KÜÇÜK BURJUVAZININ SEFIL HALLERI
9-10 Haziran tarihleri arasında 7. Kongresinin yapan ÖDP, kuruluşunda ki felsefesini koruduğunu bir kere daha ilan etti. Soruna ÖDP’nin sınıfsal yapısından bakınca, bundan başka farklı bir şey de beklemek saflık olurdu. Çok iddialı bir şekilde kongre yapan ÖDP, yaşanan gelişmelerden doğru dürüst bir dersler çıkarabilirdi. Ne var ki, küçük burjuvazinin yaşı ilerledikçe akllanıp sınıfsal yapısını terk etmiyor. Aynı düşünce yapısı gençliğinde neyse, yaşlılığında da o oluyor. Burada ÖDP’nin savunduğu görüşlerinin ayrıntısına girmeyeceğim. Bir kaç noktaya vurgu yaparak, küçük burjuvazinin bir elinin büyük burjuvazi de oluşunun resmini çizmeye çalışacağım. ÖDP’nin Kürt Ulusal Sorununa Yaklaşımı:ÖDP’nin parti programına bakıldığında, bu konuda pek bir gelişme olmadığı hemen görülecektir. Yani, Kürt ulusunun kendi kaderini tayin hakkı yerine, Kürt ulusuna “birlikte yaşamak” dayatılmaktadır. Alper Taş’ın Kongre konuşmasında da yeni olan bir şey yok. O, sosyal şoven görüşlerini bir kere daha vurguluyor ve Kürt ulusuna; “ya birlikte oluruz ya birlikte” diyerek başka bir seçenek olmadığını söylemeye çalışıyor. O konuşmadan bir örnek:“Biz Kürt kardeşlerimizle eşit ve özgür bir birlik temelinde bir arada yaşayabiliriz. Kürt kardeşlerimizin dil, kimlik, kültür talepleri ve bunların anayasada güvence altına alınması insani ve demokratik bir taleptir. Bu talepler karşılandığında ülkemiz bölünmez, daha da zenginleşir, daha da birleşir.” (açYK) Marksist-Leninist-Maoistler açısından ulusal sorunun çözümü açıktır. Ulusların kendi kaderini tayin hakkını kayıtsız şartsız tanımak ve savunmak. Bunu savunmayan Marksist olamaz. Olsa olsa iyi bir soyal şovenist olur. “Ülkemiz bölünmez” diyerek yola çıkan ÖDP, de sosyal şoven görüşlerini Kürtlere dayatmaktadır. Aklına , Kürt ulusunun ayrılma, ayrı devlet kurma ve Türklerden ayrı olarak yaşamak isteyeceklerini getirmiyor, getiremiyor. Türk egemen sınıfları da “kardeşlik”, “bölünmez bütünlük”, “birarada yaşam” vs. üzerine bolca nutuklar atıyorlar. Ne zaman ki, Kürtlerin ayrılma hakkı olduğu savunulduğunda, bunu savunanlara karşı vahşice saldırıyor. Kürtlerin üzerine ise bomba yağdırıyor. Egemen burjuva “kardeşliği” bu olsa gerek! ÖDP, geldiği (Dev-Yol) köken olarak da, hiç bir zaman ulusal sorunu MLM temelde ele alamadı. Sosyal şoven yanları ağır bastı. “Vatan bölünmez” noktasında burjuvazi ile yan yana yürümekte bir sakınca görmedi, göremedi. Kürtlerin ayrı devlet kurma hakkını açıktan savunmadı, savunamadı. Ülkemiz de ulusal soruna yaklaşım her zaman önem taşımıştır. Çünkü Türkiye çok uluslu bir ülkedir. UKKTH savunmayan demokrat dahi olamaz. Ülkemiz özgülünde Kürt ulusunun ayrılma ve ayrı devlet kurma hakkını savunmayan bir siyasal yapının demokratlığı dahi sorunludur. “Ulusal haklarınızı anayasayla güvence altına alacağız, aman ayrılmayın” demek, ulusal sorunun çözümü olamaz. Bu tek taraflı bir yaklaşımdır. Daha doğrusu egemen ulus bakışlı bir yaklaşımdır. Doğrusu; ezilen