Pazar Mart 2, 2025

HDP’ye Barajı Ancak Erdoğan Aşırtabilir

Kişisel kanım, HDP’nin şu an yüzde onu aştığı yönündedir.

Kürtlerin oyları ve yüzde biri zor bulan, liberal, sosyalist, demokrat denebileceklerin oyları bunlara ek olarak çok cüzi miktarda CHP’lilerden gelecek stratejik oylar; AKP’lilerden gelebilecek Erdoğan’a ders verme oyları veya sandığa gitmemeler vs., hepsi bir arada HDP’nin yüzde onu aşmasını sağlamaktadır.

Ancak HDP yüzde 10’u aşmakla yüzde 10’u aşamaz. Karayılan’ın da dediği gibi, gerçek Baraj yüzde 12 civarındadır. En az yüzde 12’lik bir oy AK Parti hükümetinin hilelerle örtemeyeceği bir şekilde, HDP’nin barajı aşmasını sağlayabilir.

Soru şudur: HDP yüzde 12’yi aşabilecek midir?

Ve biraz düşünülürse şöyle bir denklemin ortaya çıktığı görülür. HDP’nin yüzde 12’yi ancak büyük bir kıta kayması ile aşabilir. Ama bu kıta kayması gerçekleşirse, HDP yüzde 12’nin çok üstüne çıkar.

Yani HDP seçimlerde, ya (gerçekte aşmasına rağmen) barajın altıda kalacaktır ya da büyük bir sürpriz yapacaktır. Yüzde on sınırında bir zafer pek olası görünmemektedir.

Kıta kayması ise, CHP’lilerin HDP’ye oy verip vermeyeceklerine bağlıdır.

Peki, CHP’lilerin oylarını ne belirler?

CHP’lilerin büyük bir çoğunluğunun Selahattin Demirtaş’a sempati duydukları hatta CHP’nin başında onu görmek istedikleri bir gerçektir. Ama bu, onların HDP’ye oy vermesini sağlamamaktadır; sempati oya dönüşmemektedir. En azından şimdiye kadarki gözlemler bu yöndedir.

Kanımızca sonucu hangi nefret ve korkunun daha büyük olduğu belirleyecektir: Erdoğan’ın diktatörlüğüne duyulan korku ve nefret mi; Kürtlere duyulan korku ve nefret mi?

Şu an hala ikincisinin ağır bastığı görülüyor.

CHP’nin “laik” ve şehirli veya batılı tabanı hem kültürel bariyerler (şehir ve köy kültürü zıtlığı) hem de imtiyazlarını kaybetme (egemen ulus statüsünü kaybetme); hem de sınıfsal farklılıklar (Kürtler her yerde işçi ve daha yoksul) nedeniyle Kürtlerden korku ve nefret duyuyor. Bu korku ve nefret Abdullah Öcalan’ı sembol olarak kullanıyor.

CHP’nin Alevi tabanında da kökleri çok derinlere giden bir korku ve nefret var. Kökeni kısaca şöyle açıklanabilir: İstanbul’u feth ederek Bizans tarafından feth edilen ve uygarlaşan Osmanlı’nın, önceki dönemde ittifak yaptığı Alevi köy komünüyle (Balkan Bogomilliği bu ittifakla Balkan Bektaşiliğine ve Anadolu Paulikanlığı da Anadolu Aleviliğine dönüşmüştür.)  ittifakı bozup; onu ezmesi; buna karşılık, İran’a karşı Şafii Kürt komünü ile özerklik vererek ittifak yapması; buna karşılık İran uygarlığının (Şah İsmail); Osmanlı - Bizans’a karşı Alevi Köy komünü ile ittifak yapması nedeniyle, Aleviler, tarihsel olarak kökleri çok derinlere giden bir Şafii düşmanlığı ve korkusu içindedir ve bu da PKK ve Apo imgesinde somutlaşmaktadır.

CHP’lilerdeki; politik tercihleri ve ideolojileriyle de çelişen; irrasyonel, Kürt, PKK ve Apo düşmanlığının ve korkusunun temelinde bunlar vardır. Bu da Demirtaş’a duyulan politik, ideolojik ve kültürel onayın, oya dönüşmesini engellemektedir.

Bu korku ve düşmanlığın nicel olarak azalsa bile nitel bir değişiklik gösterdiğine dair hala en küçük bir işaret bulunmamaktadır.

En tipi gösterge Birleşik Haziran Hareketi’dir.

