Hitler,Mussolini ve Erdoğangillerin yaratılmasında liberallerin payı!

Son zamanlarda, bir çok liberal ve demokrat köşe yazarı, AKP iktidarını ve Erdoğan’ın “tek kişi(!)” diktatörlüğünü eleştirirken, Sovyetler Birliği’ni ve Stalin’i anmadan geçemiyorlar. Stalin’i Erdoğan ile eşleştiriyorlar ve Erdoğan’ın uygulamalarını Stalin önderliğinde SSCB olan uygulamalara benzetiyorlar.
Liberal ve reformist burjuva yazar ve aydınların çoğunun Stalin düşmanı olduklarını biliyor ve bunun nedenlerini anlayabiliyoruz. Birinci neden; yaşam biçimleri ve buna uygun düşen düşünce tarzlarıdır. Kapitalist sistemin sömürü düzeninden nemalandıkları için düşünce biçimleri de buna uygun şekilleniyor. Bunlar, yaşadıkları gibi düşünüyorlar ve bu nedenle de, sömürü ve baskının olmadığı sosyalizmin karşısında yerlerini alıyorlar.
Bunlardan biri Murat Belge. 12.06.16 tarihli “t24”1 deki yazısında, Erdoğan’ı Stalin’e benzetmiş. Bunu tek MB yazmıyor. Bir çok sosyalizm düşmanı ve kapitalizm sevici burjuva liberal yazarlar da sık sık yazıyorlar. Kapitalist sistem içindeki faşist bir diktatörü getirip sosyalizm içine sokmaya çalışıyorlar.
Bir türlü gönülleri, Erdoğan’ı Hitler, Mussolini vb.leri ile eşleştirme pek razı olmuyor. Böylece, yeni kuşağa; Erdoğan’ın “iyi” olmadığını söylerlerken, Stalin şahsında sosyalizmin daha da kötü olduğunu anlatmayı amaçlıyorlar. Bunların, kapitalizm ile sosyalizm karşılaştırmaları ancak bu kadar basit olabiliyor. Burjuva liberal düşünce yapıları, sermayenin kanlı diktatörlüğünü eleştirmeye ulaşamıyor.
Her şeyden önce Erdoğan birine benzetilmesi gerekiyorsa, öncelikle, en yakınında ve önceli Mustafa Kemal var. Onun zamanında da tek parti (CHP) vardı. Hiç bir demokratik hak ve ortam yoktu. Ağır baskı ve sömürü koşulları vardı.
M. Kemal ile Erdoğan arasındaki fark; birinin “laik” olması diğerinin ise islam dincisi. Ama yönetme biçim ve yöntemleri aynı. Aynı kapitalist sistemin ürünleri ve yürütücüleri. Erdoğan’a “diktatör” deyip, M. Kemal’e “diktatör” dememek riyakarlıktır. Kürtlerin katledilmesi, yok sayılması, salt bugüne özgü bir olay olmayıp, bu vahşet ve inkar M. Kemal ile başlamıştır. Alevilerin ibadet yerlerinin yasaklanması ve kapatılması ve toplumun sunnileştirilmesi salt bugüne özgü siyasal gelişmeler değildir. Yine, işçi haklarının yok sayılması, sendikaların yasaklanması, hiç bir muhalif siyasal oluşuma meydan verilmemesi ve komünistlerin içeri tıkılması yeni bir olgu olmadığı bilinen bir gerçektir. Bunlar, M. Kemal ile başlamıştır. TC’nin 1925-1950 arasını ne çabuk unuttunuz! M. Kemal iktidarı döneminde, “demokrasinin vaz geçilmez kurumları” dediğiniz hangi parti (CHP dışında) vardı?
Yine benzetme konusunda daha uzağa gitmelerine gerek yok. Menderes-Celal Bayar ikilisi altındaki on yıllık yönetime bakmaları bile yeterli olur. Kutuplaştırma, islamlaştırma, Türkleştirme, azınlık milliyetlerin zorla göç ettirilmesi ve üzerlerindeki her türlü ağır baskı; tüm demokratik hak ve özgürlüklerin yok edilmesi, muhalif olanlara karşı ağır baskı koşulları, muhalif basının susturulması vb. uzayıp gider...
