Perşembe Kasım 28, 2024

KUZEY KÜRDİSTAN (BAKUR) ROJAVA’YLA BİRLEŞMELİDİR

7 Haziran Genel Seçimleri’nden sonra Türk devletinin Kürtlere yönelik saldırılarını artıracağı biliniyordu. Akp’nin tek başına seçimleri kazanması halinde bile bu saldırının olacağı aşikardı. Çünkü devlet, Suriye Kürtlerinin başarısının ve özerk bir yapı haline gelmelerini istemedi. Bunu çeşitli şekillerde önlemeye çalışmış olmasına karşın, önleyemedi ve PYD önderliğindeki güçler İŞİD’i Kürt bölgelerinden temizleyerek büyük başarı elde ettiler.

Gelinen aşmada Akp hükümetini faşist Türk devletinden ayrı bir yere koymanın doğru olmayacağı açıktır. Türk egemen sınıfları arasında bir çelişme olsa da bu baskıların uygulanması konusunda hem fikir oldukları da biliniyor. Bu bir devlet politikasıdır. Salt Akp hükümetinin politikası olarak bakıldığında yanılgıya düşülür. Sermaye sınıfı, Kürt sorunun yok sayılmasını, baskı ile susturulmasını ve ezilmesini istiyor. Bu nedenle de, özellikle Kürt ulusal mücadelesinden yana olan, Kürt ulusu üzerinde baskıların kalkmasını isteyen, Kürtlerin ulusal demokratik haklarının verilmesinden yana olan ve bu konuda faaliyet yürüten ya da faaliyet yürütenlere destek verenleri kitlesel olarak tutuklamaya başlamıştır.

TC tarihi boyunca, Kürt ulusuna ağır baskılar uygulamış ve yer yer büyük katliamlar yapmış ve yapmaya devam etmektedir. Kürt ulusu özgürlük istediğinde bombalamış, katliam yapmış, örgütlenmek istediğinde ise zindanları Kürt yurtseverleriyle doldurmuştur. Bir ulusun her şeyi yok edilmek isteniyor ve Türk devletin yasalarına göre legal olarak örgütlenmesine dahi müsade edilmiyor. Bütün legal siyasi ya da siyasi olmayan “potansiyel Kürt”ler içeri alınıyor. Bu da siyasi bir katliam. Kürtlerin ulusal anlamda kendi ulusal kimliğini korumaya karşı bir katliamdır.

Özellikle Batı (Rojava) Kürdistan’ın başarısı, Türk devletini oldukça rahatsız etti. Burada özerk ya da bağımsız bir Kürdistan’ın oluşmasını önlemek, en azından zayıflatmak için her türlü yola başvurdu. En son, Türk devleti tarafından organize edilen Suruç katliamı, İŞİD’e saldırının gerekçesi gibi gösterilsede, esas olarak PKK’yi askeri olarak hedeflemektir. Devlet, salt PKK’ya yönelik askeri saldırıyla yetinmeyip içeride de HDP ve birleşenlerine, yani devrimci demokrat güçlere yönelik saldırılarını daha da artıracaktır.

Akp hükümeti’nin ayakta kalmasını iç savaş ve dış savaş olgularıyla birlikte ele almaka gerekir. Akp, hükümet olup iktidara tam olarak yerleşlince, savaş dışında bir şey konuşmadı. Hem içte hem de dışta. İçte devrimci-demokratalara ve diğer muhaliflere saldırdı. Özellikle devrimci-demokrat (Kürtlerde dahil) kesimlerin örgütlü olması AKP hükümetini rahatsız eden olguların başında geliyordu. Bu nedenle de seçim öncesi ve sonrası saldırılarını daha da yoğunlaştırdı. Yoğun tutuklamalara girişti. Devrimci-demokrat gçleri elimine etmeden ya da

iyiyce zayıflatmadan uzun bir süre iktidarını sürdüremeyeceğini biliyor. Bu nedenle de saldırılarının hedefinde bu güçler hiç eksik olmadı.