ulusun, kendi kaderini özgürce tayin etmesidir. Bu, ister ayrılma yönünde olsun, isterse birlikte yaşama yönünde olsun, Marksistler, bu hakkı kayıtsız şartsız savunur ve savunmalıdır da. Ayrılmasını eleştirebilirsiniz, ama, eleştirinin ötesine geçemezsiniz. Özellikle bugün, Türk sosyalistleri ve komünistleri, Kürtlerin ayrılma hakkını daha gür bir şekilde haykırmalı ve savunmalıdır. Kürt ve Türk işçi ve emekçileri arasında ki sınıf bağının güçlenmesi burdan geçer. Sosyal şoven yaklaşımlar, sınıfın birliğine zarar verir ve veriyor da. ÖDP’nin Kürt Ulusal Hareketi’yle fazla birlikte hareket etmemesinin bir nedeni de, sosyal şoven bakış açısının içinde saklıdır. Bir taraftan “Türkiye Meclisi Kuralım” diyerek herkese çağrı yapan ÖDP, DHK’’inden (Demokratik Halklar Kongresi) uzak kaldı. Oysa, reformsit bir dünya görüşüne sahip olan ÖDP, aynı reformist taleplerle yola çıkan DHK’ya ortak hareket edebilirdi. CHP’ye Uzatılan Kardeşlik EliKürt ulusal hareketinden esirgenen “kardeşlik eli”, CHP’ye rahatlıkla uzatılabiliyor. ÖDP, kendi içinde tutarlı hareket ediyor. Ulusal sorunda sosyal şovenist bir yaklaşımın siyasal kökleri, kemalizme bakış açısında ve doğal olarak onun uzantısı egemen sınıf partisi CHP’ye bakış açısının içinde vardır. A.Taş, konuşmasında; “Yerel seçimlerde geniş bir işbirliği ile AKP geriletilebilir. Dikkat edin, biz CHP’yi eleştirmiyor, hedef almıyoruz. Çünkü şimdi asıl sorunumuz bu iktidar ve onun uygulamaları. Biz bu kongremize CHP’yi davet ettik.” “Asgari düzeyde de olsa eşitlikçi ve özgürlükçü bir yerde durursa, Kürt muhalefetini dışlamayan bir tavır alabilirse, en azından Ankara ve İstanbul’da üzerinde anlaşılan adaylarla yerel seçime gidilebilir. İzmir zaten CHP’nin. Ama Ankara ya da İstanbul’u almak AKP’yi ciddi ölçüde gerileten bir adım olacaktır” (Birgün Gazetesi, 08.06.12, A gazeteci L. Doğan Tılıç’ın A. Taş’la yaptığı roportaj’dan) Alıntıda da görüldüğü gibi, A. Taş, CHP’yi yerel seçimlerde desteklemek amacında. Onunla işbirliğinden yanalar. Aslında bu yaklaşım, CHP’ye nasıl baktıklarını ortaya koyuyor. Onu “ilerici” bir parti olarak değerlendirdikleri ortaya çıkıyor. Bu, aynı zamanda, küçük burjuvazinin kendine güvensizliği, sıkça tekrarladıkları “kitlelere güvenin”in tersine, işçi ve emekçilere güvenmediklerinin bir göstergesini de oluşturur. Burada CHP’nin niteliğini anlatmayacağım. CHP bir burjuva partisidir. İktidara geldiğinde faşizmi uygulamaktan kaçınmayacaktır. Ve iktidarda olduğu zaman işçi ve emekçilerin en büyük azılı düşmanı olmuştur. Bunun örneklerini saymakla bitmez. Türkiye’de ırkçılığın şampiyonluğunu bu parti yapmıştır. Kürt ulusuna karşı katliamların çoğunlu bu parti tarafından yapılmış ve uygulanmıştır. Bugün ise ne değişti? CHP “ilerici” bir parti mi oldu? Hayır? CHP, muhalfette iken, özellikle kendine yönelik baskıların da yapıldığı bir süreçte “ilerici” gözükmeye çalışıyor. Daha doğrusu “demokrat” rolünü oynamaya çalışıyor. CHP, 1950’ler sonundaki Menderes’e karşı yaptığı