Perşembe Nisan 17, 2025

Hrant Dink’i Ermeni Soykırımının 100. Yıl Dönümünde Anmak!

Anadolu halklarının bin yıllık düşünün, kardeşliğin sesiydi o. Özgürlüğün sesiydi. Ve karanlığın efendileri, 19 Ocak 2007’ de, güpegündüz yol üstünde öldürdüler onu. Ölümüyle bile ses oldu, göz oldu, dil oldu. Ölümüyle bile yürek oldu. Nice yıllar geç- ti aradan, adalet görünmedi şafakları ay- dınlatmak için. Sürüp giden mahkeme bir komediye dönüştü. Tetiği çeken yakalanıp, yaşı küçültülerek çocuk suçlu uygulaması- na sokularak cezalandırılsa da, cinayeti organize edenler, henüz özgür.

Hrant Dink 19 Ocak 2007’de katledildi. Hrant Dink’in katledilmesinin üzerinden tam 8 yıl geçti. Bu katliamın politik ve tarihsel nedenlerini kapatmak için Türk devleti adeta meseleyi basit bir krıminal olaya çevirmeye çalıştı. Bugünden geriye doğru baktığımız da Hrant Dink davasının ele alınışı tam anlamıyla geleneksel Türk devlet yapısını karakterize etmektedir. Hrant Dink’in katledilmesi adeta egemen sınıfların bir biriyle olan kavgasının bir argümanına dönüşmüş durumda. Bu ele alış, mesele üzerinde zengin bir manipülasyon ve kafa karışıklığı yaratma zemini de oluşturmaktadır.

Devletin Ermeni Düşmanlığına Eklediği Son Halka: Hrant Dink!

Hrant Dink’in katledilmesinde en küçük bir gizlilik kuralı dahi yoktu. Hatta ortaya çıkan telefon kayıtlarında güvenlik yetkilileri tetikçinin teslim olma biçiminin ve öldürmenin bu şekilde olmayacağını dahi ifade etmektedirler. Bu “operasyonun” Talat Paşa suikastı gibi olması tasarlanmıştı. Suikastçı Hrant’ı yakın mesafede tam ensesinde vuracak ve vurduğu yerde teslim olacaktı. Ama öyle olmadı. Mesaj bu şekilde eksik ve sınırlı verilmiş oldu. Kısa zamanda tetikçi ve onun dar çevresi gözaltına alındı ve tutuklandı. Dönemin yetkilileri bunun milli bir duyarlılıkla bir grup gencin işi olduğunu apar topar ifade etti. Ama bununla yetinilmedi Ogün Samast’ın bir yanında asker diğer yanında polisle ellerinde Türk bayrağı ile çektirilen fotoğraf ve “vatan toprağı kutsaldır kaderine terk edilemez” arka fonlu bir başka fotoğrafta medyaya servis edildi. Böylece Hrant’ın katledilmesine dair tarihsel ve politik mesajların ilki verilmiş oldu.

Suikastın oluş biçimi, nedenleri ve genel panoraması çok açık ve nettir. Hrant’ın katledilmesi noktasında tüm devlet kademesinde zımni bir mutabakat sağlanmıştır. Bu katliam için politik iklimi bizzat meclisteki faşist partiler ve onların medyası yaratırken, tetiği çekmeye dünden hazır olan Özel Kuvvetler soyunmuş ve onları pusuya düşürmek için hazır bekleyen dönemin Hükümeti ve onun içindeki tüm klikler de buna göz yummuştur. Böylece devletin bir kliğinin tetikçiliğine diğer kliği nezaret ederek katliam gerçekleşmiş oldu. Kuşkusuz bu katliam devletin yeniden kendini organize etmesi için sürdürdüğü arayışın oluşmasında ciddi bir politik iklim de yarattı. Bu iklimin oluşması için AKP ve Gülen Cemaati’nin özel ve sinsi bir çabası ve planı olduğundan hiç kuşku duymamak lazım.

Devlet Kendini Restore Ederken Yine Ermeniler Kullanıldı!