Suruç (Pirsus) vb. katliamlarını, Roboski katliamlarından ayrı ele almamak gerekiyor. Akp hükümeti, İŞİD ya da benzeri dinci gericiliği yurt içinde daha bir çok katliamlarda kullanacaktır. Bu tür katliamlarla iktidarda kalma sürecini uzatmayı hedeflerken, işçi ve emekçilerin sınıf mücadelesinin gelişmesinin önüne geçmeyi planlıyorlar. Sermaye kesimleri, sınıf mücadelesi etrafında burjuvaziye karşı birleşmiş bir işçi sınıfı yerine, mezheplerine kadar bölünmüş bir işçi sınıfını tercih ediyor.

Suruç katliamının diğer katliamlardan bir farkı, Kürtlerle enternasyonal dayanışmayı önleme ve vazgeçirme amacınıda içinde barındırıyor olmasıdır. yani, direkt olarak Türk sosyalistlerine verilen bir gözdağıdır.

Bunlar, elbette salt Akp hükümetine özgü bir olay olmayıp faşist Türk devletinin kuruluş felsefesiyle birlikte bugüne kadar gelmiştir.

Türk devleti’nin İŞİD’le bir sorunu yoktur. “Var” gibi göstermesi, ABD ve AB’nin dayatmasını ve de kabul etmek zorunda kalmasının yanında kamuoyunun bir kısmını yanıltmak amaçlıdır. Ayrıca, İŞİD’in Kürtleri ezemediğini görünce, İŞİD karşıtı gibi gözükmeye başladı. Türk devletinin bir kaç İŞİD mevzisini bombalaması (?) bile, İŞİD’e zarar verici olmayacaktır.

İŞİD’i yaratanlar emperyalistler ve yerli faşist-gerici devletlerdir. Bunlara karşı savaşılmadan İŞİD vb. örgütlere karşı savaşılamaz. Emperyalistler ve onların yerli uşakları Ortadoğu’dan ellerini çektikleri anda İŞİD vb. örgütlerin varlık nedenleride kalmayacaktır.

Türk devletinin esas sorunu İŞİD’i bitirmek değil, PKK ve PYD’i bitirmektir. Yani, Kürtleri ezmek, askeri ve legal siyasal güçlerini yok etmektir. Özellikle PKK’nın askeri ve legal siyasal güçlerinin zayıflatılması, Rojava Kürdistanı’n zayıflatacağını ve İŞİD’i ya da diğer islamcı gericileri güçlendireceğini bilmektedir. Çünkü ilerici Kürt ulusal hareketinin beynini ve omurgasını bugün izlediği politikayla PKK oluşturmaktadır.

Suriye’ye yönelik hava saldırılarının bir çok nedenleri olsada, sorunun esasını Kürtlerin ezilmesi amaçlı olduğu görülmelidir.

Erdoğan ve Türk devleti, başından beri Suriye’ye saldırmak istiyordu. Uluslararası konjonktür nedeniyle bunu göze alamadı. Ancak şimdi, İŞİD’e saldırı gerekçesi adı altında bunu gerçekleştirmeyi düşünüyor.

Akp hükümetinin savaş politikası karşısında susmak değil, ona karşı çok yönlü mücadele etmeyi zorunlu kılıyor. Başta kitle mücadeleleri olmak üzere, devletin sindirme ve yıldırma politikalarına karşı aktif bir savaşımı ve karşı koymayıda devrimci ve komünistlere dayatmıştır.

Türk devletinin esas amacı, uluslararası proletaryanın yakın müttefiki durumuna gelmiş ilerici Kürt ulusal güçlerini yok etmek ya da zayıflatmak olunca, Kürtlerin durumunu ve izleyecekleri taktikleri de konuşmak gerekiyor.

Kuzey Kürdistan Kürtleri Ne yapmalıdır?