Biz şahsen, Birleşik Haziran Hareketi gibi hareketleri, derin dip akıntılarında neler olduğunu anlamayı sağlayan, bu konuda ipuçları sunan göstergeler olarak değerlendiririz. Kendilerinin kaç oy aldığı, görüşleri, neyi temsil ettiği değil; nelerin göstergesi oldukları önemlidir. Birçok kişi, “niye hala bu Hazirancılar hakkında yazıyorsun bunların bir oyu ve ağırlığı yok ki” diyorlar. Burada anlaşılması gereken, Hazirancıların oy ağırlıklarının değil, hangi ağırlıkların göstergesi olduklarıdır.

Her şey çok açık olmasına rağmen, Haziran Hareketi, bunun bir referandum olduğundan, bu nedenle HDP’ye oy vermenin barışa evet Erdoğan’ın tiranlığına hayır demek anlamına geleceği ve bu nedenle HDP’ye oy vermek gerektiği yönünde bir çağrı yapmadı. Bunu yapmaması, CHP’lilerin hala çok büyük oranda Kürt korku ve nefretlerinin Erdoğan nefret ve korkularından daha büyük olduğunun; bu kesimin hala Özel Savaş Dairesi’nin yönlendirmesine çok açık olduğunun göstergesi, işareti olarak alınabilir.

Ama sadece bu kadar da değil; daha kötüsü ve açığı var. Haziran hareketi içinde yer alıp da HDP’ye oy verecek olanlar ve verilmesini isteyenler de, Kürt düşmanlığı ve korkusu Erdoğan korkusundan büyük olanlarla yolunu ayırmadı; bu tavra karşı açık bir politik savaş açıp, yollarını ayırmadı, bu kararlılığı ve cesareti göstermedi. Bu da CHP’lilerin, Erdoğan’ı engelleme nedeniyle bile HDP’ye önemli ölçüde oy vermeyeceklerinin ikinci önemli işaretidir.

Eğer böyle bir kayma olsaydı, bu temeldeki kayma, bir şekilde Haziran Hareketi’nde bir şekilde görülürdü. Örneğin, HDP’ye oy verenler açık tavır alır, diğerleriyle politik mücadeleye girer; bu sefer diğerleri de bölünmeyi engellemek ve politik bir mevtaya dönüşmemek için, HDP’ye oy verilmesi çağrısı yapabilirlerdi. Bütün bunlar görülmüyor.

Bu iki tavrın da görülmemesi, CHP’lilerin HDP’nin tüm söylemlerine şerbetli kaldıklarını göstermektedir.

Yani HDP barajı aşmıştır ama aşamamış demektir. Yüzde 10’un üzerinde ama yüzde 12’nin altında demektir.

Peki, bir kayma olabilir mi?

Bu kaymayı HDP yapamıyor ve yapamaz.

Bu kaymayı ancak Erdoğan sağlayabilir.

Erdoğan’ın tiranlığı ve savaştan duyulan korku; Kürtlerden duyulan korku ve nefreti bastıracak kadar güçlü olursa; o zaman bu korkuyla CHP’lilerin oyları HDP’ye de gelir ve işte o zaman gerçekten HDP hem yüzde onu aşar; hem de sürpriz yapar.

Erdoğan nefreti ve diktatörlüğü korkusu, Kürt korkusunu ve nefretini yenebilir mi?

Bunun mümkün olduğunu bizzat Gezi gösterdi.

Gezi hareketini aslında Erdoğan’a borçluyuz. Erdoğan’ın yerine Gül veya Arınç, yani normal reaksiyonları olan başka herhangi bir politikacı olsaydı Gezi diye bir şey olmazdı.

Geçenlerde İstanbul Valisinin gazetelere yansıyan sözlerindeki imalar da bunu doğruluyor.

Bırakalım her şeyi bir yana, Polisler Gezi’ye Cuma sabahı değil de Pazartesi sabahı saldırsalardı, Gezi yine olmazdı. İş günü başlamış olur; oraya öyle çok insan yığılamaz; direniş yerel kalır, bir ayaklanmaya dönüşemezdi.

Şükür ki Erdoğan var, Türkiye’ye halkına Gezi gibi bir ayaklanma tecrübesi bahşetti.

Öte yandan, 21 Mart’ta, yani iki ay önce, Öcalan Newroz konuşmasını yapmamış olsaydı, yani, “Barış süreci” başlamamış; Kürt korkusu ve nefreti ikinci plana düşmüş olmasaydı, yine Gezi olmazdı. Erdoğan istediğini yapsın, Şehirli CHP’lilerin ve varoşlardaki Alevilerin sinirleriyle istediği kadar oynasın, yine Gezi patlaması olmazdı.

Sadece Gezi’yi değil; Kobani ayaklanmasını ve Zaferini de Erdoğan’a borçluyuz.

Erdoğan Kürtlerin duyguları ve sinirleriyle böyle oynamasaydı, kimse Kürtleri öyle isyan ettiremezdi. Kürtler sokağa çıkmasa ve isyan etmese; ABD ve diğer Kürt liderler silah vermek zorunda kalmazlar; Türk devleti mecburen geri adım atmaz ve Kobani’de de zafer olanaksız olurdu.