hamleleri şimdi yapmaya çalışıyor. O zaman da demokrat”gözükmeye çalışmıştı. Bugün de, İşçi ve emekçilerin düzene karşı tepkisini kendi potasına çekmenin yollarını arıyor. CHP’de, ırkçılığın kökleri o kadar derinlerde ki, Kürtlere, Kürt demeye dilleri dahi varmıyor. CHP’den medet umanlar, ondan “demokrat” olmasını bekleyenler, geçmişte olduğu gibi, şimdi de yanılıyorlar. Devrimciler, komünistler, emekçiler, Kürtler ve aleviler, kısacası ezilenler, CHP’nin hep yumruğunu yemişlerdir. İşçi ve emekçilere CHP’yi “dost” göstermek, aptallık değilse, küçük burjuva sefilliğidir. Küçük burjuvazi, TC tarihi boyunca, CHP’nin kemalist balyozunu hep sırtında taşımıştır. Bizim küçük burjuvazinin, sınıf mücadelesindeki netsizliğinin bir kaynağı da buradan geliyor denebilir. O, burjuvazinin kendisine yüklemek istediği taşı taşımaya hevesli gibi... Bir zamanlar, “karaoğlan” Ecevit’de “devrimcilik” keşfedip, onun peşinden gitmeyi hayatlarıyla ödeyenler, bir kere de Kılıçdaroğlu’nu denemek istiyorlar. Anlaşılan o ki, ÖDP, Kılıçdaroğlu’nda da “ilericilik” görmüş olmalı ki, “Ankara ve İstanbul’u da alsınlar” diyor. Yani, “biz onları destekleriz.” Kemalizmin sopası, şeritçıların sopasından daha eheven olmalı... 1789 ve 1923ÖDP eş başkanı A. Taş şöyle buyuruyor:“1789’u ilerici olarak gördüğümüzde nasıl bir burjuva devrimcisi olmadıysak, 1923’de kurulan cumhuriyeti ilerici olarak tanımlamamız bizi Kemalist yapmaz. Cumhuriyet ilerici bir gelişme olarak kurulmuş ancak geçen süre içinde gericileşmiştir.” Marksistlerin bu iki tarih ve bu iki olay arasında bir benzerlik kurmalarının pek olasılığı yok. Biri gerçek anlamıyla ilerici bir burjuva devrimi. Diğeri ise burjuvazinin ilerici olmaktan çıkıp gericileştiği bir dönemde ortaya çıkan bir iktidar biçimidir. Kemalizm’in anti-emperyalist bir yanı yoktur. 1. Emperyalist paylaşım savaşı sonucu Osmanlı’nın paylaşılmasıyla, geriye kalan “Türkiye” denen toprak parçası olmuştur. Emperyalist burjuvazi burayı tamamıyle sömürgeleştirmek için her hangi bir çaba harcamamıştır. O günün emperyalistler arası güçler dengesi, Osmanlı’dan geriye kalan Anadolu’nun TC olmasını kabul etmişlerdir. Kemalist burjuvazinin abarttığı ve şişirdiği gibi herhangi bir “kurtuluş savaşı” da olmamıştır. Kemalistler’in tek savaşı, Yunanlılara karşı “Büyük Taaruz” adını verdikleri 23 gün süren savaşları vardır. Gerisi ise, yalan propagandadan ibarettir. Kemalizmin tarihi katliamlar, baskılar ve yalanlar üzerine kurulmuştur. Kemalist burjuvazinin tarihi, Kürt ulusuna, azınlıklara, çeşitli milliyetlerden işçi ve emekçilere karşı savaşımın tarihidir. Kemalistler, daha 1919’dan itibaren emperyalist burjuvaziyle uzlaştı. Aynı şekilde içerde de toprak ağalarıyla ve diğer feodal sınıflarla birlikte hareket etti. Kemalist devlet; işçi ve emekçilere karşı kurulan bir devlettir. “Güdük” anti-emperyalist bir yanı dahi olmamıştır. 