Hrant’ın ölüsü klik kavgalarında bir manivela olmuş Türk egemenleri tarafından pinpon topu gibi oradan oraya geçen bir oyuna çevrilmiştir. Bu durum hala devam etmektedir. Düne kadar Ergenekon bağlantıları öne çıkarken, bugün “paralel yapı” polisleri ile bağlantılandırılıyor. Tetikçiler dönemin ruhu neyi gerektiriyorsa ona göre ifadeler verecek şekilde yönlendiriliyor.

Hrant’ın katledilmesinden hemen sonra AKP’de temsiliyetini bulan kliğin uzun soluklu ön çalışmasını yaptığı Ergenekon operasyonları ile TSK’nın dizayn edilmesi zemini yakaladığı görülmüştür. 4 Mayıs 2007’de dönemin genelkurmay başkanı Yaşar Büyükanıt ile Tayyip Erdoğan ünlü Dolmabahçe görüşmesini gerçekleştirir. Bu görüşmede ne türden pazarlıklar yapıldığı bir sır gibi gözükse de gelişmeler bunu bir sır olmaktan çoktan çıkartmıştır. Bu görüşme sonrası Hrant Dink davasının seyrinin değiştiği, savcıların meselenin arka planını açığa çıkarma iştahlarının birden sönümlendiği de bilinmektedir. Genel kanı Ergenekon operasyonlarına dair kapsam ve boyutun tartışıldığı ve ortak bir çerçeve oluşturulduğu yönlüdür. Tayyip Erdoğan’ın Hrant Dink’in katledilmesi üzerinden özel kuvvetlerin kalbine kadar inileceğine dair tehditler savurduğunu düşünmemek için hiçbir neden yoktur. Yapılan anlaşmanın devletin yeniden yapılandırılması ve bunun olabildiğince yumuşak olması eksenindedir. Hrant Dink’in katledilmesinin bu noktada güçlü bir araca dönüştürüldüğü de açıktır. Ancak olan şey yeniden yapılandırmada yakalanan ortaklık karşısında Hrant Dink’in katledilmesinin olabildiğince üstünün örtülmesi ve sığlaştırılması olmuştur. Devlet aklı ve onun tarihsel-politik çıkarları devletin yeniden restore edilmesinin daha az şiddetle gerçekleşmesinde uzlaşmıştır.

Türk Devletinin Siyasal Gericiliğinin Harcındaki Kan!

 Bugün şu tarihsel analojiyi (benzerliği)   yapabiliriz. 1915 Ermeni soykırımı tekçi, faşist uluslaşma sürecinin ilk, en kanlı, vahşi aracı olarak kullanılmıştır. Ermeniler bire kadar kırılmış ve homojen Türk uluslaşma serüveninin önündeki en önemli engellerden biri kaldırılmıştır. Aynı süreçte Ermeni toplumu ile yakın ilişkileri olan Süryani, Nasturi ve Asuri topluluklarda benzer bir soykırım politikasına uğramıştır. Devamı ise kesintisiz sürmüştür. Önce Pontus-Rum toplumu “ulusal bağımsızlık mücadelesi” adı altında katliama tabi tutulmuş, sonrasında mübadele adı altında Rumlar topraklarından sürülmüş ve Müslüman olmayan topluluklardan arındırılmıştır. Türk uluslaşması bu harcına Kürt ulusunun canı ve kanını da tarihsel süreç içinde eklemiştir. Genç cumhuriyet siyasal gericiliğini ve toplumsal yapının şovenleşmesinde doymak bilmez iştahını sürdürmüştür. Bir avuç Müslüman olmayan topluluklara karşı katliam, sürgün işkence politikasını; Varlık Vergisi, 6-7 Eylül olayları ile devam ettirmiştir. Türk devleti bir nevi faşist kimliğinin harcını bu soykırım üzerinden inşa etmiştir. Bunu sonrasında da Türk olmayan tüm toplum katmanlarına karşı kararlı bir şekilde sürdürmüştür. Evet AKP ile devletin yeniden organize edilmesi sürecinde bu defa yine mazlum Ermeniler bir manivela olarak kullanılmıştır. Bu defa kurban olarak, zaten “numunelik” düzeyde bulunan Ermenilerin en güçlü temsilcisi seçilmiştir.

