizi koyduğumuz hedeflere yakınlaştırdı.

Kendi gücümüzün kat be kat üstündeki hedeflere yoğunlaşsaydık ya da deprem bölgesindeki halkı özneleştirmeyen çalışmalar yürütseydik ya da kendi kitlemizin gücünü yanlış yorumlasaydık deprem bölgesindeki çalışmalarımız bugünkü geldiği noktada olmayacaktı.

Buradaki esas nokta, insanların depremzede de olsa özne olduklarını unutmamak, onları yapılmasını planladığımız çalışmalarda edilgenleştirici bir tarz tutturmamak, halk ile kendi tabanımızı alınması gereken karar süreçlerinin aktif parçaları haline getirmek, olabildiğince fazla sayıdaki yoldaşımızın çalışmaların toplamına kafa yormalarının ve emek harcamalarının önünü açmak.

Deprem bölgesindeki halkı “yardım ulaştırılması gereken zor durumdaki insanlar” kendimizi de “yardım gönüllüsü” olarak tanımladığımız anda bu mantığın daha olumsuz sonuçlar doğurabilme potansiyelini hariç tutsak bile hiçbir çalışma amacına ulaşmayacaktı. İnsanlara içeceği suyu, yiyeceği gıdayı, barınacağı çadırı temin etmek değerlidir ama bu değer, insanların kendi yaşamlarını yeniden örgütleyebilmeleri, kendi ayakları üzerine doğrulmaları için verilen en ufak bir desteğin ve bu süreçte bütün benliğimizle yanında olmanın açığa çıkarttığı değerin yanında hiçbir şeydir.

Halk aç yaşayabilir, yağmur altında uyuyabilir ama kendi ayakları üzerinde duramayacağı fikrine kapılır ve toplum olma duygusunu tamamen yitirirse yaşayamaz. Yüzlerce yıldır egemen asalak sınıfların, halkın ve bizim bu konudaki umudumuzu çalmaya çalıştığını unutmayalım. Sömüren sınıflar kendileri ve onların sömürü düzenlerinin bir şekilde sürdürülmesine hizmet etmekten başka bir işlevi olmayan devletleri için “O olmasa vatandaş 2-3 gün bile yaşayamaz”, “Toplum denilen şey zaten çürümüş değil mi? Onu kendi haline bıraksanız hep çürük hep zararlı şeyler açığa çıkar.”

Aslında gerçekte durum tam tersi, çürümüş yapıları tepemizde olmadığı sürece halk bütün bir toplum için en iyi rotayı çizebilecek durumda.

Yüzlerce hatta binlerce yıldır, bencil ve dar dünyalara hapsedilerek yaşam sürmek zorunda bırakılan halk, onun için aşağılayıcı sıfatlar bulunmaya çalışılan halk en zor anında bile büyük bir fedakarlık ve seferberlik duygusuyla harekete geçti.

“Halkın içinde olmaktan korkmayın!”

Mao Zedung, Büyük Proleter Kültür Devrimi sırasında “halkın içinde olmaktan, halkın eleştirmesinden korkmayın, halkın çok büyük çoğunluğu iyidir” diye vurguluyor. Deprem sonrası yaşanan süreç bu durumu kendi gözlerimizle görme, kendi yaşamımızda deneyimleme fırsatı sundu.

Ancak burada halka giderkenki yöntemimizin, kurduğumuz bağın halkın içerisinden hangi davranış ve duyguları öne çıkacağının da belirleyici bir nitelikte olduğunu gördük.

Bazen bir ihtiyacın karşılanmasından daha çok bir ihtiyacın nasıl karşılandığı daha önemli olabiliyor. Bazen bir şeyin yapılıp yapılmadığından daha çok nasıl yapıldığı önemli olabiliyor.