1789 Fransız burjuva ihtilali ise, burjuvazinin feodaliteden iktidarı almasının adıdır. Fransız burjuva devrimi aynı zamanda laiktir. Kemalizm’in ise laik bir yanı da yoktur. Kemalizm, dini kontrol altına almış ve onu kitleleri aldatmanın bir aracı olarak kullanmıştır. Öte yandan, sünniliğin her alanda etkin olmasını sağlarken, aleviliği yasaklamıştır. Kürtlere ve diğer azınlık uluslara yaptıklarını ise burada tekrarlamanın bir anlamı yok. Çünkü bu hala yaşanıyor. Bizim küçük burjuvazi, kemalizm sevdalısı olmaktan hiç bir zaman kurtulamamıştır. Kemalist iktidar tarafından, hırpalanmış, haps edilmiş, katledilmiş ve her türlü zulme maruz kalmış, ama bir türlü kemalizm hayranlığından vazgeçememiştir. Çünkü kemalizmin yalan tarihini, TKP’den dönme küçük burjuva “kadro”lar yazmıştır. Ondan sonra gelen küçük burjuvalarda bu “büyük abilerinin” yalanlarını gerçek sanarak, kitlelere karşı savunmaya devam etmişlerdir. Küçük burjuvazinin kendine ve halka olan güvensizliği, büyük burjuvaziye övgüye dönüşmüştür. Genel de küçük burjuva kesimlerin, “kemalizm süreç içinde gericileşlti” demeleri, esas olarak 1950 DP iktidarını kast ediyorlar. Bunlara göre emperyalizm de Türkiye’ye DP ile geldi. Ondan önce “bağımsız bir ülke” vardı. Bir tarih ancak bu kadar çarpıtılabilir. Nazi yanlısı İnönü’yü bile savunmak zorunda kalıp, kendilerini neden bu tür zorlukların içine atarlar, anlaşılmaz!... Bu ayrı bir tartışma konusu olduğu için uzatmıyorum. ÖDP vb. küçük burjuva reformist hareketler kitlelere, kırk satır yerine kırk katırı tercih etmelerini öğütlüyorlar. Bu nedenle, bunların anlayışlarının açığa çıkarılıp teşhir edilmesi önem kazanmaktadır.
“Yunan Solunun Başardığını Biz Niye Başarmayalım?“Küçük burjuva kesimler de bir SYRİZA tutkunluğu başladı. Yukarı da ki başlık da A. Taş’a ait. SYRİZA, bilindiği gibi Yunanlı küçük burjuva reformist örgütlerin kurduğu bir blok. Yunanistan’da bu dönemde güçlenmelerinden doğal bir şey de yok. Çünkü koşullar buna elverişli. Devrimci durum oldukça yüksek. Ancak, bir devrim durumu yok. Bunun en önemli ayağı olan Yunanistan işçi sınıfı partisinin sınıfı kucaklayamaması ya da ortada böyle ciddi bir partinin olmamasının da önemli bir etkisi olduğu bir gerçek. SYRİZA, devrimci bir blok olmaktan çok reformist bir blok. AB’nin sömürgeci politikasına karşı çıkmak zorunda. Ancak, görülen o ki, kitlelerin devrimci dinamiğini de pasifize etmenin yollarını arıyor. Devrimci bir parti, devrim yapmak için mücadele eder. Onun görevi; burjuva düzeninin aşırı uçlarını törpüleyerek reformize etmek değildir,. SYRİZA, eğer, yarın ki (17.06) seçimlerde, hükümeti kuracak kadar oy alırsa ve hükümetin başına geçerse, o düzeni değil, düzen onu ehlileştirecektir. Devrimci gibi gözüküp devrimci olmayanlar ehlileşir. Bunu hep birlikte yaşayarak göreceğiz. Sorun deneme-yanılma sorunu değil, sınıfsal sorundur. MLM olmayanlar ya da bu çizgiden hareket etemeyenler burjuva düzeniyle uzlaşarak devrimin karşısında yerlerini alırlar. ÖDP’nin savunduğu da böyle bir durumdur. Daha ötesi değil.16.06.2012
Yusuf Köse
Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.