Bugün olduğu gübi, dün de “her mahallede bir milyonerin” (yandaş sermaye ve sermayenin merkesileştirilmesi vb.) yaratılmasına karşılık, aşırı sömürü, küçük mülk sahiplerinin mülksüzleştirilmesi, yoksulluk ve yolsuzluklar...
Bütün bunlar aynı sistem içinde, kapitalist sistem içinde olan gelişmelerdir.
“Demokrasi”cilik oynayan gelişmiş kapitalist ülkeler gelince, onlar, Erdoğan vb.lerinin yaratıcı ve besleyicileridir. Bugün, Türkiye’deki gelişmeleri Batı sermayesinin çıkarlarından bağımsız ele alamazsınız. Yine Kürdistan’ın yerle bir edilmesi, Suriye’nin talan edilmesi ve Milyonlarca Ortadoğulu halkın yaşamlarına son verilmesi, sizin çok sevdiğiniz ve sosyalizme karşı ısrarla savunduğunuz kapitalist sistemin ürünüdür. Batı’da –bugün için- Erdoğan gibi “tek kişi”2 diktatörlüğü yoktur, ama, işçi ve emekçilere karşı tekelci sermayenin diktatörlüğü vardır.
Nasıl ki Erdoğan ve daha nice faşist diktatörün yaratıcıları ve besleyicileri Batı sermayesi ise, İŞİD vb. terör örgütlerin yaratıcıları da onlardır. Ve bunların hepsi, sosyalizmin değil, kapitalist sistemin ürünüdürler. Kapitalist sistem var olduğu sürece, yukarıda sayılanların hepsi bir şekilde yaşanmaya devam edecketir. Ama, daha ağır bir şekilde olmak şartıyla yeniden ve yeniden yinelenecektir.
Liberal aydınlarımız, Erdoğan’ı eleştiriyorlar, ona karşı çıkıyorlar, ama, onu yaratan ekonomik sisteme karşı çıkmıyorlar. Sanki Erdoğan vb.leri uzaydan gelip tepeye kondu(!) Oysa bu tür soytarı kralcıkları, kapitalist sistem halkın karşısına çıkardı ve yaşadığı sürece de çıkarmaya devam edecektir.
Türk burjuvazisi, AKP iktidarı süreci içinde “altın dönemi”ni yaşıyor. Bu sözler, ülkenin en büyük tekeli Koç Holding yöneticilerinin ağzından salya gibi dökülüyor. Türk egemen sınıfların “Erdoğan severliği”, İSO’nun; “Türkiye’nin 500 büyük Sanayi Kuruluşu Araştırması”na3 kısaca göz atıldığında daha kolay anlaşılır.
Liberal aydınların “kem sözleri” sadece Erdoğan için, ama onu ayakta tutan sermaye için değil. Dilleri bir türlü sermayeyi “diktatör”, “faşist” ve “anti-demokratik” olarak adlandırmaya varmıyor.
Erdoğan’ı Stalin’e benzetmek, siyasal ve sosyal sapkınlıktır. Neden mi? Çünkü, Stalin bir komünist kişilik ve Erdoğan ise faşist bir kişiliktir. Stalin, işçi ve emekçilerin dostu ve önderi iken, diğeri ise işçi ve emekçilerin düşmanı, sermayenin ise dostudur. Stalin, yaşamı boyunca sömürü ve zulüme karşı çıkmış, kapitalizme karşı mücadele edip, sosyalizmin kurulmasında en çnde yer alan önderlerden biridir.
Uluslararası proletaryanın önderi ve ezilen halkların dostu Stalin ile Erdoğan’ı aynı kare içinde anmak bile, sapla samanı birbirine karştırmanın ötesinde bilinçli pespaye “Akit”çilik yapmaktır.