Genel bir söylem olarak, bütün uluslardan işçi ve emekçilerin mücadelesi ortaktır. Komünistler işçi ve emekçilerin birliğini savunurlar. Türkiye özgülünde de sorun ele alındığında bu genel bir doğrudur. Ancak, her genel doğrunun her özgülde yeri de farklı olabilir. Ezen ulus komünistleri, başından itibaren ezilen ulus üzerinde her türlü baskıya karşı çıktıkları gibi, ezilen ulusun ayrılma ve ayrı devlet kurma hakkını da kayıtsız şartsız savunurlar. Ezilen ulus komünistleri ise birliği savunurlar.

Çeşitli ulus ve milliyetlere mensup işçi ve emekçilerin sınıf dayanışması önündeki en büyük engelerden birisi hiç kuşkusuz ki ulusal haksızlıktır. Lenin bunu şöyle belirtir:

“Çünkü milli haksızlık kadar proleter sınıf dayanışmasının gelişmesini ve güçlenmesini geciktiren hiç bir şey yoktur.”[1]

Türk devleti varolduğu günden beri Kürtleri yok saydığı ve bu nedenle de her tülü baskıyı meşru gördüğü bilinen bir gerçektir. Türk devleti düne kadar “Kürt yok” diyordu. Kürtler ise kendilerinin Kürt olduğunu kabul ettirmek için, geçmiş isyan ve ayaklanmaları saymazsak, sadece son 30 yıl içinde en az 40 bini aşkın (bazı kaynaklar 60 bin diyor) insanını kaybetti. Elbette, sorun bu kadar kayıpla kalmayacağı da açıktır. Bundan sonra da, Kürt ulusu kendi kaderini özgürce tayin edene kadar, daha büyük kayıplar vereceği de bir gerçektir. Türk egemen sınıfları, içeride Türk halkının önemli bir kesiminin, dışarı da ise emperyalistlerin desteğini aldığı sürece, Kürtlere yönelik baskı ve katliamlarına devam edecektir.

Kürt ulsu kendi kaderini özgürce tayin etmediği sürece, Türk halkı üzerinde de baskılar eksik olmayacaktır. En asgari düzeyde demokratik hak ve özgürlüklerden mahrum bırakıldığı gibi, kitleler üzerinde faşizmin kanlı sopası da eksik olmayacaktır.

Kürt ulusu üzerindeki egemen sınıf baskısı, çeşitli ulus ve milliyetlerden emekçilerin dayanışmasının önünde de önemli bir engel olarak duruyor. Kürt işçi ve emekçileri Türk işçi ve emekçilerine karşı kardeşçe duygular beslemiyor. Çünkü, Türk şovenizminin etkisi altındaki, Türk işçi ve emekçileri de Kürt işçi ve emekçiler üzerindeki ulusal baskıya karşı çıkmıyor.

Halkların kardeşliğin temeli, halklar arasındaki her türlü eşitsizliğe karşı çıkılması ve bu da yetmez bu haksızlıkların ortadan kaldırılmasıdır. Kürtler üzerindeki ezen ulus baskısı var oladuğu sürece Kürt halkının Türk halkına karşı güvenlerini beklemek hayalciliktir.

Gelinen aşamada Kuzey Kürdistan Kürtleri Rojava Kürdistanı’yla birleşmelidir. Siyasal yönelim olarak birleşmelerine karşın, devletlerin fili işgalleri nedeniyle bu birleşme gerçekleşemiyor.

Rojava’da gerçekleştirilen devrim, ulusal demokratik karakterlidir. Yani, komünistlerin desteklemesi gereken bir devrim ve enternasyonal proletaryanın müttefikidir. Bu devrime, önderlik eden sınıf; orta ve küçük burjuva ulusal siyasal ittifakıdır. Tarihsel olarak, içinde geçtiğimiz süreçte siyasal olarak ilerici ve desteklenmesi gereken bir devrim ve Kürdistan’ın diğer parçalarından daha ileri bir konumdadır. Gerici Barzani yönetimi altındaki Güney Kürdistan emperyalist burjuvazinin neoliberal politikalarını uygularken, Rojava Devrimi bunun karşısında yerini almıştır.