Kesinlikle şunu söyleye biliriz: Hrant Dink’in katledilmesi Ermeni soykırımının tarihsel ve politik bir devamı niteliğindedir. Bu yanıyla Ermeni soykırımı sadece tarihsel haksızlık sınıflandırmasına sokulamayacak kadar güçlü siyasi ve sosyal etkilere sahiptir. Hrant Dink’in katledilmesi ise Ermeni soykırımının tarihsel bir haksızlıktan öte devam eden bir politik süreç olarak açığa çıktığı bir gelişme olmuştur. Toplumsal ve siyasal yapının şekillenmesinde, kendini yeniden üretmesinde ve ulusal barışın sağlanmasında önemli bir unsur olarak görülmelidir Ermeni meselesi. Siyasal rejimin faşist karakteri, toplumsal yapının şoven niteliğinde en etkili sosyal-politik meselelerden birisidir. Hrant Dink’in katledilmesi en başta bunun en açık ve berrak göstergesi olmuştur.

Mazlum Ermeni ulusuna ve halkına yönelik Osmanlı’dan cumhuriyete uzanan bir katliam, baskı ve sindirme politikası uygulanmıştır. Hamidiye Alayları’nın kılıçlarından, onlarca Ermeni devrimcinin darağaçlarında sallandırılmasına, 1915’de organize ve planlı soykırıma uzanan bir katliam ve imhaya tabi kalmıştır. Bununla sınırlanmamış Ermeni olmanın suç olduğu, toplumsal yapıda küfür sayıldığı bir ideolojik ve politik düşmanlık kültürü de oluşturulmuştur. Toplumsal yapıdaki en gerici, en bağnaz, en aşağılık şovenizm bu kimliğe düşmanlık üzerinden üretilmiştir. Hem en barbar katliamlara maruz kalmış hem de ulus kimliği hala aşağılanan bir haksızlığa uğramıştır.

Tarihsel Haksızlık Yanında Güncel Politik Bir Mesele Olarak Ermeni Meselesi!

Türkiye devrimci hareketinin komünist önderi, İbrahim Kaypakkaya yoldaş devrim  cephesinde bu haksızlığa ve gericiliğe karşı güçlü bir karşı çıkış ve tarihsel bir tavır alarak sorunun toplumsal ve tarihsel önemine dair bir kavrayış oluşturmuştur. Bu konumlanış mazlum Ermeni halkının evlatlarında da yankısını bulmuştur. Uğradıkları  tarihsel haksızlığa karşı öfkelerinii komünist çizgiyle kaynaştırarak Kaypakkaya çizgisinde örgütlenmişlerdir. Armenak Bakırcıyan (Orhan Bakır), Nubar Yalım, Manuel Demir gibi Ermeni Komünist ve devrimciler bu çizginin yönelimine girerek Komünizm ve devrim davasında şehit düşmüşlerdir. Bunun yanında birçok Ermeni, Kaypakkaya çizgisinde örgütlenmiş ve sınıf mücadelesine katılmıştır.

Hrant Dink’te bir dönem Kaypakkaya çizgisine yönelmiş ve onun bir parçası olmuştur. Hrant Dink son dönemlerinde bu meseleyi ele alırken sorunun tarihsel haksızlık içeren karakterini ve bu bağlamda hesaplaşılması gereken yanını tamda komünist çizgiden beslenen demokratik bir tutumla ortaya koymuştur. O sorunu salt Ermeniler cephesinden değil, Türk toplumsal yapısının şovenizmden ve gericilikten arınması temelinde ele almayı tercih etmiştir. Bu tutumu ve yaklaşımıyla  önemli bir  değere de sahiptir bizim açımızdan.

Ermeni soykırımına yaklaşım sadece tarihsel bir haksızlık olarak ele alınıp “kınanacak” bir olgu değildir. Aynı zamanda egemenlerden hesap sorulacak, toplumsal yapının genlerine kodlanmış şovenizmden arınmada mücadele konusu yapılacak özgül ağırlığı olan bir meseledir.

Soykırım ve Hrant Dink’in katledilmesi arasında ki bu tarihsel ve politik bağ devrimci, demokrat ve komünistler tarafından görülmeli ve tutum alınmalıdır. Hrant Dink’in katledilmesi aynı zamanda soykırım karşısında,  Türk egemen sınıfların güncel politik bir duruşununda ifadesi olarak görülmelidir.