Ayrıca, karşılaştırma yapılacaksa öncelikle her iki ülkenin işçi ve emekçilerin ne gibi haklara sahip oldukları ortaya konmalıdır. Stalin öndeliğindeki SSCB’de, işçi ve emekçilerin sahip oldukları ekonomik, demokratik (siyasal ve sosyal) haklar, o güne kadar tarihte ve elbette kapitalizmin dünü ve bugününde hiç bir zaman olmamıştır. Stalin ve sosyalizm düşmanlığının nedeni de budur. Sosyalizmin işçi sınıfı iktidarı olmasındandır. Sosyalizm de işçiler ve emekçiler özgürdü. Sosyalizmde burjuva sisteminin yalakaları liberallere de yer yoktu. Sosyalizm, burjuva liberallerin tahayyüllerinbin alamayacağı kadar özgürlükler sistemidir.
Erdoğan’ın başında bulunduğu ülke halkının durumunu ise burada yeniden tekrarlamaya gerek yoktur. Sıradan faşist bir kişiliğin temsil ettiği bilinen sıradan faşist bir düzen. Türkiyeli işçi ve emekçilerin yaşam koşulları ise ortadadır. Uluslararası İşçi Sendikaları Konfederasyonu (ITUC) tarafından yayınlanan, “Global Haklar Endeksi Raporu 2016”ya göre, “Türkiye, çalışanlar için dünyanın en kötü 10 ülkesinden biridir.”4
“Tek kişi” diktatörlüğüne ve “faşizm”e karşı çıkışta tutarlı olmak için, öncelikle bunları yaratan ekonomik ve sosyal sisteme köklü bir şekilde karşı olmak gerekir. Kapitalizme karşı çıkmadan, onun kaçınılmaz doğal siyasal biçimlerine karşı çıkmanın tutarlı bir siyasal duruş olmadığı açıktır.
Stalin düşmanlığı, sosyalizm düşmanlığıdır. Bu belgeli ve tarihsel bir gerçekliktir. Kapitalizmin dünyayı nasıl bir cehnneme çevirdiğini unutturup, Stalin şahsında sosyalizm düşmanlığı, belki bir süre işçi ve emekçilerin kafasını karıştırabilir. Ama, bir Arap Atasözünün söylediği gibi: “Hava kapalı diye yıldızların yok olduğunu sanma.” Bugün, gökyüzü kapitalist sistem tarafından iyiyce sislendirilmiş, ancak bu koyu sisli hava, işçi sınıfı ve onun sosyalist iktidar gerçekliği ve onun gelecek oluşu gerçeğini ortadan kaldırmaya yetmiyor.
“Yetmez ama Evet”cilerin, Stalin gibi birini eleştirme haklarının olmadığı, bugün yaşanılanlardan dolayı açık değil mi? Erdoğan gibi bir faşist kişiliği halka şirin gösterenler başta onlardı. Komünistler değildi. Komünistleri “ütopyacı” kendilerini ise “gerçekçi” diye adlandıranların, gerçekleri Erdoğan ve Türkiye’nin geldiği bugünkü noktadır.
Ayrica, Stalin konusunda aydınlanmak istiyorlarsa, onlara yardımcı olunabilinir: Öncelikle, “Kapitalizmin Kara Kitabı”5, “Kuruşçev’in Yalanları”6 ve “Sovyetler Birliği Hakkında -En Çok Söylenen- Yalanlar ve Gerçekler-, Mario Sousa7 ve “Sovyetler’e karşı Büyük Komplo”yu8 okumları yeterli olur.
1 Bkz. T24.com.tr
2 (bu tanım gerçeği yansıtmıyor, doğrusu sermayenin faşist diktatörlüğüdür)
3 Bkz. iso.org.tr : “Türkiye’nin 500 Büyük Sanayi Kuruluşu-2015”
4 www.diken.com.tr/ 17.06.2016. (Dünyada çalışanlar için en kötü durumda olan 10 ülke ise Belarus, Kamboçya, Çin, Kolombiya, Guatemala, Hindistan, İran, Katar, Türkiye ve Birleşik Arap Emirlikleri oldu.)
5 Kapitalizmin Kara Kitabı, Evrensel Basım
6 Huruşçov’un Yalanları, Yordam kitap
7 Bkz. Cafrande.org. 23.08.2010, ayrıca, Vikisosyalizm
8 Michael Sayers- Albert E. Kahn, “Sovyetler’e kKarşı Büyük Komplo 1917-1947”, Yurt Yayınları