http://yusuf-kose.blogspot.com/
Son Haberler
Sayfalar
Fransa’da El Freni Çekildi! İşe Yarar Mı?
Avrupa Birliği üyesi 27 ülkede 720 sandalyeli Avrupa Parlamentosu (AP) seçimleri, 6-9 Haziran tarihleri arasında yapıldı. Almanya, İtalya ve Fransa’da aşırı sağ olarak tanımlanan faşist hareket ciddi anlamda sandalye sayısına ulaştı. Böylelikle merkez sağla birlikte faşist hareket AP’deki en büyük grup olarak yerini korudu.
Seçimlerin yankısı ve sonuçları ciddi anlamda tartışmaları doğurdu. AP’ye Almanya’dan sonra sağcılar adına en fazla vekil gönderen Fransa, tartışmaların girdabından çıkıp erken seçim hamlesi ile sarsıntıyı giderme yoluna gitti.
Mevcut koşullarda devrimci siyasal mücadelenin öne çıkan toplumsal dinamikleri (3)
Devrimci siyasal mücadelenin genel olarak nesnel zemini, sosyal devrimleri de olanaklı kılan nesnel zemin ile, aslında ortak paydalara sahiptir. Emperyalist- kapitalist barbarlığın hüküm sürdüğü ve kendisinin doğrudan var ettiği her bir antagonist çelişme ve sorunların giderek daha bir keskinleşerek; ulusların, halkların ve doğanın yaşamını kâbusa çevirip, geleceklerini ciddi şekilde riske soktuğu şu süreçte, gerek özel olarak Türkiye ve K.
Mevcut koşullarda devrimci siyasal mücadelenin öne çıkan toplumsal dinamikleri (2)
Somut özgülün realitesi içerisinde devrimci siyasal mücadelenin etkili ve sonuç alıcı kazanımlara dönüşerek yürütülebilmesi için gerekli olan bir diğer öncelikli koşul ise; elbette ki bu mücadelenin, küresel ve yerel zeminde, toplum gündemini doğrudan ilgilendiren ve de ilgilendirecek olan sorunlar üzerinden ele alınarak yürütülmesidir.
Halkların İhanetçilerden Çektiği (Nubar Ozanyan)
Zulmün gölgesinde yaşam bulmaya çalışırken karanlığın sadece gece gelmediği, güneşin altında da gelip halkları bulduğu katliamlar birçok halkı nefessiz bırakmaya çalışmıştır. 1915 Ermeni Soykırımı boyunca başta Asuri, Süryani, Pontus halkı olmak üzere Êzîdî ve Kürt halkı da büyük trajediler yaşamıştır. Bugün Türk faşizmi eliyle Başûr Kurdistan’ında gerçekleşen işgal ve ilhak saldırılarında Kürt halkıyla birlikte Asuri-Süryani halkı da tanımsız acılar yaşamaktadır.
Türkiye’de Ermeni bir devrimci militan: Haldun Karyol (MEHMET GÜNEŞ)
Haldun Karyol, asıl adıyla Harutyan Karyolacıyan, kadim dostum, 8 Temmuz günü aramızdan ayrıldı. Haldun bir Ermeni’ydi ama her şeyden önemlisi Türkiye’de yetişmiş, ender görülebilecek, kendine has eylemci bir devrimci militandı. Onu ender ve ebedi kılan hikayesini bilmek ve öğrenmek, bugün Türkiye’de devrim mücadelesine baş koymuş her militanın hakkı. O yüzden, Haldun’u yakından tanıyan biri olarak, onu anlatmayı devrimci bir görev olarak üstleniyorum.