Kuzey Kürdistan’ın Rojava’yla birleşmesi, ilerici bir ulusal birlik olacaktır ve Türk işçi sınıfı ve Kürt işçi sınıfı bu birliği aktif olarak desteklemelidir. Çünkü, bu birlik, proleter devrimin karşısında değil, ona hizmet edici bir rol oynayabilecektir.

Aynı zamanda faşist bir devletin işgali altında olan bir Kürdistan yerine ilerici bir Kürdistan’ın varlığı, bölge halkları açısındanda ileri bir rol oynayabilecektir.

Birleşmenin önünde çok ciddi engeller olduğu bir gerçektir. Zorluğun nedenini; Kürtlerin birleşmek istememesinden değil, Kürt ulusunun kaderini zorla baskı altında tutan devletlerin askeri baskı ve saldırıları oluşturmaktadır.

Kuzey Kürdistan’ın Rojavay’la birleşme kararı aldığında Türk devleti saldırılarını daha da yoğunlaştıracaktır. Buna açıktan katliamlarla cevap verebilecektir. Ancak, uluslararası işçi sınıfı ve emekçileri bu ilerici birliğin yanında yer almaktan ve desteklemekten kaçınmayacaktır. Türkiye komünist ve devrimcileri de, Kürt komünist ve devrimcileri de böyle bir birliği aktif olarak desteklemelidir. Bu birleşme ya da birleşme siyaseti, ilerici Kürt ulusal hareketiyle Türkiye’li devrimcilerin Türk faşist devletine karşı ortaklaşa mücadelesinin önünde engel değil, tersine onu gelştirecek niteliktedir.

Rojava ulusal demokratik devrimi ortadayken, Kuzey Kürdistan’ın hala Türk devletinin işgali altında olmasını savunmak gericiliktir. Bunu “işçi ve emekçilerin birliği” adı altında savunmakta siyasal olarak gericiliğin yanında yer almaktan kurtarmaz. Gelinen aşamda böyle bir birliği savunmak ileri bir taktiktir. Halkların ve çeşitli milliyetlerden işçi sınıfının birliğini ve dayanışmasına güçlendirir.

Emperyalizmin böl-yönet politikasıyla Kuzey Kürdistan-Rojava birliğini savunmak aynı şeyler değildir. Evet, Kürtler, Türk devletinin egemenlğinden kurtulacak. Ama başka bir gericiliğin altında değil, ulusal demokrat bir yapı altında birleşeceklerdir. Rojava devrimi bunun örneğidir. Rojava devriminin sosyalist bir devrim olmaması, bu birliğe karşı çıkmayı değil, savunmayı gerekli kılar. Elbette sosyalist devrim olması arzu ve amaçtır.

Kürtlerin demokratik birliği, emperyalist politikaların da karşısında olacaktır. Ayrıca Kürdistan’ın parçalarını işgal altında tutan faşist ve gerici devletler, böyle bir birliği onaylamayacaktır. Böylesi bir birlik İran gericiliğini de ürkütecek ve bu konuda Türk devletinin yanında yer almasını sağlayacaktır. Kürt ulusunun, faşist ve ırkçı Türk devletinin saldırıları karşısında daha geniş birleşmelerini ve güçlenmelerini sağlayacaktır.

Sonuç olarak, gerici ve faşist bir devlet egemenliği altında kalmak yerine, ilerici bir yapıyla birleşmek en doğru siyasal eylem biçimidir. Böyle bir eylem desteklenmeli ve geliştirilmelidir. Bu sorunun gerekliliği başta Türk işçi ve emekçileri olmak üzere Kürt işçi ve emekçilerine de anlatılmalıdır. Böyle bir eylem biçimi ve Kuzey Kürdistan’ın (Bakur) Rojava’yla birleşmesi, egemen sınıfların kışkırtmaları nedeniyle kısa vadeli olarak egemen ulus şovenizmini artırıcı bir rol oynacaktır, ancak, uzun vadede bu şovenizmin izleri silinecektir. Bu birleşme, Türk egemen sınıflarını zayıflatacağı gibi, devrimci-demokrat ortamın gelişmesini ve işçi sınıfı hareketinin yükselmesine de hizmet edebilecektir.