Yusuf Köse
Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.
http://yusuf-kose.blogspot.com/
Son Haberler
Sayfalar

Fransa’da El Freni Çekildi! İşe Yarar Mı?
Avrupa Birliği üyesi 27 ülkede 720 sandalyeli Avrupa Parlamentosu (AP) seçimleri, 6-9 Haziran tarihleri arasında yapıldı. Almanya, İtalya ve Fransa’da aşırı sağ olarak tanımlanan faşist hareket ciddi anlamda sandalye sayısına ulaştı. Böylelikle merkez sağla birlikte faşist hareket AP’deki en büyük grup olarak yerini korudu.
Seçimlerin yankısı ve sonuçları ciddi anlamda tartışmaları doğurdu. AP’ye Almanya’dan sonra sağcılar adına en fazla vekil gönderen Fransa, tartışmaların girdabından çıkıp erken seçim hamlesi ile sarsıntıyı giderme yoluna gitti.

Mevcut koşullarda devrimci siyasal mücadelenin öne çıkan toplumsal dinamikleri (3)
Devrimci siyasal mücadelenin genel olarak nesnel zemini, sosyal devrimleri de olanaklı kılan nesnel zemin ile, aslında ortak paydalara sahiptir. Emperyalist- kapitalist barbarlığın hüküm sürdüğü ve kendisinin doğrudan var ettiği her bir antagonist çelişme ve sorunların giderek daha bir keskinleşerek; ulusların, halkların ve doğanın yaşamını kâbusa çevirip, geleceklerini ciddi şekilde riske soktuğu şu süreçte, gerek özel olarak Türkiye ve K.

Mevcut koşullarda devrimci siyasal mücadelenin öne çıkan toplumsal dinamikleri (2)
Somut özgülün realitesi içerisinde devrimci siyasal mücadelenin etkili ve sonuç alıcı kazanımlara dönüşerek yürütülebilmesi için gerekli olan bir diğer öncelikli koşul ise; elbette ki bu mücadelenin, küresel ve yerel zeminde, toplum gündemini doğrudan ilgilendiren ve de ilgilendirecek olan sorunlar üzerinden ele alınarak yürütülmesidir.

Halkların İhanetçilerden Çektiği (Nubar Ozanyan)
Zulmün gölgesinde yaşam bulmaya çalışırken karanlığın sadece gece gelmediği, güneşin altında da gelip halkları bulduğu katliamlar birçok halkı nefessiz bırakmaya çalışmıştır. 1915 Ermeni Soykırımı boyunca başta Asuri, Süryani, Pontus halkı olmak üzere Êzîdî ve Kürt halkı da büyük trajediler yaşamıştır. Bugün Türk faşizmi eliyle Başûr Kurdistan’ında gerçekleşen işgal ve ilhak saldırılarında Kürt halkıyla birlikte Asuri-Süryani halkı da tanımsız acılar yaşamaktadır.

Türkiye’de Ermeni bir devrimci militan: Haldun Karyol (MEHMET GÜNEŞ)
Haldun Karyol, asıl adıyla Harutyan Karyolacıyan, kadim dostum, 8 Temmuz günü aramızdan ayrıldı. Haldun bir Ermeni’ydi ama her şeyden önemlisi Türkiye’de yetişmiş, ender görülebilecek, kendine has eylemci bir devrimci militandı. Onu ender ve ebedi kılan hikayesini bilmek ve öğrenmek, bugün Türkiye’de devrim mücadelesine baş koymuş her militanın hakkı. O yüzden, Haldun’u yakından tanıyan biri olarak, onu anlatmayı devrimci bir görev olarak üstleniyorum.