Mevcut koşullarda devrimci siyasal mücadelenin öne çıkan toplumsal dinamikleri (1)
Nasıl ki genel siyasal mücadele ve siyaset ediş tarzı, küresel ve yerel bazdaki ekonomik, politik, eğitsel, askeri, kültür-sanatsal, çevresel-iklimsel, ezen-ezilen cins, inanç ve etnik sorunlar yekûnu olan toplumsal dinamikler zemini üzerinden kendisini var edip sürdürüyorsa; birebir aynı şekilde, devrimci siyasal mücadele ve siyaset ediş tarzı da aynı küresel ve yerel toplumsal dinamikler üzerinden kendisini var edip sürdürmesi gerekiyor. Normal ve de olması gerekendir bu.
Küçük bir damla ile fırtınayı başlatanlar (Nubar Ozanyan)
Aradan 12 yıl geçti. Etki gücü Ortadoğu’ya yayılan 12 yaşında genç bir devrim yaşıyor adına Rojava denilen topraklarda. Derin yoksulluk, bitmeyen zulümle terbiye edilip cehenneme çevrilen Ortadoğu’da Rojava, bir özgürlük adası gibi duruyor.
Türk Faşizmi EURO 2024’te Sahaya İndi
İki yılda bir Avrupa Futbol Federasyonları Birliği (UEFA) tarafından organize edilen Avrupa Futbol Şampiyonası, bu yıl EURO 2024 olarak Almanya’da düzenlendi.
Kapitalist Toplumsal Bir Kırılma ve Yeniden Tarihi Yeni Bir Toplumsal Süreç
Kapitalist emperyalist sistem, önceki bunalım ve çelişmelerinden farklı olarak,, kendisinin taşıyamayacağı ve çözemeyeceği sistem içi yapısal ekonomik ve siyasal çelişmeler ile karşı karşıya kaldığı bir sürecin içine girmiştir. Bir taraftan yeni emperyalist ülkelerin ortaya çıkışıyla (ki, bu; kapitalizmin ala bildiğine gelişmesi, genişlemesi, üretimin ve sermayenin alabildiğine temerküzü ve de mülksüzleştirenlerin mülksüzleştirilmesi sürecinin de ilerlediği anlamına gelir) kendini yeniden üretemez olan bir sürecin içine girmiştir.
Bunların neler olduğunu kısa olarak açalım:
Prof. Dr. Korkut Boratav CHP’den Sermaye Sınıfıyla Hesaplaşmasını İstiyor...
Marksist iktisat Profesörü Korkut Boratav, gazeteci İrfan Aktan’a verdiği mülakatta, sürece ilişkin gerçekten de çok değerli ve devrimci sol-sosyalist ve komünist politik öznelerce dikkate alınması gereken çok önemli siyasi ve iktisadi analizler yapıyor, saptamalarda bulunuyor.
Örneğin kendisine sorulan şu soruya verdiği yanıtta olduğu gibi:
“Yoksulların, alt sınıfların bu kadar derin bir kriz yaşadığı dönemde nasıl oluyor da ideolojik hegemonyayı yine de iktidar sağlayabiliyor ve buna karşı güçlü bir sol alternatif çıkmıyor?” (abç)
Yağma ve Talan Cumhuriyeti (Analiz)
Geçtiğimiz haftalarda Kayseri’deki pogrom girişimiyle başlayan ırkçı ve mülteci düşmanı saldırılar Antalya, Antep, Urfa, Hatay, Bursa, İstanbul gibi şehirlerde de kendisini göstererek göçmenlere ait işyerlerinin ve malların yağmalanmasına, yakılmasına ve çok sayıda göçmenin yaralanmasına, hatta Antalya’da göçmen bir gencin öldürülmesine neden olmuştur.
Bir çeşit günah keçisine dönüştürülen göçmenlere karşı yükselen bu dalga görünen o ki daha çok olaya ve şiddete gebe bir yerdedir.