Böylesi bir birlik, Türk devletinin, 90 yılı aşkın bir süredir Türk ırkçılığını ve şovenizmini kitleler üzerinde demoklesin kılıcı gibi tutmasını da büyük ölçüde elinden alıp demokratik ortamın güçlenmesine hizmet edecektir.

26.07.2015

47419

Yusuf Köse

Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.

yusufkose@hotmail.com

http://yusuf-kose.blogspot.com/

 

 

Yusuf Köse

Oylar SADET'E.... Oylar DEVA'YA... Oylar İYİ PARTİ'ye....

"Bindik bir alamete gideyoz kıyamete."

Aklımızın sınırlarının zorlandığı günlerde geçiyoruz.

İlemde bir partiye oy verecekseniz....

Sanki iyi parti sizi öldürüyorda chp sizi öldürmüyorsa(?)...

Niye oy verdiğiniz millet ittifakı'nın parlamentizmden vaz geçmemiş paydaşlarından biri de olmaya.

Ve Bakırhan buyurdu: " İstanbul'da kent uzlaşısı sağladık" diye

Ve Sakık buyurdu: "CHP'ye oy yok." diye.

Ve ..

Kadınlar ve İşçiler

Kadınlar neden, niçin ve nasıl eziliyor, neden cinsiyet ayrımcılığın en temel ve en tepe noktasında yer alıyor, neden öldürülüyor neden erkek baskısı kadın üzerinde şiddetleniyor vb. soruların yanıtı ile; işçiler neden, niçin ve nasıl sömürülüyorsa verilecek yanıtlar aynı yerde arandığında, kadının kurtuluşu sorununa, daha genel anlamda ise işçi sınıfı ve emekçilerin kurtuluş sorununa daha doğru yaklaşılmış olacaktır.

Yerel Seçimler ve Proleter Tavır

 

 

Türkiye 31 Mart 2024 tarihinde yapılacak yerel seçimlere kilitlenmiş bulunuyor. Baskı, yasaklamalar, açlık, yoksulluk, pahalılık ve işsizlik en can alıcı sorun olarak ülke gündemindeki yerini korurken, tüm burjuva partiler 31 Mart’ta yapılacak yerel seçimlerde kazanacakları belediyelerin hesaplarını yapmakla meşguller.

Misak Manuşyan ve 23’ler Ölümsüzdür!

Misak Manuşyan (1.9.1906 – 21.2.1944) ve yoldaşlarını, Nazi kurşunları ile Paris’te katledilmelerinin 80. yılında saygıyla anıyoruz İnsanlığın düşmanı faşizmi ise bir kez daha lanetliyoruz.

İnsanlığın başına kara bulut gibi çöken, yıkımlar, savaşlar ve dahası onarılması mümkün olmayan felaketlere sebep olan Hitler Faşizmi, 1933 yılında Almanya’da iktidara gelmesiyle başladı. 1929 ekonomik ve sosyal bunalımını atlatamayan ve çözüm bulmakta zorlanan, kapitalist-emperyalist ülkeler, sorunlarını savaş yolu ile çözmek, pazarların yeniden paylaşma savaşına giriştiler.

ÖNCE SERMAYE, SONRA, YİNE SERMAYE

13 Şubat 2024 tarihinde Erzincan iline bağlı İliç'de Çöpler Madencilikte meydana gelen toprak kaymasında 9 (bu rakamın daha  yüksek olduğu iddiası da var) işçi toprak altında kaldı. Bu son olayda, “maden kazası” olarak adlandırılan işçi katlimının, doğa katliamı ile birlikte olağan hale getirildiği ve bu seri katliamların, sermayenin birikimi ve büyümesi için olmazsa olamaz kuralı olduğu  gerçekliğiyle karşı karşıyayız.