Mevcut koşullarda devrimci siyasal mücadelenin öne çıkan toplumsal dinamikleri (1)
Nasıl ki genel siyasal mücadele ve siyaset ediş tarzı, küresel ve yerel bazdaki ekonomik, politik, eğitsel, askeri, kültür-sanatsal, çevresel-iklimsel, ezen-ezilen cins, inanç ve etnik sorunlar yekûnu olan toplumsal dinamikler zemini üzerinden kendisini var edip sürdürüyorsa; birebir aynı şekilde, devrimci siyasal mücadele ve siyaset ediş tarzı da aynı küresel ve yerel toplumsal dinamikler üzerinden kendisini var edip sürdürmesi gerekiyor. Normal ve de olması gerekendir bu.

Küçük bir damla ile fırtınayı başlatanlar (Nubar Ozanyan)
Aradan 12 yıl geçti. Etki gücü Ortadoğu’ya yayılan 12 yaşında genç bir devrim yaşıyor adına Rojava denilen topraklarda. Derin yoksulluk, bitmeyen zulümle terbiye edilip cehenneme çevrilen Ortadoğu’da Rojava, bir özgürlük adası gibi duruyor.

Türk Faşizmi EURO 2024’te Sahaya İndi
İki yılda bir Avrupa Futbol Federasyonları Birliği (UEFA) tarafından organize edilen Avrupa Futbol Şampiyonası, bu yıl EURO 2024 olarak Almanya’da düzenlendi.

Kapitalist Toplumsal Bir Kırılma ve Yeniden Tarihi Yeni Bir Toplumsal Süreç
Kapitalist emperyalist sistem, önceki bunalım ve çelişmelerinden farklı olarak,, kendisinin taşıyamayacağı ve çözemeyeceği sistem içi yapısal ekonomik ve siyasal çelişmeler ile karşı karşıya kaldığı bir sürecin içine girmiştir. Bir taraftan yeni emperyalist ülkelerin ortaya çıkışıyla (ki, bu; kapitalizmin ala bildiğine gelişmesi, genişlemesi, üretimin ve sermayenin alabildiğine temerküzü ve de mülksüzleştirenlerin mülksüzleştirilmesi sürecinin de ilerlediği anlamına gelir) kendini yeniden üretemez olan bir sürecin içine girmiştir.
Bunların neler olduğunu kısa olarak açalım:

Prof. Dr. Korkut Boratav CHP’den Sermaye Sınıfıyla Hesaplaşmasını İstiyor...
Marksist iktisat Profesörü Korkut Boratav, gazeteci İrfan Aktan’a verdiği mülakatta, sürece ilişkin gerçekten de çok değerli ve devrimci sol-sosyalist ve komünist politik öznelerce dikkate alınması gereken çok önemli siyasi ve iktisadi analizler yapıyor, saptamalarda bulunuyor.
Örneğin kendisine sorulan şu soruya verdiği yanıtta olduğu gibi:
“Yoksulların, alt sınıfların bu kadar derin bir kriz yaşadığı dönemde nasıl oluyor da ideolojik hegemonyayı yine de iktidar sağlayabiliyor ve buna karşı güçlü bir sol alternatif çıkmıyor?” (abç)

Yağma ve Talan Cumhuriyeti (Analiz)
Geçtiğimiz haftalarda Kayseri’deki pogrom girişimiyle başlayan ırkçı ve mülteci düşmanı saldırılar Antalya, Antep, Urfa, Hatay, Bursa, İstanbul gibi şehirlerde de kendisini göstererek göçmenlere ait işyerlerinin ve malların yağmalanmasına, yakılmasına ve çok sayıda göçmenin yaralanmasına, hatta Antalya’da göçmen bir gencin öldürülmesine neden olmuştur.
Bir çeşit günah keçisine dönüştürülen göçmenlere karşı yükselen bu dalga görünen o ki daha çok olaya ve şiddete gebe bir yerdedir.