Halk, insanlar dümdüz bireyler değil, içinde onlarca duyguyu barındırıyor. Tek bir insanın içerisinde onlarca duygu aynı anda varlığını koruyor, geri ve ileri kültür aynı anda yaşıyor. Ben ve biz duygusu, ben ve öteki duygusu bunlar arasındaki öncelikler, bunun sıralaması sabit bir şekilde değil değişerek ilerliyor. Halk içindeki çelişkiler hep aynı yoğunlukta ve sabit bir düzlemde değil yoğunluğu ve önceliği değişerek canlanıyor.

Bizim bir işi yapma biçimimiz de insanların çelişkilerinde ilerici yanın mı yoksa geri bir kültürün mü hayat bulacağında belirleyici oluyor.

Basit görünen bir su dağıtımı bile, bu dağıtımın yöntemi ve ele alınışı sonucunda çok farklı çelişkileri açığa çıkartabiliyor. Eğer su dağıtımını bir tırın dorsesinden insanları birbirine düşürecek vaziyette yaparsanız kimin, hangi büyüklükteki hangi ailenin bu sudan ne kadar alacağını belirleyemezseniz insanlar alabildiğini alma güdüsüyle hareket edecektir. Bu da insanlardaki bencilliği büyütecek ve halk içinde şiddet pratiklerini bile açığa çıkartacaktır. Ancak kolilerce suyu bir yere koyar, önce su almak için gelenleri bekletir ve geri çevirirseniz, suyun her aileye adil bir şekilde ulaştırılacağının garantisini verirseniz insanlar bekler ve hatta bu dağıtım sürecinde suyun adil dağıtılması için kendinden zaman ve ekonomi de katarak suyun dağıtılmasına gönüllü olarak katılabilir.

Biz Antakya bölgesinde yaptığımız çalışmalarda bu iki örneği de sadece 1 saat aralıkla deneyimledik. Birincisi kavga ve gerilime neden oldu. İkincisi 2 gün sürdü ama hem çok fazla bölge insanı bu çalışmanın bir parçası oldu hem de her aileye ulaşma fırsatı bulduk.

İnsanlarda daha iyi komşuluk ilişkileri şekillenmesinin sağlanmasında bu çalışma bir rol üstlenmiş oldu.

Aynı şekilde un dağıtımı da bu biçimde ele alındığı için çok fazla insan kendi aracına kendi cebinden yakıt koyarak insanlara eşit bir şekilde un ulaşmasında günlerce rol üstlendi. Çalışmalar ve çalışmaların içerikleri basit görünebilir ama etkisi bakımından insanlardaki bencilce duyguların gelişiminde değil biz olma ve toplum olarak örgütlü hareket etme, yanındaki ile birlikte kendisini düşünme duygusunun gelişimine hizmet etmişti.

Bu tarz çalışmalar yani halkın içerisine dahil olarak yürütülen çalışmalar doğru bir mantık ve kültür çerçevesinde ele alınabildiği sürece ne yağma oluyor ne hırsızlık vakalarıyla karşılaşılıyor. Bizim bulunduğumuz yerde hem suyun hem unun hem de diğer tüm ihtiyaç malzemeleri yağmur, rüzgar vb. doğa olaylarına karşı kısmen korunaklı yerlerde ama açıkta olmasına karşın insanların bu malzemelere ihtiyaçları son derece yüksek olsa bile kimse malzemelere dokunmuyor, kendisinin ama aynı zamanda herkesin olduğu fikriyle bunları koruyarak hareket ediyordu.

Yani halkla kurduğumuz bağın gelişiminde, halkın içinde var olan çelişkili durumların devrimci yönün baskın gelmesi sürecinde bizim yöntemlerimiz oldukça önemlidir. Aynı şeyleri o kadar kötü ele alırız ki halk birbirine girer, küfürler havada uçuşur. Bunun sonucunda işi yapana olan öfke açığa çıkar ve büyür. Ama aynı şeyleri doğru bir tarz ile uygulamaya başladığımızda halktan ve özellikle de mümkün mertebe farklı ailelerden insanları süreçlerin bir parçası haline getirebildiğimizde halk içinde yapıcı bağlar gelişir ve iş yapana güven duygusu büyür.