Özetle, Erdoğan’ın, bir araya gelemeyecekleri bir araya getirmek gibi bir özelliği var. Kendini tecrit etme ustası olduğu söylenebilir.

Ancak Erdoğan bütün bu yaptıklarına rağmen, CHP’lileri ve Alevileri hala yeterince korkutmuş ve kendine karşı yeterince güçlü bir nefretle donatmış değil. Bu nefret ve korku hala Kürtlere duyulandan az. Bu nedenle her şey çok açık olmasına rağmen, Demirtaş’a sempatiler oya dönüşmüyor.

İşte bu noktada, HDP’nin barajı aşıp aşamayacağı Erdoğan’a bağlı.

Şu on günde, Gezi ve Kobani ayaklanması öncesindeki gibi davranırsa, Gezi’de ayaklandırdığı CHP’lilerle; Kobani’de ayaklandırdığı Kürtleri, bu sefer bir arada ve bir kez daha ayaklandırırsa üçüncü kez dengeler kökten değişir.

Dua edelim, Erdoğan önümüzdeki günlerde de, Gezi veya Kobani ayaklanmaları öncesinde olduğu gibi bir şeyler yapsın; bir sözler etsin ve oylarda ifadesini bulacak bir ayaklanmayı bu ülkenin insanlarına ve gerçek bir başarıyı HDP’ye bahşetsin.

Demir Küçükaydın

28 Mayıs 2015 Perşembe

 

50310

Hamas[1] -siyonist İsrail devleti denkleminde gazze'deki soykırım:

Açıklanan rakamlar muhtelif olsa da 7.Ekim.2023 ile 30.Mayıs.2024 tarihleri arasında, ezici çoğunluğu çocuk ve kadın olmak üzere, toplamda 36 bin Filistinli hunharca katledilmiş durumda. Yaralı sayısının 80 bini aştığı ve keza binlerce kişinin akıbetlerinin bilinmediği söylenmekte.

Yirmi saplı ilmik (Nubar Ozanyan)

Zulmün sınırının ve çapının olmadığı, çığlığın ve yüksek sesle ağlamanın yasak olduğu topraklarda yaşıyoruz. Ermeniler, Kürtler, Aleviler geçmişte yaşadıklarının yaslarını tutmaya vakit bulamadan daha kapsamlı acıların içine itiliyorlar. Diktatörler bir yandan halkların bembeyaz barış sayfalarına zulümlerini kara kalemle yazarken diğer yandan yaptıkları kötülüklerin ve işledikleri cinayetlerin unutulması ve bir daha hatırlanmaması için ellerinden gelen her şeyi yapmaya çalışıyorlar. Halkların hafıza ve belleklerini silerek sahte bir tarih yazımıyla kirletiyorlar.

Emperyalizm Üzerine Notlar-3

Emperyalizm, Bağımlılık ve Eşitsiz Gelişme

 

Soru 3:

Türkiye Mali olarak ABD ve AB Emperyalistlerine Bağlıdır

Cevap:

Türkiye'nin mali olarak, mali olarak daha güçlü emperyalist ülkelere ihitiyaç duyduğu hatta bağımlı olduğu bir gerçektir. Ancak bu bağımlılık, bir yarı-sömürge ya da bağımlı ülke bağımlılığı gibi olmayıp, finansal olarak daha büyük olmamasıyla ilgilidir.

Bir Kez Daha: Tehlikenin Farkında mıyız?

Bundan kısa bir süre önce, Erdoğan iktidarının; “Türkiye Yüzyıl Maarif Modeli” ile teşebbüsüne soyunduğu stratejik hamlenin Türkiye ve K. Kürdistan toplumu açısından nasıl ve ne türden güncel bir tehlike ve tehdit oluşturduğuna dair kısa bir yazı paylaşmıştım.

Ermenistan’da Tavuş Hareketi Üzerine

Ermenistan Apostolik Kilisesi Tavuş İdari Başpiskopos’u Bagrad Galstanian önderliğinde başlatılan sivil itaatsizlik gösterileri, halkın yoğun katılımı ile devam ediyor. Ermenistan’a ait dört köyün, Azerbaycan’a iade edilmesi bardağı taşıran son damla oldu. Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan’ın derhal istifa etmesi isteniyor. 4 Mayıs’ta başlayan gösteriler, yol güzergahı üstünde bulunan Lori, Sevan, Geğarhunik… şehirlerinden halkın yoğun katılımı ile Yerevan’da sonlandırıldı. 26 Mayıs’ta Cumhuriyet Meydan’ında düzenlenen miting ile yüz binlere ulaştı.