Soykırımın 100. Yıl dönümüne girilirken bu soykırımı inkar ve yok saymakla sınırlı kalmayan Hrant’ın katledilmesinde görüldüğü gibi bu suçun devam ettirilmesinde ısrar eden bir Faşist Türk egemen zihniyeti vardır. Hrant Dink’in katledilmesinin hesabını sormak, devletle bu eksende hesaplaşmak bunun mücadelesine tutuşmak aynı zamanda Soykırımla hesaplaşmak anlamına gelmektedir. Hrant Dink’in katledilmesi bu açıdan sıradan değil, yüzlerce yıllık tarihi arka planı olan bir düşmanlığın ve sorunun devamıdır.


84637

Hamas[1] -siyonist İsrail devleti denkleminde gazze'deki soykırım:

Açıklanan rakamlar muhtelif olsa da 7.Ekim.2023 ile 30.Mayıs.2024 tarihleri arasında, ezici çoğunluğu çocuk ve kadın olmak üzere, toplamda 36 bin Filistinli hunharca katledilmiş durumda. Yaralı sayısının 80 bini aştığı ve keza binlerce kişinin akıbetlerinin bilinmediği söylenmekte.

Yirmi saplı ilmik (Nubar Ozanyan)

Zulmün sınırının ve çapının olmadığı, çığlığın ve yüksek sesle ağlamanın yasak olduğu topraklarda yaşıyoruz. Ermeniler, Kürtler, Aleviler geçmişte yaşadıklarının yaslarını tutmaya vakit bulamadan daha kapsamlı acıların içine itiliyorlar. Diktatörler bir yandan halkların bembeyaz barış sayfalarına zulümlerini kara kalemle yazarken diğer yandan yaptıkları kötülüklerin ve işledikleri cinayetlerin unutulması ve bir daha hatırlanmaması için ellerinden gelen her şeyi yapmaya çalışıyorlar. Halkların hafıza ve belleklerini silerek sahte bir tarih yazımıyla kirletiyorlar.

Emperyalizm Üzerine Notlar-3

Emperyalizm, Bağımlılık ve Eşitsiz Gelişme

 

Soru 3:

Türkiye Mali olarak ABD ve AB Emperyalistlerine Bağlıdır

Cevap:

Türkiye'nin mali olarak, mali olarak daha güçlü emperyalist ülkelere ihitiyaç duyduğu hatta bağımlı olduğu bir gerçektir. Ancak bu bağımlılık, bir yarı-sömürge ya da bağımlı ülke bağımlılığı gibi olmayıp, finansal olarak daha büyük olmamasıyla ilgilidir.

Bir Kez Daha: Tehlikenin Farkında mıyız?

Bundan kısa bir süre önce, Erdoğan iktidarının; “Türkiye Yüzyıl Maarif Modeli” ile teşebbüsüne soyunduğu stratejik hamlenin Türkiye ve K. Kürdistan toplumu açısından nasıl ve ne türden güncel bir tehlike ve tehdit oluşturduğuna dair kısa bir yazı paylaşmıştım.

Ermenistan’da Tavuş Hareketi Üzerine

Ermenistan Apostolik Kilisesi Tavuş İdari Başpiskopos’u Bagrad Galstanian önderliğinde başlatılan sivil itaatsizlik gösterileri, halkın yoğun katılımı ile devam ediyor. Ermenistan’a ait dört köyün, Azerbaycan’a iade edilmesi bardağı taşıran son damla oldu. Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan’ın derhal istifa etmesi isteniyor. 4 Mayıs’ta başlayan gösteriler, yol güzergahı üstünde bulunan Lori, Sevan, Geğarhunik… şehirlerinden halkın yoğun katılımı ile Yerevan’da sonlandırıldı. 26 Mayıs’ta Cumhuriyet Meydan’ında düzenlenen miting ile yüz binlere ulaştı.

“CHP’yi demokrasi cephesıne katılmaya zorlama” yaklaşımları üzerine - 2

Sol-sosyalizm adına adeta akıllara durgunluk veren yaklaşım örnekleri bu saptama ve belirlemeler. Yani sanki de CHP işbirlikçi tekelci burjuvazinin temsilcilerinden ve T.C Devleti’nin koruyucu-kollayıcı ana güçlerinden olan bir sosyal demokrat parti değil de sol, sosyalist veya halkçı bir partiymiş gibi tenkit ve değerlendirme konusu yapılıyor. Hal böyle olunca da burada kusur, varlık nedeni gereğince davranan bir sosyal demokrat partinin değil; sosyal demokrat partiye, sahip olmadığı/olamayacağı payeleri yükleyen yaklaşımların olur doğallığıyla.