Doğru yöntemlerle faaliyet yürütmek…

Biz çoğu zaman çalışmalarımızı birilerine bir şeyler gösterme ya da bir şeyleri ispat etme duygusuyla, kim olduğumuzu gösterme anlayışıyla ele alabiliyoruz. Böyle yapınca ne insanlar bizim kim olduğumuzu anlıyor ne de sonrasında dönüp baktığımızda çalışma yürüttüğümüz yerlerdeki insanlara olumlu bir iz bırakabilmiş oluyoruz. Ama çalışmaları ne için yaptığımızı bilir ve bizim kimler olduğumuzun ötesinde amaçlarımız için doğru yöntemlerle faaliyet yürütürsek insanlar sadece birkaç gün içerisinde bizim önce ne yaptığımızı ve daha sonra da bütünlüklü olarak kim olduğumuzu bilirler, öğrenmek için kendileri adım atarlar.

Tüm bu ele alışlar arasındaki fark, halkın kendi yaşam süreçlerinde edilgen mi yoksa özne mi olacağıyla iç içe bir şekilde ilerlemektedir.

Deprem bölgesindeki dayanışma çalışmalarını ele alırken her şeyden yalıtık bir dayanışma çalışması olarak değil halkın toplumsal olarak örgütlü gücünü büyütme anlayışıyla hayat bulmasına çaba gösterdik.

Bunun da halk ile bizim aramıza mesafe koyarak ilişkilenmekle değil, bu mesafeyi git ide doğru temelde ortadan kaldırmakla mümkün olduğunu gördük. Bu açıdan gerek ihtiyaç malzemelerinin dağıtımı, gerek yemek-ekmek yapımı, çocuklar için psiko-sosyal hizmetlerin verilebileceği oyun alanının inşasında hep halktan katılımı gözettik.

Bu alanlarda bizim bir iki kişi olduğumuz yerlerde bile bizim dışımızda onlarca insan bu ele alış ile beraber yapılan işleri sahiplenmeye, bu çalışmalar içerisinde özneleşmeye başladı. Ama biz bir mesafeyle ilişkilenseydik, klasik haliyle üzerimizde önlükler, aramızda setler olsaydı, insanların el atacağı ve kafa yoracağı işlerimiz olmasaydı, kaba deyimiyle “biz çalıp biz oynayacaktık” ve bunun hiç kimseye kalıcı faydası olmayacaktı.

Yine de insanlarla çalışmak sadece yoldaşlarımızla çalışmaya hiç de benzemiyor. Halkı doğru yorumlama gücü, daha fazla esneklik, nerede-ne kadar esneyip esnemeyeceğimize ilişkin doğru tutumlar, bir başına karar vermenin olanaksızlığı daha fazla zamana malolan süreçler yaratıyor. Ancak bunlar doğru ele alındığında, en zor anlarda bile güven duygusu geliştikçe insanların bizim için açmadığı kapı-olanak kalmıyor.

Üzerinden geçen süre boyunca çalışmalarımızı, halktan insanların katılacağı, katılımcı olacağı bir tarzda ele almamız sonucu buradaki çalışmalarımız halkla bütünleşti, halk tarafından sahiplenildi. Meclisleşme, halkın örgütlü hareket etmesinin önündeki engelleri en zor anlarda ortadan kaldırdı.

Bu tarz bir ele alış; 7 yaşındaki bir çocuktan 75-80 yaşındaki insanlara kadar onlarca insanın dayanışma çalışmalarında kendisini var etmesine hizmet etti. İnsanlar kendi evlerine dahi birkaç dakikalığına bile olsa giremezken kendi dışındaki insanlar için bir fırında saatlerce çalışmayı göze aldı.

Bizden birisi yanlarından ayrılırken ailelerinden birini yolcu ederkenki duyguları yaşadı. Dört yakınını defnetmiş birisi bu çalışmalara katılarak kendinde yeniden ayağa kalkma gücünü buldu.