“CHP’yi demokrasi cephesıne katılmaya zorlama” yaklaşımları üzerine - 2

Sol-sosyalizm adına adeta akıllara durgunluk veren yaklaşım örnekleri bu saptama ve belirlemeler. Yani sanki de CHP işbirlikçi tekelci burjuvazinin temsilcilerinden ve T.C Devleti’nin koruyucu-kollayıcı ana güçlerinden olan bir sosyal demokrat parti değil de sol, sosyalist veya halkçı bir partiymiş gibi tenkit ve değerlendirme konusu yapılıyor. Hal böyle olunca da burada kusur, varlık nedeni gereğince davranan bir sosyal demokrat partinin değil; sosyal demokrat partiye, sahip olmadığı/olamayacağı payeleri yükleyen yaklaşımların olur doğallığıyla.

İdeolojik Netlik ve Örgütlülük

Günümüzde özgür bir geleceğe doğru yapılacak her hamle, sınıf bilinçli bir duruşu ve buna uygun bir örgütlülüğü zorunlu kılar. Tüm bunlar da yoğun bir emeği ve fedakarlığı gerektirir. Sınıf bilincinden yoksun, kendiliğinden hareketlerle köklü değişimlerin-tarihsel kopuşların yaratıcısı olunamaz. Proleter ideolojiyle donanmış partilerin tarihsel misyonu tam da burada ortaya çıkıyor. Yine partisiz-örgütsüz bir duruşla özgür bir geleceğe dair hesaplar yapılmaz.

AKP-MHP FAŞİST DİKTATÖRLÜĞÜNÜN K. KÜRDİSTAN’DA FİİLİ OLARAK UYGULADIĞI, SÖMÜRGE SİYASETİDİR.

Sömürge siyasetinin en belirgin özelliği, yerel halkın iradesinin gasp edilerek, yok sayılmasıdır. Bunun yerine, sömürgeci merkezi yönetimin doğrudan kendi memurlarını oraya yönetici olarak atamasıdır. Bunun adı bir dönem OHAL Valisi, sıkıyönetim komutanı, bölge müsteşarı oluyorken; bugün de Kayyum belediye başkanı, muhtar vs. vs. oluyor.

Günümüz koşullarında sömürge veya ezilen bağımlı uluslara, azınlıklara, baskı altındaki inançlara ve ezilen cinse karşısömürge siyasetinin aldığı biçim; aleni bir şekilde, koyu faşizmden başka bir şey değildir.

Piroğlu Ecevit (Nubar Ozanyan)

Özgürlük uğruna bedeni ölüme yatırarak bir mevsim aç kalmak… Onurlu ve özgür bir yaşam için kendisine ait olan her şeyi feda etmek. Budur, özgürlük mahkumlarının hikayesi! Dünya ve ülkemizin zindan direniş tarihi buna fazlasıyla tanıktır. Amed zindanından Metris zindanına uzanan direniş tarihi fazlasıyla buna tanıktır. Kolay mı saatlere günlere aldırmadan her gün herkesin gözü önünde santim santim erimek; yaşamın nimetlerine dokunmadan açlığa yatmak… 120 günden daha fazla süren bir direnişi sürdürmek; düşünmek ve hayal etmek bile insanı ürkütüyor.

ABRÜST - leylekler getirdi kız... leylekler...

"Sol Kal Sol Yaşa"

Sol tatile  gitmişken...

Toplumsal yapı da; bir an bile parlamentarizmi savunmakta vazgeçmediğini ilan eden her insan ve siyasi yapı da ağır  saldırılara maruz kalıyorken...

seçimlerle  siyaset yapmak istiyen  devrimcilerde proletaryaların her geçen  gün ağırlaşarak hissettiği  solcusuzluğa  karşı da proletaryanın karşısına umut olma uğruna olsa da "Sol Kal Sol Yaşa" diyerekte çıkamıyorken...

fırsatta buyken... fırsatta buyken... 

yazın gitsin kız... yazın gitsin...

abrüst... falan filan...

sanat da diyin gitsin.

Zap’a bomba Colemerg’e kayyum (Nubar Ozanyan)

Türk patronlarının ve generallerinin Kürt ve emek düşmanlığı kapsamlı ve planlıdır. Sınırlı bir zaman ve belli bir dönemle sınırlı değildir. Süreğendir. Demokrasiyi gerçekte değil sözde bilir. Uygulamada değil yasalarında yazılı haliyle tanır. Ki bunu bile kaale almaz. Tarihten günümüze dek en iyi yaptığı şey işgal ve Türk olmayan halkların canını almaktır. Emek ve topraklara konmaktır. En iyi bildiği ise “Yakma-Yıkma-Çökme”dir. İkiyüzlü ve sahtekâr olduğu kadar kinci ve intikamcıdır.

Sayfalar