İdeolojik Netlik ve Örgütlülük

Günümüzde özgür bir geleceğe doğru yapılacak her hamle, sınıf bilinçli bir duruşu ve buna uygun bir örgütlülüğü zorunlu kılar. Tüm bunlar da yoğun bir emeği ve fedakarlığı gerektirir. Sınıf bilincinden yoksun, kendiliğinden hareketlerle köklü değişimlerin-tarihsel kopuşların yaratıcısı olunamaz. Proleter ideolojiyle donanmış partilerin tarihsel misyonu tam da burada ortaya çıkıyor. Yine partisiz-örgütsüz bir duruşla özgür bir geleceğe dair hesaplar yapılmaz.

AKP-MHP FAŞİST DİKTATÖRLÜĞÜNÜN K. KÜRDİSTAN’DA FİİLİ OLARAK UYGULADIĞI, SÖMÜRGE SİYASETİDİR.

Sömürge siyasetinin en belirgin özelliği, yerel halkın iradesinin gasp edilerek, yok sayılmasıdır. Bunun yerine, sömürgeci merkezi yönetimin doğrudan kendi memurlarını oraya yönetici olarak atamasıdır. Bunun adı bir dönem OHAL Valisi, sıkıyönetim komutanı, bölge müsteşarı oluyorken; bugün de Kayyum belediye başkanı, muhtar vs. vs. oluyor.

Günümüz koşullarında sömürge veya ezilen bağımlı uluslara, azınlıklara, baskı altındaki inançlara ve ezilen cinse karşısömürge siyasetinin aldığı biçim; aleni bir şekilde, koyu faşizmden başka bir şey değildir.

Piroğlu Ecevit (Nubar Ozanyan)

Özgürlük uğruna bedeni ölüme yatırarak bir mevsim aç kalmak… Onurlu ve özgür bir yaşam için kendisine ait olan her şeyi feda etmek. Budur, özgürlük mahkumlarının hikayesi! Dünya ve ülkemizin zindan direniş tarihi buna fazlasıyla tanıktır. Amed zindanından Metris zindanına uzanan direniş tarihi fazlasıyla buna tanıktır. Kolay mı saatlere günlere aldırmadan her gün herkesin gözü önünde santim santim erimek; yaşamın nimetlerine dokunmadan açlığa yatmak… 120 günden daha fazla süren bir direnişi sürdürmek; düşünmek ve hayal etmek bile insanı ürkütüyor.

ABRÜST - leylekler getirdi kız... leylekler...

"Sol Kal Sol Yaşa"

Sol tatile  gitmişken...

Toplumsal yapı da; bir an bile parlamentarizmi savunmakta vazgeçmediğini ilan eden her insan ve siyasi yapı da ağır  saldırılara maruz kalıyorken...

seçimlerle  siyaset yapmak istiyen  devrimcilerde proletaryaların her geçen  gün ağırlaşarak hissettiği  solcusuzluğa  karşı da proletaryanın karşısına umut olma uğruna olsa da "Sol Kal Sol Yaşa" diyerekte çıkamıyorken...

fırsatta buyken... fırsatta buyken... 

yazın gitsin kız... yazın gitsin...

abrüst... falan filan...

sanat da diyin gitsin.

Zap’a bomba Colemerg’e kayyum (Nubar Ozanyan)

Türk patronlarının ve generallerinin Kürt ve emek düşmanlığı kapsamlı ve planlıdır. Sınırlı bir zaman ve belli bir dönemle sınırlı değildir. Süreğendir. Demokrasiyi gerçekte değil sözde bilir. Uygulamada değil yasalarında yazılı haliyle tanır. Ki bunu bile kaale almaz. Tarihten günümüze dek en iyi yaptığı şey işgal ve Türk olmayan halkların canını almaktır. Emek ve topraklara konmaktır. En iyi bildiği ise “Yakma-Yıkma-Çökme”dir. İkiyüzlü ve sahtekâr olduğu kadar kinci ve intikamcıdır.

Sayfalar