Tüm bunlar ezberlenmiş bir şeyi takip ederek değil bir planın onlarca kez değişmesini göze alarak, geceyi gündüze katarak, özverili ve fedakarca yürütülen bir çalışmanın içerisinde “eski bir düşünceyi” yeni ve kocaman bir sürece uyarlayarak, hayatın plana uymasını bekleyerek değil planlarımızı hayatın her dakika getirdiği yeniye uyarlayarak sağlandı.

Bundan sonraki sürecinde nasıl şekilleneceğini, büyüyüp ya da küçüleceği bu minvaldeki düzlemi adanmış bir şekilde takip edip edemeyeceğimizle ilgili olacaktır.

5491

Fransa’da El Freni Çekildi! İşe Yarar Mı?

Avrupa Birliği üyesi 27 ülkede 720 sandalyeli Avrupa Parlamentosu (AP) seçimleri, 6-9 Haziran tarihleri arasında yapıldı. Almanya, İtalya ve Fransa’da aşırı sağ olarak tanımlanan faşist hareket ciddi anlamda sandalye sayısına ulaştı. Böylelikle merkez sağla birlikte faşist hareket AP’deki en büyük grup olarak yerini korudu.

Seçimlerin yankısı ve sonuçları ciddi anlamda tartışmaları doğurdu. AP’ye Almanya’dan sonra sağcılar adına en fazla vekil gönderen Fransa, tartışmaların girdabından çıkıp erken seçim hamlesi ile sarsıntıyı giderme yoluna gitti.

Mevcut koşullarda devrimci siyasal mücadelenin öne çıkan toplumsal dinamikleri (3)

Devrimci siyasal mücadelenin genel olarak nesnel zemini, sosyal devrimleri de olanaklı kılan nesnel zemin ile, aslında ortak paydalara sahiptir. Emperyalist- kapitalist barbarlığın hüküm sürdüğü ve kendisinin doğrudan var ettiği her bir antagonist çelişme ve sorunların giderek daha bir keskinleşerek; ulusların, halkların ve doğanın yaşamını kâbusa çevirip, geleceklerini ciddi şekilde riske soktuğu şu süreçte, gerek özel olarak Türkiye ve K.

Mevcut koşullarda devrimci siyasal mücadelenin öne çıkan toplumsal dinamikleri (2)

Somut özgülün realitesi içerisinde devrimci siyasal mücadelenin etkili ve sonuç alıcı kazanımlara dönüşerek yürütülebilmesi için gerekli olan bir diğer öncelikli koşul ise; elbette ki bu mücadelenin, küresel ve yerel zeminde, toplum gündemini doğrudan ilgilendiren ve de ilgilendirecek olan sorunlar üzerinden ele alınarak yürütülmesidir.

Halkların İhanetçilerden Çektiği (Nubar Ozanyan)

Zulmün gölgesinde yaşam bulmaya çalışırken karanlığın sadece gece gelmediği, güneşin altında da gelip halkları bulduğu katliamlar birçok halkı nefessiz bırakmaya çalışmıştır. 1915 Ermeni Soykırımı boyunca başta Asuri, Süryani, Pontus halkı olmak üzere Êzîdî ve Kürt halkı da büyük trajediler yaşamıştır. Bugün Türk faşizmi eliyle Başûr Kurdistan’ında gerçekleşen işgal ve ilhak saldırılarında Kürt halkıyla birlikte Asuri-Süryani halkı da tanımsız acılar yaşamaktadır.

Türkiye’de Ermeni bir devrimci militan: Haldun Karyol (MEHMET GÜNEŞ)

Haldun Karyol, asıl adıyla Harutyan Karyolacıyan, kadim dostum, 8 Temmuz günü aramızdan ayrıldı. Haldun bir Ermeni’ydi ama her şeyden önemlisi Türkiye’de yetişmiş, ender görülebilecek, kendine has eylemci bir devrimci militandı. Onu ender ve ebedi kılan hikayesini bilmek ve öğrenmek, bugün Türkiye’de devrim mücadelesine baş koymuş her militanın hakkı. O yüzden, Haldun’u yakından tanıyan biri olarak, onu anlatmayı devrimci bir görev olarak üstleniyorum.