Ağır tecrit, büyük direniş (Nubar Ozanyan)

Biz 5 Nolu Amed Zindanı’ndan tanırız faşizmin üniformalı generallerini ve kan yüzlü zindan bekçilerini! Özgürlük mahkumlarına intikam alırcasına en ağır işkencelerin nasıl yapıldığını çok iyi hatırlarız. Devrimin öncü ve önderlerine nasıl düşmanca yüklendiklerini iyi biliriz. Sadece memleketimizden değil, biz ağır tecrit koşullarını ve ölümcül duvar sessizliğini, Peru devriminin önderi Başkan Gonzalo yoldaşın 29 yıl süren direnişinden biliriz.

„Dijitalleşme“ Kitabım Üzerine

Kitabın konusu, işçi sınıfının nicel ve nitel varlığıyla doğrudan ilgilidir. Özellikle üretim sürecinde dijitalleşmenin artmasıyla, işçi sınıfının sınıfsal niteliğine yönelik ciddi saldırılar gelmeye başladı. İşçi sınıfının ortadan kalkacağı, burjuvazinin, ücretli iş gücü sistemi olmadan, salt makineler üzerinden artı-değer elde edeceği gibi, doğrudan kapitalist sistemi var eden temel olgular yok sayılmaya başlandı.

Yavuz Proletarya Ev Sahibini Bastırırmış

-Seçimleri Boykot-

Zavallı kılıçdaroğlu.

Kazanınca (parlamentarizme) geçmeyi başarabilince) kazanabilmek için yaptığı her şeyin anlamsızlaşacağıyla o kadar ilgilenmişti ki ...

Aman neyse biz proletaryalara ne.

Ulusalcıların - sosyal demokratların ağır bedellerle anlamsızlaştırdığı parlamentarizm komplolarla tarihin tozlu sayfaları içerisinde kaybolup giderken...

imamoğlu'nun şapkada çıkardığı tavşan özgür özer'e eşbaşkan'ım diyerek itibar kazandırma yarışına düşen dem'liler ile...

Tarih bilgisi ve gelecek tasavuru (Deniz Aras)

Geçtiğimiz hafta içinde bir dönem TC içişleri memuriyeti görevinde bulunan ve bu “vatani görevi” sırasında devletin başta gözaltında kaybetmeler olmak üzere Kürt halkına ve devrimcilere yönelik katliam saldırılarını sürdürmesini “başarı”yla yerine getiren, günümüzde özü başına muhalif bir faşist partinin lideri Meral Akşener’in “mertçe cinayet” sözü çok konuşuldu.

Ermeni bir devrimci: LEVON EKMEKÇİYAN (Nubar Ozanyan)

Özgürlük uğruna yürütülen savaşımda her savaşçının önüne çıkan tehlikeli yol ayrımı ve kararlardan biridir “Ya onurunu ayaklar altına alıp teslim olacaksın! Ya da ölümlerden ölüm beğenerek direneceksin.” Levon Ekmekçiyan birkaç günlük yaşam uğruna kendini düşmana satmadan yaşamayı esas aldı. Düşündü fedailerin komutanı Kevork Çavuş’u, Antranik Ozanyan’ı, Mariam Çilingiryan’ı ve yanıbaşında çatışmada şehit düşen yoldaşı Zohrab Sarkisyan’ı. Sonra çocukluğunda anlatılan ve dinlemekte zorlandığı soykırım hikayelerini. Hangi Ermeni gencinin yüreği yaralı hafızası intikam dolu değildir ki?

“Unutturulan” Bir Devrimcinin Ardından 29 Ocak 1983, Kanlı Şafak

Çeşitli milliyetlerden Türkiye halkının başına kara bulut gibi çöken 12 Eylül Askeri Faşist Diktatörlüğü’nün elebaşı olan Kenan Evren, Muş halkına yaptığı ve tarihe geçen konuşmasının bir bölümünde “Asmayalım da besleyelim mi?” sözünü, Ermeni devrimci Levon Ekmekçiyan için söylemişti.

12 Eylül faşist cunta yılları idamların, işkencelerin, gözaltında kayıpların, vatandaşlıktan atılmaların, azgın devlet terörünün yaşandığı yıllar olmuştur. Bu dönemde siyasi nedenlerle aralarında 17 devrimcinin de olduğu 51 kişi idam edilerek katledilmiştir.

Sayfalar