Mevcut koşullarda devrimci siyasal mücadelenin öne çıkan toplumsal dinamikleri (1)

Nasıl ki genel siyasal mücadele ve siyaset ediş tarzı, küresel ve yerel bazdaki ekonomik, politik, eğitsel, askeri, kültür-sanatsal, çevresel-iklimsel, ezen-ezilen cins, inanç ve etnik sorunlar yekûnu olan toplumsal dinamikler zemini üzerinden kendisini var edip sürdürüyorsa; birebir aynı şekilde, devrimci siyasal mücadele ve siyaset ediş tarzı da aynı küresel ve yerel toplumsal dinamikler üzerinden kendisini var edip sürdürmesi gerekiyor. Normal ve de olması gerekendir bu.

Küçük bir damla ile fırtınayı başlatanlar (Nubar Ozanyan)

Aradan 12 yıl geçti. Etki gücü Ortadoğu’ya yayılan 12 yaşında genç bir devrim yaşıyor adına Rojava denilen topraklarda. Derin yoksulluk, bitmeyen zulümle terbiye edilip cehenneme çevrilen Ortadoğu’da Rojava, bir özgürlük adası gibi duruyor.

Türk Faşizmi EURO 2024’te Sahaya İndi

İki yılda bir Avrupa Futbol Federasyonları Birliği (UEFA) tarafından organize edilen Avrupa Futbol Şampiyonası, bu yıl EURO 2024 olarak Almanya’da düzenlendi.

Kapitalist Toplumsal Bir Kırılma ve Yeniden Tarihi Yeni Bir Toplumsal Süreç

Kapitalist emperyalist sistem, önceki bunalım ve çelişmelerinden farklı olarak,, kendisinin taşıyamayacağı ve çözemeyeceği sistem içi   yapısal ekonomik ve siyasal çelişmeler ile karşı karşıya kaldığı bir sürecin içine girmiştir. Bir taraftan yeni emperyalist ülkelerin ortaya çıkışıyla (ki, bu; kapitalizmin ala bildiğine gelişmesi, genişlemesi, üretimin ve sermayenin alabildiğine temerküzü ve de mülksüzleştirenlerin mülksüzleştirilmesi sürecinin de ilerlediği anlamına gelir) kendini yeniden üretemez olan bir sürecin içine girmiştir.

Bunların neler olduğunu kısa olarak açalım:

Prof. Dr. Korkut Boratav CHP’den Sermaye Sınıfıyla Hesaplaşmasını İstiyor...

Marksist iktisat Profesörü Korkut Boratav, gazeteci İrfan Aktan’a verdiği mülakatta, sürece ilişkin gerçekten de çok değerli ve devrimci sol-sosyalist ve komünist politik öznelerce dikkate alınması gereken çok önemli siyasi ve iktisadi analizler yapıyor, saptamalarda bulunuyor. 

Örneğin kendisine sorulan şu soruya verdiği yanıtta olduğu gibi:

Yoksulların, alt sınıfların bu kadar derin bir kriz yaşadığı dönemde nasıl oluyor da ideolojik hegemonyayı yine de iktidar sağlayabiliyor ve buna karşı güçlü bir sol alternatif çıkmıyor?” (abç)

Yağma ve Talan Cumhuriyeti (Analiz)

Geçtiğimiz haftalarda Kayseri’deki pogrom girişimiyle başlayan ırkçı ve mülteci düşmanı saldırılar Antalya, Antep, Urfa, Hatay, Bursa, İstanbul gibi şehirlerde de kendisini göstererek göçmenlere ait işyerlerinin ve malların yağmalanmasına, yakılmasına ve çok sayıda göçmenin yaralanmasına, hatta Antalya’da göçmen bir gencin öldürülmesine neden olmuştur.

Bir çeşit günah keçisine dönüştürülen göçmenlere karşı yükselen bu dalga görünen o ki daha çok olaya ve şiddete gebe bir yerdedir.

Sayfalar